confessions

ilseyim

- Yazar -

  1. toplam entry 606
  2. takipçi 1
  3. puan 15446

bekaret

ilseyim
neden insanların namusla özdeşleştirdiğini anlayamadığım, dişilerin bacak arasındaki zar. bence namus insanın diğer insanlarla olan ilişkileriyle ilgili bir şeydir. bir insan elinden geldiğince başka insana zarar vermiyorsa, başka insanlara saygı duyuyorsa namusludur. seks ise insanın kendi tercihidir ve belli durumlar dışında en fazla kişinin kendine zarar verir. kendine zarar veren bir insana en fazla salak denir ama namussuz, ahlaksız demek bunları diyen insanın namussuzluğudur bence. çünkü seks yaparak kendine sadece kendine zarar vermiş bir insanı haksız yere lekeler. çevrede bir çok kız var ki çeşitli amaçlarla sevgilisi olan erkekleri ayartmaya çalışıyor veya sadece parası için bir erkekle evlenmeye çalışıyor. bunların eline erkek eli değmemiş olsa bile namuslu denir mi bunlara? sevgilisi olan erkeği ayartan bir kız bir ilişkinin bitmesine veya bozulmasına yol açarak başka bir insana kötülük yapmaktadır. zengin diye biriyle evlenen kızın bir fahişeden farkı kendini kiralamaması, peşinen satmasıdır. hatta fahişe bence daha namusludur çünkü en azından karşısındaki erkeği "seviyorum" diye kandırmaz. fahişelik de zaten bir nevi hizmetten kazanılan paradır. ruh sağlığı yerinde bir insanın isteğiyle fahişe olacağını sanmam. ne olursa olsun kadınlar içgüdüsel olarak cinsellik konusunda daha duygusaldır ve tanımadığı erkeklerle yatmayı hiç bir kaedın istemez. fahişelerin sorumlusu toplumdur, burada da onları suçlamak doğru olmaz. en fazla birilerinin adice oyunlarına kanarak o yola düşmüşlerdir. o insana namussuz demek, onu o yola düşürenlere laf etmemek oldukça sığ bir düşünce yapısının eseridir bence. dediğim gibi seks, başkasının hayatına zarar vermediği sürece gayet masum, en fazla bireye zarar verebilecek bir eylemdir. namusla alakası yoktur. bir kadının çok fazla erkekle yatması mantıklı değildir çünkü kadınlar cinselliği yaşadıkları erkeklere daha fazla bağlanırlar ve daha çok erkek onlar için daha fazla yaradır sadece.
kalbin, aklın bakire olmasını da anlayamıyorum. hayatında tek bir insanı sevmiş insanlar ancak çok az sayıda, şanslı kişilerdir. herkesi son diye seversin, hemen her ilişkiye son olur umuduyla başlarsın. ama gerçekte sonun kim olduğunu asla bilemezsin. bir ilişki, aşk yaşamış insanın bir daha yaşamaya hakkı olmadığını söylemektir kalbin bekaretini savunmak bir bakıma. oysa önemli olan bir insanın geçmişte yaşadığı ilişkiler değildir. o anda birlikte olduğu kişiye sadık kalması, onu kandırmamasıdır.
bekaret toplumumuzda namusla eşleştiriliyor ama bence namus dürüstlük, başka insanların hayatlarına saygı duymak ve kimseye zarar vermemeye çalışmaktır.

ne başlayan ne biten ilişkiler

ilseyim
ne kadar kaçılsa da kendini asla unutturmayacak ilşkidir. arada bir bağ vardır ve iki taraf da bunu reddeder, istemez bir ilişki kurmak. fakat ne yapsalar da o ilişki bir yerden karşılarına çıkar. aradan yıllar geçse, hiç konuşmasalar veya yıllar sonra -aslında her zaman yaptıkları gibi- arkadaş gibi takılsalar da, özellikle alkol alınmasıyla beraber tekrar karşılarına çıkar o ilişki, kendisini yok etmek isteyenlere isyan edercesine. fakat bu iki inatçı ertesi gün ayıldıklarında, yine hiçbir şey yokmuşcasına devam edecektir arkadaşça muhabbetlerine, ne kadar direnseler de bir gün yine bir araya geleceklerini bile bile. çünkü yarım kalan, yaşanmayan bir ilişki asla bitmez, bitirmez kendini.

haydar dümen e gelen yaran sorular

ilseyim
"haydar bey, benim kızlığım bozuldu, acaba kalın penisli bir erkekle evlenirsem tekrardan kanar mı?" diye sormuştu biri. haydar bey de haklı olarak "öyle bir şey olabilecekse bile seninle evlenmek isteyen adamalara ’penisinizi çıkarın, kalınlığını ölçeceğim.’ mi diyeceksin evladım." demiştir.

oturduğu yerden dünyayı kurtaran facebook gençliği

ilseyim
her bir halta gruplar açan, bu sayede seslerini duyuracaklarını sanan, gruplarına katılmayı reddedince sizi vatan haini ilan eden gençler. vicdan rahatlatmaya çalıştıklarını düşünüyorum.
-sen bu ülke için ne yaptın?
-facebookta grup açtım, bak bu kadar kişi katıldı.
-eee?
-öyle işte, bana söylüyorsun da sen ne yaptın?
-bir şey yapmadım ama senden daha az şey yapmış değilim

hz muhammed i eleştirmek

ilseyim
isteyen herkesin yapabileceği bir eylem. ve bunu sesli de yapabilmeli. aksi takdirde düşünceler yayılmaz, düşünceler yayılmazsa eleştirilmez, eleştirilmeyen düşünceler de gelişmez. "hz. muhammed’i eleştirmek kimin haddine." demek yanlıştır. bir müslüman eleştirebileceği gibi bir ateist de eleştirir. ateist veya deist olan biri zaten hz. muhammed’in allah’ın peygamberi olduğuna inanmaz, bu durumda "kimse allah’ın elçisini eleştiremez." yargısını ırgalamazlar. ama şu durum oldukça yanlıştır: kimi insanlar, dindarları oradan buradan duyduklarına inanıyorlar, araştırmıyorlar diye eleştiriyor. evet, hz. muhammed’le ilgili anlatılan pek çok olumlu şeyin de kanıtı yok gördüğüm kadarıyla, zamanla ağızdan ağıza dolaşmış, belki bir zaman sonra kitaplara geçmiş ama yine de sağlam kanıtları olmayan şeyler. zaten nasıl bir kanıtı olabilir ki her yaptığının o dönemde. bu durumda hz. muhammed hakkında anlatılan olumlu şeyler gibi olumsuz şeylerin de kesinliği yoktur. bu durumda kesin yargılar getirmek yanlış olacaktır. böyle durumlarda hz. muhammed’i eleştirenler de söylentilerden yola çıkıyordur. bir de kimi zaman ateistler, deistler de çok dogmatik olabiliyor. dinsizliğin dogmatizmi. eğer eleştiriyorlarsa onlar da objektif olmalılar. aksi takdirde dindar yobazlardan bir farkları kalmaz.
elbette eleştiriyle hakaret arasındaki ince çizgiyi kaçırmamak gerekir ama hz. muhammed’i eleştirmek de inananlara saygısızlık demek değildir. insanlar düşüncelerini paylaşmalı, tartışmalıdır ki insanlık ve toplum gelişme kaydetsin. aksi takdirde olduğumuz yerde kalırız ve başkaları bizi ezip geçer.

oblomov

ilseyim
tembelliğin, pasifliğin, yapmamanın romanı. doğu ülkelerin batılılaşma sürecinde ortaya çıkan bir tiplemeyi anlatır aslında. ne kadar batılı okullarda okusa da batının zihniyetinin temeline inememiştir. romandaki alman arkadaşı batıyı, aksiyonu, çalışmayı; oblomov ise doğuyu, hareketsizliği, hayalleri ama iyi niyeti, derin ruhu simgeler. bizim içimizde de çok vardır oblomovlar. hatta kitabı okuyunca anlarız ki biz de bir yerden bir yerden oblomov’uzdur mutlaka.

ateist

ilseyim
tanrıya inanmadığı için kimilerinin çok kötü olacağını düşündüğü insan. oysaki iyiliğin kötülüğün bunla alakası yoktur. inananın da inanmayanın da vardır iyisi kötüsü ama nedense ateist denince pek çok insan öcüden kaçar gibi kaçar. bunların da yobazı, dogmatik düşüneni olabiliyor tabii. veya laik olmayanları. ama zordur ateist olmak. kimi insanlar ateistlerin zorluklardan kaçmak için ateist olduklarını iddaa ediyorlar ki ateist olmanın inanmaktan daha zor olduğunu bilmiyorlar. inanan bir insan ibadetini yapar, başı sıkıştığında dua eder, bir gün cennete gideceğini düşünerek içini rahatlatır. bu iç rahatlığı karşısında yapılan ibadet azdır bile. günahkar olsa bile inanan insan eninde sonunda cennete gidecek olmasında teselli bulur. sığınacak bir tanrısı olması ona güç verir. oysa inanmayan insan toplumdan bir baskı görür ama yaşadığı varoluş sıkıntıları yanında bu da bir hiçtir. zira o bir sorunla karşılaştığında sığınacağı bir tanrı bulamaz. inanmak ister, beceremez, ağlar. ne olduğunu, neden yaşadığını, öldükten sonra ne olacağını bilemez. kafayı yer. inanmak ister ama başaramaz. dinleri ilk sorgulamaya başladığı güne lanet eder.
bir de ateistlere "allah’a inanmazsan cehenneme gidersin." derler gözlerini korkmak için. bu çok komiktir zira tanrıya inanmayan insan cehennemin varlığına hiç inanmaz ki yanacağını düşünsün.

sütyen

ilseyim
göğüsler ilk çıkmaya başladığı zamanlar kimi kızların utanarak, kimi kızlarınsa bir zaferi kutlarcasına kullanmaya başladığı nesne. hatta ilk sütyen genellikle arkadaşları tarafından hediye edilir ve bunun kırmızı, dantelli çok seksi olması adettendir. çeşitli fanteziler için renk renk, çeşit çeşit üretilir. takılmadığı takdirde koşmak, hoplamak, zıplamak bir dişi için işkenceye döner. takılınca göğüsler daha güzel, daha yuvarlak hatlara sahip olur genelde. bazen de daha büyük. bunlar eskiyip de çöpe atılacak olduğunda paramparça edilir çöpçüler görüp de tahrik olmasın diye. ama nedense bunu düşünen kadınlar sütyen satan adama kaç beden giydiklerini, hangi sütyenin üstlerine neden olmadığını anlatırken veya o dantelli sütyenlerden istediklerini belirtirken utanmazlar. bir de ortaokul yıllarında erkek çocuklar sütyenlerle kızların sütyen askılarını çekip bırakarak oynarlar.

ateizm

ilseyim
beraberinde bunalımları getirecek, tanrının varlığını reddetme durumu. insanlar genelde "bunalıma girdi ateist oldu" diye düşünseler de genelde ateist olunup bunalıma giriliyor. zor anlarda sığınılacak bir güç bulamamak, dua edip içini rahatlatamamak, bir tanrıya güvenememek kadar kötüsü olamaz herhalde. inananlar her şeyin üstesinden geliyor tanrıyla dertleşerek, ona umut bağlayarak. ama inanmayan git gide umutsuzlaşıyor. varoluşuna hiçbir anlam veremedikçe her şey anlamsızlaşıyor, garipleşiyor, kendine, çevresindeki insanlara, canlılara ve giderek tüm nesnelere karşı bir bulantı hissediyor, sartre’ın kitabındaki gibi. neyi ne için yaptığını, ne için yaşadığını bilememenin boşluğunda savrulup gidiyor. daha da kötüsü insanlara inanmaya çalışıyor, tanrı yerine koymaya çalışıyor onları. ama biliyor ki ne o insanlar tanrı kadar güçlü ne de bir tanrı düşüncesi kadar güvenilir. derler ya "inanmıyordu güya başı sıkışınca nasıl da dua etmeye başladı tanrıya" diye. bir sığınma ihtiyacından ibaret o, kafada daima onu dinleyen birinin olduğuna dair bir kuşkuyla, yalvarır tanrıya ona yardım etmesi için. bu dünyevi işlerdeki bir yardım dileği olsa bile, dilediği yardım gerçekleşince tanrıya inanmaya başlayacağı için ister bunu en çok. ama o dileği hiçbir zaman gerçekleşmeyince daha da bir inancını yitirir, yıkılır. oysa o tanrıya en çok varlığına inanmak için yalvarmıştır ve anlar ki onu dinleyen kimse yok. o zaman dünyada ne işi vardır? veya bu kainat? inanırken güzel gördüğü her şey nasıl da garip şekillerden ibaret olur gözlerinde. ve yok olma endişesi var tabii, kabustur yok olma düşüncesi, yok olunca bunu bilmeyecek bile olsa, elindeki tek şey varlığıdır ne de olsa, tek inandığı şey, hatta zaman zaman ondan bile kuşkuya düştüğü. ilk soruyu sorduğu ana lanetler yağdırarak yaşar. voltaire "bir tanrı olmasaydı onu yaratmak gerekirdi" demiş. her an kafasında bir tanrı yaratmaya çalışır ateisr ama o tanrı sürekli yıkılır, yıkılır, yıkılır... kısacası kimi insanların sandığının aksine ateizm bir dinin angaryalarından kaçış değil, içinden çıkılamayan, karmaşık bir labirente doğru koşmaktır. sakıncalıdır.

otobüste osmanlıca okumak

ilseyim
edebiyat öğrencilerinin baş belası bir durumdur. eğer otobüste oturmuşsanız, yetiştirmeniz gereken ödevi uzun otobüs yolculuğunda yapmayı planlıyorsanız ki bu okunacak osmanlıca bir parçaysa bütün otobüs ne yaptığınızı sorabilir, çarpılacaksın diyenler çıkabilir, kuran da okumanız söylenebilir, otobüste ufak çapta bir açık oturuma sebep olabilir.

lavinia

ilseyim
"sana gitme demeyeceğim
ama gitme lavinia"
fazla söze gerek yok, üstad çok güzel anlatmış sevgilisinin uzaklara gitmesi karşısında bir şey diyemeyen insanın halini. hani onun hayatına müdahele etmemeniz gerektiğini, onun için doğrusunun gitmek olduğunu bilirsiniz ama içten içe de buna isyan eder, gitmemesi için yalvarırsınız ya, bu kadar güzel anlatılamaz herhalde.

tutunamayanlar

ilseyim
70 sayfa civarında, çok başarılı bir bilinçakışı yöntemiyle yazılmış bölümü içerir. zaten genelde iç konuşmalardan oluşur kitap. değişik birçok tekniği içerdiği ve değişik bir tipin üzerinde durduğu, yeni bir kavram kazandırdığı için bize oldukça değerli bir eserdir. tutunamayan insanlar ise, dikkatli bakınca gözüküyor çevremizde. tutunanlar da...

sahaf

ilseyim
eski kitap manyaklarının -bütün paralarının gideceğini bildiği için- girmeye korktukları, girince de çıkmaya korktukarı mekanlar. eskiden bütün kitaplar hakkında bilgili, hoş sohbet sahaflar olurmuş. şimdi pek kalmamış galiba onlardan. hocam beyazıt’ta kendi öğrenciliği dönemindeki sahafları anlatırdı. geçen sene gittiğimde hiçbir şeyin hocamın gençliğindeki gibi olmadığını fark edip hayal kırıklığına uğramıştım. yine de vazgeçilmez yerlerdir antika meraklısı kitap kurtları için. eski, yıpranmış kitapların kokusu, daha önce kim bilir kimlerin elinden geçip ne hikayelere tanık olduğu düşüncesi... başlı başına öykü malzemesi olabilir bu kitaplar. bazen aralarından çıkan bir mektup, bir gazete küpürü hayatı da değiştirebilir. ne kadar hocamın anlattığı o sıcak kanlı sahhaflar olmasa da yine de çok keyifli dükkanlardır. özellikle osmanlıca meraklıları için.

sevgiliden ayrılmaya çalışmak

ilseyim
"seni sevmiyorum" demeye vicdanın el vermediği zamanlarda verilen uğraş. aralar verilir, bahaneşer bulunur, karşıdaki insanı kendinizden soğutmaya bakarsınız, tahammülü olmayan konularda kavga çıkarıp ayrılmasını beklersiniz... ama ne yazık ki bunlar sonuç vermez, ilişki iyice gitmez hale geldiğinde yine ayrılan siz olursunuz.

neden bekliyorsun?


bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?

üye ol