yaşamının sonunu astronomi ile geçiren şair/astronom... (yaşadığı yıllar alparslan, malazgirt zamanı falan; yaşadığı yer semerkant)
ömer hayyam
insanlara içirip içirip onları bahçeye götürüp işte burası cennet diye kandıran rubai yazarı...
insanları şarapla sarhoş ederek bahçeye götürüp burası cennet diye kandıran rubai yazarı...
insanları şarapla sarhoş edip bahçeye götürerek burası cennet diye kandıran rubai yazarı...
şarap alır hep grur ve benliği geme
şarap çözer düğümü zor ve güç deme
şeytan bir kez şarap içimiş olsaydı
hergün binkez secde ederdi ademe
şeklindeki rubaisini cüzdanımda taşıdığım zattır.
şarap çözer düğümü zor ve güç deme
şeytan bir kez şarap içimiş olsaydı
hergün binkez secde ederdi ademe
şeklindeki rubaisini cüzdanımda taşıdığım zattır.
şişane yokuşundan taksime doğru devam ederken tarlabaşından bir önceki durak.
ilginç bir şekilde batının bizden daha çok değer verdiği şarapçı, alim, bilim adamı ...
semerkant adlı eseri okuduktan sonra bu adamın manyağı olmuştum. harika rubaileri var.
semerkant adlı eseri okuduktan sonra bu adamın manyağı olmuştum. harika rubaileri var.
dunyeviler zevkler konusunda kendimi buldugum olayi ve kendini asmis yuce insan.
üniversitelerde calculus dersi verse hiç düşünmeden alınacak tek kişi.
kim demis haram nedir bilmez hayyam?
ben harami helali karistirmam:
seninle icilen sarap helaldir,
sensiz ictigimiz su bile haram.
whoever says khayyam never knows of sin,
i do not mix what is legitimate and what is sin,
it is legitimate, the wine we drink together,
the water we drink apart from each other is sin.
--
insan son nefese hazir gerekmis:
nasil ölürse öyle dirilecekmiş.
biz her an şarap ve sevgiliyleyiz:
böylece dirilirsek işimiz iş.
man need be ready for the last breath,
will resurrect in the way he went to death,
we are always with the wine and divine,
it is … if we resurrect like that
-
beni özene bezene yaratan kim? sen!
ne yapacağımı da yazmışsın önceden.
demek günah işleten de sensin bana:
öyleyse nedir o cennet cehennem?
who ‘s that created me elaborately, you
have also noted what i will in any case do#
it is also you that make me sin,
then tell me what is that heaven or hell?
-
yüreğinde sıkıntı varsa esrar iç,
ya da birkaç kadeh gül renkli şarap iç.
onu içmem, bunu içmem der durursun:
ahmak herif, git zıkkımın pekini iç.
go smoke weed if you have trouble,
or drink some red or rose wine,
telling me not to smoke nor drink,
you dumb man, go drink poison
-
hayyam bade ile sarhoşsan mutlu ol
lale yanaklı biriyle oturmuşsan mutlu ol
madem ki dünyanın sonunda yokluk var
say ki yoksun, varmışsın gibi mutlu ol
khayyam be in joy if you are drunk,
be happy if you sit with a lady of rose cheeks,
if there is nothingness after the ending life,
assume you are nothing; be happy as if you are…
-
süsle, beze, lokum gibi ko karşımıza,
esmeri, de, beyazı, de, pembesi, de,
baştan çıkar, yerlere ser bizi, öldür,
sonra çevir dört yanımızı bir sürü yasakla,
ona bakma, şuna bakma, buna bakma,
dolu tası eğri tut, ama içindekini dökme..
garnish, trim, put in front of us all like delight;
all of them, the black, the rose and the white,
seduce, entice us all, wipe us all, or even kill,
then restraint every corner of us with sin,
`don’t turn your head here, there and away`,
keep the full bowl oblique, but not spill it all away
-
var mı dünyada günah işlemeyen söyle:
yaşanır mı hiç günah işlemeden söyle;
bana kötü deyip kötülük edeceksen,
yüce tanrı, ne farkın kalır benden, söyle.
-
tanrı bize cennette vaat ettiği şarabı
niçin haram etsin bu dünyada,akla sığar mı?
bir sarhoş arap vurmuş devesini hamzanın
peygamber de şaraptan mahrum etmiş arabı
-
bizim sarap icmemiz ne keyfimizden,
ne dine, edebe aykiri gitmemizden,
bir an gecmek istiyoruz kendimizden:
icip icip sarhos olmamiz bu yüzden.
ben harami helali karistirmam:
seninle icilen sarap helaldir,
sensiz ictigimiz su bile haram.
whoever says khayyam never knows of sin,
i do not mix what is legitimate and what is sin,
it is legitimate, the wine we drink together,
the water we drink apart from each other is sin.
--
insan son nefese hazir gerekmis:
nasil ölürse öyle dirilecekmiş.
biz her an şarap ve sevgiliyleyiz:
böylece dirilirsek işimiz iş.
man need be ready for the last breath,
will resurrect in the way he went to death,
we are always with the wine and divine,
it is … if we resurrect like that
-
beni özene bezene yaratan kim? sen!
ne yapacağımı da yazmışsın önceden.
demek günah işleten de sensin bana:
öyleyse nedir o cennet cehennem?
who ‘s that created me elaborately, you
have also noted what i will in any case do#
it is also you that make me sin,
then tell me what is that heaven or hell?
-
yüreğinde sıkıntı varsa esrar iç,
ya da birkaç kadeh gül renkli şarap iç.
onu içmem, bunu içmem der durursun:
ahmak herif, git zıkkımın pekini iç.
go smoke weed if you have trouble,
or drink some red or rose wine,
telling me not to smoke nor drink,
you dumb man, go drink poison
-
hayyam bade ile sarhoşsan mutlu ol
lale yanaklı biriyle oturmuşsan mutlu ol
madem ki dünyanın sonunda yokluk var
say ki yoksun, varmışsın gibi mutlu ol
khayyam be in joy if you are drunk,
be happy if you sit with a lady of rose cheeks,
if there is nothingness after the ending life,
assume you are nothing; be happy as if you are…
-
süsle, beze, lokum gibi ko karşımıza,
esmeri, de, beyazı, de, pembesi, de,
baştan çıkar, yerlere ser bizi, öldür,
sonra çevir dört yanımızı bir sürü yasakla,
ona bakma, şuna bakma, buna bakma,
dolu tası eğri tut, ama içindekini dökme..
garnish, trim, put in front of us all like delight;
all of them, the black, the rose and the white,
seduce, entice us all, wipe us all, or even kill,
then restraint every corner of us with sin,
`don’t turn your head here, there and away`,
keep the full bowl oblique, but not spill it all away
-
var mı dünyada günah işlemeyen söyle:
yaşanır mı hiç günah işlemeden söyle;
bana kötü deyip kötülük edeceksen,
yüce tanrı, ne farkın kalır benden, söyle.
-
tanrı bize cennette vaat ettiği şarabı
niçin haram etsin bu dünyada,akla sığar mı?
bir sarhoş arap vurmuş devesini hamzanın
peygamber de şaraptan mahrum etmiş arabı
-
bizim sarap icmemiz ne keyfimizden,
ne dine, edebe aykiri gitmemizden,
bir an gecmek istiyoruz kendimizden:
icip icip sarhos olmamiz bu yüzden.
sabahattin eyüboğlu’nun, hayyam’ın bütün dörtlüklerini çevirdiği kitabının ikinci önsözü, hayyam’ı ve onun nasıl anlaşıldığını, nasıl anlaşılması gerektiğini çok iyi açıklamış. hatta diyebilirim ki, onun kadar cesur yazmış eyüboğlu önsözünü.
hayyam doğulu bir düşünce ve şiir adamı olmasına karşın, daha çok batıda gerçek değerini bulmuş. neden dersiniz? yunan filozoflarıyla bir yakınlığı, gelenekleri ceviz kabuğu gibi kırıp öze gitmek istediği, başkalarından çok kendini söylediği, dünya ötesini inkâr ettiği bilgin olduğu kadar bilimden kuşkulandığı için mi? bunu düşüneduralım hayyam’ın doğu’da filozof yanından çok şair yanıyla tanındığını, söylediğinden çok söyleyişiyle sevildiğini, yorumlamalarda gerçek hayyam’ın aranmadığını söyleyebiliriz. dedelerimiz hayyam’ı ya ermiş bir din adamı ya da sadece bir keyif adamı olarak görmüş ve göstermişlerdir. kaldı ki doğu’da eskiden, hayyam’ın şiirlerini okuyan kim? beş on kişi; mutlular mutlusu, kimseye hesap vermek zorunda olmayan hayyam gibilerin bir gün kitap ve şarap parası veren, bir başka gün de boynunu vurduran mutlular mutlusu bir azınlık. o zaman ve çok daha sonra, daha düne kadar, basın yok ki, hayyam padişahlardan daha çok sevdiği halka sesini duyursun. sorumsuz beyzadeler hayam’ı diledikleri anlamda okuyup geçmişler: hayyam’ın kedilerine attığı tokatları meze yapmışlar.
kimmiş bu hayyam? abdülbaki gölpınarlı’nın araştırmalarından öğrendiğimize göre hayyam’ın 1121-1122 yıllarında ölmüş, zamanında dörtlükleri, yıldızlar bilgisi, bir terazi buluşu, dünyasına küsmüşlüğü, ermişliği, herkesten başka türlülüğüyle tanınmış, masalaşmış bir bilge olduğunu ve kendi eliyle yazılmış hiçbir yazısı bulunmadığını ve dörtlüklerin ölümünden sonra şurda burda birer ikişer yazıldıktan sonra toplu halde ancak 15. yüzyıldan kalma kitaplarda görüldüğünü öğreniyoruz.
a. gölpınarlı’nın yayımladığı rubailer en eski ve en inanılır kaynaklardan alınmadır. bununla beraber bunlardan hangileri hayyam’ın, hangileri hayyamca başkalarınındır, kesin olarak söylenemez. ne var ki hayyam, o kadar herkesten başka, o kadar kendi olmuş ki onun adına ancak onun söyleyebileceği sözler söylenmiş. bu arada birçok şairler kendilerinin söylemekten çekindikleri, yahut kendi adlarıyla inandırıcı olmaz sandıkları şeyleri hayyam’a söyletmiş, hayyam’ın ağzıyla kendi içlerini dökmüş olabilirler. böylece hayyam birçok dereleri içip büyüyen, pembe üstüne pembe gele gele kızıllaşmış bir ırmak olmuş. hemen bütün peygamberlerin başına gelen de bu değil mi? sözlerini kendi yazmamış, hangi peygamberin sözlerine kimsenin sözlerine kimsenin bir şey katmadığı ileri sürülebilir? biz daha dün ölen atatürk’e bile neler söyletiyoruz bugün. bizim edebiyatımızda yunus, pir sultan abdal, köroğlu gibi kendi ellerinden çıkma hiçbir şey kalmamış, ama yüzyıllarca adlarına, onların ağızları güçlü kişiliklerinin yordamıyla söylenmiş nice şairler vardır. hatta bazıları belki hiç de azaltmaz, bir bakıma çoğaltır bile. homeros destanlarını kendi söylediği için mi, bir sürü şaire söylettiği için mi büyük şairdir?
hayyam’ı söylememiş de söyletmişler arasına koyamayız; çünkü dörtlüklerin düzenini ancak usta bir şair kurmuş ya da öğretmiş olabilir. üstelik de, hayyam’da bir değil birçok davranışlar, ancak kendisinin göze alabileceği beklenmedik çıkışlar var. öyle dörtlükler var ki, fazla saldırgan oldukları için, hayyam’ın olmadıkları sanılıyor. camiye namaz kılmaya değil, halı çalmaya gittiğini söylediği, yahut kendini yaşlı bir fahişeye benzettiği dörtlük a. gölpınarlı’yı bile kuşkulandırıyor. yalnız felsefi olanlara değer veren rıza tevfik, düpedüz şarabı öven dörtlüklerin hayyam’ın olamayacağına inanıyor, inananlara da budala diyor. abdullah cevdet, başka baskıların çoğunda bulunmayan beklenmedik bazı dörtlüklerde asıl hayyam’ı buluyor. hüseyin rıfat’sa âşık hayyam’ı ötekilerden daha sahici sayıyor. yahya kemal’in en çok sevdiği ve türkçeye çevirdiği dörtlüklerden birkaçını elime geçen metinlerin hiçbirinde bulamadım. fitzgerald’ın aşırı bir serbestlikle ingilizceye çevirdiği ve 19. yüzyılda bütün batı’ya sevdirdiği rubailerin birçoğu bilginlerce hayyam’ın değildir. abdullah cevdet’in kitabında yalnız fransızcasının fotoğrafı görülen şöyle bir rubai var:
hiçbir kelime atlamadan türkçeye çeviriyorum:
ben olmayınca bu güller, bu serviler yok.
kızıl dudaklar, mis kokulu şaraplar yok.
sabahlar, akşamlar, sevinçler, tasalar yok.
ben düşündükçe var dünya, ben yok o da yok.
bu dörtlüğü de başka hiçbir yerde bulamadım. kim bilir nereden almış f. toussaint. hayyam böyle bir şey söyler mi söylemez mi? hayyam’dan hiçbir yazma kalmadığına göre ne kadar tartışsak, ne kadar kuşkulansak boş. bilginler olsa olsa, onun yaşadığı çağda kullanılması imkânsız kelimelerden, sonradan doğduğu su götürmez kavramlardan hayyam’ın yazmış olamayacağı dörtlükleri kestirebilirler. ama onlar bile gerek öz gerek biçim bakımından ona yakıştırmış olduklarından ondan başka kime mal edilebilir? onun düşüncesi, onun sanatı değil mi onları başka ellerle yoğuran. bu düşünce ile ben bu seçmede, abdülbaki üstadımızın kitabını temel diye almakla beraber, bizde ve batı’da çıkmış bilim değeri çok daha az kitaplardan beş on dörtlük topladım. hayyamca’yı değil de, hayyam’ın kendini merak edenlerin abdülbaki’nin kitabına başvurmaları gerekir. ikimizi birden okumalarında hayyam’ın da, abdülbaki’nin de bir sakınca göreceklerini sanmıyorum.
belki hiç de gerekli olmayan bu önsözde, fırsat bu fırsat, bir şey daha söylemek istiyorum. bir öğretmen arkadaşım tercüme dergisi’nde çıkan hayyam çevirilerim dolayısıyla bana çatmış ve aşağı yukarı şunları söylemişti: “batılı bir edebiyat anlayışına yöneldiğimiz ve sizin de yazılarınız ve çevirilerinizle bu anlayışı desteklediğiniz bu yıllarda ömer hayyam gibi özü ve biçimiyle doğulu insan ve dünya gerçeklerinden çok şaraba ve sevgiliye çevrik bir şairi öne sürmeniz, sevdirmeye çalışmanız yersiz değil mi?” mevlana, sadi, yunus, hacı bektaş, pir sultan gibi doğulu şairlere olan sevgim dolayısıyla da buna benzer azarlar işitmişimdir. hayyam’ı, dolayısıyla kendimi şöyle savunmuştum kısaca. doğu ve batı ayrılığı sanatçılar arasında değil toplum düzenleri, devlet biçimleri, din ve ahlak anlayışları arasında olmuştur. kültür için doğu-batı diye ayrı ülkeler yok, yayılma, gelişme imkânlarının azalıp çoğaldığı yerler ve zamanlar vardır. bizim yaşadığımız çağda hayyam’ın da içinde bulunduğu kültürün, bir tek olan dünya kültürünün nefes alabildiği yer batı’dır. doğu’da ise kültür türlü sebeplerle içine kapanıp boğulmuş. bu yüzden hayyam batı’da insan düşüncesinin gelişmesine yardım ederken doğu’da ister istemez kapanıp körleşmesine yardım etmiş; aynı hayyam batı’da kendini aşmaya, doğu’da kendini silmeye götürmüş; aynı hayam batı’da bir devrimci diye yorumlanmış, doğu’da bir uyarıcı diye. bütün gerçek sanatçılar gibi, hayyam da bugün kültürün sığındığı, saygı gördüğü, geliştiği yerin, batı’nın adamıdır. hayyam’ın doğduğu ve öldüğü yer nerede olursa olsun dörtlükleri kültürün, dolayısıyla doğruluğun en ileride olduğu yer neresiyse oralıdır. diyeceksiniz ki hayyam batılı da olsa bizim bildiğimiz bir şair. bilmediklerimizi türkçeye çevirmek dururken ne diye hayyam? şundan ötürü hayyam ki, onu atalarımız konuşmadığı bir dille, hiç sevmediği insanların kafasıyla konuşturmuşlar. şiirini halkın diliyle söyleyen hayyam bizde halk düşmanlarının diliyle söylemiş. onu bugünün anlayışıyla ve bugünün söyleyişiyle türkçeye çevirmek, hayyam’ın atalarımıza anlatamadığı ilk dersi, düşündüğünü konuştuğu dille yazmak dersini hatırlatmak hiç de küçümsenecek bir iş değildir. hayyam’ın düşündükleri bugün düşündüklerimize uymasa bile –ki çok yerde uyuyor da- yalnız söyleyişi bile en yeni şaire örnek olabilir.
ne mutlu düşündüğünü onun kadar rahat söyleyebilene.
ps: copy/paste değildir. çünkü tekrarlayarak yazmayı kendi yararıma buldum ve yanlış ihtimali yok.
hayyam doğulu bir düşünce ve şiir adamı olmasına karşın, daha çok batıda gerçek değerini bulmuş. neden dersiniz? yunan filozoflarıyla bir yakınlığı, gelenekleri ceviz kabuğu gibi kırıp öze gitmek istediği, başkalarından çok kendini söylediği, dünya ötesini inkâr ettiği bilgin olduğu kadar bilimden kuşkulandığı için mi? bunu düşüneduralım hayyam’ın doğu’da filozof yanından çok şair yanıyla tanındığını, söylediğinden çok söyleyişiyle sevildiğini, yorumlamalarda gerçek hayyam’ın aranmadığını söyleyebiliriz. dedelerimiz hayyam’ı ya ermiş bir din adamı ya da sadece bir keyif adamı olarak görmüş ve göstermişlerdir. kaldı ki doğu’da eskiden, hayyam’ın şiirlerini okuyan kim? beş on kişi; mutlular mutlusu, kimseye hesap vermek zorunda olmayan hayyam gibilerin bir gün kitap ve şarap parası veren, bir başka gün de boynunu vurduran mutlular mutlusu bir azınlık. o zaman ve çok daha sonra, daha düne kadar, basın yok ki, hayyam padişahlardan daha çok sevdiği halka sesini duyursun. sorumsuz beyzadeler hayam’ı diledikleri anlamda okuyup geçmişler: hayyam’ın kedilerine attığı tokatları meze yapmışlar.
kimmiş bu hayyam? abdülbaki gölpınarlı’nın araştırmalarından öğrendiğimize göre hayyam’ın 1121-1122 yıllarında ölmüş, zamanında dörtlükleri, yıldızlar bilgisi, bir terazi buluşu, dünyasına küsmüşlüğü, ermişliği, herkesten başka türlülüğüyle tanınmış, masalaşmış bir bilge olduğunu ve kendi eliyle yazılmış hiçbir yazısı bulunmadığını ve dörtlüklerin ölümünden sonra şurda burda birer ikişer yazıldıktan sonra toplu halde ancak 15. yüzyıldan kalma kitaplarda görüldüğünü öğreniyoruz.
a. gölpınarlı’nın yayımladığı rubailer en eski ve en inanılır kaynaklardan alınmadır. bununla beraber bunlardan hangileri hayyam’ın, hangileri hayyamca başkalarınındır, kesin olarak söylenemez. ne var ki hayyam, o kadar herkesten başka, o kadar kendi olmuş ki onun adına ancak onun söyleyebileceği sözler söylenmiş. bu arada birçok şairler kendilerinin söylemekten çekindikleri, yahut kendi adlarıyla inandırıcı olmaz sandıkları şeyleri hayyam’a söyletmiş, hayyam’ın ağzıyla kendi içlerini dökmüş olabilirler. böylece hayyam birçok dereleri içip büyüyen, pembe üstüne pembe gele gele kızıllaşmış bir ırmak olmuş. hemen bütün peygamberlerin başına gelen de bu değil mi? sözlerini kendi yazmamış, hangi peygamberin sözlerine kimsenin sözlerine kimsenin bir şey katmadığı ileri sürülebilir? biz daha dün ölen atatürk’e bile neler söyletiyoruz bugün. bizim edebiyatımızda yunus, pir sultan abdal, köroğlu gibi kendi ellerinden çıkma hiçbir şey kalmamış, ama yüzyıllarca adlarına, onların ağızları güçlü kişiliklerinin yordamıyla söylenmiş nice şairler vardır. hatta bazıları belki hiç de azaltmaz, bir bakıma çoğaltır bile. homeros destanlarını kendi söylediği için mi, bir sürü şaire söylettiği için mi büyük şairdir?
hayyam’ı söylememiş de söyletmişler arasına koyamayız; çünkü dörtlüklerin düzenini ancak usta bir şair kurmuş ya da öğretmiş olabilir. üstelik de, hayyam’da bir değil birçok davranışlar, ancak kendisinin göze alabileceği beklenmedik çıkışlar var. öyle dörtlükler var ki, fazla saldırgan oldukları için, hayyam’ın olmadıkları sanılıyor. camiye namaz kılmaya değil, halı çalmaya gittiğini söylediği, yahut kendini yaşlı bir fahişeye benzettiği dörtlük a. gölpınarlı’yı bile kuşkulandırıyor. yalnız felsefi olanlara değer veren rıza tevfik, düpedüz şarabı öven dörtlüklerin hayyam’ın olamayacağına inanıyor, inananlara da budala diyor. abdullah cevdet, başka baskıların çoğunda bulunmayan beklenmedik bazı dörtlüklerde asıl hayyam’ı buluyor. hüseyin rıfat’sa âşık hayyam’ı ötekilerden daha sahici sayıyor. yahya kemal’in en çok sevdiği ve türkçeye çevirdiği dörtlüklerden birkaçını elime geçen metinlerin hiçbirinde bulamadım. fitzgerald’ın aşırı bir serbestlikle ingilizceye çevirdiği ve 19. yüzyılda bütün batı’ya sevdirdiği rubailerin birçoğu bilginlerce hayyam’ın değildir. abdullah cevdet’in kitabında yalnız fransızcasının fotoğrafı görülen şöyle bir rubai var:
hiçbir kelime atlamadan türkçeye çeviriyorum:
ben olmayınca bu güller, bu serviler yok.
kızıl dudaklar, mis kokulu şaraplar yok.
sabahlar, akşamlar, sevinçler, tasalar yok.
ben düşündükçe var dünya, ben yok o da yok.
bu dörtlüğü de başka hiçbir yerde bulamadım. kim bilir nereden almış f. toussaint. hayyam böyle bir şey söyler mi söylemez mi? hayyam’dan hiçbir yazma kalmadığına göre ne kadar tartışsak, ne kadar kuşkulansak boş. bilginler olsa olsa, onun yaşadığı çağda kullanılması imkânsız kelimelerden, sonradan doğduğu su götürmez kavramlardan hayyam’ın yazmış olamayacağı dörtlükleri kestirebilirler. ama onlar bile gerek öz gerek biçim bakımından ona yakıştırmış olduklarından ondan başka kime mal edilebilir? onun düşüncesi, onun sanatı değil mi onları başka ellerle yoğuran. bu düşünce ile ben bu seçmede, abdülbaki üstadımızın kitabını temel diye almakla beraber, bizde ve batı’da çıkmış bilim değeri çok daha az kitaplardan beş on dörtlük topladım. hayyamca’yı değil de, hayyam’ın kendini merak edenlerin abdülbaki’nin kitabına başvurmaları gerekir. ikimizi birden okumalarında hayyam’ın da, abdülbaki’nin de bir sakınca göreceklerini sanmıyorum.
belki hiç de gerekli olmayan bu önsözde, fırsat bu fırsat, bir şey daha söylemek istiyorum. bir öğretmen arkadaşım tercüme dergisi’nde çıkan hayyam çevirilerim dolayısıyla bana çatmış ve aşağı yukarı şunları söylemişti: “batılı bir edebiyat anlayışına yöneldiğimiz ve sizin de yazılarınız ve çevirilerinizle bu anlayışı desteklediğiniz bu yıllarda ömer hayyam gibi özü ve biçimiyle doğulu insan ve dünya gerçeklerinden çok şaraba ve sevgiliye çevrik bir şairi öne sürmeniz, sevdirmeye çalışmanız yersiz değil mi?” mevlana, sadi, yunus, hacı bektaş, pir sultan gibi doğulu şairlere olan sevgim dolayısıyla da buna benzer azarlar işitmişimdir. hayyam’ı, dolayısıyla kendimi şöyle savunmuştum kısaca. doğu ve batı ayrılığı sanatçılar arasında değil toplum düzenleri, devlet biçimleri, din ve ahlak anlayışları arasında olmuştur. kültür için doğu-batı diye ayrı ülkeler yok, yayılma, gelişme imkânlarının azalıp çoğaldığı yerler ve zamanlar vardır. bizim yaşadığımız çağda hayyam’ın da içinde bulunduğu kültürün, bir tek olan dünya kültürünün nefes alabildiği yer batı’dır. doğu’da ise kültür türlü sebeplerle içine kapanıp boğulmuş. bu yüzden hayyam batı’da insan düşüncesinin gelişmesine yardım ederken doğu’da ister istemez kapanıp körleşmesine yardım etmiş; aynı hayyam batı’da kendini aşmaya, doğu’da kendini silmeye götürmüş; aynı hayam batı’da bir devrimci diye yorumlanmış, doğu’da bir uyarıcı diye. bütün gerçek sanatçılar gibi, hayyam da bugün kültürün sığındığı, saygı gördüğü, geliştiği yerin, batı’nın adamıdır. hayyam’ın doğduğu ve öldüğü yer nerede olursa olsun dörtlükleri kültürün, dolayısıyla doğruluğun en ileride olduğu yer neresiyse oralıdır. diyeceksiniz ki hayyam batılı da olsa bizim bildiğimiz bir şair. bilmediklerimizi türkçeye çevirmek dururken ne diye hayyam? şundan ötürü hayyam ki, onu atalarımız konuşmadığı bir dille, hiç sevmediği insanların kafasıyla konuşturmuşlar. şiirini halkın diliyle söyleyen hayyam bizde halk düşmanlarının diliyle söylemiş. onu bugünün anlayışıyla ve bugünün söyleyişiyle türkçeye çevirmek, hayyam’ın atalarımıza anlatamadığı ilk dersi, düşündüğünü konuştuğu dille yazmak dersini hatırlatmak hiç de küçümsenecek bir iş değildir. hayyam’ın düşündükleri bugün düşündüklerimize uymasa bile –ki çok yerde uyuyor da- yalnız söyleyişi bile en yeni şaire örnek olabilir.
ne mutlu düşündüğünü onun kadar rahat söyleyebilene.
ps: copy/paste değildir. çünkü tekrarlayarak yazmayı kendi yararıma buldum ve yanlış ihtimali yok.
dünyada akla değer veren yok madem,
aklı az olanın parası çok madem,
getir şu şarabı, alsın aklımızı:
belki böyle beğenir bizi el alem!
aklı az olanın parası çok madem,
getir şu şarabı, alsın aklımızı:
belki böyle beğenir bizi el alem!
gecmis gunu beyhude yere yad etme,
bir gelmemis an icin de feryat etme,
gelmis gecmis masal bunlar hep
eylenmene bak omrunu berbat etme.
niceleri geldi neler istediler,
sonunda dunyayi birakip gittiler.
sen hic gitmeyecek gibisin degil mi?
o gidenler de hep senin gibiydiler.
dunyada ne var, kendine dert eyleyecek,
bir gun gelecek ki can bedenden gidecek,
zumrut cayir ustunde, sefa sur iki gun ...
zira senin ustunde de otlar bitecek.
ömer hayyam
bir gelmemis an icin de feryat etme,
gelmis gecmis masal bunlar hep
eylenmene bak omrunu berbat etme.
niceleri geldi neler istediler,
sonunda dunyayi birakip gittiler.
sen hic gitmeyecek gibisin degil mi?
o gidenler de hep senin gibiydiler.
dunyada ne var, kendine dert eyleyecek,
bir gun gelecek ki can bedenden gidecek,
zumrut cayir ustunde, sefa sur iki gun ...
zira senin ustunde de otlar bitecek.
ömer hayyam
stellanın bize sunumunu yaptığı rubaileriyle ünlü insan.
(not: hayyam için önceden yazdığım bir yazı vardı. buraya da ekleyeyim dedim)
hayyam’ın rubailerini okurken, onu tanımaya çalışırken aklımda bir söylenti vardı... "kimi ona deli diyor, kimi veli"
bir insan nasıl bu kadar ayrık sıfatları alabilir ki? anlaşılmazsa alır :)
yani söylediklerini tamamen sembolize edip, bunu mükemmel bir şekilde popülerleştirirse (şarap, keyif adamı gibi), herkesce okunur fakat herkesce anlaşılmaz... herkesce okunması onu gerçekten anlayacaklara gitmesini ve yaygınlaşmasını sağlar. ayrıca birisi hiçbir şey anlamadan okusa dahi bilinç altı çok şey anlamıştır(öyle olduğu varsayımındayım). ayrıca bu sembolize etme ve alttan saklayarak öze dair, evrensel gerçekliklere dair bir şeyler verme durumu hayyam’a has değildir. bunu yunus emre, pir sultan abdal hatta mevlana gibi herkesin bildiği ve benimsediği diğer önemli kişilerde yapmıştır. bu kişilerin bir diğer ortak özelliği de bağnazlığa çok sert karşı çıkışlarıdır***.
hayyamı okurken kitabın nerdeyse yarısına gelmiştim ki hâla kafamda hayyam’a dair soru işaretleri vardı. kim bu adam!? bir yerden sonra farkettim ki aslında hayyamın şarapla anlattığı, keyif ve zevk almanın çok ötesinde...
mesela :
"gül verme istersen, diken yeter bize.
işık da vermezsen, ateş yeter bize.
hırka, tekke, post most olasa da olur,
kilise çanları bile yeter bize."
dörtlüğü bana yunus emrenin;
"alimler ulemalar medresede buldusa
ben harabat içinde buldum ise ne oldu"
burada hayyam’ın "kilisenin çanları dahi yeter, nerede nasıl olduğun önemli değil her yerde o (hu) vardır" fikri yunus’un harabat içinde rastladığı, bulduğu çünkü "onun her yerde olduğu" fikriyle birebir örtüşmüyor mu ?
sizce bu bir tesadüf mü ?
bana göre bu değerli insanlar hayata dair samimice can baş ortaya koyarak yaptıkları derin araştırmalar neticesinde elde ettiklerini insanlarla paylaştılar. ama bunu tabi ki evrenin kendi özelliğine kişiliğine uygun olarak, "saklayarak" yaptılar..
netice itibariyle böyle insanları anlamakta doğal dengeler gereği çoğunluk zorlanacaktır. bazı kesim ise bilerek yanlış tarif edebilir. ama kısaca hayyam ın hayatına baktığım da bir bilim adamı olduğunu ve bir çok alan da çok "iş" yaptığını görüyorum. bu da bu insanın zevk düşkünü, kadın ve şarap müptelası olmadığını ispatlamak için yeterli bence. şu da bariz ki herhangi bir bağımlılığı olan insan ancak bir yere kadar gelebilir. bağımlılığı her daim onu zorla esiri altına alıp istediğini yapmasını engeller...
lakin! yaşamaktan mutlaka çok zevk alan birisi olduğu da belli. yani yaşadığından zevk almakla zevk "düşkün"ü olmak farklı şeyler..
"dünyada akla değer veren yok madem,
aklı az olanın parası çok madem,
getir şu şarabı, alsın aklımızı:
belki böyle beğenir bizi el alem!"
hayyam’ın rubailerini okurken, onu tanımaya çalışırken aklımda bir söylenti vardı... "kimi ona deli diyor, kimi veli"
bir insan nasıl bu kadar ayrık sıfatları alabilir ki? anlaşılmazsa alır :)
yani söylediklerini tamamen sembolize edip, bunu mükemmel bir şekilde popülerleştirirse (şarap, keyif adamı gibi), herkesce okunur fakat herkesce anlaşılmaz... herkesce okunması onu gerçekten anlayacaklara gitmesini ve yaygınlaşmasını sağlar. ayrıca birisi hiçbir şey anlamadan okusa dahi bilinç altı çok şey anlamıştır(öyle olduğu varsayımındayım). ayrıca bu sembolize etme ve alttan saklayarak öze dair, evrensel gerçekliklere dair bir şeyler verme durumu hayyam’a has değildir. bunu yunus emre, pir sultan abdal hatta mevlana gibi herkesin bildiği ve benimsediği diğer önemli kişilerde yapmıştır. bu kişilerin bir diğer ortak özelliği de bağnazlığa çok sert karşı çıkışlarıdır***.
hayyamı okurken kitabın nerdeyse yarısına gelmiştim ki hâla kafamda hayyam’a dair soru işaretleri vardı. kim bu adam!? bir yerden sonra farkettim ki aslında hayyamın şarapla anlattığı, keyif ve zevk almanın çok ötesinde...
mesela :
"gül verme istersen, diken yeter bize.
işık da vermezsen, ateş yeter bize.
hırka, tekke, post most olasa da olur,
kilise çanları bile yeter bize."
dörtlüğü bana yunus emrenin;
"alimler ulemalar medresede buldusa
ben harabat içinde buldum ise ne oldu"
burada hayyam’ın "kilisenin çanları dahi yeter, nerede nasıl olduğun önemli değil her yerde o (hu) vardır" fikri yunus’un harabat içinde rastladığı, bulduğu çünkü "onun her yerde olduğu" fikriyle birebir örtüşmüyor mu ?
sizce bu bir tesadüf mü ?
bana göre bu değerli insanlar hayata dair samimice can baş ortaya koyarak yaptıkları derin araştırmalar neticesinde elde ettiklerini insanlarla paylaştılar. ama bunu tabi ki evrenin kendi özelliğine kişiliğine uygun olarak, "saklayarak" yaptılar..
netice itibariyle böyle insanları anlamakta doğal dengeler gereği çoğunluk zorlanacaktır. bazı kesim ise bilerek yanlış tarif edebilir. ama kısaca hayyam ın hayatına baktığım da bir bilim adamı olduğunu ve bir çok alan da çok "iş" yaptığını görüyorum. bu da bu insanın zevk düşkünü, kadın ve şarap müptelası olmadığını ispatlamak için yeterli bence. şu da bariz ki herhangi bir bağımlılığı olan insan ancak bir yere kadar gelebilir. bağımlılığı her daim onu zorla esiri altına alıp istediğini yapmasını engeller...
lakin! yaşamaktan mutlaka çok zevk alan birisi olduğu da belli. yani yaşadığından zevk almakla zevk "düşkün"ü olmak farklı şeyler..
"dünyada akla değer veren yok madem,
aklı az olanın parası çok madem,
getir şu şarabı, alsın aklımızı:
belki böyle beğenir bizi el alem!"
(bkz: hayyam)
için temiz olmadıktan sonra
hacı hoca olmuşsun kaç para
hırka post tespih seccade güzel
ama tanrı kanar mı bunlara..
(bkz: anlayana)
hacı hoca olmuşsun kaç para
hırka post tespih seccade güzel
ama tanrı kanar mı bunlara..
(bkz: anlayana)
ibn-i sinadan sonra dönemin en iyi matematikçilerindendir..daha çok rubaileri ile tanınmıştır..şarap ve sevgili metaforlarıyla insanları açık bir şekilde din üzerine düşünmeye sevk eder..pek çoğunda kolaylıkla o öbür dünyayı boş vermiş hayyamın bizlere aslında nasılda dersler verdiğini görebiliriz...
durmadan kurulup dağılan bu yerde
hiç bir dost arama
güvenilir bir sığnak hiç!
ömer hayyamın dediği gibi kalmadı dostluk kalmadı güvenilir bir sığnak :(
hiç bir dost arama
güvenilir bir sığnak hiç!
ömer hayyamın dediği gibi kalmadı dostluk kalmadı güvenilir bir sığnak :(
dün geldi: nedir aradığın? dedi bana:
bensem, ne bakarsın o yana bu yana?
kendine gel de düşün, içine iyi bak:
ben senim, sen ben; aranıp durma boşuna!
rubaisiyle hacı bektaş i velinin :
hararet nardadır sacda değil
keramet baştadır tacda değil
ne ararsan kendinde ara
kudüste mekkede hacda değil
rubaisi karıştırılıp her sabah bir yudum içilmeli...
bensem, ne bakarsın o yana bu yana?
kendine gel de düşün, içine iyi bak:
ben senim, sen ben; aranıp durma boşuna!
rubaisiyle hacı bektaş i velinin :
hararet nardadır sacda değil
keramet baştadır tacda değil
ne ararsan kendinde ara
kudüste mekkede hacda değil
rubaisi karıştırılıp her sabah bir yudum içilmeli...
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?