sabahattin eyüboğlu’nun, hayyam’ın bütün dörtlüklerini çevirdiği kitabının ikinci önsözü, hayyam’ı ve onun nasıl anlaşıldığını, nasıl anlaşılması gerektiğini çok iyi açıklamış. hatta diyebilirim ki, onun kadar cesur yazmış eyüboğlu önsözünü.
hayyam doğulu bir düşünce ve şiir adamı olmasına karşın, daha çok batıda gerçek değerini bulmuş. neden dersiniz? yunan filozoflarıyla bir yakınlığı, gelenekleri ceviz kabuğu gibi kırıp öze gitmek istediği, başkalarından çok kendini söylediği, dünya ötesini inkâr ettiği bilgin olduğu kadar bilimden kuşkulandığı için mi? bunu düşüneduralım hayyam’ın doğu’da filozof yanından çok şair yanıyla tanındığını, söylediğinden çok söyleyişiyle sevildiğini, yorumlamalarda gerçek hayyam’ın aranmadığını söyleyebiliriz. dedelerimiz hayyam’ı ya ermiş bir din adamı ya da sadece bir keyif adamı olarak görmüş ve göstermişlerdir. kaldı ki doğu’da eskiden, hayyam’ın şiirlerini okuyan kim? beş on kişi; mutlular mutlusu, kimseye hesap vermek zorunda olmayan hayyam gibilerin bir gün kitap ve şarap parası veren, bir başka gün de boynunu vurduran mutlular mutlusu bir azınlık. o zaman ve çok daha sonra, daha düne kadar, basın yok ki, hayyam padişahlardan daha çok sevdiği halka sesini duyursun. sorumsuz beyzadeler hayam’ı diledikleri anlamda okuyup geçmişler: hayyam’ın kedilerine attığı tokatları meze yapmışlar.
kimmiş bu hayyam? abdülbaki gölpınarlı’nın araştırmalarından öğrendiğimize göre hayyam’ın 1121-1122 yıllarında ölmüş, zamanında dörtlükleri, yıldızlar bilgisi, bir terazi buluşu, dünyasına küsmüşlüğü, ermişliği, herkesten başka türlülüğüyle tanınmış, masalaşmış bir bilge olduğunu ve kendi eliyle yazılmış hiçbir yazısı bulunmadığını ve dörtlüklerin ölümünden sonra şurda burda birer ikişer yazıldıktan sonra toplu halde ancak 15. yüzyıldan kalma kitaplarda görüldüğünü öğreniyoruz.
a. gölpınarlı’nın yayımladığı rubailer en eski ve en inanılır kaynaklardan alınmadır. bununla beraber bunlardan hangileri hayyam’ın, hangileri hayyamca başkalarınındır, kesin olarak söylenemez. ne var ki hayyam, o kadar herkesten başka, o kadar kendi olmuş ki onun adına ancak onun söyleyebileceği sözler söylenmiş. bu arada birçok şairler kendilerinin söylemekten çekindikleri, yahut kendi adlarıyla inandırıcı olmaz sandıkları şeyleri hayyam’a söyletmiş, hayyam’ın ağzıyla kendi içlerini dökmüş olabilirler. böylece hayyam birçok dereleri içip büyüyen, pembe üstüne pembe gele gele kızıllaşmış bir ırmak olmuş. hemen bütün peygamberlerin başına gelen de bu değil mi? sözlerini kendi yazmamış, hangi peygamberin sözlerine kimsenin sözlerine kimsenin bir şey katmadığı ileri sürülebilir? biz daha dün ölen atatürk’e bile neler söyletiyoruz bugün. bizim edebiyatımızda yunus, pir sultan abdal, köroğlu gibi kendi ellerinden çıkma hiçbir şey kalmamış, ama yüzyıllarca adlarına, onların ağızları güçlü kişiliklerinin yordamıyla söylenmiş nice şairler vardır. hatta bazıları belki hiç de azaltmaz, bir bakıma çoğaltır bile. homeros destanlarını kendi söylediği için mi, bir sürü şaire söylettiği için mi büyük şairdir?
hayyam’ı söylememiş de söyletmişler arasına koyamayız; çünkü dörtlüklerin düzenini ancak usta bir şair kurmuş ya da öğretmiş olabilir. üstelik de, hayyam’da bir değil birçok davranışlar, ancak kendisinin göze alabileceği beklenmedik çıkışlar var. öyle dörtlükler var ki, fazla saldırgan oldukları için, hayyam’ın olmadıkları sanılıyor. camiye namaz kılmaya değil, halı çalmaya gittiğini söylediği, yahut kendini yaşlı bir fahişeye benzettiği dörtlük a. gölpınarlı’yı bile kuşkulandırıyor. yalnız felsefi olanlara değer veren rıza tevfik, düpedüz şarabı öven dörtlüklerin hayyam’ın olamayacağına inanıyor, inananlara da budala diyor. abdullah cevdet, başka baskıların çoğunda bulunmayan beklenmedik bazı dörtlüklerde asıl hayyam’ı buluyor. hüseyin rıfat’sa âşık hayyam’ı ötekilerden daha sahici sayıyor. yahya kemal’in en çok sevdiği ve türkçeye çevirdiği dörtlüklerden birkaçını elime geçen metinlerin hiçbirinde bulamadım. fitzgerald’ın aşırı bir serbestlikle ingilizceye çevirdiği ve 19. yüzyılda bütün batı’ya sevdirdiği rubailerin birçoğu bilginlerce hayyam’ın değildir. abdullah cevdet’in kitabında yalnız fransızcasının fotoğrafı görülen şöyle bir rubai var:
hiçbir kelime atlamadan türkçeye çeviriyorum:
ben olmayınca bu güller, bu serviler yok.
kızıl dudaklar, mis kokulu şaraplar yok.
sabahlar, akşamlar, sevinçler, tasalar yok.
ben düşündükçe var dünya, ben yok o da yok.
bu dörtlüğü de başka hiçbir yerde bulamadım. kim bilir nereden almış f. toussaint. hayyam böyle bir şey söyler mi söylemez mi? hayyam’dan hiçbir yazma kalmadığına göre ne kadar tartışsak, ne kadar kuşkulansak boş. bilginler olsa olsa, onun yaşadığı çağda kullanılması imkânsız kelimelerden, sonradan doğduğu su götürmez kavramlardan hayyam’ın yazmış olamayacağı dörtlükleri kestirebilirler. ama onlar bile gerek öz gerek biçim bakımından ona yakıştırmış olduklarından ondan başka kime mal edilebilir? onun düşüncesi, onun sanatı değil mi onları başka ellerle yoğuran. bu düşünce ile ben bu seçmede, abdülbaki üstadımızın kitabını temel diye almakla beraber, bizde ve batı’da çıkmış bilim değeri çok daha az kitaplardan beş on dörtlük topladım. hayyamca’yı değil de, hayyam’ın kendini merak edenlerin abdülbaki’nin kitabına başvurmaları gerekir. ikimizi birden okumalarında hayyam’ın da, abdülbaki’nin de bir sakınca göreceklerini sanmıyorum.
belki hiç de gerekli olmayan bu önsözde, fırsat bu fırsat, bir şey daha söylemek istiyorum. bir öğretmen arkadaşım tercüme dergisi’nde çıkan hayyam çevirilerim dolayısıyla bana çatmış ve aşağı yukarı şunları söylemişti: “batılı bir edebiyat anlayışına yöneldiğimiz ve sizin de yazılarınız ve çevirilerinizle bu anlayışı desteklediğiniz bu yıllarda ömer hayyam gibi özü ve biçimiyle doğulu insan ve dünya gerçeklerinden çok şaraba ve sevgiliye çevrik bir şairi öne sürmeniz, sevdirmeye çalışmanız yersiz değil mi?” mevlana, sadi, yunus, hacı bektaş, pir sultan gibi doğulu şairlere olan sevgim dolayısıyla da buna benzer azarlar işitmişimdir. hayyam’ı, dolayısıyla kendimi şöyle savunmuştum kısaca. doğu ve batı ayrılığı sanatçılar arasında değil toplum düzenleri, devlet biçimleri, din ve ahlak anlayışları arasında olmuştur. kültür için doğu-batı diye ayrı ülkeler yok, yayılma, gelişme imkânlarının azalıp çoğaldığı yerler ve zamanlar vardır. bizim yaşadığımız çağda hayyam’ın da içinde bulunduğu kültürün, bir tek olan dünya kültürünün nefes alabildiği yer batı’dır. doğu’da ise kültür türlü sebeplerle içine kapanıp boğulmuş. bu yüzden hayyam batı’da insan düşüncesinin gelişmesine yardım ederken doğu’da ister istemez kapanıp körleşmesine yardım etmiş; aynı hayyam batı’da kendini aşmaya, doğu’da kendini silmeye götürmüş; aynı hayam batı’da bir devrimci diye yorumlanmış, doğu’da bir uyarıcı diye. bütün gerçek sanatçılar gibi, hayyam da bugün kültürün sığındığı, saygı gördüğü, geliştiği yerin, batı’nın adamıdır. hayyam’ın doğduğu ve öldüğü yer nerede olursa olsun dörtlükleri kültürün, dolayısıyla doğruluğun en ileride olduğu yer neresiyse oralıdır. diyeceksiniz ki hayyam batılı da olsa bizim bildiğimiz bir şair. bilmediklerimizi türkçeye çevirmek dururken ne diye hayyam? şundan ötürü hayyam ki, onu atalarımız konuşmadığı bir dille, hiç sevmediği insanların kafasıyla konuşturmuşlar. şiirini halkın diliyle söyleyen hayyam bizde halk düşmanlarının diliyle söylemiş. onu bugünün anlayışıyla ve bugünün söyleyişiyle türkçeye çevirmek, hayyam’ın atalarımıza anlatamadığı ilk dersi, düşündüğünü konuştuğu dille yazmak dersini hatırlatmak hiç de küçümsenecek bir iş değildir. hayyam’ın düşündükleri bugün düşündüklerimize uymasa bile –ki çok yerde uyuyor da- yalnız söyleyişi bile en yeni şaire örnek olabilir.
ne mutlu düşündüğünü onun kadar rahat söyleyebilene.
ps: copy/paste değildir. çünkü tekrarlayarak yazmayı kendi yararıma buldum ve yanlış ihtimali yok.
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?