confessions

stella

- Yazar -

  1. toplam entry 2038
  2. takipçi 1
  3. puan 69495

chuck palahniuk

stella
sıkı yazar. anlatmaya sondan başlar. hatta gösteri peygamberi’nde bölümler ve sayfa numaraları geriye sayar. zaman zaman bu adamın sadece çıldırmış amerika’da yaşayan katı ahlakçı bir kovboy olduğunu düşünürüm. görünmez canavarlar’da anlatıcı bir kızdır ve dolayısıyla kitap dövüş kulübü’nden çok daha yırtıcıdır. bir embesil olarak okursam, adamın kesinlikle transeksüel olmaya eğilimi var derim (ama öyle okumam). bunun dışında inandığım bir diğer şey, palahniuk okuyan yazar adayının üslubundan aşırı derecede etkilendiğidir.

feng shui

stella
(homer’ı, selma’nın bebeği ling’i kaçırması için buda heykeli kılığına sokup, ling’i sakladıkları yerin önüne bırakırlar)

-buda heykeli! bunu dışarda bırakamayız, kötü feng shui olur.
-o batıya dandik sehpalar satmak için uydurduğumuz bir şey değil miydi?

fiktirella

stella
bir memo tembelçizer eseri.

bir varmış, bir yokmuş... evvel zaman içinde kalbur saman içinde, pireler daşşak iken develer barrak iken, bir ülkede fiktirella adında bir kız yaşarmış. fiktirella mala hasret babası ve güzeller güzeli annesiyle mutlu bir hayat sürmekteymiş. babası -mala hasret dedik ya- zavallı karısını her fırsatta domaltırmış. ben diyim günde beş posta siz deyin onbeş posta. kadıncağız ne kadar bel ağrılarından yakınsa da adam laf dinlemiyor, fiki kalktımıydı sokmadan edemiyormuş. gel zaman git zaman, aradan yıllar geçmiş, fiktirella büyümüş, serpilmiş. tam yardıracak çağa gelmiş. fakat gel gör ki onun körpecik kasesi vurdurma heyecanıyla fıkırdanırken, artık orta yaşını çoktan geçmiş olan anneciğinin emektar kasesi barrak basıncına daha fazla dayanamamış. kadıncağız bel kaymasından ölüvermiş... peki mala hasret baba uslanmış mı? ne gezer efendim... hemen kendisine koca kötlü koca memeli, fikişken mi fikişken bir dul bulup evlenmiş. pompadan başını kaldırmadığı için kadının iki kızının fiktirella’yı şamar oğlanına çevirdiklerini de farkedememiş. ve ne yazık ki, kendisi de yaşını başını epeyce almış olduğundan, günün birinde sekizinci sabah postası esnasında sekte-i kalpten göçüvermiş...

zavallı fiktirellacık, en verişken çağında anne babasını yitirdiği yetmezmiş gibi bir de üvey anne ve ablalarının eline kalmış. üvey ailesi öyle fikişkenmiş ki, artık eve girip çıkan vurucunun haddi hesabı yokmuş. ana bir odada kızlar bir odada ver allah ver vurdururlarken fiktirella’ya düşen de onların ayak işine bakmakmış. "fiktirella!... prezo getir!", "fiktirella!... peçete getir!", "fiktirella!... tut şu daşşakları!"... bu koşuşturmaca içinde fiktirella öylesine bitap , öylesine perişanmış ki fik sahibi dallamaların, bi kerecik de onu domaltmak akıllarına bile gelmiyormuş. fiktirellacık da arada bir yakaladığı boş zamanlarında şöminenin başına oturur, içerden gelen inlemeleri, ahlamalrı ve şaklamaları dinleyerek küllerin arasında ılıttığı maşayı damcuğuna daldırır, gün gelip de damından girecek sıcacık barrakların hayalini kurarak kendini avuturmuş..

hayat böylece surup giderken günlerden birgün şehir bir haberle çalkalanmaya başlamış. majesteleri yüce haşmetmaab’ın oğlu prens hazretleri’nin kamışına çoktan su yürümüş de, fiki burnunda dolaşmaktan sıkılmış, artık dünya evine girip mütemadiyen mala vurmayı arzu etmekteymiş. lakin onun memesi bunun kasesi derken kimseyi tam olarak beğenemiyormuş. velhasılkelam, uygun kızı bulabilmek için ülkenin tüm manitalarının, çıtırlarının, kevaşelerinin ve şırfıntılarının davetli olduğu bir balo düzenlemeye karar vermiş... işte bu haber duyulduktan sonra fiktirella’nın evinde de bir telaştır başlamış. anne ve iki kızı heyecanla baloya hazırlanmaya koyulmuşlar. artık yeni elbiseler mi alınmamış, saçlar mı yaptırılmamış... biri damına ağda yaptırmış, biri kötüne perma. birisi göbeği küçülsün diye yemek yememiş, öteki kötü daralsın diye barrak yememiş. sonunda balo günü gelmiş çatmış. ana ve kızları süslü püslü bir şekilde evden çıkmışlar. fiktirella’ya ise "geliyor musun" diye sormamışlar bile... zaten fiktirellacığın da üstü başı yırtık pırtık, damı kötü kül pas içindeki şu haliyle baloluk bir hali de yokmuş hani...

kızlar ve anneleri gittikten sonra fiktirellacık evde yapayalnız kalmış. şöminenin yanına çökmüş. balodaki damcıkların büzzüklerin ihtişamını ve prensin mor barrağının azametini düşünüp iç geçirmiş. maşayı sokup çıkarmış ama, ı-ıh... içindeki burkuntu geçmemiş. akşam közlemek için şöminenin yanına dizdiği patlıcanlardan irice birini seçmiş. patlıcanı yavaş yavaş damından içeri sokarken gözlerinden yaşlar boşanıvermiş. "ahh.." diye inlemiş. "ne olurdu sanki şu damımdan giren mora patlıcan değil de prensin mor barrağı olsaydı!.." o anda ortalığı garip bir ışık kaplamış, ışığın içinden de güzel mi güzel bir peri peydahlanmış. fiktirella şaşkınlıktan donakalmış. peri "benden korkma fiktirella" demiş. "ben fikifi perisiyim. seni fikiştirmek için geldim. bu gece baloya gideceksin ve prense vurduracaksın!..." fiktirella "ama bu halde beni kim fiker ki" diyecek olmuş. fikifik perisi sihirli deyneğiyle fiktirella’ya dokunmuş, fiktirella’nın çevresinde şimşekler çakmış, damından kıvılcımlar çıkmış. az önceki perişanlığından eser kalmadığı gibi damı cillop gibi bir dama, kötü kabak gibi bir köte dönüşüvermiş. damındaki patlıcan ise artık kapının önünde nefis bir arabaymış. peri "haydi fiktirella" demiş "artık tam fikilecek kıvamdasın. göster balodaki herkese damcığın ne olduğunu!... yalnız şunu unutma: barrağı yemekte acele etmelisin, zira saat onikide sihir bitecek, herşey eski haline dönecek!..."

baloda heyecan had safhadaymış. acaba prens kimi fikecekmiş? bütün kızlar prensin çevresinde pervane olmuş onun kendilerine yaslamasını sağlayabilmek için didinip duruyorlarmış. kimisi kasesini prense sürttüyor, kimisi "bakınız kalbim nasılda güp güp atıyor" diye memesini avuçlatıyor, kimisi "bakınız nasılda üçbuçuk atıyor" diye kötünü parmaklattırıyormuş. bizim üvey ana bile, asıl amacı kızlarını yamamak olduuğu halde, içkisini prensin üstüne döküp "ay pardon, hemen temizliyim" ayağına barrağı ovalama teşebbüsünden kendini alamamış. ama nafile... prens kimseye sokmuyormuş. o sırada salona fiktirella girmiş. tabii bu halde onu bizimkiler bile tanıyamamışlar. bütün hatunlar ona kıskançlıktan çatlayarak bakarken prens hemen yanına sağirtmiş. belinden kavradığı gibi domaltıp döşeyivermiş. "aha!" demiş, "fikime eldiven gibi oturan bir damcık! işte aradığım budur!..." ondan sonra efendim, vermiş ayarı, vermiş ayarı. dans ederken yaslamış, yemek yerken kanırtmış, balkonda mehtabı seyrederken domaltmış... gece boyunca fiktirella’nın barrak girmeyen yeri kalmamış. fiktirella prens barrağı yemenin sarhoşluğuyla kendinden geçtiği esnada kulaklarına onikiyi vuran saatin sesi gelmiş. "eyvah!" demiş. "hemen gitmem lazım!" damını fikten sıyırdığı gibi koşarak kaçmış. prens ise o anda attırma öncesi aptallık anında olduğu için ardı sıra koşamamış, halıya attırarak öylece bakakalmış...

balonun ertesi günü o kızı bulmak için tüm ülkeyi seferber etmiş. fakat kızı kimse tanımıyormuş. prens "onu ancak fikime oturan damından tanıyabilirim" diye düşünmüş. ve ülkedeki bütün damlara fikini sokup denemek suretiyle kızı bulmaya kara vermiş. o günden sonra hergün evleri dolaşıp tek tek damları fikmeye başlamış. günler geçmiş, sıra fiktirellaların eve gelmiş. prens anneye bi posta kaymış, "bu çok folloş" demiş. birinci kıza şaklatmış, "i-ıh, bu da çok buruşuk" demiş. ikinci kıza kaktırmış, "bu da lahana gibi yahu!..." demiş. tam evden çıkacakken kenarda büzüşmüş fiktirella’yı görmüş. bu damının kötünün kılları birbirine dolaşmış biçarenin o kız olabileceğine ihtmimal vermese de "pek zavallı bir kızcağız, sevaptır, şunu bi domaltıvereyim" diye düşünmüş. çıkarıp fiktirella’ya soktuğu gibi barrak "cluk!" diye oturmuş. prens aradığı damcığın bu olduğunu anlamış. fakaaat...

prens fiktirella’yı fikmiş de fikmiş, fikmiş de fikmiş. fakat "işte o damcık bu damcıktır" dememiş. kızı bulduğunu kimseye çaktırmamış. meğer ki prens bir yandan fikerken bir yandan da düşünmüş:"ne güzel o dam senin bu dam benim gidiyoduk, şimdi geri kalanları fikemeyecek miyim? türlü türlü lülelerden yiyemecek miyim?" attırdıktan sonra fikini çıkarmış, "bu da diyil galiba, nebliyim bi acayip geldi bana. dar mı desem bol mu desem, kıllı mı desem kılsız mı desem... diyil işte abi ya!" demiş, çekmiş gitmiş. zavallı fiktirella damından sular, gözünden yaşlar akarak "o bendim! o damcık benim damcığımdı!" diye haykırmak istemiş. ama sesi çıkmamış. makus kaderine boyun eğmiş. prens diyar diyar gezip dam üstünde köt fikerken fiktirellacık patlıcanlarına ve maşasına dönmüş. patlıcanla barrak arzusunu dindirip maşayla kederli yüreğini dağlamış...

ps: o güzel masal karakteri cinderella’yı bu halde okuyan ve gören kızcağız travma-mravma karmakarışık yamulur.

porphyria cutanea tarda

stella
bir kan hastalığı.
anlatılsın:

bilim, vampirler veya kurt adamlar gibi şeylerin olmadığını söyler --- söylemez mi? efsanenin örtüsünün arkasına göz atmak için şimdi bizimle gel. gerçekler düşündüğünden daha ürkütücü olabilir.

neil osterweil
michael smith, md tarafından yeniden gözden geçirilmiştir.

"cadılardan ve hayaletlerden ve uzun leggety yaratıklardan, ve geceleri öldürmeye giden şeylerden, iyi lord bizi kurtar!," diye yalvarır, eski bir iskoç duası. korku, aydınlanmamış akıl üzerinde güçlü bir dikkat çekmeye sahip olabilir, fakat cadı ve hayalet efsanelerinin sıkıcı eski gerçeklik içinde temellenmiş olabileceğini öne süren hayal kırıklığına uğramış deliller vardır.

örneğin, bram stoker’ın drakula karakterinin şu tanımlamasını göz önünde bulunduralım:

"kaşları çok iriydi, hemen hemen burnunun üzerinde buluşuyordu, ve kendi bolluğundan kıvrıldığı gözüken gür saçları ile. ağız … durağandı, alışılmışın dışındaki keskin beyaz dişleri ile, daha doğrusu merhametsiz gözüküyordu; bunlar onun yaşlarındaki bir insanda hayrete düşürücü canlılık gösteren olağanüstü kırmızlığa sahip dudaklarının üzerinde çıkıntı yapmıştı … genel etki garip bir solgunluktu. "

kimi araştırıcılar, kana susamış kont’un fiziksel özelliklerinin nadiren ama çok gerçek bir hastalık tarafından sağlanabileceğini söylüyorlar. bu hastalık “porphyria cutanea tarda (pct)”. pct, anormal pigmentlerde sonuçlanan genetik rahatsızlığın en yaygın şeklidir. ve vücudunuzun hangi parçası bu pigmentlere ihtiyaç duyar? kanınız, elbette – özellikle hemoglobin, kırmızı kan hücrelerinin oksijen taşıyıcı parçaları.

pct ‘li insanlar, solan ve ışığa maruz kaldıklarında lekeler ve kabarmalar geliştiren deriye sahipler. hastalığın daha şiddetli şekillerine sahip hastalarda, yüzlerinde ve ellerinde aşırı kıl gelişimi (drakula’nın avuç içlerinin ortasına kadar kılları vardı), dişeti yozlaşması (dişleri çıkıntılı veya büyük gözükmesine sebep olan), ve beyin düzensizlikleri gözükebilir. sarımsak (vampirler için zehir) içersinde bulunanları da içeren bazı kimyasallar, hastaların semptomlarını daha kötü yapabilir. bazen pct’li kişi yeterli kırmızı kan hücresine sahip değildir – ve sürekli kan nakline gerek duyar.

bitki genetikçisi crispin b. taylor, bitki hücresi dergisinde şöyle yazmıştı: "bu belirtiler, hastalık yönetim stratejileri, ve davranışları açıkça, tipik olarak vampirler ve kurtadamlar ile benzeşen özellikleri hatırlatır, ve genellikle böyle yaratıkların folklorik söylentileri, gerçekte, pct’den etkilenmiş bahtsız bireylerin ıstırabı üzerinde temellenebileceği farz edilmiştir."

kaynak:http://www.geocities.com/vampyrizm/
0 /

neden bekliyorsun?


bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?

üye ol