bilgiçlerin hikayeleri

0 /
orqn
üzerime mayonez döküldü. pantolonumun sağ üst bacağındaki mayonezi peçeteyle sıyırttırmaya çalışırken daha da bok ettim. masadakilere çaktırmadan, ani ve bir o kadar da usturuplu hareketlerle kafeteryanın hemen arka tarafındaki tuvalete doğru ilerledim. tuvalet kapısını açtım. hemen karşımda lavabolar ve onların üzerinde, gelenlerin kendilerine çeki düzen vermek için kullandıkları aynalar vardı. yaklaşık 5 saniye önce açtığım tuvalet kapısından - bir elim hala ardına kadar açık kapıyı tutuyordu - karşımdaki aynaya baktım. iki iyi giyimli adam az önce terk ettiğim masanın başına gelmiş, arkadaşlarıma bir şeyler soruyordu. geride iz bırakmış olmalıydım. adamlardan biri - ki bu sanırım daha önce elinden kurtulduklarımdan biriydi - sandalyemin hemen altına eğilip yeri dikkatle inceleyince, dökülen mayonezin sadece pantolonumla yetinmediğini anladım. masadaki iki arkadaşım, durumun ciddiyetinden bihaber olarak kendilerine sorulan soruları cevaplıyordu. adamlardan birinin kafasını tuvalete doğru çevirdiğini fark edip hemen kapıyı kapattım. beni görmüş olabilir miydi? görmediyse bile ne de olsa hiçbir şeyden haberi olmayan arkadaşlarım birkaç saniye içinde yerimi söyleyecekti. tuvaletin kapısı kilitlenmiyordu. hemen kabinlerden birine girip küçük tuvalet penceresinden dışarı attım kendimi. pencereden çıkmakta zorlanan sol bacağımı kurtarırken ayakkabım tuvaletin içine düştü. işimi zorlaştıracağı için diğerini de ben çıkartıp orada bıraktım. arkama bile bakmadan koştum. çok iyi bildiğim detroit sokaklarında beni yakalamalarının imkansız olduğunu düşündüm. ama yine de hemen bir hat bulup buradan kurtulmalıydım. aynı anda hem koşup hem de telefonla konuşamadığım için göl kenarındaki banklara oturup gemiyi aradım. telefon düşmedi. bir daha aradım, yine düşmedi. sanki bu anı daha önce yaşamıştım. yolunda gitmeyen bir şeyler olmalıydı. 9333’ ü arayınca kontörümün bittiğini öğrendim. hafif bir mutluluk geldi. ne de olsa gemiyle alakalı bir problem yoktu ve bir şekilde onlara ulaşacaktım. ayak seslerini duyuyorum! hemen oturduğum yerden kalkıp şehrin güneyindeki telefon kulübelerine doğru koştum. çok vakit kaybetmiştim. trinity’ nin sözünü dinleyip faturalıya geçseydim şu anda kamaramda huzur içinde uyuyor olacaktım. bana yaklaşmalarına izin vermemek için bütün gücümle koştum. nihayet telefon kulübelerinin olduğu meydana geldiğimde artık adım atacak gücüm kalmamıştı. üstelik adamlardan birini - bu daha önce görmediğimdi - çok uzaktan da olsa görebiliyordum. derin bir nefes alıp son 100 metreyi 9.45’ te koştum. kayıtlara geçmedi. son 100’ ün 6. saniyesinde telefon kartım olmadığını hatırladım. 7. saniyede geri dönmenin çok riskli olduğunu düşündüm. 8. saniyede kart olmadan telefon kulübesine girmenin mantıksız olacağına karar verdim. 9. saniyede " acaba girmesem mi? " derken 10. saniyede içerideydim. kendi eksenim etrafında 540 derece dönüp hemen gerisin geri dışarı çıktım. çıkarken pelerinim kapıya sıkıştı. eğilip düzeltirken taytım yırtıldı. " madem superman’ im, neden uçmuyorum? " dedim ve uçtum. 15 saat süren yolculuğun ardından istanbul semalarına ulaştım. kadıköy’ ün üzerinden geçerken stadyumun etrafındaki kalabalık dikkatimi çekti. biraz alçalıp tabelaya baktım. fenerbahçe, norveç’ i 1-0 yenmişti. biraz daha alçalıp migros’ un önündeki taraftarların yanına indim. irice bir ergene yanaşıp golü kimin attığını sordum. " kuyt attı abi. " dedi. " eyvallah genç. " dedikten sonra cebine 100$ sıkıştırıp uçarak oradan uzaklaştım. barbaros’ taki gazete binasına geldiğimde susuzluktan ölüyordum. üstelik jet lag fena çarpmıştı. güvenlikteki arkadaştan yırtık taytım için özür diledim. " ne demek abi, al benim pantolonu giy. " dedi. çıkardı verdi sağolsun. o da benim taytı giydi. ibne gibi oldu. dayanamadım pantolonun belindeki silahi çekip vurdum göt lalesini. hemen oracıkta intihar süsü verdim. silah kendi silahı olduğundan gayet inandırıcı oldu. gazete binasına girip sebile ağzımı dayadım. buz gibi su iyi geldi. bir de doğruldum ki hemen arkamda bizim sayfa müdürü. hayır yani eskaza biraz daha eğilsem değdirecek puşt. ben içimden çok pis küfür ettim. o, dışından " manşeti hazırlamamışsın hala! neredeyse gece yarısı oldu! " dedi. ünlem işaretiyle biten iki cümleyi arka arkaya kullandığına göre yolunda gitmeyen bir şeyler olmalıydı. " hazırladım efendim. " dedim. " viking’ leri kuytuda kıstırdık! " diye manşet attım. çok tuttu. gazete 14 milyon sattı. bizim sayfa müdürünü görmeniz lazım; benimle bir samimi bir samimi... " clark’ cım, gel sana bir yemek ısmarlayayım. bu başarının karşılıksız kalacağını düşünmüyordun di mi? " dedi. burger king’ e götürdü beleşçi pezevenk. başta çok bozuldum; ama sonra takmadım kafaya. bir whoopper söyledim. o, çocuk mönüsü aldı. " oyuncağı almasam kaça olur? " dedi. kasiyer güldü. ben de güldüm. bizim siparişler çıkınca iştahla oturduk masaya. hamburgere mayonez sıkmadım. turşunun-domatesin dökülme riskini de göze almayıp tek seferde yuttum bütün hamburgeri. kesmedi. patatesle kolayı da götürdüm bana mısın demedi, bizim müdürün oyuncağını da yedim. karnım doyunca çok mutlu oldum. çok güzel bir şey, bence siz de olun.
independence
once okuyunuz;

#1001904

sonra da bunu okuyunuz ancak birbiri ile ili$kili oldugu icin mumkunse her iki entryi de paragraf paragraf e$ zamanli okuyunuz.

cevab veriyorum;

elimi uzatmi$ deli gibi salliyordum ona dogru. son zamanlarda biraz kilo almi$tim, gidigim iyice belirgenle$mi$ti. elimi sallarken farkettim, gidigim da elimle ayni tempoda sallaniyordu. iki kolunun ucunda sallanan ellerini kullanarak vucudunu oturdugu sandalyede geriye dogru cekerken "yok yok, hayir" i$areti yapiyordu. en ba$tan biliyordum bu kizda biraz gerizekalilik oldugunu ama cok guzeldi ve guzelligi tum kusurlarini kapatabiliyordu. yakla$ik 45 saniyelik bir donu$ten sonra yine onun onundeki noktaya gelip "gel ya hadi" diyordum ama anlamiyordu, dedim ya en ba$tan beri biliyordum biraz gerizekali oldugunu. neden cagirdimi bile anlamiyordu, emindim bundan.

hic sevmemi$tim onu. o buyuk $irketin buyuk adamlarinin yaninda bir suru milyonlarca lira degerindeki toplantilara girdigimde arar dururdu salak. telefon her caldiginda dunyadaki butun arilari bir araya toplayip midesine midesine sokasim gelirdi. ruhu ve bedeni kivransin istiyordum tum acimasizligimla.

ak$am olurdu, bana ko$ardi. kac kere "bak bugun hayrigillerin orda mac izlicez, bi uzak dur allaha$kina" dememe ragmen kollarimdan tutup mal mal gozlerimin icine bakar, oyle bir sarilirdi ki hayvan, kemiklerim kirilir sanirdim yemin ederim. kac kere dedim "biraz az ye kizim lan, cami$ gibi olmu$sun" diye ama nafile, dinleyen kim. tam bir okuz gucu vardi kizda ama guzeldi i$te, yuzu guzeldi.

yine geldi bak yine.. terler fi$kiriyor alninin ve vucudunun her bir gozeneginden. bin defa dedim yanima gelmeden once du$ al le$ gibi kokuyorsun diye ama dinleyen kim. o kadar kiloyla gotunden ter bo$aniyordu ama hic orali bile degildi.

onunla gecirdigim gecelerde sabah olsun, gune$ bir an once dogsun diye allaha yalvarirdim. abazanlik boyle bir $ey i$te, ak$am gir koynuna, sabaha erkenden varabilmek icin de duaci ol a.k.

"bizim $irkette cali$iyor adam, mutlaka gitmemiz lazim.." dedim. herkes sevgilisiyle gidecekti, yalniz gitmektense okuz ebadindaki sevgilimle gitmem kacinilmazdi ne yazik ki.

daha once arkada$lariyla bir yerlere gittigi, gezdigi tozdugu olmu$tu ama hep ekmi$lerdi kendisini. kimi zaman otobus duraginda, kimi zaman bir restaurantta hesap geldigi zaman, biliyordum bunu, aglayarak anlatmi$ti bana. ancak bu bamba$ka bir $eydi onun icin. yaninda ilk defa bir erkekle bir yere gidecekti, daha once hicbir erkek yanina alip bir yere gitmemi$ti onunla, babasi bile.

i$ten eve gitmi$, du$ alsam mi diye du$unmu$ sonra her zamanki pisligi ile almami$ tabi. saclarinin siyahliginda olan upuzun elbisesini cikartmi$ dolaptan, ardindan da korsesini. o korse olmasa o elbisenin icine sigmasi mumkun degil zaten. du$ almadigi halde bornozunu giymi$ once, dedim ya kafada var bir hayli. ardindan bornozunu omuzlarindan yere du$urmu$ mal, aklinca bir ba$ina erotizm yakalayacak. siyah tangasini giymi$, hep heves edermi$ tanga giymeye, o gun de giymi$ ve her zaman olan yine olmu$. tanga gotune kacinca uzerine pacali donunu giyerek uzerine korsesini takmi$ ve elbisesini giymi$. o gotte kac tanga birikmi$tir bu gune kadar kendisinden yeniden haber alinamayan, kimse bilmiyor bunu. sutyene ihtiyaci yokmu$ zira o bedende sutyen de yokmu$. yedikce gobegi ile birlikte gogusleri de $i$mi$ durmu$ senelerdir.

saclarini ba$inin uzerinde toplami$ en tepedeki kel bolge gozukmesin diye. makyaj malzemelerini makyaj masasinin uzerine cikartmi$, gozlerinin ertafina siyah koyu golgeler yapmi$ gorsen kömürcü ciragi dersin. dudaklarina en kirmizi rujunu surmu$, lan arkada$ bir insanin hic mi elinin ayari olmaz a.k. ruj ta$mi$ yanaklara kadar, neyse. her ayrintiya ozen gostererek kendisini aynada izlemi$ ancak aynaya sadece gobegi siginca vazgecip beni beklemeye ba$lami$.

gomlegim sirilsiklam olmu$tu terden. atlet de giymemi$tim, gogus uclarim belli oluyordu. ben daha kapiyi calmadan acti, meger saatlerdir gozunu dikmi$ kapi deligine, beni bekliyormu$. kar$isinda duruyordum, upuzun boyum, geni$ omuzlarim, yeni kesilmi$ saclarim ve $ik takim elbisemle buradaydim i$te. defalarca "salak misin olm, yarak mi var bu evde" dedim kendi kendime ama i$te yine buradaydim. topuklu ayakkabilarini giydi ama ayak ayak degil ki, bildigin toynak. olmayinca cikartti, parmak arasi terliklerini giydi, icimden allah belani versin senin dedim. elbisesinin bacaginin cok ust sinirlarina kadar olan yirtmacini kontrol ederken carttt diye bir ses, o bacaga yirtmac mi dayanir? dayanmadi elbisenin bacak kismi patladi i$te.

"hayir, hayir!" diye bagiriyor artik. ziplaya ziplaya ona dogru gidiyorum.."hayir"

salona girdigimizde butun gozler bize dondu.. nasil donmesin? biz kadar igrenc bir cifti bir daha hangi firsatta goreceklerdi ki? kadinlar yanlarindaki kadinlarla fisilda$irken adamlar gozlerini ondan alip da onlara kulak misafiri olamiyordu. besbelli ki herkeste bir belgesel izleme keyfi mevcut olmu$tu. sahneye en yakin masayi gosterdiler, oturdum. o oturamadi, bir sandalye daha istedik, o da oturdu. dik duru$unu kesinlikle bozmuyordu, o korsenin icine kim girse bu $ekilde dik durmak zorundaydi zaten. sag caprazimda bir kadin vardi. oyle zarifti ki zerafeti zarifliginin kar$isinda zavalli kaliyordu.

"gelme, ne olur gelme!"

gelinle damat ilk danslarini ettikte sonra biz de onlara katildik. oyle bir bakiyordum ki ona, etrafimizda kimse yoktu sanki, zaten de yoktu. kim kalirdi bizim yanimizda o halimizle. oyle dans ediyorduk ki hayat durmu$tu bir an, midem bulanmi$ti. allah benim de belami versindi.

yerimize oturup $araplarimizi yudumlamaya devam ettik yudumlamak denebilirse. yalaktan mi iciyordu bardaktan mi farki ayirt edemezdi kimse. bedava diye boyle de icilmez ki, lanet olsun!
ve bir anda o ses duyuldu;
‘caney caney caneeeey işte meydannnhhheeeeyyy!’

bir hirsla ayaga kalktim, ceketimi cikartip uzerine dogru firlattim uzerini ortsun diye. elbisesi bel kismindan da biraz patlami$ti ve korse oldugu gibi gozukuyordu, rezil edecekti beni. kimse ne oldugunu anlayamadan onlarca insan piste dolu$tu ve halay celmeye ba$ladi..

halay ba$iydim.. elime bir pecete almi$ a$agi yukari dogru saga sola salliyordum.. ne vardi ki bunda? guzel bir oyun i$te.. uc adim saga at, sag bacak one sol bacak one.. pecete havada z ciziyordu.. ilk tur tamamlandiktan sonra bir halay ba$inin yapmasi gereken hareketleri yapmaya ba$ladim.. comeliyordum, zipliyor kalkiyordum, "tey tey tey" diye bagiriyordum.

be$inci turun sonunda kan canagi olmu$ gozlerimle ona baktim, agzini yuzunu dumduz edesim vardi. "gel yaa var ya kizimmm nasil egleniyoz" diye bagirdim. amacim halay ba$i yapip biraz kilo vermesini saglamakti. benimki de bir umuttu i$te.

gidiyorum.. kurtulu$un yok!

eminim kulaklarinda bir suru $ey yankilaniyor, bir suru gereksiz salak sacma $ey du$unuyordu $u anda, i$kenceler, kurtulu$ falan. ne salakca..

- ya ben gercekten hic bilmiyorum..
+ ( ne biliyorsun ki a.k. sen ya, bi soyle bana ne biliyorsun?) gel gel ben ogretirim sana cok basit.
- ya ben..
+ (bak geliyor agzina dogru sumsuk!) ya hadi ya..

kurtulu$un yok!

o o gun ileriye uc adim atip zipladi.. sonra bir daha zipladi..
ben halay ba$iydim.. oynadik da oynadik.. ben halay ba$iydim.. ben zipladim o ziplayamadi, nereye ziplio o gotle zaten.

zaman gecti her $ey bitti, bu halay kaldi yadigar. eminim ona soyledigim sozler dun gibi kulagindadir:

"bak halay da cektik ama sende hala bi gram eksilme yok. kilo vermeden sakin ola ki arama beni sikerim hayatini!"

ps: sonradan aldim haberlerini, ertesi gun $irketten de atilmi$ ve senelerce $irkette bu konu$ulmu$. korsenin patlamasindan tut memelerinin elbiseden firlamasina kadar. daha sonra belediyenin bursu ile bir aerobik kursuna katilmi$ ama nafile, lacka olan gotte don durur mu? yine ha babam yemi$ durmu$, nihayetinde belediye bursu kesmi$, kalmi$ oyle dimdizlak ortada.
rumuz pilis tiray egen
kocaman gözlerine bana bakarken doğru söylüyosun demiştin. oysa yalan söylüyordum sana. utanmadan sıkılmadan yalan söylüyordum. içimde ibnelik vardı napiyim piç ruhluydum işte. sürekli kandırıyordum seni. evet hilmi abi napiyim huyum kurusun.
independence
+ yalan, beni sevdigin de yalan, her $ey yalan. yalancisin sen!

boyle demi$tin bana. oysa yaniliyordun, yalanciydim belki ama sana kar$i degil. seni tum yalanlardan uzak, tum yalanlardan arinmi$ bir saflikta sevmi$tim.

yalancisin sen demi$tin bana.

degildim.

birbirinden bagimsiz alti hecenin toplamindaki samimiyetle seviyordum seni.

+ se-ni se-vi-yo-rum.

yalancisin sen demi$tin bana hilmi abi. cok kirmi$tin kalbimi, inandiramadim seni. yine soyluyorum abi, seni seviyorum. $u veresiyeyi her seferinde cikartma onume. sevdigime pi$man etme seni bir agabey gibi. kiricam bir gun agzini yuzunu o olacak.
sipsi
elini bana uzatmış deli gibi sallarken daha önce varlığını fark etmediğim gıdısı olduğu yerde dalgalanıyordu. iki kolumu ve ucunda sallanan ellerimi kullanıp vücudumu oturduğum sandalyede geriye doğru çekerken ‘yok yok, hayır’ işareti yapıyordum. yaklaşık 45 saniyelik bir dönüşten sonra yine benim önümde bulunan noktaya geliyor bağırarak ‘gel yaa hadi!’ diyordu.

nasıl sevmiştim onu.. o büyük şirketin büyük adamlarının yanında bir sürü gereksiz toplantıya girip çıkarken, verilen ufak tefek aralarda beni aramasını öyle bir beklerdim ki, dünyadaki bütün arıları bir araya gelip midemin içine dolsa ancak bu kadar kıvranabilirdi ruhum ve bedenim..

akşam olurdu, ona koşardım. tutardı kollarımdan uzun uzun bakardı bana. öyle bir sarılırdı ki bütün gün bu anı beklediğini anlardım.

yine geldi bak yine.. terler fışkırıyor alnının her bir gözeneğinden. kıpkırmızı yanaklarla ‘hadi!’ diyor bana..

onunla geçirdiğim gecelerde sabah olmasın güneş hiç doğmasın biz hep böyle birbirimize kenetlenmiş kalalım isterdim. yine sabah olurdu, yine işe giderdim ve yine arılar vızıldardı midemde..

‘bizim şirkette çalışıyor adam mutlaka gitmemiz lazım..’

daha önce arkadaşlarımızla bir yerlere gittiğimiz, gezdiğimiz tozduğumuz olmuştu ama bu bambaşka bir şeydi. insanların arasına karışacağımız ilk gündü diyebilirim.

işten geldim, duşumu aldım. saçlarımın siyahlığında olan upuzun elbisemi dolaptan çıkardım. bornozum omuzlarımdan yere düştü, siyah tangamı giydim. sütyene ihtiyacım yoktu, bu elbiseyle sütyen giyilmemeliydi zaten, elbiseye hakkını vermeliydim.

saçlarımı başımın üzerinde topladım, asi saç tellerimin bir kısmının tokanın dışında kalmasına izin verdim. makyaj malzemelerimi makyaj masamın üzerine çıkardım. gözlerimin etrafına siyah koyu gölgeler yaptım. dudaklarıma en kırmızı rujumu sürdüm. her ayrıntıya özen gösterdim ve aynada kendimi izleyerek onu bekledim..

gömleği sırılsıklam olmuş terden.. atlet de giymemiş göğüs uçları belli oluyor..
kapıyı çalmadan açtım.. karşımda duruyordu.. upuzun boyu, geniş omuzları, yeni kesilmiş saçları, ve şık takım elbisesiyle oradaydı işte.. topuklu ayakkabılarımı giydim, elbisemin bacağımın çok üst sınırlarına kadar olan yırtmacını son bir kez kontrol ettim..

‘hayır, hayır!’ diye bağırıyorum artık. zıplaya zıplaya bana doğru geliyor.. ‘hayır!’

salona girdiğimizde bütün gözler bize döndü.. kadınlar yanlarındaki kadınlarla fısıldaşırken adamlar gözlerini benden alıp da onlara kulak misafiri olamıyordu. sahneye en yakın masayı gösterdiler oturduk.. dik duruşumu kesinlikle bozmuyordum.. öyle zariftim ki zerafetim zarifliğim karşısında zavallı kalıyordu..

‘gelme, ne olur gelme!’

gelinle damat ilk danslarını ettikten sonra biz de onlara katıldık. öyle bir bakıyordu ki bana etrafımızda kimse yoktu sanki.. öyle dans ediyorduk ki hayat durmuştu bir an..

yerimize oturup şaraplarımızı yudumlamaya devam ettik. ve bir anda o ses duyuldu:
‘caney caney caneeeey işte meydannnhhheeeeyyy!’

sevdiğim adam bir hırsla ayağa kalktı, ceketini çıkartıp üzerime doğru fırlattı.. ben ne olduğunu anlayamadan onlarca insan piste doluştu ve halay çekmeye başladı..

halay başıydı.. eline bir peçete almış aşağı yukarı sağa sola sallıyordu.. ne vardı ki bunda? güzel bir oyun işte.. üç adım sağa at, sağ bacak öne sol bacak öne.. peçete havada z çiziyordu.. ilk tur tamamlandıktan sonra sevdiğim adam garip hareketler yapmaya başladı.. çömeliyor, zıplayarak kalkıyor ‘tey tey tey’ diye bağırıyordu..

beşinci turun sonunda kan çanağı olmuş gözleriyle bana baktı.. ‘gel yaaa var ya kızımmm nasıl eğleniyoz’ diye bağırdı, o her gün duymak için can attığım sesiyle..

geliyor, kurtuluş nerede bilmiyorum..

chuck palahniuk yankılanıyor kulağımda:’çarmıha gerilme sırasında izleyici sayısı düşük olsaydı, olayı başka bir zamana ertelerler miydi diye düşünmeden edemiyorum. mesela isa mesih, kendisini kimsenin izlemediği, kimsenin ona işkence etmediği ve başında ağlayıp sızlamadığı bir kodeste can verseydi acaba bizi kurtarabilir miydi? saygısızlık gibi olmasın ama, kurtarabilir miydi? ormandaki bir ağacın devrilişini kimsenin duymaması gibi, isa’nın çektiği acılara da kimse şahit olmasaydı, kurtulur muyduk?..’

-ya ben gerçekten hiç bilmiyorum..
+ gel gel ben öğretirim çok basit
-ya ben..
+ ya hadi ya..

kurtuluş yok..

ben o gün ileriye üç adım atıp zıpladım.. sonra bir daha zıpladım..
sevdiğim halay başıydı.. oynadık da oynadık.. sevdiğim halay başıydı.. o zıpladı ben zıpladım..

zaman geçti her şey bitti, o halay kaldı yadigar.. sevdiğimin sözleri dün gibi kulağımda:
‘tey tey a heyyy!’

ps: şirkette senelerce ben konuşulmuşum.. tek göğsü dışarıda canhıraş halay çeken kadın pek bulunmuyor.. belki de giymeliydim o sütyeni..
sipsi
ehliyetimi parmaklıkların yanına bıraktım. diğer tarafa geçtim gözlerim sımsıkı kapalı. titremeksizin üşüyorum. ’açma sakın sözlerini’ dedim kendi kendime. ’açma sakın gözlerini, açma korkarsın!’

oldum olası korkak bir insandım ben. karanlıktan, palyaçolardan, böceklerden, en küçük tıkırtılardan, gök gürültüsünden, şimşek çakmasından, insanlardan korktum yaşamaya çalıştığım anlarda. kanat çırpan kuşun yüzüme çarpmasından, işe geç kalmaktan, çok içince midemin bulanmasından, adımın yanlış söylenmesinden, eyeliner sürerken gözlerimin yaşarmasından, ama en çok da balkanlardan gelen soğuk hava dalgasından korktum. ’ellerim üşüdü ısıtır mısın?’ dedim, ısıtmadı.

’açma sakın gözlerini, açma korkarsın!’

bir melodiye saplanıp kaldım, bak hala kulaklarımda. ben mi sallanıyorum, köprü mü sallanıyor? dünya mı sallanıyor, bu şehir mi sadece? evren sabit dururken sallanmak kolay, önemli olan o sallanırken sabit durabilmek. başaranlardan olamadım, belki de bir şey olamamak daha iyidir kimi zaman. bir melodiye saplanıp kaldım, bak hala kulaklarımda. ’daylight dims leaving cold fluorescence, difficult to see with this light..’

’zorla kendini, açma gözlerini, etrafındaki seslere aldırma, polisler gelmedi, bir kaç dakikan daha var, açma sakın gözlerini, açma korkarsın!’

eğlence çıkardım yine elaleme. genel olarak eğlenceli bir insanımdır. rakı mı içilecek, hemen çağrılırım, muhabbetim iyidir. sinemaya mı gidilecek, haber verilir, sinema konusunda bilgiliyimdir. durduk yerde gülerim, durduk yerde ağlarım, durduk yerde düşerim.. düşmeye geldim yine, durduk yerde..

’açma sakın gözlerini, açma korkarsın!’

kokulara derin bir hassasiyetim oldu hep -köpek esprisi yapanı boğarım-. yeni bir kitabı, eski bir kitabı, ojelerimi, pudralarımı, yazın denizi, kışın havayı kokladım. yeni bir hayatı, eski bir hayatı içime çektim. ben mi yanıyorum, köprü mü yanıyor? dünya mı yanıyor, bu şehir mi sadece? evren yanmazken yanmak kolay, önemli olan o yanarken yanmadan kalabilmek. yanmayanlardan olamadım, belki de yanmak daha iyidir kimi zaman. kokulara derin bir hassasiyetim oldu hep -köpek esprisi yapanı boğarım-.

’açma sakın gözlerini, açma korkarsın!’

içimdeki sesi dinleyen biriyimdir işime geldiğinde. her insan gibi.. işime gelmezse ’hadi oradan’ diyebildim ama. bu manzaraya son bir kez bakmalıyım belki de. daha önce bu köprünün üzerinde durmadım hiç böyle. avrasya maratonu’na katılmadım, kalabalığı sevmem. zorunlu olmadıkça ilklerimi başkalarıyla paylaşmak huyum değildir. gözlerimi açtım. ’gün ışığı donuklaşıyor soğuk bir floresana dönüyor, seni bu ışıkta görmek ne zor..’

’o kadar çok üşüyorum ki, böyle bir üşümek görülmemiştir!’

siren sesleri mi bunlar, beynimin alarmları mı çalıyor ansızın? ’uzatma artık, televizyonlarda şov yapanlara benzemek istemezsin.’ şov yapabileceğim bir malzemem yok ki. polisten, devletten, annemden, babamdan isteyeceğim bir şey yok. çaresiz kalmadım yaşadığım anlarda, bu ana çaresizlikle gelmedim. nasıl geldiğimi bilmiyorum. bazen bir bakarsınız, oradasınızdır. hayat böyledir işte, sadece tek bir an...

’o kadar çok üşüyorum ki, böyle bir üşümek görülmemiştir!’

adımımı attım boşluğa. gözlerim yeniden sımsıkı kapalı. düşüyorum, öyle güzel düşüyorum ki şaşar kalırsınız. ne zaman bitecek bilmiyorum. bitecek mi, onu da bilmiyorum. bilmem kaç tonluk etkiyi hissettiğim an suya çarpışta, önce hangi kemiğim kırılacak acaba? beynim dağılacak mı? hiçbir zaman derli toplu tutamadım zaten. gülümsersem film sahnesi gibi olur, gülümsemeliyim, filmden fırlamış numarası yapmak iyidir kimi zaman..

’o kadar çok düşüyorum ki, böyle bir düşmek görülmemiştir!’
isyankarmuhabir
bütün odaya sesizlik hakimdi gözlerini açtığında, oysa sesizliği hiç sevmezdi. sessizlik onu herzaman rahatsız etmişti, hazırlıksız yakalanacğını düşünüyordu. tavanda rutubetten dökülen sıva izleri ve beyaz sıvayla karışmış yeşil lekeler vardı. ani bir hareketle doğruldu yatakta ayaklarını bastı soğuk taş zemine, üzerinde bir atlet ve boxerı vardı. odasının hemen karşısındaki banyoya girdi, duşu açtı, suyun sesini dinledi, odanın buharla dolmasını izledi soyunurken. duşa girdiğinde buhar heryeri kaplamıştı, sıcak su gevşetiyordu vucudunu. vucudundaki yara izlerine baktı, izlerin kişisel tarihindeki yerlerini düşündü, sol kolunda hamburgdan kalma 14 dikiş, sağ karın boşluğunda londradan kalma iki kurşun deliği, üst dudağında istanbuldan hatıra 3 dikiş ve kafasının arkasında irili ufaklı sıyrıklar.

duştan çıkıp giyindiğinde biryerlerde insanlar oturup güneşin batışını seyrederek boğazdan geçen gemileri izliyor olmalıydılar. sokağa çıktığında güneş çoktan batmış normal görünen insanlar gayet normal ailelerine ve yuvalarına kavuşmak için hızlı hızlı yürüyorlardı. kafasını kaldırdı, sokak lambası elektrik kaçırıcasıan bir ses çıkararak yeni yeni ışık saçmaya başlamıştı. sigarasından bir nefes çekti ve işte diye düşündü benimde mesaim başlıyor.

onaltı yaşında başlamıştı çalışmaya, okumak için gittiği avrupada diğerleri gibi olamayacağını anlayıp başlamıştı garsonluğa. full time burjuva part time garsonluk. uzun sürmemişti bırkması burjuvalığı, okuldakilerle kavga edip bıraktı okulu. artık full time garsondu bu büyük avrupa şehrinde. yaşıtlarına göre irice olduğu için kimse farketmiyordu adult olmadığını. vizesi ve ailesi sorun çıkarmaya başlamıştı, çalıştığı bir çok iş arkadaşı gibi o da böyle tanıştı vize işlerini halledebilecek bir hemşehrisiyle. sıkı dost oldular bu çocukla, çocuk illegal işlerden iyi anlıyordu hem eli koluda uzundu. ailesi artık telefonlarına çıkmaz olmuştu, artık yeni bir hayatı ve yeni arkadaşı vardı. ilk otu beraber içtiler, ilk kavgalarını beraber ettiler hatta ilk defa polis arabasına taş attıklarında da beraberlerdi. ta ki son kavgalarına kadar, arkadaşlıkları, yaşları ve suç dosyaları kabarıyordu.

aradan yıllar ve birçok insan geçtikten sonra gene bu doğduğu şehirin gecelerindeydi, motorunu barın kapısına bıraktı, içeri girdi ortalığı süzdükten sonra bara oturdu, herzamankinden sipariş etti, ilk iki kadehi o ilk arkadaşına içti. saatler ilerledikçe içerisi normal ailelerini çok normal evlerinde bırakan çok normal insanlarla dolmaya başlamıştı. içerideki tipleri süzerken bu gece fazla mesai olmaz diye düşündü. kızlar sahnedeki şovlarını bir birleri ardıan yapıyor ve bu normal insanlara anormal bir gece yaşatmaya çalışıyorlardı.

şovu bittiğinde yanına geldi dansçı ’’hadi dedi ben hazırım eve götür beni’’. evine geldiklerinde motordan inerken kulağına eğildi ve evine davet etti dansçı kız. önce istemedi gitmeyi ama gitti sonunda. kız kahvlerlerini getiriken sordu birden. ’’neden çekiniyorsun beni düzmekten? herkes beni nasıl düzmek istediğnin fantazisini kuruyor ben seni istiyorum’’. bir süre düşündü konuşmak isteyipte becerememekten korkarak ayaga kalktı kızın dudaklarına yapıştı, öpmüyor ısırıyordu, saçından tutup başını geriye doğru çekerken kızı koltuğa fırlattı. gömleğini çıkarırken bir yandan da ’’şu anda seninki gibi bir vajinam yerine seniniçine girip seni hissedebileceğim bir sikim olmasını nekadar isterdim’’ diyordu ve gömleği sırtından sıyrılırken sırtını kaplayan angelus dövmesi görünüyordu.
imphotep
elimi torbaya daldırdım. elime gelen ilk kâğıdı alıp içinde ne yazdığına bakmadan altından çakmakla yaktım. sayılar ve kelimeler döküldü. ayağımın önünde duran kül yığınına daha yakından bakmak için eğilmiştim oysa ki, hep böyle kalacağımı bilmiyordum.
2 gb hatıra yükledim kendime. fotograflar, şarkılar vesayir.. fazlası duygusallık yapıyordu. aralarında piksellenmiş olanları daha bir acıklı. beynimin bana oynadığı oyunlara kurallar koyup başka insanlarla oynamak istedim. saklambaçtan, seksekten, mahalle maçından farksız olsun istedim. istemiştim. artık istemiyorum. çünkü kurallardan bıktım. her gün işe gitmekten, giyinip soyunmaktan, su içmekten "normal" insan olmaktan bıktım. bıktırdılar. mesela artık uyumak istemiyorum. zaten uyanacaksam uyumanın ne anlamı var? her gün, her gece kendi paradoksları içinde yaşarken insanlar, halâ nasıl normal olduklarını idda ediyorlar anlamıyorum. yatağımı toplamak istemiyorum, her sevişmenin ardından pikenin ve çarşafın aldığı anlamsız şekillere anlam yüklemek istiyorum. hem de 2 gb.
normalsizlik istiyorum. durduk yere nefesimi tutup hiç kimseye neden tuttuğumu açıklamak istemiyorum.onlar bana neden boş yere nefes alıp verdiklerini açıklıyorlar mı?
istemekten de bıktım. istiyorum alıyorum/alamıyorum, vermiyorlar. ben yine de istiyorum.
hareketsiz kalabilmek gibi bir kudrete sahip olsaydım, kesinlikle kalırdım. yaşam enerjimi minimuma indirir ölü taklidi yapardım. beni gömdüklerinde toprağın altından gülerdim onlara "nasıl da kandırdım" diye.
şu saniye saate baksam bir sonraki günün bu saniyesinden neyin farklı olabileceği hakkında fikir yürütmek isterim.onun için bakmıyorum.
elimin altında bir kitap var. kitabı birisi yazmış. epey para kazanmış olmalı 44. baskı herkese nasip olmaz. ama bu bana yapılan kaçıncı baskı bilmiyorum. saymayı deneyeceğim bundan sonra.
sıkıntılı günler geçiriyorum. duygusal olarak. yaşımla ilgili sanırım. herkes evleniyor. ben daha doğru dürüst nefes almayı bile öğrenemedim. sabit bir imzam bile yok. yarın evlendiğim kadına "o benim gerçek imzam değildi zaten, vazgeçtim ben" dememek için bir sebep bulamıyorum.
ne istediğini bilmek önemli bu hayatta. kendini bir potaya koymazsan insanlar güvenmiyor sana. x erkek, y erkek (kromozom gibi oldu ya neyse) kategorisine giremediğinden, kategorize olamadığından korkuyorlar senden. karşısında neyin olduğunu bilmek istiyorlar.
bugün mutfağın tavanına gözüm çarptı. kurtlar geziniyordu tavanda. kurutulmuş meyveleri çoktan kaynatıp içmeliydim. tembihlemişlerdi. hangi tembihe uydum ki şimdiye kadar.. elektrik süpürgesi diye süper bi icat çıkmış istediğin her şeyi içine çekebiliyorsun.her şeyi! düşünsene.. önce kurtlara doğrulttum. tetiği çekmek için tereddüt eden hollywood starı gibi şakağımdan akan tere baktım ve yavaşça silahımı yere indirdim.
gözlerimin bozukluğu sosyalliğimi etkilemeye başladı. az öteyi göremiyorum. tabela veya insan olması farketmiyor.göremiyorum işte.
civeng
sanki bana

konmuştu. evet. sonunda. ama. tuhaftı. esc’deydi. sanki bana, eğer denersen kaçarım demeye çalışıyordu. korkmadım. denedim. kaçtı. dokunmatik mute tuşunun üzerine. kapattı sesi. sanki bana, eğer bir daha denersen boğazına girer sesini kısarım demeye çalışıyordu. korkmadım. denedim. space’i aldım elime, vurdum ama ıskaladım. tekrar kaçtı. 1’e. 1 daha vurdum. 2’ye. 2.yi vurdum. 9’a. 9 kez vurdum. kanatları koptu. yürüyerek end’e vardı. bitsin mi dedim. delete’e gitti. sildim. bitti.
imphotep
yürüyordum. kalabalık arasında birilerine çarpmamaya çalışarak yürümek, peşpeşe gördüğü vitrinlerin aklını başından aldığı her yaştan kadının üstüme üstüme gelmesi boğuyordu beni. durdum. çarpmadan geçtiler. ama bakarak. elimi arka cebime attım. kek tarifi yazılı bir kağıt çıktı cebimden. "acaba cebinde kek tarifi olan kaç erkek vardır bu sokakta?..".. yengem kek sevdiğimi öğrendiğinde "ah yavrum, kıyamam. sen ne yer ne içersin oralarda. al bunu, yine yapamazsan ararsın anlatırım." diyerek vermişti bu kağıdı bana. ödül olarak da ılık süt eşliğinde iki dilim kek..
belki de böyle böyle oluştu kadına bağımlılığım. biri kucak verdi, biri el, biri kek, biri dil, biri acı, biri ders, biri tatmin, biri hiç.. ben kadınlara hiçbir şey vermedim bu güne kadar. beni üzen kadınlar bile olsa hayatımda, hep tamir eden bir tanesi oldu. hep sevildim. hep istedim. verdiler. istemekten, vermelerinden, ilgilerinden, uysal çocuk olmaktan sıkıldım. kaçtım. saklandım. bu sefer acziyet baş gösterdi. "ihtiyaç" baş gösterdi. kendim hazırladım yemeğimi, kendim yedim. kendi kendime vakit geçirdim. kendim yıkadım, kendim ütüledim. uyurken kendime sarıldım. kendimi aradım, bulamadım. olmadı.. etrafımda beni herhangi bir manâda seven bir kadın olmayınca eksiktim. sakattım. ahmaktım. çıplaktım.. sevgisiz sevişmeler bekleyen kadınlardan kaçtım. çünkü ben sevgiye açtım. yalnız kaldım. elimdekiyle yetindim, elimdekine yetemedim. sancı girdi karnıma, kıvrandım, kıvrandım, kıvrandım.. keşke bir kadın olsaydı yanımda. ananem, babaannem, annem, sevgilim, karım, yengem, teyzem, halam, kuzenim, sınıf arkadaşım, iş arkadaşım, kan kardeşim, can yoldaşım, yoldan geçen herhangi br kadına bile razıydım.. acı çekiyordum. ben acı çekiyorum diye endişelensin istedim. mızmızlık yaptığımı anladığında bile endişeleniyormuş gibi yapsın. kandırsın, avutsun, saklasın..
yoldan geçen herhangi bir kadına bile razıydım. yanımda soyunmasın, benimle yatmasın, öpmesin, koklamasın. isterse hepsini yapsın, yaptırsın. yanımda kalsın. dizlerini kollarıyla kavrayıp çenesini yaslasın, bir köşeye kıvrılsın, sadece bana baksın. aklında ben olayım. kalbinde ben olayım. onun benliğiyle dolayım. inkâr edilecek bir yanı kalmadı bunun. itiyacım var, muhtacım. müptelayım. çok mu aciz görünüyorum? bana sevecek biri lazım. beni sevecek biri lazım. onun yokluğunda acziyetim. onun yokluğunda serzenişim. içimde patlamaya hazır volkan hep onun için. tüm enerjim, tüm ihtirasım, tüm şevkatim onun için. içimde müebbete hapseğim, belki unuttuğum, belki keşfetmediğim hislerin hepsi onun için.
geriye kalan her şeyi sezeryanla alsınlar içimden, yıllardır biriktirdiğim irinimle beraber aksın..
kek mi? kek yapmayı denedim. olmadı. ne tadı, ne kıvamı.. üstelik pişirdiğim tepsiyle beraber attım. ertesi gün üst kattaki teyze yanında birkaç kurabiyeyle üzümlü kek getirdi. güldüm.

arka planda: led zeppelin - song remains the same
imphotep
hüznen bekâr sayılıyordum nüfus cüzdanımda. kemik yaşıma baktılar, "bir yaş yükselticez şimdilik, sonra azar azar arttırırız." dediler. bekârlık sultanlıktı o zamanlar. yavaşça ve hızla kadınlar geçti otobanımdan. lastik izleri mevcut halâ. ense kökümde, boynumda, dudaklarımda, oramda, buramda.. sakindim.ne de olsa azar azar yükselteceklerdi yaşımı. hüznen de bekâr sayılıyodum. etrafımda uçuşan kelebeklere inat "kayıp"ı bulmaktı niyetim. ne hacet?.. o beni buldu. "uçmayı öğrendim, geliyorum" dedi. uçtum. bağırdım sarayımın balkonundan tüm tebâma..tepindim, zıpladım.. "uyanın ulan,geliyor!" dedim. bütün hizmetkârlar uyansın,bütün şehir hazırlansın istedim. pierre papyonunu düzeltsin, kordon fermuarını kapatsın, sancaklara al bayraklar çekilsin, biri şu masaların üstünü silsin..! geliyor ulan, geliyor!
süzülerek indi sürünerek geldiğim vasıtama. gölgelerinden arınmış peri kızı edasıyla sükûnetini korumak niyetindeydi,belli. . "geldin demek ha?" inanmak güçdü benim için. öyle yada böyle bana verilmiş en kıymetli hediyeydi o ana kadar. havadan sudan meselelerden bahsetmemiştim hiç. havayı kovdum, suyu içtim. o anda bir ışık üzmesi kapladı her yerimizi ve bizi bir zindana attı. her ırktan yaratık vardı burda. dev anaları, gulyabaniler, hortlaklar, iskeletler, kemikler.. ama o aldırmıyordu. yaratıkların iniltileriyle dans ediyordu. gözlerini kapatmıştı. beni de kattı dansına. "ama ben dans edemem ki.." dans etmiyorduk. bu bir ayindi. arınıyorduk.. sonra parlamaya başladı. ışığı kör etti gözlerimi. göremez oldum. uyandığımda morgdaydım. ölülerden göz arıyordum kendime uygun. ah bir bulsam.. o anda biri boynunu kıpırdattı. soğuk bedenini hissedebiliyordum. "ben tanıyorum o’nu, kıymetlimizz o bizim.." dedi. hep bir ağızdan tüm ölüler onay verdi. hepsi tanıyordu o’nu. ben de tanıyordum. ben de ölüydüm. utanıyordum. sırt üstü yattım raflardan birine, örtüyü yüzüme kadar örttüm. yetkililer kemik yaşıma baktılar. "kim yükseltti bunun yaşını?" dedi yaşlı olan. "bilmiyoruz hocam, görünen o ki bir yanlışlık var."..
imphotep
sonra..
bir terminalde denk geldim sana. yaprak kıpırdamıyordu. sen kıpırdamıyordun. kıpırdadım sonra. gittim. biletimde "zorla bindirildi. gözleri arkada kaldı, bagaja koyduk." yazılıydı. öyleydi. ilk mola yerinde sesini gördüm. kıpırdamıyordu. tuşlarına basıyordum sadece, yere bilmem kaç yıl önce döşenmiş karo taşlarının.. adını yazıyordum ayaklarımla. sen yine. kıpırdamıyordun. bir solukta söylediğim onca cümle geldi aklıma. şimdi tek kelime için yetemeyecek nefesimden utandım. gülümsedim. "neden güldün?" dedin. "hiç" dedim. geriye dönüp baktığımda yerinde yeller esiyordu. "yaşasın!" dedim. "burada kaldım.iki şehir arasında, ne orda ne burda..ortada kaldım." en alışık olduğum yerdi ortada kalmak. o veya bu şekilde hep ortada kaldım. her şeyden uzaklaştırıldım. kendimden bile. itiraf edilememiş onca şeyin birçoğu bana dairse halâ arayışım kendimedir bunu biliyorum.
itelediler. "devam edeceksin!" dediler. kıpırdamıyordum. ama kıpırdayan birşeyin içindeydim. mütemadiyen uzaklaştırılıyordum senden. ve kendi kelimelerimden.. "yürüyüp gideceksin, arkana bakmayacaksın." diye bağırdı arkadaki. kıpırdamayışımın uğultusundan rahatsız olmuştu belliki. "yok" dedim "benim gözlerim arkada.". cebinden bir avuç şeker çıkarttı, bana uzattı. badem şekeri, en sevdiklerimden.. tam alayım derken avucunu kapatıp geri çekti, "biliyor musun, benim de gözlerim arkada aslında." dedi. sonra uyandım. bir sürü kısa mesaj vardı kaburgalarımın arasında. "tüm iletileri sil" dedim. silindi. yuvama gittim. doğduğum yere. altıma işediğim, yere düşen salçalı ekmeği üfleyip yediğim yere. kimsecikler yoktu. ne omzuna dişlerimi geçirip ağlayacak, ne bu yalnızlığın hesabını soracak. hiç kimse.. tavanda gaz ocağı vardı. dedemin eski çizmeleri. kapıya menteşe yaptığı eski lastik ayakkabısı. hepsine ağladım. hepsine dişlerimi geçirdim. kendime dişlerimi geçirdim. bavul omzumda iz yapmıştı. boğazıma astım. boğazımda iz yaptı. düğüm düğüm oldu. yutkundum bavulu..
sen uzaktaydın. kendi bilinmezliklerinin içinde.. kendi çözümsüzlüklerinin içinde. ve kıpırdamıyordun. nereye gitsen ne söylesen hepsi sana doğruydu. sen kıpırdamıyordun. ben kıpırdamıyordum. kıpırdamıyorduk..
imphotep
(1) - yoldan geçiyordum. öylesine gittiğim,öylesine şehirlerden biriydi. yaz sıcağının rehavetiyle kafelerin üstü açık ferah kısımlarına baka baka ilerliyordum. birden o çarptı gözüme. yaklaştım. "merhaba" dedim. karşılık vereceğini zannetmiyordum gülümseyişime. soylu birine benziyordu. sıcaktan ter toplanmış miyop gözlerimle seçebildiğime göre, benden önce de birileri farketmiş olmalıydı onu. farketmişti de. izlerini gördüm. yüzünde, boynunda, açık bluzunun dışarda bıraktığı kollarında, göğüs çatalında.. "tersleyecek" diye düşündüm, buyur etti. şaşkınlığımı belli etmedim. oturdum, sohbete koyulduk. zerafeti içimize sakladık, tozlu raflardan samimiyeti çıkardık, koyduk masaya. şarap içmedik, çiçekçi kızdan tek gül almadık, masada mum olsun istemedik. gülümsemedik, kahkaha attık, buğulu bakış atmadık, yanaktan makas aldık.. sipariş tek pizzaydı. paylaşabileceğimiz ilk olduğu kesin ama belki de son şey.. "hadi" dedi "nereye gidiyoruz?" .."bilmem?" dedim, "yabancısıyım buraların." kalktık, yürümeye başladık. kazara eli elime dokunuyordu. hiçbir zaman kadınlar konusunda cesur biri olamadım. elini tutmak hatta beline sarılmak istiyordum. tutamadım. o dalmış birşeyler anlatıyordu bana, dirseğini omzuma dayayıp diğer eliyle biryerleri gösteriyordu. o cesurdu. ben değildim. elimi tuttu. yoldan geçen arabacılardan birini durdurduk, bindik. arabacı bizi sevgili sanmıştı. hoşuma gitti. gideceğimiz yeri söyledi ve bana döndü. koltuk rahattı. kalbim hızlı hızlı atıyordu. gözlerinin içinde kendi yansımamı gördüm. dudaklarına yaklaştım ama öpemedim. koklayabildim sadece. içimde, çektiğim derin nefesimde saklı kalmıştı. güldü. ben gene mahcup/şirin halimi takınmak ister gibi kaşlarımın ortasını kaldırıp gülümseyebildim sadece. ama en "erkek" halimi takınmalıydım. kadınlar çocukları sevmezler. adam olmalısın bir kadını etkilemek için. elimde değildi. bocalarken, arabacı "geldik" dedi. indik arabadan. geniş sokaklı kalabalık ortamlardan pek hazzetmem. ama elimi tutan sıcak bir el varken isterse mahşer yeri olsun, farketmezdi zaten.

(2) - oturduğumuz yerde "canlı" denen "ölü" bir müzik çalıyordu. onlar çaldı, ben gülümsedim. o, müzik hakkında sordukça ben geçiştirdim. yanımdaki güzelliğe olan ilgimi dağıtıyordu, yoksa çalanların canı cehenneme.. biralarımızı yudumlayıp kalktık ordan. yürüdük. başka bir mekânda, başkaları, başka müzikler yapıyordu. canımız içmek istiyordu. girdik. kıç kıça oturulan, küçük sehpa genişliğinde ama dirseklerini yaslayabileceğin boyda masaları olan bir yerdi. salaştı. çalan tipler ideoloji sahibiydi belli. ama piyasayı da küstürmüyorlardı. dinledik, eşlik ettik. içtik.. yanan sigaramızı yarısı su dolu pet bardağa söndürdük. yenisini yaktık. yaz sıcağı mıydı, yumuşak elini tenimde hissetmek miydi bilmiyordum içimi yakan. ama bir alev vardı bir yerlerde. göğsümü yaslayıp hissetsin istedim bu alevi. güzel güzel baktı gözlerime. alev harlandı. derin bir yudum aldım birasından, ve yutkundum. hiç bir şey için acele etmek gelmiyordu içimden. sakinlik ve heyecanı aynı anda yaşıyordum. gülüşüne bayılıyordum. (kimbilir tenime dokunan ellerin kaç katı dokundu ona, kimbilir kaçı hak etti.. yüzünde,boynunda, açık bluzunun dışarda bıraktığı kollarında, göğüs çatalında gördüğüm izlerden içinde de vardı elbet. yaralanmayan insan var mıdır şu hayatta? dere kenarında gördüğüm prenseslerin çoğu daha önce birçok kurbağa öpmüştü. hepsinde izler vardı. bazen melhem olmaya çalıştım, bazen prens.. olamazdım. olamadım. hiçbir zaman hiçkimsenin prensi..) mekândan çıktığımızda dışarıda rüzgâr esiyordu. hoşuma gitti. soğuğu severim. sıcaklığın kıymetini müjdeler hep bana. beline sardım kolumu. tatlı tatlı birşeyler anlatıyordu. alnından öptüm. yüzüme baktı. gülümsedim. o anda dibimizde veya dünyanın herhangi bir yerinde olan herhangi başka birşeyin ilgimi çekmesi imkânsızdı. kilitlendim. karnım ağrıdı. heyecandan mı? hayır çişim gelmişti. kalabalık sokakların hep görünmeyen bir yüzü olduğunu söylerler, ben onu mecazi sanırdım. yok. gerçekten kalabalık sokaklarda kimsenin göremediği ölü noktalar varmış. duvara yaklaşıp işedim. sırtımda eli geziniyordu. işemenin verdiği hazza tenime dokunan parmakların kattığı heyecan işedikçe küçülmesi gereken şeyin küçülmesini engelliyordu. arkamı döner dönmez karşımda duran yarı açık dudaklarını gördüm. öptüm onları. seviştik. gece ve alkol etkisini göstermeden başka bir yerde bulduk kendimizi. kızların süslü, erkeklerin jöleli olduğu bir yer. grup sahnede rock çalıyor. bir gece, birçok müzik. isterse dinleyebiliyor insan. içkilerimizi yudumlarken müziğin ritmine kapıldık. şarkılar söyledik. tepindik. üzerimize şehir sinmiş halde çıktık ordan. yorgunduk. arabacılar buyur etti, binmedik. arabasına gittik. dolambaçlı yollar, karanlık sokaklar hayatı işaret etti bize. bir yerde bir süreden fazla durmamanın verdiği dinamizm yüklendi tekrar bedenlerimize. sürekli hareket halinde olmak zihni açık tutuyordu. (gece yiyecek bulunacak yerler sınırlı olur. ama genelde yediğiniz şeyden memnun kalırsınız. çünkü o saatte ya çok aç, ya da sarhoşsunuzdur.) yanaştık tezgâha. hazırlanan ekmekleri ısırırken içimizdeki ilkelliği hissettik. sürekli acıkıyor, susuyor, birşeylere ihtiyaç duyuyorduk. gerisi yalandı. hayır! yalan değildi. öyle olsa sadece gözlerime bakarak içimdeki yangını körükleyemezdi. dokunmak, tahrik olmak ilkel gelebilirdi ama aşk yapmak bundan öteydi. sevişmeyi istemek kadar buna anlam yüklemek de elimizde olmadan yaşadığımız bir duyguydu. ama ince bir çizgi vardı. ben hep bunu unutuyordum. "-işmek" ti yaptığımız şey. beraberceydi. ama anlam yüklemek kendinle yaşadığın birşeydi. karşındaki sadece orgazm olup rahatça uyumak istiyor olabilirdi. ben hep bunu unutuyordum. yüklendikçe yükleniyordum beynin kalbe ışın atan kılcal damarlarına. rahatsız koltuklarda uyuyakaldık. uyandığımızda gece ağzımızdaki acı tadla uğurluyordu bizi. kurumuş dudaklarına bir öpücük kondurdum. alkol vücudumuzdaki tüm suyu emmişti. kahvaltı iyi gelecekti. brunch masası bezenmiş bizi bekliyordu. birer parça birşey alıp oturduk. sadece yanımda olmasından mutluluk duyduğum birisiyle kahvaltı yapmanın ferahlığını hissettim tekrar. yalnızken birçok şeyin aslında ne kadar anlamsız olduğunu farkettim. anlam mı yükledim yine?öncekiler gibi; seviştikten sonra terkedilenler gibi, hıncını bir başka adamdan, "ben" den almak isteyen vücutlar, yüzler gibi kahvaltı sonrası ayrılıp belki birkaç gün, belki hiç görüşmeyecek miydik? prens sanılıp öpülen kurbağaların günahını belki ne kurbağa, ne prens olan bir başkası mı ödemek zorundaydı..

atacamadesert
günlerden bir gün gezgin bir tuvalet kağıdı satıcısı karavanıyla bulunduğum şehre geldi. karavanının arkasında çektiği kocaman bir kafesle bizim mahalleye çadır kurup yerleşti.
0 /

neden bekliyorsun?


bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?

üye ol