confessions

wereyda

- Yazar -

  1. toplam entry 347
  2. takipçi 1
  3. puan 50408

onur caymaz

wereyda
egosantrik tavırlarını ve kendini diğer büyük $air, yazar ve edebiyat adamları ile kıyaslamasını konuya dahil etmeden, nötralize bir perspektiften baktığımda onur caymaz`da gördüğüm ilk $ey : duygudurum bozukluguna sahip olduğudur. $ıpsevdidir; gonca özmen`le beraber olmadan evvel ona yazdığı çilek öğretmeni $iiri güzel olsa da belli bir amaç uğrunain$a edilmi$ yapay ve ka$kariko salgılayan bir kalpten yayılmı$ hayâl parçacıklarından ibarettir gözümde. öyle de kalacak.

mezellete mahâl yok; novellalarından en sevdiğim hakkında birkaç yorum yapmam gerektiğini hissettiğimdendir ki söyleyeyim : hayalperistanbul, kanımca onun tepe noktasıdır. müstehzi tavırlardan uzak bir insan olduğu zamanlarda edebiyat camiasına salık verdiği kıymetli bir tereke. gayet güzel; kah ve rengi, ba$arılı olarak nitelendirilemez ama okunası; ezilmi$ leylaklar kitabı, haldun taner ödülüne lâyık görülmü$ olsa da okunduktan sonra insanı bir "bence malumdur" kadar etkilemediği malumdur.

gerçek bir orhan kemal hayranı bir kere onur caymaz.. onda kendini buluyor sanki. onda farklılıklarla yaratılan sağaltılamaz yaralar ke$fediyor.. murathan mungan, edip cansever ve turgut uyar`a kar$ı da ayrı bir sempati besliyor ama selim ileri delisi, tekin gönenç sevdalısı en ba$ta.

onur caymaz;
reklamının yapılmasını ve övülmeyi sever. eğer kar$ısına geçip, "ben sizin okurunuzum" derseniz, o da "aa ne güzel; o zaman herkese söyleyelim onur caymaz okusun, yoksa ben de sizin canınıza okurunuzum " diyecek kadar basitle$ebiliyor.
acılardan bir abla, $arkıfelek, sevmek diye bir kelime ve leylak likörü harbiden iyi $iirleri, ötesiz.

rekik olmak istiyorum; olmuyor, olamıyor..
(bkz: ayav veviyovum ayav veviyovum popom kuvu kalıyo)

imza: r özürlü.

alevilik

wereyda
alevilik, ba$lı ba$ına bir kültür devinimidir. kendi içlerinde de zengin sınıf alevileri, köy alevileri, vs.. gibi ayrılmı$ olsalar da, aralarında (her toplumda/toplulukta olduğu gibi) be$ para etmezler olsa da, toplum tarafından dı$lanmaları ya da toplumdan izole olmaları saçmadır, irrasyoneldir, aptalcadır.

dinî inançlarını kendi gönlünde, kendi rotasında ya$ayan altkültür topluluklarını gavur diye nitelendiren örümcek beyinli zihn i et`in kı$kırtmalarına, iftiralarına (mumsöndü!) maruz bırakılmı$ bir toplumun çocuklarıdırlar.

gelgelelim; kendi içinde de çeli$en, alevi olunmaz alevi doğulur gibi dü$ünce çarpıklıklarıyla özünü kemiren, içini bo$altan bir yanı vardır ki ho$ değildir. çok alevi tanıdım. çoğu da adam gibi adamdı. çok alevi kız tanıdım. çoğu da orospu değildi.
(siz orospu olmayın sakın ey d`insanîler, menenjit de olmayın!)

kısacası; ağır ol da molla desinler,
diyeceğim ben bu mezhep, kültür ya da felsefi topluluğa laf edenlere.

niye mi?
(bkz: a$ık veysel)
(bkz: a$ık mahzuni $erif)
ve daha onlarcası.. sikerim ayrıca böyle mezhep ayrılıklarını.

defterden silmek

wereyda
yıllar yılı en tilt olduğum lâflardan biridir karde$im bu. bu lâfı söyleyen insan müsveddesinin yüzündeki ve sesindeki yapaylık beni öylesine tiksindiriyor ki $imdi burada birisi gelip bana özel mesajdan böyle bir $ey yazsa direkt olarak küfrederim. o derece yani. (korkma; seviyoruz biz bizi.)

veresiye defteri mi lan bu borcun ifasında tüm birikenleri siliyorsun sen? hayır nasıl bir yağla yoğrulmu$tur ki oturduğun kazık sana böylesi saçma salak bir tabiri söyletir?
eskiden ruznamçeler, vakanüvisler falan vardı hani yakılan, saklanan falan bahsettiğin defter o mudur? tiksiniyorum lan senden. yoksun benim için. siktir git, üstüne raptiye koyduğun sandalyenin kırık ayağını ben tutacağım. söz!

anlatmak

wereyda
dinleyenin kültürel düzeyine inilmeden ya da kavrayı$ becerisi bilinmeden yapıldığında pek bir anlamsız.. (duygusal bağlamda) anlatmak, konu ne olursa kendinden bazı ipuçları vermektir kar$ıdakine: gerek jestler, mimikler; gerekse sesteki titremeler,
göz kontağı, anlatımın akı$kanlığı gibi gibi.. bunlar belirleyici faktörlerdir elbet; ne kadar anla$abileceğinizi yani ne kadar aktarabileceğinizi, payla$abileceğinizi, anlayabileceğinizi ifade ederler.

neden nasıl ki ben derim ki yine de;
anlatmak yerine susmak gerek. dinlemek gerek söylemeyi es geçip. anlatır gibi yazdım ya, okuma bu entryi: susmak nedir bilmiyorum ben.

ülkücuye bok atmak

wereyda
not: i$bu entryde provakasyon yoktur.. bireysel bir dökümden ibarettir.

(diyorlar ki varmı$ böyle bir $ey; dedim konu$ayım o halde.. ben, bir dolu ağız.)

$imdi bok atmak iyi bir olay değil gibi konuya bakıyorsanız size gülerim. ülkücülük nedir, diye sorar ve ardından yine gülerim. sonra "bana ülküyü tanımla!" diye emir kipi içeren bir cümle ile ters kö$e yapar, yine gülerim.
dibace cümle, netice gülmece.

ülkücülerin bir ülküsü olduğuna inanan bir insan değilim. bu yüzden önyargılıyım i$te. ben bu ülkedeki tüm ülkücülereden nefret ediyorum. ben bu ülkede ba$buğ dedikleri adamın ne halt olduğunu bilmeyen köksüz dingabakların alayından tiksiniyorum. ben bu ülkede mustafa yıldızdoğan gibi bir insanı sanatçı ilân edenlerin, onun "biz bu hallere dü$ecek adammıydık" isminde bir albüm yaptığını bilmediklerini duyumsayınca tekrar nefret ediyorum. türkçülük hamilerinin türkçe dersi almamı$ birisi kadar bile ana dilinden ayrıksı durduğunu anımsayınca bir kez daha nefret ediyorum.

bu ülkenin genç kızlarını sahiplenerek, bu ülkenin genç kızlarının basenlerini dü$leyerek, bu ülkenin genç erkeklerini beyzbol sopalarıyla döverek, bu ülkenin esnafını haraca bağlayarak, bu ülkenin insanlarına amerikan özentisi fa$izm uygulama hakkını kendinde bularak, bu ülkenin $ehitleri üzerinden siyasi propaganda yapmaktan bıkmadan varlığını idame ettirerek, bu ülke için sadece kendilerinin öleceğini sanarak baki kalacaklarını sanan $u kakalakların hepsinden tiksiniyorum.

kirlenmek güzeldir diyen reklam filmlerini bo$versene. sadece temizler kirlenir.


ülkücu yemini

wereyda
evet bi`de böylesi bir şey ile kar$ı kar$ıyayız dostlar..
-bağırsak kurtlarım uluyor!-

atatürk ilkeleri yerine dokuz ı$ık tercihinde ısrar edenlerin, arabalarının camlarına yapı$tırdıkları türk bayrakları ile "milliyetçiyiz!" nümayi$inde bulunanların, çapulcu ve sığ görü$ birliklerine vararak ahkâm ve kafa kesenlerin fa$izme meyyal bir kıvama getirilerek "ocak" adı verilen -sözüm ona- meskenlerde millet haklarını savunmak gibi kutsi bir ülkü ile yeti$tirilmelerini esas alan dipsiz bir ideolojinin, içi bo$altılmı$ dinamikleriyle vardığı yargılar sonucu husule gelmi$ $u yemin mes`elesi..

ben diyorum ki bazen,
yeminlerin samimilerinin ba$kaları tarafından duyulma ihtimali üzerinde dü$ünmek oldukça akıllıca; yüksek sesle edilen yeminlerin ki$i üzerinde kurduğu baskıyı dü$ünmek gerek. azıcık gerçek olmak lazım, $arkı söylemek lazım. $a-la la la la.

hallelujah!

tashih: (bkz: ülkücüye bok atmak)

internette laf sokma kolayciligi

wereyda
klavye delikanlılığı olarak da bilinegelen durum.

i$in aslı $udur ki;
buradan belli görü$ler belirtirken dozaj bazen yükseliyor ve ki$i de kendi limidini a$tığını hissediyor ama ben buna kar$ı değilim. eğer sözlük diye bir yer kurulduysa, eğer sözlük kendi medya alanını yaratabilme melekesine sahip bir sanal olgu/olu$um ise ve o sözlük, ancak oradaki yazarların dü$üncelerini ve söylemlerini aktarabilme yetisine göre anlamlanıyorsa, sözlük zaten kendi yazarına "ba$kalarına fütursuzca soku$turma hakkı"nı kendi vermi$tir demektir. bunda itiraz edilecek bir yan görenler ise ancak simsiyah bir duvara bakarak beyaza ağlayanlar olabilirler ki netekim herkes burada kendi bireysel mastürbasyonunu ve ejakulasyonunu zigonsuz, katalizörsüz ve aracısız ya$ıyor. ben uyuz olduklarıma söverken sözlüğe $ükretmiyor değilim. gelsinler yüzlerine de söylerim. nüans mı? birini okur, diğerini duyarlar. dürüstüm. piçim.

umdüğünü bulamamak

wereyda
derin mevzu.
gelecek beklentilerinin kerhen inhibite edilmesi ve umutlarda lipomlara rastlanması durumu.

bu bir amadeo modigliani tablosu olmadığına göre, konuyu enine boyuna ele almak gerekmekte öncelikle. sözöncesi; her $ey, insanın bir $eyler ummayı öğrenmesiyle ba$ladı. insan ummayı ve bu sayede kendine hipnoz uygulamayı öğrendikten gayrı, kandırmayı ve yalanı da ke$fetmi$ oldu. kalp kırıklığını, hayâl kırıklığı ile bağda$tırdı neden sonra. yanlı$ları ve kötüyü, acı tecrübeler olarak tanımladı ve döngüye tam bu noktada entegre oldu: artık o da kırabiliyor, incitebiliyor, umulanlara umarsızlıkla yakla$mayı biliyordu. üzülürken olduğu gibi, üzerken de dublör kullanmıyordu.

öğrendi insan; ummak ve bulamamak karde$ti ve karde$ler elbet bulu$urdu. evet.

herkesten nefret ettigini anlamak

wereyda
herkesten nefret etmek`ten farklıdır.
kusursuz giden hayatta birden ortaya çıkan minik problemlerden ötürü gerçekle$en bir sezi değil, aksine; tüm saniyelerin uzun ölçekli analizi neticesinde ortaya çıkan, "tiksiniyorum ulan hepinizden ve her $eyden!" reaksiyonunun beyinde uyardığı impulstur bu.

uyanırsın. yüzündeki çapakları temizler, bilumum i$lerini yapar ve sokağa, yani; o çok sevdiğin insanların, o çok sevdiğin metaların bulunduğu "dı$arı"ya yönlenirsin. sürersin kendini. her gün bir diğerinin aynısı, her konu$ma rutin, her hareket mekanik, her söz default, her davranı$ kopya. aslında deği$se de bu seni tatmin etmeye yetmeyecek, bilirsin. ama yine de umut; yine de dudaktan dökülen bir "ya umutlar biterse?" serzeni$i, kımıltısız deği$kenlerin ardıllıklarından bunalarak öz`e rücû etmenin zorla$ması, siyaset, ekonomi, globalle$me, ısınmalar, soğumalar, safi yurtiçi hasıla rakamları, bir paket sigara -cepte!-, ıslatılmı$ saçların kurumasıyla aldığı o amorf hâl, birbiri ardına gelen telefonlar, soğuk oda, kalorifer peteğinin üzerindeki sümüklü peçete, sapı dahi lekelenmi$ kahve bardağı, azalan sevgiler, yıpranan hisler, dü$lerin erimesi gün be gün, ân be ân kaçan güne$, tırnak aralarındaki kirler..

yeknesaklığın çekilmezliğinde sığınılacak limanlar: kitaplar.. birkaç bisküvi atı$tırırsın sonra, aklına gelenlerle aklından gidenlerin muhasebesini yaptığın mizan çatlar santrasından, hayat üzerinde bir faydır nefret; kırılır, sallandırır seni sonra.

sonra yeniden anladığını unutursun. bakarsın: deği$en hiçbir $ey yok.

azalmak

wereyda
menfi durumları entry dı$ına iterek açıklarsam, taraflı ve aynı zamanda da kendi ilgi alanımı aydınlatma derdinde olursam $öyle derim ki;
artmak isterken giderek daha da azalmak, küçülmek büyüme ate$iyle kavrulurken, çevreyi geni$letirken yarıçapı arttıramamak berbat bir olay/his.

keskin bir miyasmanın mütemadiyen eprittiği bir ruh giysisi içinde duygusal hematomlara gark oluyor insan ki$i. çevresel mesajların toplandığı poste restante’ı kırmak istiyor çoğu sefer, zamandan ve mekândan sıyrılmak arzusu sarıyor onu ve azalmaktan korkmaya ba$lıyor. korku boyut deği$tirip de bireysel bir çatı$maya dönü$tüğünde ise azalma korkusuyla kat be kat daha çürümeye ba$lıyor insan olan.

azalmak, potansiyelin yitimiyle de ba$ gösterebilen kanamalı bir hastalık. duygusal yollarla bula$ıyor.

günün nasıl geçti bey

wereyda
(toplumun monomeri olan aile için "eve ekmek getiren" her zaman erkek olmu$tur. deği$en dünya düzeni ve geli$en teknoloji ile birlikte üretimde kadınların da erille$mesi ve söz sahibi olması, devamında aktif sermayeyi ve fütursuz tüketimi getirdiğin midir bilinmez, standart türk kadınını kafalarda "kadın" olarak belirleyen çe$itli kriterlerin ve ba$lığa da konu olan o teslimiyetçi ve sadık davranı$ örüntülerinin deformasyona uğraması gibi bir nostaljik sorunla kar$ı kar$ıya kalmamıza neden olmu$tur.)

e$i ve çocukları için saçını süpürge eden "bildik" anne`dir i$te bu sözün sahibi. -gecikmi$ tanım-

eski, oldukça kürdili hicazkâr bir sözcüktür. eskiye duyulan özlemin tarifi akıllarda bir bo$luk olarak kalacak ve asla hakettiği valöre kavu$amayacaktır. anne, baba`dan farklı ve fazla olarak bir yönetici molekül, bir toparlayıcı unsur olarak aile denen kadronun liberosudur amma hayatla yapılan maçta baba da santrfor olarak golü atmak ve "önündeki maçlara bakmak" durumundadır. sabah ba$layan idman, ak$ama kadar sürer ve günlerin günlere katar olmasının sonunda maç günü gelir. "ay ba$ı" olarak bildiğimiz bu gün aile e$rafı için hayatî ehemmiyet ta$ır: baba o gün attığı golleri sayar ve her birini ailesine adadığını söyler. hayat negsel vapurlar filan, gibi bir durum değildir ama yine de herkes mutludur.

-gelgelelim ve tarzı deği$tirelim-

i$te,
"eski"den annelerimiz böyle diyorlardı babalarımıza, yorgun argın ve kan ter içinde eve dönmü$ olan o dev adamın önüne koyarken çorbasını. bir kayıp değer, belki bir hasret figürüdür amma yine de mazi kalbimde bir yaradır ağalar. "güzeldi be anasını satayım" demiyor muyuz $imdilerde; siz, hiçbiriniz hatırlamıyor musunuz bu sözü, "bey"lerin gününü nasıl geçtiğini anımsamıyor musunuz, hepiniz mi beyfendi hanfendi oldunuz?
bileğine taktığı filesinin içindeki iki tane birası ve 100gr tuzlufıstığıyla bireysel savurganlık hakkını maksimize eden babaların günleri nasıl geçer; anneler bir tül perdeye sinmi$ ölü sarı sigara dumanını temizlemek için parmaklarını tahri$ ederken yayvan leğenlerde, biz hep biraz "bana $u kırmızı arabayı alsana baba!" diyerek bakan gözlerimize uykusuzluğu alı$tırırken.. biz çıtalılarımızın bobinine biraz da "imkansızlıklar" ekleyerek bakarken yeni doğan günlere,

sorar mı hala sizin de anneniz,
"günün nasıl geçti bey?" diye...

dinsiz

wereyda
ateistlere, deistlere ve tanrı eksenindeki hususları tartı$anlara diyorlar ya bunu çok gülüyorum ben..
dinsiz kelimesini bir ba$kası için söyleyen adamın alelâde bir andaval olduğunu anlamak için eğitimli olmak $art değil..

ne demek -ulan- dinsiz?
semavi dinler, hint dinleri, batı dinleri vs`ye ek mahiyetinde; kabile inanı$ları, öğretiler ve dogmalar varken, üstelik insanın içindeki tapınma içgüdüsü hüdayinabit bir co$kunluk emaresi iken birine dinsiz demek kesinkes mallıktır cicim benim..

ineğe tapıyor hintli sargun: neresi dinsiz?
ate$e tapıyor zerdü$tüm: böyle buyurmu$ zaten bir yerde!
maskların kutsiyetine inanıyor inka`lı pedro: palyaço makyajı mı $imdi bu sürdüğü?
bir dine mensup olmak, sadece o dinin gereklerini yerine getirmekle sağlanıyor olsaydı cukkalı ahmet hoca mesih olurdu!

-iblis`ten sms bekliyorum, döneceğim-

ho$; din neden vardır bu zaten ba$lı ba$ına bir konu: gökten dü$en 4 kitabı ü$üdüğünden yakanlar olsaydı ne olurdu?

turgut uyar

wereyda
turgut uyar,

içimdeki charles milles manson..

küçükparmakkapı sokak`ın önünde bir arkada$ımı bekliyordum.
parmakları kesilmi$ eldivenlerin sigara içenlere kolaylık sağladığını öğrendiğim ya$taydım. meftun olmaya alı$maya ba$ladığım zamanlardan biri olduğunu dü$ündüğümdendir ki, önümden geçen ve rüzgarın darbesiyle ka$kolu boğazının soluna doğru dü$mü$ olan kumral kızın gözbebeklerine doğru deruni bir glans yolladım ancak o, reaksiyon vermemeyi tercih etti. takmadım elbet. hani bazen insan a$ık olmak ister ya, kalbini pır pır ettirecek minik heyecanların pençesine dü$mek için kasar; susar ya en konu$acağı yerde, tam o ya$taydım. saate baktım. 45 dakika gecikmi$ti. poetika cafe`nin aurası beni çağırdı o ân. girdim. uzun beyaz saçlarını yele olarak nitelendirebileceğim heybetli bir adam yakınıma geldi ve bana, "çay içer misin dostum?" dedi. tırstım ama kabul ettim. sonrası malum edebiyat payla$ımları : yazarlar, $airler, ele$tirmenler, muharrirler derken konu her zamanki gibi benim ve kar$ımdaki efsunlu adamın favorilerine geldi.
ben;
nazım hikmet ran, edip cansever, sunay akın, küçük iskender, paul eluard, rabindranath tagore, cemal süreya, can yücel, nevzat çelik, yılmaz odaba$ı, murathan mungan, akgün akova falan derken adamın söylediği isimle irkilmem ve daha sonra ona, "evet ben bu ismi bir yerden hatırlıyorum!" demem ve ardından o isim hakkında uzun uzun konu$an adamın göğe bakma durağı demesi ile dudaklarımdan çıkan harbi bir "hassiktir!" ile doğrulmam, yani bu bahsettiğim olay örgüsü ile aklıma kazınan ismin turgut uyar olu$u ile kendime küfretmem, sığlığıma rücu etmem, komplekslerimden arındırdı beni..

göğe bakma durağı demi$ bir adamın, kaçak ya$ama yergisi gibi bir $iiri yazabilmi$ bir adamın, hızla geli$ecek kalbimiz diyebilmi$ birinin varlığını geç farkettiğim için kendimi asla affetmedim.
munis bir kedi gibi hayalbaz, gözya$larından ta$an akvaryumunun zemininde yoga yapan japon balığı kadar mazo$ist, kulağını kesen van gogh`un siklameni kadar da betimlenmeye müsait bir canlı formu halinde, yağmur yemi$ ortancalarına baktım bahçemizdeki.. yeat s grave çalıyordu, odamda hüzün değil de hınç ve öfke vardı. evet kendimi affetmeyecektim, evet salak olacak ya$taydım, evet akd-i mebhusunanh`a sadıktım ama yine de geç kalmı$ sayılmam diyerek turgut babanın $iirlerinin içine attım kendimi. tuzlu bir yutkunma, buruk bir tad hissediyordum ama;

bahçeye çıktım. bulduğum tüm çiçekleri kopardım.

incitme ihtiyaçi

wereyda
inciterek incinmekten kurtulmak ihtiyacının, toplumsal düzleme yansıması durumuna tekabül ediyor bu. kendisiyle barı$ık olmayı geçtim; kendisiyle "bakı$ık" dahi olamayan birey, desteksiz ve negatif olarak ko$ullan(dırıl)mı$ his ve fikir yumaklarıyla kar$ıdakinde nedbeler olu$turma gayretinden vazgeçmekten korkuyor aslında. zifos olarak, "acı hatıralar" olarak, kenarlarına jilet yerle$tirilmi$ kanlı bir bumerang olarak dönmek istiyor kanattığı ki$iye. kanattığı hep kanasın istiyor çünkü, dummkopfluktan caymak istemiyor ve en insan yerleriyle yaklaşıyor ileride hortlayacağını kestiremediği kederlere, dertlere.

-hedef bölge seçilir ve darbeler etkinle$tirilmeye ba$lanır. o halis tahtel$uur sanrıları semptomatik olarak belirir anlakta ve sadizm, mazo$izmden beslenerek adrese kitlenir. bulgulandırılamayan bir $ekilde tezahür eder bu ihtiyaç, oldukça insanîdir; som balıklarının o çözülememi$ zıplamaları gibi, doğum esnasında aktarılmı$ iptidai güdümlenmelerden ibarettir ama neticede yaralayıcıdır. yaralamak insanî olduğu kadar da inciticidir bu esnada. (`bu esna`yı asla çözemedim.)-

gereksinimlerin giderilmesinin ardından bir rahatlama hissiyatı uyandırmıyorsa eğer bu zapt, inciten, incinen olur. incitmek, eski bir ihtiyaç.

umutla yaşamak

wereyda
yıldızların, kasaba $eriflerinin yaka kartı olarak kullanıldığı bir çağda eğer hâlâ umutla ya$amayı bilen insanlar varsa $u yazdıklarıma değiyor demektir, evet. (sırlı bir steno dola$ıyor kelimelerin altında..)

göreli bir kavram umut elbette; basit tanımı ise: bulunduğu durumun göreli vehametinden sıyrılması amacı ile ki$inin kendine uyguladığı terapi. dine bağlılığı ve inancı çok kuvvetli olmasa da, tanrı`nın varlığını zaman zaman kendi aklında çözümleyemese ve $üpheye de dü$se insan, yastığına dayadığında ba$ını, "her $ey daha iyi olsun tanrım!" diyor ise, orada "umut=tanrı" oluyor sanırım. benim klasik umut tanımımla sizinkinin bağda$mıyor olduğunu söylerseniz sizi ayıplarım: paragraf ba$ında `göreli` diyorum değil mi..

`hayat nasılsa geçiyor` diyebilmenin o yapı$kan kolaylığını konudan uzakla$tırıyorum hemen. sadece gereksinimlerin kar$ılanması ile ya$amın idame edilmesi sağlanabilseydi sait faik kalkıp da `dünyayı güzellik kurtaracak!` demezdi sanırım. yani.. kötü giden bir $eyler var, düzensizliğin düzenini düzen bir $eyler yani.. "düzelecek!" diye dü$ünmek de umutla ya$amak oluyor i$te. karanlığın di$siz ve kör ağzına sıkı$sa da bazen ruh, ferahlamak için pencereyi açıp gökyüzüne, yani aydınlığa bakma ihtiyacını buluyor derinlerinde. karın bo$luğundan mistraller geçiyor, daralıyor insan; nefessizle$ip, kıvranıyor : her $ey insanlar için.
cabadan, rafadan ya da havadan; netice itibariyle mütemadiyen `umutla ya$amak`la i$tigal insan.

a$kla da cedelle$iyor i$te o umut almaçları.

`hazır a$ktan laf etmi$ken` ;

umutluyum lan.

15 /

neden bekliyorsun?


bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?

üye ol