beklenilenden kısadır kimi zaman. yürekleri iyilikle dolu, ’yalnız’ insanlardır telefon sapıkları. hiçbir zaman anlaşılamamış insanlardır.
her hafta toplanıp yaptığımızı yapacaktık, biraz gülecek, eğlenecek ve telefon ile birilerini şakalayacaktık. asla küfür etmez, son derece güzel konuşurduk, hepimiz terbiyeli birer sapıktık.
telefonla milleti arıyor, ara kazan yarışmasından arıyoruz, soracağımız beş soruyu bilirseniz, büyük ödül sizin olacak diyerek telefondakini elimizin altına alıyorduk, genelde tav oluyorlardı hemen.
+ tamam yarışcam
- o halde sorunuz geliyor.
* zebranın kaç tane kalbi vardır?
- üç müydü iki galiba.
böyle absürd cevaplar geldikçe deli gibi gülüyorduk, sıçarcasına gülenler bile vardı, hele sapıklığı yapanın ağzını tutması hep profesyonellik isteyen davranıştı.
+ bir insanın midesi kaç odalıdır?
- dört oda bir salondur.
+ ahuhaha
- ne biçim soru lan bu?
+ hiç yaaa.
- siktirin gidin aa.
inanmayanlar da olurdu tabi böyle, önemli olan ciddiyeti bozmamaktı, sesinizin tek kıkırdaması karşınızdakini kuşkulandırabilirdi.
sesiniz ne kadar iyi olursa, karşıdakine o kadar güven verirdi, hatta yalvaranlar bile olurdu.
+ malesef bilemediniz.
- abi bi soru daha be, bi şans daha lütfen.
+ hayır üzgünüz.
- abi ne olur be..
öyle böyle derken yarışma işinden sıkılmıştık, daha ileriye gitmek istedik, ilk önce 3 komşunun evinin önüne taksi çağırdık, gelen taksiciler mal mal biribrlerine bakıyorlar, allah allah diyerek iç geçiriyorlardı, bi süre sonra çok sinirlendiler, bulsalar ebemize bineceklerdi...
ondan sonra pizzacı, lahmacuncu derken işin bokunu iyice çıkarmıştık, gelen herkes küfrederek geri dönüyordu, sonunda akıllının biri itfaiyeyi arayarak oha dedirtecek bir şey dedi, abi yanıyoruz!
sokağa 2 tane itfaiye arabası geldi, ama sokakta ne alev ne de duman vardı, sinirlenen itfaiyeciler polisi arayarak yanlış bildiri geldiğini söyledi, iki de polis arabası geldi, götümde 50 tane uçuk çıkmıştı...
polisler şak diye buldular bizi, buradan aramışlar diye, ulan gurur duydum şerefsizim türk polisiyle, ama sonra hepimizi tokatladılar, olsundu, haketmiştik, insanların duyguları ile oynadık, ümit verdik.
boş hayallere kapıldılar, karşısındakilerin iğrenç çocuklar olduğunu bilmeden..
o günden sonra bir daha hiç toplanmadık, arkadaşın biri polis olacak zaten artık, ben ise arada bir hala milleti ararım, naber lan? der, kapatırım.
itfaiye mi? çölün ortasında güneşten cayır cayır yanan akbaba bile olsam aramam artık, arayamam.
sikik bir yaz gününde ailemle oturmuş sabah kahvaltımı yapıyor, zorla yumurtanın beyazını ağzıma sokan ebeveynlerime hakaretler yağdırıyordum, amacım bir an önce kahvaltımı yapıp dışarıya çıkmaktı, sokakta tüm çocuklar toplanmıştı bile, kesinlikle çıkmam şarttı.
yalvara yakara, ağlaya sızlaya izini koparmıştım, yumurtanın beyazını yemek zorunda değildim artık, özgürce dışarıda oynamanın vakti gelmişti. annem arkamdan, çok ararsın bunları askerde yılan yerken! diye anırmaya devam ediyordu, daha küçücük bünyeme askerlik psikolojisini aşılamaya başlamışlardı bile, neyse ki hemen uzaklaşmıştım evden...
dışarı da kimler yoktu ki?! yancı adem, arap ilker, ayı şükrü ve
deli gökhan! evet gökhan bizim mahalleye oynamaya inmişti, annesi ve babası evde kuduran gökhanı sürekli olarak balkona bağlarlardı, azgın gökhan ipleri koparır balkondan atlar, yine kaçardı o evden. karşımda onu görünce feci şekilde tırsmaya başlamıştım, nitekim ne zaman onunla oynamaya kalksam yara alan hep bendim!
daha merhaba arkadaşlar der demez deli gökhan, hadi dopunu getirde dop oynayalım ehehe deyiverdi, hayır diyemezdim çünkü oracıkta top diye oynardı benimle, bende şartsız koşulsuz babamın bana doğum günümde aldığı futbol topunu oynamak için çıkardım, daha 3. dakika da topu bir apartmanın çatısına diken gökhan, ırzıma geçmişti bile. top bir daha aşağı düşmemişti, öyle bir koymuştu ki bu bana, küçükken topunu inşaata kaçıran dj ercikten bile beter hale gelmiştim, ağlamak istiyordum.
akabinde, ağlama lan hadi başka oyun oynayalım dedi gökhan, yine bir eşyama zarar verecek diye aklım çıkmıştı lakin o başka bir şey istedi, böcekleri ameliyat etmece oyunu! bu oyunu daha önce hiç duymamıştım ve bu gerizekalının söylediği şey bana ilgi çekici gelmişti, ilk defa gökhanın dediği şeyi yapmak istiyordum. hemen bir karafatma yakaladı deli gökhan, ters yatırdık böceği bulduğu kürdan gibi bişeyle karnını yardı gökhan, içinde ne varsa çıkmıştı, bağırsaklarını bir tarafa diğer organalrını bir tarafa ayırıyorduk, çok eğlenceliydi!
solucan, karınca hatta kertenkele derken deli gökhan kendinden geçmişti, tam kedilere saldırmaya başlayacakken abartma gökhan! dedim, neden dedim bilmiyorum, demez olaydım, allah kahretsindi de o lafı demeseydim, kedileri korumanın bedelini ağır ödeyecektim...
sinirlenen gökhan kediyi açmak için kullanacağı çubuğu götüme sokmaya niyetlenmişti bile, boğazımdan tuttuğu gibi yere yatırdı beni, diğer iki çocukta kollarımdan tuttu, tam tecavüz havasına girmiştik, uzaktan görenlerin ırzıma geçtiklerini düşünmesi anormal olmazdı.
çubuğu karnıma bastırarak ağzımı açtıran gökhan, eline aldığı çekirgeyi zorla dilimle buluşturmaya çalışıyor, o iğrenç şeyi midemle baş başa bırakmak istiyordu, ağlamam ve sızlamam hiçbir işe yaramıyor, kimse dönüpte bu çocuklar ne yapıyor? demiyordu. çubuğa tekrar karnıma batıran gökhan acıdan hugonun mağarası gibi açılan ağzıma çekirgeyi salıvermişti, hoplaya hoplaya yemek borumdan süzülen çekirge midemle büyük buluşmayı gerçekleştirmişti, deli gökhan yine ebemi sikmişti.
o gün ağlayarak eve koşmuş deli gibi kusmuştum, bu iğrenç ötesi şeyleri yapan deli gökhana bildiğim tüm küfürleri etmiş anca arkasından atıp tutmuştum. bu çocuktan kurtulmak için tanrıya günlerce dua etmiş, tanrıya olan borcumu bir şekilde ödemek için ise yumurtanın beyazını afiyetle mideme indirmiştim...
ve bir daha kedileri korumamaya yemin etmiştim, ne zaman kedi görsem o gün aklıma gelir, kediye bir terlik atar, hiç utanmadan da geri isterim.
yalvara yakara, ağlaya sızlaya izini koparmıştım, yumurtanın beyazını yemek zorunda değildim artık, özgürce dışarıda oynamanın vakti gelmişti. annem arkamdan, çok ararsın bunları askerde yılan yerken! diye anırmaya devam ediyordu, daha küçücük bünyeme askerlik psikolojisini aşılamaya başlamışlardı bile, neyse ki hemen uzaklaşmıştım evden...
dışarı da kimler yoktu ki?! yancı adem, arap ilker, ayı şükrü ve
deli gökhan! evet gökhan bizim mahalleye oynamaya inmişti, annesi ve babası evde kuduran gökhanı sürekli olarak balkona bağlarlardı, azgın gökhan ipleri koparır balkondan atlar, yine kaçardı o evden. karşımda onu görünce feci şekilde tırsmaya başlamıştım, nitekim ne zaman onunla oynamaya kalksam yara alan hep bendim!
daha merhaba arkadaşlar der demez deli gökhan, hadi dopunu getirde dop oynayalım ehehe deyiverdi, hayır diyemezdim çünkü oracıkta top diye oynardı benimle, bende şartsız koşulsuz babamın bana doğum günümde aldığı futbol topunu oynamak için çıkardım, daha 3. dakika da topu bir apartmanın çatısına diken gökhan, ırzıma geçmişti bile. top bir daha aşağı düşmemişti, öyle bir koymuştu ki bu bana, küçükken topunu inşaata kaçıran dj ercikten bile beter hale gelmiştim, ağlamak istiyordum.
akabinde, ağlama lan hadi başka oyun oynayalım dedi gökhan, yine bir eşyama zarar verecek diye aklım çıkmıştı lakin o başka bir şey istedi, böcekleri ameliyat etmece oyunu! bu oyunu daha önce hiç duymamıştım ve bu gerizekalının söylediği şey bana ilgi çekici gelmişti, ilk defa gökhanın dediği şeyi yapmak istiyordum. hemen bir karafatma yakaladı deli gökhan, ters yatırdık böceği bulduğu kürdan gibi bişeyle karnını yardı gökhan, içinde ne varsa çıkmıştı, bağırsaklarını bir tarafa diğer organalrını bir tarafa ayırıyorduk, çok eğlenceliydi!
solucan, karınca hatta kertenkele derken deli gökhan kendinden geçmişti, tam kedilere saldırmaya başlayacakken abartma gökhan! dedim, neden dedim bilmiyorum, demez olaydım, allah kahretsindi de o lafı demeseydim, kedileri korumanın bedelini ağır ödeyecektim...
sinirlenen gökhan kediyi açmak için kullanacağı çubuğu götüme sokmaya niyetlenmişti bile, boğazımdan tuttuğu gibi yere yatırdı beni, diğer iki çocukta kollarımdan tuttu, tam tecavüz havasına girmiştik, uzaktan görenlerin ırzıma geçtiklerini düşünmesi anormal olmazdı.
çubuğu karnıma bastırarak ağzımı açtıran gökhan, eline aldığı çekirgeyi zorla dilimle buluşturmaya çalışıyor, o iğrenç şeyi midemle baş başa bırakmak istiyordu, ağlamam ve sızlamam hiçbir işe yaramıyor, kimse dönüpte bu çocuklar ne yapıyor? demiyordu. çubuğa tekrar karnıma batıran gökhan acıdan hugonun mağarası gibi açılan ağzıma çekirgeyi salıvermişti, hoplaya hoplaya yemek borumdan süzülen çekirge midemle büyük buluşmayı gerçekleştirmişti, deli gökhan yine ebemi sikmişti.
o gün ağlayarak eve koşmuş deli gibi kusmuştum, bu iğrenç ötesi şeyleri yapan deli gökhana bildiğim tüm küfürleri etmiş anca arkasından atıp tutmuştum. bu çocuktan kurtulmak için tanrıya günlerce dua etmiş, tanrıya olan borcumu bir şekilde ödemek için ise yumurtanın beyazını afiyetle mideme indirmiştim...
ve bir daha kedileri korumamaya yemin etmiştim, ne zaman kedi görsem o gün aklıma gelir, kediye bir terlik atar, hiç utanmadan da geri isterim.
küçüktüm, her ay bir balık öldürür sonra yenisini isterdim, ama bu ölümleri bilerek değil severek yapardım, yani demek istediğim severken öldürürdüm.
bir keresinde havaya attığım balık ampüle çarpınca ızgara olup öldü, o anı hiç unutamam, tek istediğim babamın beni havaya atıp tuttuğu gibi bende balığıma baba şevkati gösterip havaya atıp tutmaktı ama fazla atınca oluyor böyle şeyler. yine günlerden birgün bir balık arkadaşı voleybol oynamak sureti ile koltuktan koltuğa attım, akabinde balık ölmedi!
ertesi sabah öldü..
balıkları çok seviyor, onlarsız olamıyordum, elime alıp mıncıklamasını sevdiğim başka hiç bir hayvan yoktu, fazla mıncıklanınca parmağının içine girdiği türden..
balıkları severken akıl almaz işkenceler yapmaya devam ediyor, iğrenç bir çocuk edasına bürünüyordum. akvaryumun içine ne varsa atıyordum, akvaryumdaki süs taşlarının içine balığı gömüyor, kaç saniye dayanacak diye bekliyordum, inanılır türden şeyler değildi..
lakin kendi yaptığım şeyler anlamsız olsa da kendim yaptığım için bana acı vermiyordu, üzülmüyordum balıklara, hemen gidip bir tane daha aldırıyordum nasıl olsa...
bir sabah kalktığımda herşeyin değişeceğini bilemeden...
evet o sabah gelmişti, yüzümü ahenkle yıkıyor bir an önce balığımla oynamaya gitmek için sabırsızlanıyordum, içeriye amerikan futbolcusu edasıyla daldım, gözümü kadir inanır bakışı ile akvaryuma diktim, robin williams gibi yürümeye başladım, ve o jude law gibi olmuş balığı gördüm..
bembeyaz kesilmişti, gözleri şişkin, ağzı açık, ağzından çıkan beyaz sarkıntılar, şişmiş bir gövde.
yırtınırcasına ağlamaya başladım, bunu yapan insan olamazdı...
ben ağlarken arkamdan kiki iki riki şeklinde gülen bir cisim belirdi, kız kardeşimden başkası değildi bu, niye gülüyorsun lan? dedim. senin balığının ağzını yapıştırmak istedim ama tüpün ucu tam girince hepsini içine boşalttım, dedi..
o an neye uğradığımı şaşırmıştım, bunca yıllık işkenceci ben kardeşimin yaptığı işkenceden dolayı titriyor, adeta kalbimin acısını götümde hissediyordum, böyle canilik görmemiştim...
uhu ile balığı katleden bir kardeşe sahiptim artık, birgün bizim ağzımıza da bali dayayabilecek bir kardeş, bir balığın ölümünü soğuk kanlılıkla anlatıp, üstüne gülen bir kardeş..
balığımı saksıya gömmüştüm, o günden sonra balık görmeye dayanamadım, belki bu bana bir ders olmuştu onları korumak adına, ama bu işkenceden sonra bir daha asla balık beslemedim..
hala uhu görünce tiksinir ve o olay aklıma gelir, bi japon balığının ağzına tüp sokmayı başarabilen kardeşimi tebrik ederim, hatırladıkça neden japon yapıştırıcısı kullanmadın diye de akıl veririm..
bir keresinde havaya attığım balık ampüle çarpınca ızgara olup öldü, o anı hiç unutamam, tek istediğim babamın beni havaya atıp tuttuğu gibi bende balığıma baba şevkati gösterip havaya atıp tutmaktı ama fazla atınca oluyor böyle şeyler. yine günlerden birgün bir balık arkadaşı voleybol oynamak sureti ile koltuktan koltuğa attım, akabinde balık ölmedi!
ertesi sabah öldü..
balıkları çok seviyor, onlarsız olamıyordum, elime alıp mıncıklamasını sevdiğim başka hiç bir hayvan yoktu, fazla mıncıklanınca parmağının içine girdiği türden..
balıkları severken akıl almaz işkenceler yapmaya devam ediyor, iğrenç bir çocuk edasına bürünüyordum. akvaryumun içine ne varsa atıyordum, akvaryumdaki süs taşlarının içine balığı gömüyor, kaç saniye dayanacak diye bekliyordum, inanılır türden şeyler değildi..
lakin kendi yaptığım şeyler anlamsız olsa da kendim yaptığım için bana acı vermiyordu, üzülmüyordum balıklara, hemen gidip bir tane daha aldırıyordum nasıl olsa...
bir sabah kalktığımda herşeyin değişeceğini bilemeden...
evet o sabah gelmişti, yüzümü ahenkle yıkıyor bir an önce balığımla oynamaya gitmek için sabırsızlanıyordum, içeriye amerikan futbolcusu edasıyla daldım, gözümü kadir inanır bakışı ile akvaryuma diktim, robin williams gibi yürümeye başladım, ve o jude law gibi olmuş balığı gördüm..
bembeyaz kesilmişti, gözleri şişkin, ağzı açık, ağzından çıkan beyaz sarkıntılar, şişmiş bir gövde.
yırtınırcasına ağlamaya başladım, bunu yapan insan olamazdı...
ben ağlarken arkamdan kiki iki riki şeklinde gülen bir cisim belirdi, kız kardeşimden başkası değildi bu, niye gülüyorsun lan? dedim. senin balığının ağzını yapıştırmak istedim ama tüpün ucu tam girince hepsini içine boşalttım, dedi..
o an neye uğradığımı şaşırmıştım, bunca yıllık işkenceci ben kardeşimin yaptığı işkenceden dolayı titriyor, adeta kalbimin acısını götümde hissediyordum, böyle canilik görmemiştim...
uhu ile balığı katleden bir kardeşe sahiptim artık, birgün bizim ağzımıza da bali dayayabilecek bir kardeş, bir balığın ölümünü soğuk kanlılıkla anlatıp, üstüne gülen bir kardeş..
balığımı saksıya gömmüştüm, o günden sonra balık görmeye dayanamadım, belki bu bana bir ders olmuştu onları korumak adına, ama bu işkenceden sonra bir daha asla balık beslemedim..
hala uhu görünce tiksinir ve o olay aklıma gelir, bi japon balığının ağzına tüp sokmayı başarabilen kardeşimi tebrik ederim, hatırladıkça neden japon yapıştırıcısı kullanmadın diye de akıl veririm..
bu yaz gidemediğim, içimde derin yaralar açan memleketim, mükemmel bir yerdir, aynı zamanda tatil yöresidir, bir egeden eksiği yoktur ama nedense ege taraflarına göre daha az ilgi çeker, lakin bir kere gelen ve havasını içine çeken kolay kolay bırakamaz tekirdağı. şarköy ve müreftede ayrıca güzel yerlerindendir, sessizlik ve huzur için lakabı küçük istanbul olan mürefte tercih edilebilir.
93 ya da 94 yılı, babam deli bir robot almış, ne zamandır istiyordum, çıldırmış gibi sevinmiştim, robot ingilizce bir şeyler söylüyor, sağa sola dönebiliyor, ateşli silah sesleri çıkartabiliyordu, boyu da hayvan gibiydi, o yıllarda alınabilecek en güzel şeydi belki de...
o sabah kalkıp onu gördüğümde benden mutlusu yoktu, bütün gün onunla oynuyor, hatta dediklerini falan tekrarlıyordum, pilini dahi bitirip ikinci pilleri takmıştım, bir saniye kapatmıyordum, canlı yerine koymuştum onu, japonlara göre boktan bir şey, bana göre asimo gibiydi şerefsizim.
sonra telefon çaldı, kuşumu öldüren orospu çocuğu vardı, deli gökhan.
yine bize geleceklerdi, kuşumun gözümün önünde kafasını koparmış elime vermişti, böyle bir piçti ve ne yazık ki benden 2 yaş büyüktü.
bunun geleceğini duyunca robotomu saklamam gerektiğini düşündüm, canlı bir şey de olmadığından bu sefer ses çıkartıp ele vermez kendini dedim, üstünü güzelce örttüm, dolabımın en ücra köşesine yerleştirdim, aslında ayrılamıyordum ondan ama deli gökhan vakası işte, zorla da olsa öperek koydum dolaba, ve içeri geçtim.
akşam olunca geldi bu ibneler, oturmuş güzel bir dizi izliyorduk ailecek, bu şerefsiz gelir gelmez -red kiiiiiiiiiit istiyoooom! diye bağırmaya başladı, izlediğim diziden de olmuştum, gece vakti çizgi film veren kanalın amına koymak istedim, sonra vazgeçtim, çünkü bu piç oturup çizgi film izliyordu, yerinden kalkmıyordu en azından.
onu izlerken bile rahat durmuyor, her güldüğünde bir tane de bana çakıyordu, suratım perşembe pazarına dönmüştü şerefsizim, babamlar içki masasında kafayı bulmuş, birbirlerine atıp tutuyorlardı, bende onları dinleyip vay amına koyim diyordum.
red kit bitince bu piç direk beni odama soktu, benim odama o beni sokuyordu buna hiç anlam veremedim, yat yere dedi, neden? deyince sen düldülsün dedi, ben sen de bülbül müsün? demeye kalmadan yatırdı beni yere, üzerime bir oturdu ki, acı içinde bağırdım, ağlarsan seni gebertirim dedi, sonra sustum, annemler ne oldu? deyince de kazayla kafamı vurdum dedim, çok çaresizdim.
sonra beni bağladı sandalyeye, vurdukça vuruyordu, en azından robotumu görememişti, ama ben bi daha robotumu görebilecek miydim? o şüpheliydi. çünkü harbiden ömrüm azalmıştı, feci şekilde usanmıştım dövülmekten...
sonunda dayak atmaktan yoruldu, ben ise dayak yemekten yorulmuş halsiz bir şekilde oturuyordum, bana birden oyuncaklarını çıkar oynayalım dedi, ben ise hayır ulan diyecektim ki yemedi, al orda oyna dedim, bir süre sonra o oyucaklardan da sıkıldı, yarısını da kırdı zaten, olan onlara olsun diyordum, robotum benimleydi nasıl olsa.
ama sonra içerden öyle bir ses geldi ki ve ben bu çocuğun yanından kurtulacağım diye öyle sevindim ki...
lakin içeriye gittiğimde sesin çok şey anlam ifade etmediğini anlamıştım, annem bizi çağırmıştı yemek yemeye, tabi yemek yerken de robot aldıkalarını söylüyorlardı, o kadar yıkılmıştım, söylememelerini tembih etmediğim için kafamı yerlere vuracaktım, ah anne sen ne yaptın?
akabinde deli gökhan robotu görmek istedi çığlık çığlığa bağırdı, annemler zorla hadi gidip oynayın dedi, ne mi oldu? önce kolu koptu, sonra sesi bozuldu, ve içi söküldü, robotum paramparça olmuştu, aynı benim yüreğim gibi, yaşadıklarımı anlatamazdım, bu deli yüzünden gözlerimin önünde önce kuşum, şimdi de biricik robotum parçalanmıştı, daha alalı bir gün bile olmamıştı...
o gün annemi hiç affetmedim, evden kimse ile konuşmadım. ertesi yıl doğumgünüm de babaannem bana bir tane daha almıştı bana bundan, ama babamın ilk aldığı kadar sevinmemiştim nedense, onun tadı başkaydı, belki kaybettiğim için öyleydi, bilemem.
neyse ki artık çocukluğumun amına koymuş bu şerefsiz gökhanlarla görüşmüyoruz, nereden baksanız tam 10 senedir adını bile duymadım, görsem kesinlikle ağzına sıçarım, artık küçük çocuk yok ulan karşısında! bağlayıp döveceği, zaman zaman üstüne bineceği...
o sabah kalkıp onu gördüğümde benden mutlusu yoktu, bütün gün onunla oynuyor, hatta dediklerini falan tekrarlıyordum, pilini dahi bitirip ikinci pilleri takmıştım, bir saniye kapatmıyordum, canlı yerine koymuştum onu, japonlara göre boktan bir şey, bana göre asimo gibiydi şerefsizim.
sonra telefon çaldı, kuşumu öldüren orospu çocuğu vardı, deli gökhan.
yine bize geleceklerdi, kuşumun gözümün önünde kafasını koparmış elime vermişti, böyle bir piçti ve ne yazık ki benden 2 yaş büyüktü.
bunun geleceğini duyunca robotomu saklamam gerektiğini düşündüm, canlı bir şey de olmadığından bu sefer ses çıkartıp ele vermez kendini dedim, üstünü güzelce örttüm, dolabımın en ücra köşesine yerleştirdim, aslında ayrılamıyordum ondan ama deli gökhan vakası işte, zorla da olsa öperek koydum dolaba, ve içeri geçtim.
akşam olunca geldi bu ibneler, oturmuş güzel bir dizi izliyorduk ailecek, bu şerefsiz gelir gelmez -red kiiiiiiiiiit istiyoooom! diye bağırmaya başladı, izlediğim diziden de olmuştum, gece vakti çizgi film veren kanalın amına koymak istedim, sonra vazgeçtim, çünkü bu piç oturup çizgi film izliyordu, yerinden kalkmıyordu en azından.
onu izlerken bile rahat durmuyor, her güldüğünde bir tane de bana çakıyordu, suratım perşembe pazarına dönmüştü şerefsizim, babamlar içki masasında kafayı bulmuş, birbirlerine atıp tutuyorlardı, bende onları dinleyip vay amına koyim diyordum.
red kit bitince bu piç direk beni odama soktu, benim odama o beni sokuyordu buna hiç anlam veremedim, yat yere dedi, neden? deyince sen düldülsün dedi, ben sen de bülbül müsün? demeye kalmadan yatırdı beni yere, üzerime bir oturdu ki, acı içinde bağırdım, ağlarsan seni gebertirim dedi, sonra sustum, annemler ne oldu? deyince de kazayla kafamı vurdum dedim, çok çaresizdim.
sonra beni bağladı sandalyeye, vurdukça vuruyordu, en azından robotumu görememişti, ama ben bi daha robotumu görebilecek miydim? o şüpheliydi. çünkü harbiden ömrüm azalmıştı, feci şekilde usanmıştım dövülmekten...
sonunda dayak atmaktan yoruldu, ben ise dayak yemekten yorulmuş halsiz bir şekilde oturuyordum, bana birden oyuncaklarını çıkar oynayalım dedi, ben ise hayır ulan diyecektim ki yemedi, al orda oyna dedim, bir süre sonra o oyucaklardan da sıkıldı, yarısını da kırdı zaten, olan onlara olsun diyordum, robotum benimleydi nasıl olsa.
ama sonra içerden öyle bir ses geldi ki ve ben bu çocuğun yanından kurtulacağım diye öyle sevindim ki...
lakin içeriye gittiğimde sesin çok şey anlam ifade etmediğini anlamıştım, annem bizi çağırmıştı yemek yemeye, tabi yemek yerken de robot aldıkalarını söylüyorlardı, o kadar yıkılmıştım, söylememelerini tembih etmediğim için kafamı yerlere vuracaktım, ah anne sen ne yaptın?
akabinde deli gökhan robotu görmek istedi çığlık çığlığa bağırdı, annemler zorla hadi gidip oynayın dedi, ne mi oldu? önce kolu koptu, sonra sesi bozuldu, ve içi söküldü, robotum paramparça olmuştu, aynı benim yüreğim gibi, yaşadıklarımı anlatamazdım, bu deli yüzünden gözlerimin önünde önce kuşum, şimdi de biricik robotum parçalanmıştı, daha alalı bir gün bile olmamıştı...
o gün annemi hiç affetmedim, evden kimse ile konuşmadım. ertesi yıl doğumgünüm de babaannem bana bir tane daha almıştı bana bundan, ama babamın ilk aldığı kadar sevinmemiştim nedense, onun tadı başkaydı, belki kaybettiğim için öyleydi, bilemem.
neyse ki artık çocukluğumun amına koymuş bu şerefsiz gökhanlarla görüşmüyoruz, nereden baksanız tam 10 senedir adını bile duymadım, görsem kesinlikle ağzına sıçarım, artık küçük çocuk yok ulan karşısında! bağlayıp döveceği, zaman zaman üstüne bineceği...
sevgililer günü yaklaşıyordu, iki hafta önceden hediyemi almış gelmesini iple çekiyordum, hatta bildiğin takvime ip bağladım, öyle koparıyordum, kalkmak zor geliyor mna koyim, neyse.
mevsimler kışı gösteriyor, hava da hafif kar atıştırıyor, ağzımdan çıkardığım sıcak hava dalgasının nasıl soğuk havaya dönüştüğünü çıplak gözle seyir ediyordum, tam o an da şeyimde bir titreme hissettim, evet, sms gelmişti.
+ aşkitoooom sana çok güzel bi şey aldııım!
aman ne de güzeldi, bende sana aldım diyerek yolladım geri mesajı, benim hediyem gerçekten on numaraydı, çok para dökmüştüm şerefsizim, 200 dolarlık saat almıştım, hani beyazıtta ki tüm zencilerin saatlerini toplasan bu para etmezdi, o dereceydi mna koyim.
gel zaman git zaman sevgililer gününe 2 gün kalmıştı, o zamanlar liseye giden sevgili bünyem, sınıfta ahenkle dolaşıyor sizi gidi sefiller diye etrafa gözlerimle ayar veriyordum, sevgilisine en büyük hediyeyi almış kişiydim sınıfta, mesela osman limon kolonyası almıştı, mna kodumun fakiri.
kalkık götümle bitirdiğim bir haftayı tatille süsleyecektim ve pazar günü sevgililer günü olduğundan büyük buluşmayı gerçekleştirecektim, tören biter bitmez koşarak eve gittim, neden koştuğumu bilmiyordum, kapıyı açtım ve o şok olduğum acı anı beynimin en ücra noktaları ile görüntüledim.
+ oğlum bana ne almış böylee?!
hayır anne sana almadım, o sevgilimin sana niye alayım ki? demeyi isterdim, ama diyemedim, o gün annemin doğumgünüymüş ve ben bunu bilemedim. koluna taktığı saati konu komşuya gösteriyor, saati gören komşular çocuklarını arayıp, orospu çocuğu! diye küfrediyorlardı. annemin havası feci şekilde artmıştı mahallede, ben ise teyzeler tarafından kahraman gibi karşılanıyordum, anasına süper saat alan akıllı çocuk diye.
ve o gün. sevgililer günü. sonunda kapıma dayanmıştı, buluşma vakti saat 12 de idi ve ben de hediye adına en ufak bir şey yoktu, babannemin ördüğü dantallerden götürmeyi ve senin için ördüm demeyi bile aklımdan geçiriyordum, sonuçta el emeği hani kızların hoşlandıkları...
ergenliğin hat safhasında olan bünyemle fikir üretmeye koyuldum, cebimde sadece sinemaya ve mc donaldsa yetecek kadar para vardı, genç türkcell bile yoktu o zaman mna koyim, arayıp arkadaştan şifre isteyeceğim.. en azından bi menü parasıyla gül alır, bu güller senin için bu gönül ikimizin adlı nacizane parça ile uzatırdım, ama yoktu, yapacağım şey çok azdı, ve birden aklıma o hain plan geldi.
annemin yüzüğü
madem saati almıştı buna katlanacaktı, insan alınan hediyeyi bile vermeden açar mıydı?! neyse yüzüğü almak için odasına koyulmuştum, kuyumcu dükkanı gibiydi oda mnakoyim, en sade olanını aldım, ucunda boncuklu olanı, boncuk olan şeyin pırlanta olduğunu bilmeden, aldım onu.
yüzüklerin efendisi gibiydim mna koyim, güzelce kutuya yerleştirip cebime koydum, maksadım sadece iyilikti, annemle saat ve yüzüğü takas ettik diye düşünmüştüm, ne olacaktı?
derken otobüse bindim, derken indim, kızı gördüm, elinde paketle aşkoom sesi yükseldi, elimi cebime attım, ve o korkunç yüz ifademle amına koyim diye bağırdım, çevredeki herkes donmuştu, sanki hepsinin amına cidden koymuşum gibi bana bakıyorlardı, yüzüğüm çalındı diye bağırdım, amına koyim deyince bakan mahalle ordusundan bir kişi bile yüzüğüm çalındı deyince siklemedi bünyeyi.
kötü olan ne mi? kız yalan attım sandı ve alamadıysan üzülme demekle yetindi, param yok sandı, hakir gördü, ne hakiri direk fakir gördü, borç teklif etti, hayır dedim, başımı önüme eğdim, evime gittim. bana verdiği hediye ne mi dersiniz? küçük sevimli bir ayıcık, karnına bastırdım i love you dedi, fuck you diyerek yatağa attım, hayvanlar alemine daldım...
mevsimler kışı gösteriyor, hava da hafif kar atıştırıyor, ağzımdan çıkardığım sıcak hava dalgasının nasıl soğuk havaya dönüştüğünü çıplak gözle seyir ediyordum, tam o an da şeyimde bir titreme hissettim, evet, sms gelmişti.
+ aşkitoooom sana çok güzel bi şey aldııım!
aman ne de güzeldi, bende sana aldım diyerek yolladım geri mesajı, benim hediyem gerçekten on numaraydı, çok para dökmüştüm şerefsizim, 200 dolarlık saat almıştım, hani beyazıtta ki tüm zencilerin saatlerini toplasan bu para etmezdi, o dereceydi mna koyim.
gel zaman git zaman sevgililer gününe 2 gün kalmıştı, o zamanlar liseye giden sevgili bünyem, sınıfta ahenkle dolaşıyor sizi gidi sefiller diye etrafa gözlerimle ayar veriyordum, sevgilisine en büyük hediyeyi almış kişiydim sınıfta, mesela osman limon kolonyası almıştı, mna kodumun fakiri.
kalkık götümle bitirdiğim bir haftayı tatille süsleyecektim ve pazar günü sevgililer günü olduğundan büyük buluşmayı gerçekleştirecektim, tören biter bitmez koşarak eve gittim, neden koştuğumu bilmiyordum, kapıyı açtım ve o şok olduğum acı anı beynimin en ücra noktaları ile görüntüledim.
+ oğlum bana ne almış böylee?!
hayır anne sana almadım, o sevgilimin sana niye alayım ki? demeyi isterdim, ama diyemedim, o gün annemin doğumgünüymüş ve ben bunu bilemedim. koluna taktığı saati konu komşuya gösteriyor, saati gören komşular çocuklarını arayıp, orospu çocuğu! diye küfrediyorlardı. annemin havası feci şekilde artmıştı mahallede, ben ise teyzeler tarafından kahraman gibi karşılanıyordum, anasına süper saat alan akıllı çocuk diye.
ve o gün. sevgililer günü. sonunda kapıma dayanmıştı, buluşma vakti saat 12 de idi ve ben de hediye adına en ufak bir şey yoktu, babannemin ördüğü dantallerden götürmeyi ve senin için ördüm demeyi bile aklımdan geçiriyordum, sonuçta el emeği hani kızların hoşlandıkları...
ergenliğin hat safhasında olan bünyemle fikir üretmeye koyuldum, cebimde sadece sinemaya ve mc donaldsa yetecek kadar para vardı, genç türkcell bile yoktu o zaman mna koyim, arayıp arkadaştan şifre isteyeceğim.. en azından bi menü parasıyla gül alır, bu güller senin için bu gönül ikimizin adlı nacizane parça ile uzatırdım, ama yoktu, yapacağım şey çok azdı, ve birden aklıma o hain plan geldi.
annemin yüzüğü
madem saati almıştı buna katlanacaktı, insan alınan hediyeyi bile vermeden açar mıydı?! neyse yüzüğü almak için odasına koyulmuştum, kuyumcu dükkanı gibiydi oda mnakoyim, en sade olanını aldım, ucunda boncuklu olanı, boncuk olan şeyin pırlanta olduğunu bilmeden, aldım onu.
yüzüklerin efendisi gibiydim mna koyim, güzelce kutuya yerleştirip cebime koydum, maksadım sadece iyilikti, annemle saat ve yüzüğü takas ettik diye düşünmüştüm, ne olacaktı?
derken otobüse bindim, derken indim, kızı gördüm, elinde paketle aşkoom sesi yükseldi, elimi cebime attım, ve o korkunç yüz ifademle amına koyim diye bağırdım, çevredeki herkes donmuştu, sanki hepsinin amına cidden koymuşum gibi bana bakıyorlardı, yüzüğüm çalındı diye bağırdım, amına koyim deyince bakan mahalle ordusundan bir kişi bile yüzüğüm çalındı deyince siklemedi bünyeyi.
kötü olan ne mi? kız yalan attım sandı ve alamadıysan üzülme demekle yetindi, param yok sandı, hakir gördü, ne hakiri direk fakir gördü, borç teklif etti, hayır dedim, başımı önüme eğdim, evime gittim. bana verdiği hediye ne mi dersiniz? küçük sevimli bir ayıcık, karnına bastırdım i love you dedi, fuck you diyerek yatağa attım, hayvanlar alemine daldım...
hayırlı bir dilencinin yapacağı iştir, yapmacık dua yerine nasihat vererek biz insanoğularını kazadan ve beladan korur, kapanmış beyinlerimizi aralar.
+ al abi bu kadar var.
- ayağını yorganına göre uzat.
+ ne ee? şey. peki.
--------------------
+ al abi.
- sakla samanı gelir zamanı
+ hımm doğru lan aslında.
--------------------
+ buyur abi.
- damlaya damlaya göl olur.
+ evet sağol abi.
---------------------
+ al abi bugün bu kadar var.
- aza kanaat etmeyen çoğu bulamaz.
+ bana mı bu?
- yok bugün kendime nasihat!
+ neden?
- ulan ibne hergün nasihat veriyorum gelip yine paranı bana veriyorsun!
+ aa doğru lan.
+ al abi bu kadar var.
- ayağını yorganına göre uzat.
+ ne ee? şey. peki.
--------------------
+ al abi.
- sakla samanı gelir zamanı
+ hımm doğru lan aslında.
--------------------
+ buyur abi.
- damlaya damlaya göl olur.
+ evet sağol abi.
---------------------
+ al abi bugün bu kadar var.
- aza kanaat etmeyen çoğu bulamaz.
+ bana mı bu?
- yok bugün kendime nasihat!
+ neden?
- ulan ibne hergün nasihat veriyorum gelip yine paranı bana veriyorsun!
+ aa doğru lan.
+ hoop hadi lan!
- çıkıcaz be dur!
+ 20 kişi sıçacak daha!
- ya ben sıçmıyorum ki. aa.
+ yarım saattir makyaj mı yapıyon lan!
- sıçmıyorum ama çişim var çok of.
+ ulan varil mi dolduruyosun?!
- çıktık beee of ya!
+ ıyyk sıçmııış.
- sıçmıış sıçmıış.
+ ebenizi zikeyim, sıçtım ulan!
-----------------------------
+ beyfendi arkaya geçsenize.
- 3 gündür tutuyorum kardeş.
+ yuh yalana bak amına koyim.
- ya tamam bende prostat var.
+ abi yürü git ya.
-----------------------------
+ kardeş ya hadi çık altıma yapcam!
- üstüne otur sonra ehehehe.
+ ağzına sıçıyım!
- amaan al tuvalet senin olsun ahaha.
-----------------------------
+ kardeş 1 saat oldu be.
- çok çişim var hemşerim.
+ kardeş üç günlük mü yapıyosun ayıp ya?
- yavaş yavaş yapıyorum, hani o ucuna geldiğinde yaşanılan sıcaklık var ya onu yaşamak istiyorum, hissetmek istiyorum, küçükken bezine yaptığın duyguyu tatmak istiyorum, işemek istiyorum abi!
+ biz altımıza sıçsakta olur bu saatten sonra kardeş.
- çıkıcaz be dur!
+ 20 kişi sıçacak daha!
- ya ben sıçmıyorum ki. aa.
+ yarım saattir makyaj mı yapıyon lan!
- sıçmıyorum ama çişim var çok of.
+ ulan varil mi dolduruyosun?!
- çıktık beee of ya!
+ ıyyk sıçmııış.
- sıçmıış sıçmıış.
+ ebenizi zikeyim, sıçtım ulan!
-----------------------------
+ beyfendi arkaya geçsenize.
- 3 gündür tutuyorum kardeş.
+ yuh yalana bak amına koyim.
- ya tamam bende prostat var.
+ abi yürü git ya.
-----------------------------
+ kardeş ya hadi çık altıma yapcam!
- üstüne otur sonra ehehehe.
+ ağzına sıçıyım!
- amaan al tuvalet senin olsun ahaha.
-----------------------------
+ kardeş 1 saat oldu be.
- çok çişim var hemşerim.
+ kardeş üç günlük mü yapıyosun ayıp ya?
- yavaş yavaş yapıyorum, hani o ucuna geldiğinde yaşanılan sıcaklık var ya onu yaşamak istiyorum, hissetmek istiyorum, küçükken bezine yaptığın duyguyu tatmak istiyorum, işemek istiyorum abi!
+ biz altımıza sıçsakta olur bu saatten sonra kardeş.
müthiş bir heyecan vardı üstümde, ilk defa kuş alacaktık, kuşum olacak diye olağanüstü şekilde seviniyordum, sonunda alma vakti gelmişti, eminönüne doğru yola çıktık.
hayvan pazarına vardığımız da rengarenk birbirinden güzel kuşlar görmüştüm, hepsi harikaydı, cennette gibiydim, en küçük olanını beğendim, saka kuşunu, bir tane daha istedim ama babam onlar aynı yerde yaşamaz diye kandırdı beni, sonra eve gittik.
adını duygu koymuştum, nerden çıktıysa, ağlar gibi bakıyordu o yüzden sanırım, elimle besliyordum onu, ilk defa sorumluluk almıştım üstüme, anne gibiydim şerefsizim, ya da baba gibi ikisi de yeri gelince aynı.
telefon çaldı, akşama misafirliğe geleceğini söylüyordu birileri, adını duyunca deli gökhanların geleceğini öğrenmiştim, iki sokak aşağımızda oturan manyak ötesi bir çocuktu, öldürmediği canlı yok gibiydi.
bunu bildiğimden hemen kuşumu saklamaya koyuldum, üzerine örtü örttüm kafesin, sonra üzüldüm, korkar diye örtüyü kaldırdım, gökhanla savaşabilirdim!
akşam oldu deli gökhanlar eve geldi, çocuk içeriye girer girmez masanın üzerine çıkıp bağırmaya başladı, olacakları seziyordum, afedersiniz altıma da sıçıyordum...
babamlar rakı masasını kurmuş, bir yandan da gökhanın açtığı pipisine bakıyorlar ve gökhan ile birlikte kahkahalar ile gülüyorlardı.
babam tam benimkini de açtıracaktı ki birden o ses geldi.
- ciiiiiiik!
sesi duyan gökhan donunu dahi toplamadan direk duyguyu aramaya başladı, kuşumu bulursa başına gelecek bir şey kalmayacaktı, çünkü başını koparacaktı...
o odaya giremezsin gökhan! dedim, neden? dedi, orada annemlerin eşyaları var lütfen dedim, orası senin odan lan gerizekalı diyerek daldı odaya, o an anneme baktım, annem hadi usluca oynayın demekle yetindi, artık bir kuşum olmayacaktı..
hemen kafese yöneldi, ağzından salyalar akıyordu, o kadar çok salya akıtmıştı ki yeri silmek zorunda kalacaktık, avına odaklanmış kedi edası ile açtı kafesi, dur dedim kafasına patlattım bir tane, ama öküz gibi bir çocuk olduğundan beni döverek oturtmuştu koltuğa, gözümün önünde kuşumun kafasını tutuyordu ve..
- pat!
bu kuşumun kopan kafasının çıkardığı sesti, gözümün önünde sürünen duygularımın sesiydi. kuşumun, biricik duygumun son nefesiydi, bir piyanistin unuttuğu son nota idi, tabakta kalmış tek bir pirinç tanesi gibiydi.
- aaaaaaaaaaaaaa!
bu da benim çığlığımdı, deli gibi bağırmıştım, inönü stadı rekorunu tek başıma kırıyordum, kuşumdan arda kalan kafa önüme düştü, bu gerçekten iğrenç ötesi bir şeydi, geleceğimin nasıl olacağının göstergesiydi, psikolojik sorunlarımın habercisiydi...
olan ne biliyor musunuz? bana koyan? gökhana hiç kızılmaması, bir kuş için benim bu kadar bağırıp ağlamam ayıp şey gibi görülmesi..
babam yarın bi tane daha alırız diye teselli etmeye çalışıyor, gökhan piçi ise onu da kesecem hehehe diye gülmeye devam ediyordu...
o günden sonra piç gökhanı hiç affetmedim, onunla oyun dahi oynamadım, bize geldiğinde kendimi odama kilitledim, bir daha hiç saka kuşu besleyemedim, duygularımın katili bu komşu çocuklarını hiç unutmadım, hep komşu çocuksuz bir hayat diledim, dilemekteyim.
hayvan pazarına vardığımız da rengarenk birbirinden güzel kuşlar görmüştüm, hepsi harikaydı, cennette gibiydim, en küçük olanını beğendim, saka kuşunu, bir tane daha istedim ama babam onlar aynı yerde yaşamaz diye kandırdı beni, sonra eve gittik.
adını duygu koymuştum, nerden çıktıysa, ağlar gibi bakıyordu o yüzden sanırım, elimle besliyordum onu, ilk defa sorumluluk almıştım üstüme, anne gibiydim şerefsizim, ya da baba gibi ikisi de yeri gelince aynı.
telefon çaldı, akşama misafirliğe geleceğini söylüyordu birileri, adını duyunca deli gökhanların geleceğini öğrenmiştim, iki sokak aşağımızda oturan manyak ötesi bir çocuktu, öldürmediği canlı yok gibiydi.
bunu bildiğimden hemen kuşumu saklamaya koyuldum, üzerine örtü örttüm kafesin, sonra üzüldüm, korkar diye örtüyü kaldırdım, gökhanla savaşabilirdim!
akşam oldu deli gökhanlar eve geldi, çocuk içeriye girer girmez masanın üzerine çıkıp bağırmaya başladı, olacakları seziyordum, afedersiniz altıma da sıçıyordum...
babamlar rakı masasını kurmuş, bir yandan da gökhanın açtığı pipisine bakıyorlar ve gökhan ile birlikte kahkahalar ile gülüyorlardı.
babam tam benimkini de açtıracaktı ki birden o ses geldi.
- ciiiiiiik!
sesi duyan gökhan donunu dahi toplamadan direk duyguyu aramaya başladı, kuşumu bulursa başına gelecek bir şey kalmayacaktı, çünkü başını koparacaktı...
o odaya giremezsin gökhan! dedim, neden? dedi, orada annemlerin eşyaları var lütfen dedim, orası senin odan lan gerizekalı diyerek daldı odaya, o an anneme baktım, annem hadi usluca oynayın demekle yetindi, artık bir kuşum olmayacaktı..
hemen kafese yöneldi, ağzından salyalar akıyordu, o kadar çok salya akıtmıştı ki yeri silmek zorunda kalacaktık, avına odaklanmış kedi edası ile açtı kafesi, dur dedim kafasına patlattım bir tane, ama öküz gibi bir çocuk olduğundan beni döverek oturtmuştu koltuğa, gözümün önünde kuşumun kafasını tutuyordu ve..
- pat!
bu kuşumun kopan kafasının çıkardığı sesti, gözümün önünde sürünen duygularımın sesiydi. kuşumun, biricik duygumun son nefesiydi, bir piyanistin unuttuğu son nota idi, tabakta kalmış tek bir pirinç tanesi gibiydi.
- aaaaaaaaaaaaaa!
bu da benim çığlığımdı, deli gibi bağırmıştım, inönü stadı rekorunu tek başıma kırıyordum, kuşumdan arda kalan kafa önüme düştü, bu gerçekten iğrenç ötesi bir şeydi, geleceğimin nasıl olacağının göstergesiydi, psikolojik sorunlarımın habercisiydi...
olan ne biliyor musunuz? bana koyan? gökhana hiç kızılmaması, bir kuş için benim bu kadar bağırıp ağlamam ayıp şey gibi görülmesi..
babam yarın bi tane daha alırız diye teselli etmeye çalışıyor, gökhan piçi ise onu da kesecem hehehe diye gülmeye devam ediyordu...
o günden sonra piç gökhanı hiç affetmedim, onunla oyun dahi oynamadım, bize geldiğinde kendimi odama kilitledim, bir daha hiç saka kuşu besleyemedim, duygularımın katili bu komşu çocuklarını hiç unutmadım, hep komşu çocuksuz bir hayat diledim, dilemekteyim.
ilkokulda en önde oturmaktır, sümükleri aktığında annesinin cebine koyduğu çiçek desenli mendile burnunu silen çocuktur bu, diğer çocukların çilli horoz diye dalga geçtiği, hatta benim gibi mahlukatların çillerini saydığı çocuk.
hatırlıyorum da bir çocuk da 28 tane çil saymıştım, sırtımda daha çok var deyince aç göreceğim diye yalvarmıştım, sınıfta çilli ve gözlüklü olmak aynı zamanda çok göz önünde bulunmaktı hep, saçlarıda turuncu olursa havuç ya da kızıl kafalı diye çağırılırdı doğal olarak, popüler olmasına rağmen çok dalga geçilirdi çilli çocukla, belki de popülerliği bu yüzden gelmekte idi...
öğretmen bile kıllık yapardı bu çocuğa, normalde konuşan birini uyaran öğretmen çilli konuştuğunda basardı tokadı, çillerinin verdiği uyuzluktan olsa gerek, herkes vurmayı pek severdi çilliye, gözlükleride şişe dibi, tam dayaklık hani, ama suçsuz yere olunca, çilli de olsa kötü olurdu hep.
ağlarken gözlükleri buhar olur, göz yaşı çillerin üstünden ter ile birlikte pislik bir biçimde akardı, simsiyah yanakları ağzına kadar inmiş sümüğü ile daha bir itici olurdu çilli çocuk...
yıllar geçtikçe ortaokul lise derken boy atan karizmatik bir hal aldı bu çilli, gözlükleri çıkardı, atık burnu akarsa diye yanında selpak mendil taşıdı, hemde halka değil filler olanından, basketbol da oynuyordu ama hala etraftan turuncu seslerini duyuyor, popüler dalga geçme seansları vakitlerini aksatmadan sürüyordu, çilli birgün hepinizin amına koycam! edasıyla bakıyor, içimize korku salıyordu, şaka tabi bir bok sardığı yoktu, halla taşşak geçiyor, umarsızca gülüyor, karşısına geçip bugs bunny gibi havuç çıtlatıyorduk!
seneler sonra yolda gördüm çilliyi bir kolunda değme mankenlere taş çıkartacak güzellikte sarışın bir hatun, motosikletine gidiyordu, beni görünce kafasını çevirdi, sinirlenmiştim, sen kimdin ki bana bakmıyordun? yüzsüz bir şekilde yanına yaklaştım, naber lan horoz dedim? tanıyamadım, dedi.. ben yanında oturuyordum ya lavuk, dedim. hee tamam naber dostum ya dedi kafa tokuşturdu, iyiyim dedim, ne iş yapıyorsun? oooo manken oldum işte, kızlar mızlar, arabalar motorlar takılıyoruz, ya sen? dedi... evde oturuyorum dedim, işim gücüm yok... ikiside gülmeye başladılar, zengin piçler gibi, aile şerefindeki piç oktayın bakışları gibi baktılar, o an başımdan kaynar aşağıya sular dökülmüştü, yıllarca taşşak geçilmiş çilli horoz bünyemi kızın yanında yerle bir etmiş, adeta yere çukur açıp içine tıkmıştı beni...
ağlamak üzereydim, görüşürüz diyerek yanlarından ayrıldım, ertesi günü bakkal rıfat, kahvedeki hasan, sokak çocukları ve mahallenin delisi ile birlikte boş gezenin boş kalfaları olarak çilliyi gördüğüm yere gittik!
çilliden alacağım intikam ona çocukluğunu hatırlatmaktan başka bişey olmayacaktı! hatırlatacaktım ki ona yapılanları anlasın ve başkalarına yapmasındı! hatırlatacaktım ki çilleri olduğu halde artist tavırlar takınmasındı!
- horooooooooz! çilliiiiiii!!! lan tavuk!
- sümüklüüüüüüüüüü!
- ahaha ağzına vereyim çilliiiiiiiiiii!
- çilli bom bom bom!
- ahh çilli!
- yarın olmaz şimdi!
- lan ne şimdisi sittin sene olmaz bununla sıfata bak ehehe!
çilli ve gözlüklü olmak böyle birşeydi işte, içimizdeki çocugun hepsini üzerine kustuk çillinin, hem çilli hem gözlüklü olup benimle dalga geçmişti, çilli bunu çoktan haketmişti...
hatırlıyorum da bir çocuk da 28 tane çil saymıştım, sırtımda daha çok var deyince aç göreceğim diye yalvarmıştım, sınıfta çilli ve gözlüklü olmak aynı zamanda çok göz önünde bulunmaktı hep, saçlarıda turuncu olursa havuç ya da kızıl kafalı diye çağırılırdı doğal olarak, popüler olmasına rağmen çok dalga geçilirdi çilli çocukla, belki de popülerliği bu yüzden gelmekte idi...
öğretmen bile kıllık yapardı bu çocuğa, normalde konuşan birini uyaran öğretmen çilli konuştuğunda basardı tokadı, çillerinin verdiği uyuzluktan olsa gerek, herkes vurmayı pek severdi çilliye, gözlükleride şişe dibi, tam dayaklık hani, ama suçsuz yere olunca, çilli de olsa kötü olurdu hep.
ağlarken gözlükleri buhar olur, göz yaşı çillerin üstünden ter ile birlikte pislik bir biçimde akardı, simsiyah yanakları ağzına kadar inmiş sümüğü ile daha bir itici olurdu çilli çocuk...
yıllar geçtikçe ortaokul lise derken boy atan karizmatik bir hal aldı bu çilli, gözlükleri çıkardı, atık burnu akarsa diye yanında selpak mendil taşıdı, hemde halka değil filler olanından, basketbol da oynuyordu ama hala etraftan turuncu seslerini duyuyor, popüler dalga geçme seansları vakitlerini aksatmadan sürüyordu, çilli birgün hepinizin amına koycam! edasıyla bakıyor, içimize korku salıyordu, şaka tabi bir bok sardığı yoktu, halla taşşak geçiyor, umarsızca gülüyor, karşısına geçip bugs bunny gibi havuç çıtlatıyorduk!
seneler sonra yolda gördüm çilliyi bir kolunda değme mankenlere taş çıkartacak güzellikte sarışın bir hatun, motosikletine gidiyordu, beni görünce kafasını çevirdi, sinirlenmiştim, sen kimdin ki bana bakmıyordun? yüzsüz bir şekilde yanına yaklaştım, naber lan horoz dedim? tanıyamadım, dedi.. ben yanında oturuyordum ya lavuk, dedim. hee tamam naber dostum ya dedi kafa tokuşturdu, iyiyim dedim, ne iş yapıyorsun? oooo manken oldum işte, kızlar mızlar, arabalar motorlar takılıyoruz, ya sen? dedi... evde oturuyorum dedim, işim gücüm yok... ikiside gülmeye başladılar, zengin piçler gibi, aile şerefindeki piç oktayın bakışları gibi baktılar, o an başımdan kaynar aşağıya sular dökülmüştü, yıllarca taşşak geçilmiş çilli horoz bünyemi kızın yanında yerle bir etmiş, adeta yere çukur açıp içine tıkmıştı beni...
ağlamak üzereydim, görüşürüz diyerek yanlarından ayrıldım, ertesi günü bakkal rıfat, kahvedeki hasan, sokak çocukları ve mahallenin delisi ile birlikte boş gezenin boş kalfaları olarak çilliyi gördüğüm yere gittik!
çilliden alacağım intikam ona çocukluğunu hatırlatmaktan başka bişey olmayacaktı! hatırlatacaktım ki ona yapılanları anlasın ve başkalarına yapmasındı! hatırlatacaktım ki çilleri olduğu halde artist tavırlar takınmasındı!
- horooooooooz! çilliiiiiii!!! lan tavuk!
- sümüklüüüüüüüüüü!
- ahaha ağzına vereyim çilliiiiiiiiiii!
- çilli bom bom bom!
- ahh çilli!
- yarın olmaz şimdi!
- lan ne şimdisi sittin sene olmaz bununla sıfata bak ehehe!
çilli ve gözlüklü olmak böyle birşeydi işte, içimizdeki çocugun hepsini üzerine kustuk çillinin, hem çilli hem gözlüklü olup benimle dalga geçmişti, çilli bunu çoktan haketmişti...
nasıl başlanır bilemiyorum, lakin başlaması zor olan bu konu bir o kadar da vurucudur, ülkemize gezmeye gelip akabinde bizim türk hırsızların bir şeylerini çaldığı bu turist kardeşlerin açtığı büyük bir yaradır bünyemde.
hep sizleri koruduk, bir şeyiniz çalınınca hep birlikte hırsıza daldık, yeri geldi ağzını burnunu kanatıp türk polisine emanet ettik, ne için?
o gün kasvetli bir hava vardı etrafta, herkes somurtmuş, yağacak yağmuru bekliyor, çiçeği bir türlü açmayan mahmur teyze etrafa küfrediyordu, günaydın diyerek girmiştim mahalleye, bakkal nuri abi tavla oynuyor, rakibi koltuk altını açmayınca tavlayı götüne sokmaya çalışıyordu, ayıpladım tabi, beni görünce durdular, iki sakız alıp çıktım bakkaldan, iki sakız için yerimden mi kaldırdın lan beni? dedi. evet deyince sustu..
tüpçü haydar abi eeeygess diye bağırıyor, markayı yanlış söylediğinden kimsenin sikinde bile olmuyordu, eskici eskilerini almış giderken top oynayan çocukların toplarına karışıyor, göğüs kıllarını tüm oyuncularla paylaşıyordu, derken işe geç kaldığımı anlamıştım, hızla yürümeye başladım, aptal gibi saate bakmıyor mahallenin o çılgın haline bürünmüş şekilde aval aval yürüyordum, durağa yaklaşmaya başladım...
bir turist kafilesi vardı, 4-5 kişiler, iki tane sakız şişiren genç kız, bir tane şişen sakızları patlatan oğlan çocuk, bir baba bir de 50 sinde olup 30 yaşında gösteren süper mature anne vardı, jetoncunun önünde bekliyor, aptal saptal konuşarak adamı deli ediyorlardı...
+ one milyon abi ya.. one one! one four!
jetoncu 1.4 tl demeye çalışıyordu, anlamayan turistler hala dğeişik paralar gösteriyor, jetoncunun ettiği türkçe küfürleri anlamasalar dahi iliklerinde hissediyorlardı, derken 10 tl verdiler, jetoncu parayı bozmaya yeltenirken bende paramı uzattım, bitane ver abi dedim, maksadım bir an önce tramvaya yetişmekti, parayı tam olarak 1.4 şeklinde verdim, tam jetonu alacakken turist pezevengi benim jetonuda kaptı.. ne olduysa ondan sonra oldu..
elinden almaya çalıştığım jetonu deli gibi saklıyor, no no diyerek beni uzaklaştırmaya çalısıyordu, hemen jetoncuya söyledim, adam gayet sakin bir tavır ile - banane yaa benim mi meselem? hem sen daha iyi bilirsin konuşmayı! diyerek göt gibi bırakmıştı beni, o an baska jeton almayı düşünmedim değil ama bir turiste dolandırılmanın verdiği acı ile nasıl yaşardım? tek düşündüğüm bu idi, sonra eline aldığı jetonumu kızına vermeye kalktı turist, tam kızı elini açacakken kaptım jetonu, kızı help demeye başladı, ne helpi lan benim jeton dememe kalmadan yoldan geçen bir polis yanımıza geldi...
what mhat bir şeyler dedi, bilmiyordu ingilizce pek, aslında anlıyor ama konuşamıyordu, neyse.. abi! dedim, benim jetonu aldı arkadaş vermiyor! polis, olur mu lan öyle şey yapar mı bunlar? diyerek bir kalemde sildi beni, jetoncuya olay ne ? diye sordu, bilmiyorum abi.. dedi piç kurusu..
bal gibi biliyor sırf ibnelik olsun diye söylemiyordu, 1.4 tl lik bir jeton yüzünden herkesi başıma toplamış rezilliğin hat safhasında ilerliyordum...
abi tamam! vereyim parasını herkese benden jeton ısmarla dedim polise, ne birde rüşvet mi? dedi, yok abi oha dedim gayet saygısızca...
merkezde görüşelim bunları dedi umarsızca, yok dedim ne görüşeceğiz ukalaca, gidince görürsün dedi gayet kabaca, yok abi ben almayayım vallahi sizin işiniz gücünüz vardır dedim yalakaca..
böyle sürdü bir süre muhabbet, sonra polis birden gülerek tamam abi bin hadi, bidaha da bu yolla milleti kandırmaya çalışma diyerek, yüzlerce kişi içerisinde küçük duruma düşürdü beni. pervasızca bindim tramvaya, herkes gözümün içine bakıyor, turistleri dolandırmış sanıyordu beni, aksine dolandırılan ben olduğumu bilmeden..
o günden sonra ülkemize gelen turistlere saygılı bir gözle bakamadım, bilmiyorum, yapamadım.. hepsine birer hırsız, kapkaççı ve hatta gaspçı edası ile bakıyor, görünce yol değiştiriyorum, sultanahmete gitmiyor, eminönünü gezmiyordum, ısrarla bali çeken iğrenç tinerci gençler gözüme birer pırlanta, taş gibi giyinmiş dar pantolonlu iri memeli turist hatunlar ise gözüme çölde kana susamış pis akbabalar gibi geliyordu...
ve o turisti de hiç unutmadım, bana yaptığınıda, zorla aldığı 1.4 liramı da...
hep sizleri koruduk, bir şeyiniz çalınınca hep birlikte hırsıza daldık, yeri geldi ağzını burnunu kanatıp türk polisine emanet ettik, ne için?
o gün kasvetli bir hava vardı etrafta, herkes somurtmuş, yağacak yağmuru bekliyor, çiçeği bir türlü açmayan mahmur teyze etrafa küfrediyordu, günaydın diyerek girmiştim mahalleye, bakkal nuri abi tavla oynuyor, rakibi koltuk altını açmayınca tavlayı götüne sokmaya çalışıyordu, ayıpladım tabi, beni görünce durdular, iki sakız alıp çıktım bakkaldan, iki sakız için yerimden mi kaldırdın lan beni? dedi. evet deyince sustu..
tüpçü haydar abi eeeygess diye bağırıyor, markayı yanlış söylediğinden kimsenin sikinde bile olmuyordu, eskici eskilerini almış giderken top oynayan çocukların toplarına karışıyor, göğüs kıllarını tüm oyuncularla paylaşıyordu, derken işe geç kaldığımı anlamıştım, hızla yürümeye başladım, aptal gibi saate bakmıyor mahallenin o çılgın haline bürünmüş şekilde aval aval yürüyordum, durağa yaklaşmaya başladım...
bir turist kafilesi vardı, 4-5 kişiler, iki tane sakız şişiren genç kız, bir tane şişen sakızları patlatan oğlan çocuk, bir baba bir de 50 sinde olup 30 yaşında gösteren süper mature anne vardı, jetoncunun önünde bekliyor, aptal saptal konuşarak adamı deli ediyorlardı...
+ one milyon abi ya.. one one! one four!
jetoncu 1.4 tl demeye çalışıyordu, anlamayan turistler hala dğeişik paralar gösteriyor, jetoncunun ettiği türkçe küfürleri anlamasalar dahi iliklerinde hissediyorlardı, derken 10 tl verdiler, jetoncu parayı bozmaya yeltenirken bende paramı uzattım, bitane ver abi dedim, maksadım bir an önce tramvaya yetişmekti, parayı tam olarak 1.4 şeklinde verdim, tam jetonu alacakken turist pezevengi benim jetonuda kaptı.. ne olduysa ondan sonra oldu..
elinden almaya çalıştığım jetonu deli gibi saklıyor, no no diyerek beni uzaklaştırmaya çalısıyordu, hemen jetoncuya söyledim, adam gayet sakin bir tavır ile - banane yaa benim mi meselem? hem sen daha iyi bilirsin konuşmayı! diyerek göt gibi bırakmıştı beni, o an baska jeton almayı düşünmedim değil ama bir turiste dolandırılmanın verdiği acı ile nasıl yaşardım? tek düşündüğüm bu idi, sonra eline aldığı jetonumu kızına vermeye kalktı turist, tam kızı elini açacakken kaptım jetonu, kızı help demeye başladı, ne helpi lan benim jeton dememe kalmadan yoldan geçen bir polis yanımıza geldi...
what mhat bir şeyler dedi, bilmiyordu ingilizce pek, aslında anlıyor ama konuşamıyordu, neyse.. abi! dedim, benim jetonu aldı arkadaş vermiyor! polis, olur mu lan öyle şey yapar mı bunlar? diyerek bir kalemde sildi beni, jetoncuya olay ne ? diye sordu, bilmiyorum abi.. dedi piç kurusu..
bal gibi biliyor sırf ibnelik olsun diye söylemiyordu, 1.4 tl lik bir jeton yüzünden herkesi başıma toplamış rezilliğin hat safhasında ilerliyordum...
abi tamam! vereyim parasını herkese benden jeton ısmarla dedim polise, ne birde rüşvet mi? dedi, yok abi oha dedim gayet saygısızca...
merkezde görüşelim bunları dedi umarsızca, yok dedim ne görüşeceğiz ukalaca, gidince görürsün dedi gayet kabaca, yok abi ben almayayım vallahi sizin işiniz gücünüz vardır dedim yalakaca..
böyle sürdü bir süre muhabbet, sonra polis birden gülerek tamam abi bin hadi, bidaha da bu yolla milleti kandırmaya çalışma diyerek, yüzlerce kişi içerisinde küçük duruma düşürdü beni. pervasızca bindim tramvaya, herkes gözümün içine bakıyor, turistleri dolandırmış sanıyordu beni, aksine dolandırılan ben olduğumu bilmeden..
o günden sonra ülkemize gelen turistlere saygılı bir gözle bakamadım, bilmiyorum, yapamadım.. hepsine birer hırsız, kapkaççı ve hatta gaspçı edası ile bakıyor, görünce yol değiştiriyorum, sultanahmete gitmiyor, eminönünü gezmiyordum, ısrarla bali çeken iğrenç tinerci gençler gözüme birer pırlanta, taş gibi giyinmiş dar pantolonlu iri memeli turist hatunlar ise gözüme çölde kana susamış pis akbabalar gibi geliyordu...
ve o turisti de hiç unutmadım, bana yaptığınıda, zorla aldığı 1.4 liramı da...
yazık olacak çocuktur, çok gördük bunları, pikachu olup 7. kattan aşağı balıklama atlayış yapanı, süperman olup uçtuğunu sananı, batman olup karanlıkta babasıyla savaşanları... tamamen psikolojik problemdir çocukta.
bizim bakkalın oğlu recep var, kendini tayip erdoğan sanıyor, oğlum hangi filmi izledin lan? diyoruz. haberleri izledim ordan etkilendim abi diyor, geçen top oynuyorlar seyrediyorum, top auta gitti yerine teğet geçti diyor velet, yahu daha 6 yaşında, çocuklara laf anlatırken sevgili vatandaşlarım diye giriyor olaya, en sevdiği bilim adamı ampulu bulan edison, anlamadım gitti.
bizim bakkalın oğlu recep var, kendini tayip erdoğan sanıyor, oğlum hangi filmi izledin lan? diyoruz. haberleri izledim ordan etkilendim abi diyor, geçen top oynuyorlar seyrediyorum, top auta gitti yerine teğet geçti diyor velet, yahu daha 6 yaşında, çocuklara laf anlatırken sevgili vatandaşlarım diye giriyor olaya, en sevdiği bilim adamı ampulu bulan edison, anlamadım gitti.
bazı ayılar var, çocuk daha yeni gidecek heyecan içinde okul gününü bekliyor, ne olacağından habersiz, heh tam bu sırada bu dallamalar girer araya...
+ sen o okula gidecen ama o okul bitmeyecek ehehe.
- yeaaa!
+ ne yea sı lan?! öğretmen ağzını burnunu kıracak.
- nası ya!
+ ilkokul bitti diyelim, ortaokul sonra lise sonra üniversite bittin oğlum sen hep dayak yiyecen.
- ben okula gitmeyeceğim o zaman!
+ o zaman annenden dayak yersin ehehe
- yaaa!
+ sen o okula gidecen ama o okul bitmeyecek ehehe.
- yeaaa!
+ ne yea sı lan?! öğretmen ağzını burnunu kıracak.
- nası ya!
+ ilkokul bitti diyelim, ortaokul sonra lise sonra üniversite bittin oğlum sen hep dayak yiyecen.
- ben okula gitmeyeceğim o zaman!
+ o zaman annenden dayak yersin ehehe
- yaaa!
televizyonlarda sıkça yayınlanan reklamdır efendim, siz alın ki biz de size verelim teması uygulanmaktadır, geçen buradan gördüm, hadi gidip alayım çok ısrar ediyorlar diyerek ufak şirin bir simit aldım, simitçi o kadar sevindi ki oracıkta verecekti, sonra kaçtım direk, alın verin ama bana vermeyin diyerek, kötüymüş lan.
o sabah zorla ağzıma sokulmuş yumurtayı yarım saat geçmesine rağmen yutmamış, televizyon izliyordum. annem burnumu tıkar tıkamaz yutmuştum yumurtayı, işkence dolu bir sabahtan sonra okula gidecektim, televizyonda bir öğrenci filmi vardı, haylazlık yapan bu veletler, birbirinin altına kalem falan koyuyorlardı, çok hoşuma gitmişti bu...
sütümü de içtikten sonra okul yoluna koyuldum, kimin koyduğunu bilmiyordum ama sonra baktım annem koymuş, devam ettim.
etrafa mal mal sırıtarak yürümeye devam ediyordum, izlediğim şey yarım kalmıştı, bir yandan da buna üzülüyordum.
okula vardığımda sınıfta bi kaç çocuk vardı, şapkamla alay ettiler, rengi neden kırmızı imiş, çok sinirlenmiştim, annem örmüştü alt tarafı, kız şeyi olsa örmezdi değil mi? belki örerdi, zaten annem beni kızım diye severdi, neyse yahu bu dalga geçmelerini gerektirmezdi..
ders başlamış, sıkıcılık hat safhada idi, ben ise önümde oturan ve şapkamla dalga geçen haliti gebertmek istiyor, yırtarcasına bakıyordum, yanımdaki kızın uçlu kalemi vardı, almama hiç izin vermez hemen öğretmene söylerdi, o gün o kalemi alıp sabah izlediğim şeyin aynısını halite uygulamaya karar vermiştim...
öğretmen soru soruyor parmak kaldıranları kaldırıyordu, halit tembel bir piç olduğundan parmak kaldırmıyor, öylece sıranın üstünde yatıyordu, bu ibnenin kalkması şarttı..
sonra öğretmen bu soru çok kolay herkesin yapması lazım gibisinden bir şey dedi, bende probremle uğraşırken o mükemmel ses geldi..
- halit, kalk bakalım buldugun cevabı söyle.
halit ayağa kalkmış mal mal düşünüyordu, bir an önce oturması için arkadan sonucu söyledim, halit tam cevabı söylerken kızın kalemini kaptım ve halit oturduğu anda...
- corrrrt.
bu ses hayat demekti, hayatımda duyduğum en iğrenç ama en haz veren sesti, sanırım ilk cinayetimi işlemiştim, halitin götüne tam anlamıyla sokmuştum kalemi, ardından ikinci ses geldi, bu daha da haz verdi.
- aaaaaaaaaaa!
bu halitin sesiydi, sabah şapkamla alay eden halitin, beni küçük düşüren halitin, götünde kalemle ayağa fırlayan ibne halitin..
herkes gülüyordu, öğretmen koşarak halitin yanına gitti, götüne giren kalemi zaarrt! diye çekti, çekmenin verdiği acıyla halit bi daha bağırdı, halitin bağırmasıyla tüm sınıf bir daha güldü...
o gün hayatımda hiç yemediğim dayağı yedim, öyle ki okula ailem çağırıldı, bir de annemden yedim, ertesi gün öğretmenden bi daha yedim, müdüre çıkarttı bir de o dövdü, o kadar çok dayak yedim ki bir süre sonra kendimden geçtim, bir de çocuğun annesi tokadı patlatınca tam olmuştu, yılların acısını üstümde çıkarmışlardı, olsundu.. o gün halitin koca götünü patlatmıştım, aklımda uyarladığım planı aynen yerine getirmiştim.
sonra mı? halit bir hafta eşofmanla okula geldi, götü pasumanlı biçimde, ben ise bir hafta ağzım yüzüm şiş gezdim, yediğim dayak neticesinde..
yanımdaki kız mı? bir daha o kalemi kullanmadı, kalemi ise ilk defa kendi isteği ile -al senin olsun, diyerek bana verdi...
sütümü de içtikten sonra okul yoluna koyuldum, kimin koyduğunu bilmiyordum ama sonra baktım annem koymuş, devam ettim.
etrafa mal mal sırıtarak yürümeye devam ediyordum, izlediğim şey yarım kalmıştı, bir yandan da buna üzülüyordum.
okula vardığımda sınıfta bi kaç çocuk vardı, şapkamla alay ettiler, rengi neden kırmızı imiş, çok sinirlenmiştim, annem örmüştü alt tarafı, kız şeyi olsa örmezdi değil mi? belki örerdi, zaten annem beni kızım diye severdi, neyse yahu bu dalga geçmelerini gerektirmezdi..
ders başlamış, sıkıcılık hat safhada idi, ben ise önümde oturan ve şapkamla dalga geçen haliti gebertmek istiyor, yırtarcasına bakıyordum, yanımdaki kızın uçlu kalemi vardı, almama hiç izin vermez hemen öğretmene söylerdi, o gün o kalemi alıp sabah izlediğim şeyin aynısını halite uygulamaya karar vermiştim...
öğretmen soru soruyor parmak kaldıranları kaldırıyordu, halit tembel bir piç olduğundan parmak kaldırmıyor, öylece sıranın üstünde yatıyordu, bu ibnenin kalkması şarttı..
sonra öğretmen bu soru çok kolay herkesin yapması lazım gibisinden bir şey dedi, bende probremle uğraşırken o mükemmel ses geldi..
- halit, kalk bakalım buldugun cevabı söyle.
halit ayağa kalkmış mal mal düşünüyordu, bir an önce oturması için arkadan sonucu söyledim, halit tam cevabı söylerken kızın kalemini kaptım ve halit oturduğu anda...
- corrrrt.
bu ses hayat demekti, hayatımda duyduğum en iğrenç ama en haz veren sesti, sanırım ilk cinayetimi işlemiştim, halitin götüne tam anlamıyla sokmuştum kalemi, ardından ikinci ses geldi, bu daha da haz verdi.
- aaaaaaaaaaa!
bu halitin sesiydi, sabah şapkamla alay eden halitin, beni küçük düşüren halitin, götünde kalemle ayağa fırlayan ibne halitin..
herkes gülüyordu, öğretmen koşarak halitin yanına gitti, götüne giren kalemi zaarrt! diye çekti, çekmenin verdiği acıyla halit bi daha bağırdı, halitin bağırmasıyla tüm sınıf bir daha güldü...
o gün hayatımda hiç yemediğim dayağı yedim, öyle ki okula ailem çağırıldı, bir de annemden yedim, ertesi gün öğretmenden bi daha yedim, müdüre çıkarttı bir de o dövdü, o kadar çok dayak yedim ki bir süre sonra kendimden geçtim, bir de çocuğun annesi tokadı patlatınca tam olmuştu, yılların acısını üstümde çıkarmışlardı, olsundu.. o gün halitin koca götünü patlatmıştım, aklımda uyarladığım planı aynen yerine getirmiştim.
sonra mı? halit bir hafta eşofmanla okula geldi, götü pasumanlı biçimde, ben ise bir hafta ağzım yüzüm şiş gezdim, yediğim dayak neticesinde..
yanımdaki kız mı? bir daha o kalemi kullanmadı, kalemi ise ilk defa kendi isteği ile -al senin olsun, diyerek bana verdi...
günlerden pazartesiydi, haftanın ilk günü, haftasonunun verdiği rahatlığı bitiren okulun ilk günü, kısacası boktan bir gündü..
okula arkadaşım ömer ile beraber gidiyorduk, o gün ikimizinde canı feci halde sıkılmış, biri dürtse de bir şeyler yapsak der gibiydik.
kimsenin dürtmesine gerek kalmadan benim aklıma gelen şeyi söyledim, lan leblebi tozu alalım hadi! o kadar heyecanla söylemiştim ki ömerden gelen tek yanıt -tamam! oldu.
okulun karşısındaki bakalla girdik ve elimizdeki tüm para ile leblebi tozu aldık, o kadar çok almıştık ki, bakkal bile kuruyemiş işine mi girsem artık diye düşünmeye başlamıştı..
sınıfa girdik, elimizdeki malzemeleri herkese gösteriyorduk, özenenler oldu, isteyenler boldu zaten, hepsine verdik, mesut, ben dün yedim çok güzel üfleyince iğrenç oluyor hep, dedi.
mesutun verdiği fikir mükemmeldi, o günün getirdiği sıkıcılığa alternatif harika ötesi bir çözümdü, herkes ağzına bir tutam alıyordu, tüm sınıf leblebi kokuyordu...
üstümüz başımız sapsarıydı, ağzımızda tükürük ile karışmış sarı lekeler, her yer toz içinde, öğretmen sandalyesi, tahta, çantalar her yer...
o sırada yusuf ağzına aldığı toz ile konuşmaya başladı, siz de yapabilir misiniz? diyordu.. yaparız tabi dedik, yusuf, yusuffçukkk falan diyordu..
mesut, amına koyim demeye başladı, ordan biri salak dedi öbürü manyak, herkes neşe içinde saydırıyordu sınıfta, sanki ilk kez bu kadar eğleniyorlardı, kavga da edilmeyecek lafları hepimiz aldırmaz şekilde birbirimize ediyor, delicesine gülüyorduk..
herkes bir süre sonra aynı küfürleri etmeye başladı, ben ise bu güne kadar duyduğum ve çok ayıp olduğunu bildiğim orospu çocuğu adlı nacizane küfürü etmeye hazırlanıyordum, sınıftan çıkan sesler koridoru aşmış, öğretmenler odasını inletiyordu, tabi sesi duyan öğretmen sınıfa doğru yol almaya başladı, sınıfın durumu gerçekten rezaletti ve bendeniz sınıf başkanı idim..
öğretmen sınıfa adımını atar atmaz, - orrrrrospu çocuğuu! diye bir ses sınıfın her yerini inletti, 3 kere de yankılandı, oğroospu, orspu diye..
öğretmen yıllardır çiftleşmemiş boğa edasıyla bana bakıyor, bakışları al pacino gibi, yüreğimi sızlatıyordu..
bu sınıfın hali neee! sen nasıl başkansın! o küfürler neee! diyerek bana öyle bir geçirmişti ki, sokakta yeni yaptığı kardan adamı gözü önünde bozulan çocuk edasıyla kendimden geçmiştim...
öğretmen vuruyor da vuruyordu, bir yerden sonra seriye bağlamış hem sınıfa laf anlatıyor hem bana vurmaya devam ediyordu, dayaktan uyuşan yanaklarımı göz yaşları ile süslüyor, ağzımda kalan son leblebi tozu ile, özür dilerim demeye çalışıyordum..
o günden sonra bir daha ne başkan olmuştum ne de leblebi tozuna dil sürmüştüm. leblebi tozunun bünyemde açtığı yarayı hala iyileştiremedim, ne zaman leblebi görsem o gün aklıma gelir ve irkilirim, geçmişimden kaçar, orospu çocuğu diye küfrederim...
okula arkadaşım ömer ile beraber gidiyorduk, o gün ikimizinde canı feci halde sıkılmış, biri dürtse de bir şeyler yapsak der gibiydik.
kimsenin dürtmesine gerek kalmadan benim aklıma gelen şeyi söyledim, lan leblebi tozu alalım hadi! o kadar heyecanla söylemiştim ki ömerden gelen tek yanıt -tamam! oldu.
okulun karşısındaki bakalla girdik ve elimizdeki tüm para ile leblebi tozu aldık, o kadar çok almıştık ki, bakkal bile kuruyemiş işine mi girsem artık diye düşünmeye başlamıştı..
sınıfa girdik, elimizdeki malzemeleri herkese gösteriyorduk, özenenler oldu, isteyenler boldu zaten, hepsine verdik, mesut, ben dün yedim çok güzel üfleyince iğrenç oluyor hep, dedi.
mesutun verdiği fikir mükemmeldi, o günün getirdiği sıkıcılığa alternatif harika ötesi bir çözümdü, herkes ağzına bir tutam alıyordu, tüm sınıf leblebi kokuyordu...
üstümüz başımız sapsarıydı, ağzımızda tükürük ile karışmış sarı lekeler, her yer toz içinde, öğretmen sandalyesi, tahta, çantalar her yer...
o sırada yusuf ağzına aldığı toz ile konuşmaya başladı, siz de yapabilir misiniz? diyordu.. yaparız tabi dedik, yusuf, yusuffçukkk falan diyordu..
mesut, amına koyim demeye başladı, ordan biri salak dedi öbürü manyak, herkes neşe içinde saydırıyordu sınıfta, sanki ilk kez bu kadar eğleniyorlardı, kavga da edilmeyecek lafları hepimiz aldırmaz şekilde birbirimize ediyor, delicesine gülüyorduk..
herkes bir süre sonra aynı küfürleri etmeye başladı, ben ise bu güne kadar duyduğum ve çok ayıp olduğunu bildiğim orospu çocuğu adlı nacizane küfürü etmeye hazırlanıyordum, sınıftan çıkan sesler koridoru aşmış, öğretmenler odasını inletiyordu, tabi sesi duyan öğretmen sınıfa doğru yol almaya başladı, sınıfın durumu gerçekten rezaletti ve bendeniz sınıf başkanı idim..
öğretmen sınıfa adımını atar atmaz, - orrrrrospu çocuğuu! diye bir ses sınıfın her yerini inletti, 3 kere de yankılandı, oğroospu, orspu diye..
öğretmen yıllardır çiftleşmemiş boğa edasıyla bana bakıyor, bakışları al pacino gibi, yüreğimi sızlatıyordu..
bu sınıfın hali neee! sen nasıl başkansın! o küfürler neee! diyerek bana öyle bir geçirmişti ki, sokakta yeni yaptığı kardan adamı gözü önünde bozulan çocuk edasıyla kendimden geçmiştim...
öğretmen vuruyor da vuruyordu, bir yerden sonra seriye bağlamış hem sınıfa laf anlatıyor hem bana vurmaya devam ediyordu, dayaktan uyuşan yanaklarımı göz yaşları ile süslüyor, ağzımda kalan son leblebi tozu ile, özür dilerim demeye çalışıyordum..
o günden sonra bir daha ne başkan olmuştum ne de leblebi tozuna dil sürmüştüm. leblebi tozunun bünyemde açtığı yarayı hala iyileştiremedim, ne zaman leblebi görsem o gün aklıma gelir ve irkilirim, geçmişimden kaçar, orospu çocuğu diye küfrederim...
fox tvde yayınlanan pazartesi akşamlarının yeni talk showu...
şuanda adnan aybabanın tipiyle dalga geçilmekte adnan kendini alenderona benzettikçe ortamda ki taşşak seviyesi yükseliyor...
şuanda adnan aybabanın tipiyle dalga geçilmekte adnan kendini alenderona benzettikçe ortamda ki taşşak seviyesi yükseliyor...
13.38 den sonra ne oldugunu şaşırtan 5 yılda tamamlanmış 20.14 dakikalık müthiş bir şaheser...
an itibari ile bodrumda ki evinde kalp krizi sonucu hayatını kaybetmiştir,kendisine allahtan rahmet diliyoruz...
herkesin kücüklügünden birşeyler bulduğu uykusuzun en güzide köşesi...
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?