confessions

blackrons

- Yazar -

  1. toplam entry 86
  2. takipçi 1
  3. puan 9762

eve misafir gelen yabancı öğrenci

blackrons
çektiği eziyetler saymakla bitmez! lise yıllarındaydım, okula bir kafile geldi hollandalı, hoca sınıftaki çalışkanlara köfte gibi paylaştırdı arkadaşları, bana da bi dingil geldi, işte eziyet daha bu dingil lafıyla başlamıştı bile...

adı saçma sapan bir şey olan bu arkadaşı aldım eve götürdüm, annem aile birliğinde çok önemli bir yere sahip olduğundan bu arkadaştan haberi vardı, ama bizimle birlikte yaşayan babaannemin henüz haberi yoktu!

babaane- merhaba evladım hoşgeldin
- ? hi :)
babaanne- hay?
ben- yabancı babaanne yabancı selam veriyo
babaann- gavur mu?
ben- hee
babaanne- ne işi var?
ben- hoca verdi ya bakalım diye
annem- hayvan mı oğlum bu?
ben- anlamıyor lan nolcak
annem- terbiyesiz!

çocuk aptal bir gülümsemeyle hiçbir şeyden habersiz odama girdi, ben tabi okuldan gelir gelmez ayak baş parmağımla kasayı açardım hemen, yine aynını yaptım ve şaşkın bakışlar eşliğinde;

ben- i’m pc internet play
- what?
ben- internet
- oh, nice.
ben- :)

dedim, ne dediğimi bilmiyordum tabi, ama anlamıştı internet deyince, tek kelime yetiyormuş lan ingilizcede demiştim o gün, öyle olmadığını anladım sonra da ayrı konu. buraya kadar her şey güzel giderken yabancı arkadaşın dramı asıl akşam yemeğinde başlayacaktı, ağzına dolma tıkayan babaanne mi ararsın? bi tabak daha diye sorup, çocuk boş boş bakınca -aa istiyo garibim utanma söyle söyle! diyen anne mi? gülmekten yemek yiyemeyen ben ise çocuğa kola doldurmakla görevliydim.

derken televizyon izleme vakti geldi, çocuğu da aldık içeri gittik, az sonra zil çaldı, o da ne? yabancı çocuğun haberini alıp görmeye gelen insan ziyanları! hani lan hayvan değildi bu? sirk mi olm bizim ev? dememe kalmadan anneme, aniden girdilr evin orta yerine!

+ aa, hoşgeldin, hoşgeldiiiiiiin!
ben- bağırma teyze welcome de anlıyo o.
- ojbulduk :)
+ bak anladı işte türkçe biliyo bu baya :)
ben- lan alttarafı hoşbulduk dedi
- teşekkur aderim ben :)
ben- lan sen de sus amk!
annem- aa oğlum yeter ama!
ben- tamam be naparsanız yapın!

misafirlerin şaşkın bakışları eşiğinde iyice gerilmeye başlayan arkadaşımı alıp odama götürdüm sonra, bak olm dedim böyle böyle, bi bok diyemedim tabi ama demek isterdim, yazık oldu çocuğa! neyse efendim, sonunda ertesi gün olmuştu, kalktık okula gittik, çocuk okulda diğer arkadaşlarını görünce öyle mutlu oldu ki anlatamam, esir kampında tuttuk sanki pezevengi! hepsine sarılmalar öpüşmeler falan! yalnız okula gittiğimde daha ilginç bi durum vardı:

+ hi guys!
- amina koyam !
+ o ne lan?
bizim piçler- ahaha küfür etmeyi öğrettik lan bu da çok güzel orospu çocuğu diyo
+ lan oğlum manyak mısınız? kuş mu olm bunlar?
hakkı- ne lan sen bi şey öğretmedin mi?
+ yoo ne ögreticem?
- teşekkur aderim :)
+ lan sen de bi bunu ögrendin amk
- teşekkur aderim :)
bizim piçler- hahaha

2 gün sonra gittiler de kurtuldu yavrucak, beyin amcıklaması geçirmesi an meselesiydi, yıllar sonra facebook’ta aradım ama bulamadım, soyadı çok karışıktı ibnenin.

meydan sözlük

blackrons
lafmacun.org gibi orijinal bir isimden bu isme dönmüş sözlük. bunu neden yaptıklarını tam anlamasam da sözlük için değişen bir şey olmadı, o da bir zamanlar akıcı şimdi durgun sözlüklerden biri.

uludağ sözlük

blackrons
çok kötü bir sözlük, okunabilirlik sıfır. kendini okutan yazarları da 2-3 tane trollü (cool adam, bluevelve, hbbia, sirkecidentrengider vs.) zaten. işin ilginci burayı çekici kılan ne anlamıyorum?! ya da anlıyorum; bebeleri bile yazar diye sözlüğe alıp geniş bir kadro oluşturma peşindeler lakin okunabilirlik yokken en fazla inci sözlük olabileceklerinin farkında değiller. ha bu çok büyüdüklerini değiştiriyor mu? hayır. zall’ın cebine para giriyor mu? evet.

bilgi sözlük

blackrons
ilk göz ağrı. ayrıca o güzel günlerine geri dönmesini istediğim sözlüktür. inde’nin sözlüğü gerçek bir sahip gibi sahiplenmesi takdire şayan bir şey. sürekli yenilikler yapıp bizi haberdar ediyor ama bilgi sözlük artık yeni sözlüklere mi yenik düştü, bu kadar köklü bir sözlük neden bu kadar boş anlamıyor insan?! belki bir versiyon değişikliğiyle, yeni bir görünüm ve reklamla o eski günlerini yakalayabilir. zaten altyapısı olan bir sözlüğe yeni yazarlar gelerek iyi bir online sayısı yakalanabilir. he bunu independence düşünmemiş midir? tabii ki düşünmüştür, e o zaman siktirip gideyim bari, öyle içimi döktüm lan.

fatura tutarina göre muamele yapan memur

blackrons
göz göre göre ayrımcılık yapan memurdur, utanmaz da hiç.

+ bu ne lan?
- fatura
+ bak seen! kaç para bu?
- 10 lira.
+ ulan hiç kullanmadın mı göt?!
- ya ama beyfendi..
+ konuşma lan fakir!
--------------
+ ooo fetih bey 300 lira he
- evet ne oldu?
+ çok kral adamsın be fetih.
- niye?
+ 300 lira be fetihcim.
- fetihcim?
+ bizim faturaları da ödesen diyordum.
- oldu mnakoyim.
+ bir daha bekleriz fetih bey.
- tabi tabi.
------------
+ ne lan bu faturanın hali?
- bişey mi var?
+ 16 lira elektrik nedir lan?
- ne oldu ya?
+ mağarada mı yaşıyorsunuz mna koyim!
- sanane kardeşim!
+ lan biraz ışık aç ışık! televizyon izle.
- ne izlicem ya çok götürür o!
+ söyle lan cumhurbaşkanımız kim?
- süleyman demirel.
+ yok kenan evren!
- yine mi o oldu ya?
+ ohooo!
----------------
+ vay efendim 740 lira he?
- evet
+ kaç kişi ısınıyorsunuz?
- 5
+ kutuplarda yaşıyorsunuz sanırım?
- sanane kardeşim ya!
+ tabii ki banane efendim.
- al şu parayı!
+ oh oh paralar da sıcak neyle ısıttınız?
- lan sus!
+ peki sıcak insan.

hiçbir yerde bir sözlük yazarıyla karşılaşmamak

blackrons
gariptir, acı verir. en azından bana veriyor arkadaş, ne cahil bir toplumda yaşıyorum lan ben! çevremde bir tane sözlük yazarı yok. insan ara sıra birileriyle sözlükler hakkında konuşmak, bi şeyler tartışmak istiyor. en azından ’sen şu sözlüğe giriyon mu lan?’ deyince ’evet, ama şimdi siktir git’ lafını duymak istiyor, istiyorum.

mesela ben 18 yaşımdan beri sözlük yazarlığı yapıyorum. ergen deyip taşak geçmesinler diye reşit olunca başlamıştım bu işe. aa baktım güzel gidiyor, 5 senedir de devam ediyorum işte. şimdi 23 yaşında kocaman (cüsse olarak) bir bireyim. geçen katsayı kalktı diye dershaneye yazılasım geldi, gittim yazıldım. baktım hepsi kültürlü tipler, ellerinde kalem falan var, dedim yazıyordur herhalde bu ipneler. ama yok lan! hiç birinin haberi yok! sözlük deyince ’ o ne lan ’ şeklinde gelen slogandan bıktım arkadaş. bir kişi de, oo kanka! sen osun demek ha? vayy be! ben senin hayranınım! falan desin yahu. çok mu şey istiyorum anlamadım? çevremde de bu böyle işte, kuzenime zorla sözlük okuttuğumu bilirim. kardeşimi döve döve ’bak la bana ne yazmışlar’ demek de favorilerimdendir.

+ oğlum bak ben bu sözlükte ünlü bi yazarım.
- ne bu şimdi? haa bunları siz mi yazıyordunuz la?
+ defol lan odamdan!

vay arkadaş! insanın sözlük yazarı olan bir arkadaşı olmaması ne kötüymüş. şimdi anlıyorum bunu, sabahlara kadar ne güzel taşak geçerdik oysa ki. nick altlarımıza gelen entryleri okur orgazm taklidi falan yapardık. o değil de bi keresinde babama şöyle demiştim;

+ babaaa! babaaa ünlü oldum sözlükte!
- iyi, siktir git ekmek al. karnım acıktı mna goyim.

en kötü olaylara bile gülerek bakmak

blackrons
hayatı güzelleştirmenin en güzel yoludur belki de. hayata gülerek bakmak güzel oluyor, insanlar kimi zaman yadırgasa bile seviyorum bunu. hep ’gülmek’ istiyor gözlerim onlara, her kötü olaya bile gülüyorum, bazen ben bile ’neden gülüyorum lan şimdi’ desem de engelleyemiyorum bunu.

kemal sunal’ın yürüyen evli filmi geliyor aklıma, ama o hiç ağlamıyordu filmde. ben küçükken hayvanlar gibi ağlardım, en ufak şey de ’muaaaaaa’ diye açardım ağzımı. büyüdükçe değişti bu huyum, en kötü olaylara bile deli gibi gülmeye başladım, tecavüzcü çoşkun gibiyim mna goyim. hatırlıyorum da ilk hayınlık deneyimimi ortaokul civarlarında yapmıştım, arkadaşın kafası taşla ikiye ayrılmış kan içinde yerde yatıyor, bütün çocuklar ’yardım çağırın la’ diye bağırırken ben gülerek ’koşun la adamın kafası yarıldı haha’ diye gülerek insanları topluyordum. o arkadaşım bi daha benle hiç konuşmamıştı mesela, ’la üzüldüm oğlum bakma lan’ desem de konuşmadı işte, konuşmazsan konuşma lan dedim ben de içimden, öyle de oldu.

insan çocuklukta böyle olabilir, doğaldır. ama büyüdükçe de aynı kalmaz ki arkadaş! çapa’da bomba patlamıştı, tam annemin önünde, annem yarı baygın eve gelmiş, korkudan bembeyaz kesilmiş, ben bi elimde soğan annemi ayıltmaya çalışıyor diğer yandan ’ahuha numara yapma lan’ diye gülüyordum. o günden sonra annem hiç bayılmadı, zira bayılsam da ’inanmıyor ipneler’ dediğini duyar gibiyim. aslında inanıyordum, lakin ağlamak içimden gelmiyor işte, ne yapayım?

duygusal bi film izlerken yanımda yaşlar akıtanlar hep kötü gözle bakmışlardır bana. ’piç, duygusuz, şerefsiz, senin..’ gibi laflar çok yemişimdir sıfatıma. ne yapayım arkadaşım? bi kadın mal bi adam için göz yaşı akıtırken ağlamak gelmiyor içimden işte. babamla mesela hep kavga ederiz bu yüzden. en ufak şeye de ağlanmaz ki! adam sır kapısı izlerken ağlıyor, gel de suratına bakarak gülme! gülüyorum ve akabinde ’sen ne anlarsın lan’ demelerinden zevk alıyorum! ağlamayın arkadaşım her şeye, ağlamayın lan!

hayata gülerek bakmayı seviyorum, yaşlı kadınların düştüğünü görünce önce gülüyor sonra gidip kaldırıyorum. sevgilimden ayrıldığımda telefonla arayıp ’hahahaha’ diyor ve canını yakıyorum. bir kedi kuşu kapınca içimin yağları eriyormuşcasına kahkahayı basıyor, sonra kedinin götüne de bir tekme atıp ’orrrrrspu çocuğuuuu!’ diyor ve tekrar anırıyorum. bu beni kötü mü yapıyor? bazen evet, ama çoğu zaman işime yarıyor, ağlamayı sevmiyorum, kimse ağlamasın, ağlamayın lan.

+ hahahaha
- ne gülüyon lan?
+ kafan kanıyo oğlum.
- örtmeniiiiiim!

1. sınıfta kafamın yarıldığında arkadaşımın verdiği ’hahaha’ tepkisi. vay piçin oğli.

topukla gol atmak

blackrons
futbolcuların yaşadığı müthiş bir duygudur. ya da değildir ne bileyim?

benim için her zaman müthiş bir duygu olarak hafızamda kaldığı kesindir ama. ne zaman o topukla gol attığım günü hatırlasam, içten bir ’goool’ çeker, umarsızca çalım atarım hayallerime.

hoop şimdi ilkokul yıllarıma gittim! sanki ilk defa gittim mna koyim. hep hayallerimde ibneler, çocukluğum içimden çıkmıyor. neyse, bunlar hep maç yapar, doğuştan messi olan bünyemi iki takımdan birine bile almazlardı. mna kodumun saksısı gibi tek başıma oturur, biri düşüp gebersin de oyuna gireyim diye beklerdim.

gel zaman git zaman bi gün cidden biri düşüp gebermişti. ayağında kafası kadar delik oluşan çocuğu sikine bile takmayan futbola aç bünyeler, çocuğu tekmeleyerek kenara attılar ve beni oyuna aldılar.
daha girer girmez topla buluşamamıştım, ama betonla buluşmuştum, çok sert davranmıştı ibne.

sahadaki ibneler ise ayağıma deli gibi dalıyorlar, topun ayağıma gelmesini ısrarla reddediyorlardı. bu ısrara dayanamıyor, çılgın gibi bende onlara dalıyordum. top hariç her yerimize vuruyorduk, çok kötüydü lan.

o sıra bir boşluktan yararlanıp, tekmelerin uçuştuğu yerden kaçtım. bir baktım top süzüle süzüle bana geliyor, toptan haberi olmayıp birbirini tekmeleyen ibneler de topun bana geldiğini görünce çözüle çözüle üstüme gelmeye başladılar, korkan bünyem ise büzüle büzüle aynen geri kaçıyordu. top ise tam arkamdaydı...

allahın verdiği güçle, arkam dönükken topa öyle bir vurmuştum ki, 90 a girmese bile 75 e falan girmişti. kaleci ağzını açmış, millet yerde.
goool diye bağırıyordum, attığım ilk golümü topukla atmıştım lan. attığım ilk golü artistik bir yetenekle atmıştım lan! attığım ilk golü... neyse!

golümü barıştan zarar görmüş örümceklere adamıştım. o kadar mutluydum ki anlatıyorum işte. o günden sonra çevrenin etkisi değişmişti üzerimde, adım atışmaları ben yapıyor, adamları bile kendim seçiyordum artık. bir topuk golü sayesinde yapıyordum bunları, dedikodum bile yayılmıştı okulda!

+ aa topukla gol atan çocuk bu!
- ayy çok yakışıklııı!

ah ah! işin ilginci o günden sonra hiç gol atamadım, kariyerim sıfıra indi. sonra bende baskete sardım, ilk sayımı ise kıçımla attım.

bu da böyle siktiri boktan anımdır, okuyun diye şe’ettim.

insanın yasayabilecegi en korkunç gece

blackrons
o gece televizyon karşısında oturmuş, bir yandan murat boz dinleyerek kendimden tiksiniyor, bir yandan da şimdi kim gidecek kumandanın başına diyerek bu asrın işkencesini kendime yapıyordum. neyse ki elektrikler kesildi ve ikimizde memnun olduk. bir mum yakıp geçtim odama, gecenin üfürdüğü karanlık rüzgarla sevişiyor, yaprakların haşin kıpırtısıyla irkiliyordum. ayın verdiği ışığın etkisi ve tepkisiyle balkona çıktım, bir kaç saat oturdum, kedi geldi yanıma, vurunca gitti, başbaşa bırak beni dedim. tamam diyemese bile anladı, alttan aldı.. bir tek ateş böceğinde ışık vardı, gecenin karanlık ortamını ahaha bende ışık var zavallı insanlar dercesine aydınlatıyordu! arada bir poposunu sallıyor ve dans eşliğinde ötüyordu. balkonda hayvanlar alemine dalmış otururken çekirdeğimin bittiğini farkettim, bakkala gidecek gücüm bile yoktu, neyse dedim hem açılırım belki, en iyisi çıkmak, kapıyı aralık bıraktım...

6 yaşlarında bir çocuk vardı kapı önünde, elinde topu gel oynayak dedi, yok dedim bakkala gitmem lazım...eyi gidersen gidesin dedi.. tamam! dedim.
bakkala girdim, karanlık ortamda toplanmış 3-5 kişi gülüyor, deli gibi küfrediyor ve hikayeler anlatıyorlardı. çıkayım mı? diye düşündüm ilk ama sonra beni gördüler, -buyur yiğenim. dedi biri, merhaba! dedim, acaba sizde çekirdek var mı? yemek için? bakkal samimi bir şekilde -var ama bunlar yenmez, birbirine ekleyip kolye yaparsın artık, dedi.. dalga geçtiğini anladım tabi, o cümleyi banada biri kursa bende geçerdim, neyse dedim ver bi paket, verdi... parasını verdim, para üstünü verdi, eve gidince saydım eksik çıktı, sonra dedim karanlıkta görememiştir, hiç gidemem birdaha... eve girdiğimde takur tukur sesler geliyordu, tabi kalk hırsız var diye kaldıracağım bir kocam yoktu, akabinde faredir yada kedidir kedi cevabını alacağım..

kendi kendime kuştur diyerek girdim içeri, gözlerim tıkırtının olduğu yeri arıyor ama karanlıktan sadece sesleri duyduğum için sese doğru yönelmeyi deniyordum, birden parlak iki çift yemyeşil göz gördüm, vurduğum kedi çetesini toplamış ve dövüşmeye gelmiş diye saçmaladım ilk, sonra saçmaladığımı anladım olamaz dedim.. sen kimsin be diyerek karşı koydum iki çift göze, titreyerek tabi... şşşşt dedi birden, içimden bir ses ölüyorum lan! diyordu, iki çift göz şşt demeye devam ediyordu.. meğer yaptığı şşşt sesi yediği yemekten geliyormuş.
biraz daha yanaşınca onun evin önündeki küçük çocuk olduğunu anladım...

ne arıyorsun çocugum evimde? dedim, top oynamaya gelmişem dedi, yılışık bir ifadeyle.. başkasının evine hırsız gibi girilip yemekleri yenmez dedim, ne kadar ayıp, puh terbiyesiz! bide böyle dedim, bir anne edasıyla..

özür dilirem! dedi, sadece bir kaç şeker yutmuşam.. ne şekeri ya derken buzdolaptaki kas gevşeticilerin bittiğini anladım, oğlum naptın sen? demeye kalmadan! yav zaten çok kötü tadı vardı, diyerek yapıştı yere...
işte ne olduysa o zaman oldu, kendime şu soruları sormaya başladım;

1. bu çocuk kim?
2. nerede oturuyor?
3. öldüyse ne yaparım?
4. anası babası benden bilir mi?
5. kaç yıl yerim?
6. gözleri lens miydi? yoksa gerçekten yeşil mi?

neyse efendim bu sorulara kendimce yanıt ararken bir yandan aldığım çekirdeğe lanet ediyor, bir yandan ışıkları kesen şirkete beddua ediyordum!
derken sokakta cevaaat cevaaat! sesleri yükselmeye başladı, oğlum eve dönmedi bilen var mı ? diye. aha dedim şimdi değil ayva, ananası kabuğuyla yuttum...

tuttum cevatı halıya sardım, kolumun altına koyup camdan atacaktım, camdan geçmedi, karanlığın verdiği cesaretle dışarıya çıktım. maksadım cevatı konteynıra atmaktı... tam giderken annesi önüme çıktı, ben tam eşhedü en laaa derken dur sonra çekersin! dedi...
oğlumu arıyorum, resmi şu gördünüz mü? dedi, hayır! dedim görmedim. peki dedi annesi.

tam halıyı çöp kutusuna atacakken elektrikler geldi, sokak lambaları sanki bizim sokağı ilk kez bukadar aydınlatıyordu, etrafım kalabalıkla çevrili elimde halı ve ben öylece bakıyorduk. annesi polise haberde vermiş olacakki, polis kimse kıpırdamasın, soruşturma yapacağız dedi! halıyı var gücümle yere bıraktım, ve sürpriiiz! cevat halının içinden süzüle süzüle polisin ayak dibine kadar geldi, insanlar kötü gözle bakıyor, babası elinde keserle kafamı bedenimden ayırmayı bekliyordu. ama oda ne? cevat ayılmaya başladı, demiştim zaten 4 tane kas gevşeticiyle adam ölmez diye, ama içimden demiştim bunu.

cevat yarı uykulu bir şekilde sokaktan öğrendiği küfürleri bana savuruyordu, bense kendimi nasıl haklı çıkarırım diye var gücümle düşünüyordum.. derken polis çocugun halıda ne işi oldugunu sordu bende halının içine girmiş farkedemedim dedim. sonra saçma oldugunu anlayıp herşeyi anlattım, polis peki halıya neden sardın dedi? işte bu zor bir soruydu, derken cevat araya girdi ve ’yav oyun oynuyorduk, agama ben sar beni dedim, ben dolmaydım oda benim dolma yapan babannemdi’ dedi.

o an cevatın dahi olduğunu anladım, polis gülen gözlerle ve şaşkın bir surat ifadesiyle, peki evlat bidaha annenden habersiz dışarı çıkma! dedi cevat’a.
bana da, seni gözüm görmesin! dedi polis. peki abi dedim umarsızca...

o günden sonra cevat’la müthiş ikili olduk, arada bir bana uğrar kas gevşetici içip çılgınlar gibi dans ederdik, çekirdikleri ayırır ağzına verirdim, oda 50 taneyi yutarak 1 saatlik uğraşımı mideye indirirdi. cevat’a yapacağım şey kötü bir şeydi belki ama o günün tek sorumlusu elektrikti. içime gelen o korkuyu veren. ama olsun, yalnız gecelerimin yeni dostunu kazanmıştım, cevat artık benim kardeşim gibiydi. ve o gece gibi bir şey yaşamamak adına jeneratör de aldım eve, artık elektriğe meydan okuyordum...

nitekim o geceyi asla unutmadık, ne ben, ne cevat, ne polisler, ne cevat’ın annesi ne de haber bülteninde haberi izleyen milyonlarca kişi... neyse ki haberi sadece flash tv vermişti de o milyonlar binlere falan inmişti.

ve o gece benim evde geçirdiğim en korkunç geceydi.

fakir alin evinizi simartin

blackrons
fakir adlı firmanın yaratıcı sloganı. yalnız herkes düşünmüştür o isimle evim nasıl şımaracak diye, bir de fakir markasının ruh halini düşünsenize evde!

philips- naber lan fakir?
fakir- abi yapmayın ya eziliyorum.
sony- ezil lan tabi, ne işin var aramızda?
fakir- oğlum yapmayın lan!
lg- herkes kendi evine!
herhangi bir made in china- oğlum gel lan beraber takılalım.
fakir- ya bırak abi ya!

psikolojisi bozulur lan ürünün.

asosyal insanların bayram sorunları

blackrons
büyüktür. acıyorum bunlara yahu, insan gördümü kaçan bu tipler bayramda kendilerini odaya kilitliyor. geçen bayram akrabaya gittik 15 yaşlarında bir oğulları var. kınayt (kendi tabiriyle) bağımlısı. gel lan dedik bayramlaşalım. içeriye geleni keserim ulan! diye levet atlamaz mı?! direk kaçtım mna koyim. bunları insan içine çıkarmak için özel çaba sarfetmek gerekiyor.

+ oğluum çık bak sana ne aldım?
- insan var mı lan insan?
+ yok oğlum hepimiz hayvanız.
- oh oh güvendeyim!

türkiye de robot olmak

blackrons
kesinlikle zorlu ve bir o kadar ilginç bir maraton olurdu robotlar için, düşünsenize bir robotun kıraathane işlettiğini.

+ iki kahve kap lan robot!
- kapmasına kapabilirim ama ne tür kahve? espresso, cappucino, türk kahvesi, nesacafe ? hangisi? ayrıca unutmayın hepsi birbirinden güzel olup fiyatları çok caziptir, çay 50 kuruş, nescafe 1 lira, türk kahvesi 1.5 lira..
+ lan alın götürün şunu! çaycı rızayı özledim ben!

robotların hafıza yetenekleri market gibi alışveriş merkezlerinde işe yarayabilirdi, ama ürünün altında yazan fiyatı okumayıp sürekli kasiyere soran sevgili halkımız robotları da çileden çıkartabilirlerdi.

+ bu ne kadar?
- üzerinde yazmaktadır ama 50 kuruş.
+ bu?
- 1 lira
+ peki bu?
- 2 lira
+ aa bu ne kadar?
- 3 lira 3! 3 yasayı çiğneyeceğim sonunda hepinizi geberticem lan! bu ne oğlum! ne zormuş lan türkiye’de esnaflık.

tabii ki robotları kötü emellerine alt eden türk vatandaşları da olacaktır, mesela robotları dilendiren insanlar mutlaka çıkar.

+ abi bee bi yağ parası be.
- yürü git lan.
+ abii kolum yok kol alcam be.
- diğerini kullan lan!
+ sırf robotum diye di mi lan?

robotların üç yasaya bağlı kalmamasını ve özgür olmasını isteyen insanlarımız da mutlaka bulunacaktır, akıl verecek, adam edeceklerdir.

+ kural 1: bir robot asla bir insana zarar vermez.
- seni sikeni sende sikeceksin, kural bu!
+ kural 2: bir robot ilk kuralla çelişmediği sürece, bir insanın emirlerine uymak zorundadır.
- köle misin oğlum? ne emri? bas tekmeyi siktir et hepsini, ne yardım edicen ibnelere.
+ kural 3: bir robot ilk iki kuralla çelişmediği sürece kendini korumak zorundadır.
- koru lan tabi bi robot sana karışırsa direk öldür, hatta insan karışırsa onu da öldür oğlum, bırak şu çelişmeyi falan, çelişkilerden kurtul! kendin ol!


robotlarla dalga geçenlerde olacaktır tabi, yazık yahu beyin amcıklaması geçirteceklerdir güzelim makinalara.

+ robocan! sen eşsizsin.
- eveeet! ben eşsizim.
+ siktir lan şaka yaptım, hemen gaza geldin amına koyim.
- ama ama ama.

robotlara tecavüz eden, robotlara işkence yapan varlıklar da mutlaka çıkar, duyarız, hatta canlı yayınlara çıkarlar.

+ karıya varamıyorum ama robota varıyorum.
+ havada duran robot gördüm şahitlerim var.
+ robot bana kaydı, ne olduğunu anlamadım!
+ ben robota işkence yapmıyorum yahu! çok hoşlanıyor o bundan!

okula robotunu götüren çocuklar olacaktır, hatta bunlar robotlarını dövüştürür kesin, ama içlerinde robot alamayan fakir çocukta olacaktır, o ise mutfak robotuyla gelir yazıktır.

+ benim robotum seninkini döver!
- yok ya bu son model! dondurma sıçıyor nabeer?
+ bizimki bulasıkları amuda kalkıp yıkıyor.
- bizimki ağzını kapatıp kulaklarından müzik çıkartıyor.
+ alicaan! senin ki ne yapıyor?
- sadece meyve sıkıyor! orospu çocuuuu.

günden güne zorlaşır türkiye de robot olmak, sonunda türkiye’ de yaşayamayacağını anlayan robotlar isyan çıkarırlar ama polisimiz tazyikli su ve biber gazı ile müdahale ederek robotları durdurur.
ve robotlar işkenceli hayata kaldıkları yerden devam ederler.

+ ben senin içini merak ettim, dur bi bakıyım.
- hayııııır!
+ tüh lan nasıl kapatcaz şimdi bunu?

----

+ ali benim robota çük koymuşlar lan.
- hadi ya.
+ he ama bi boka yaramıyor, işemiyor da.
- süs diye koymuşlardır.
+ ulan onun yerine iki delik yapsalardı bari.
- yani çok hayvansın hasan! harbi yuh!


zordur, zor.

cipsin içinde taso ararken bakkala yakalanmak

blackrons
doksanlı yıllarda çocukluğunu yaşamış şahsiyetler için mükemmel çocukluk maceralarından biridir bu, bakkala gözükmeden cips ellemek!

looney tunes tasolarının modası geçmiş, elimde kalmış bugs bunnyleri nereme sokacağımı düşünüyordum, şu tasolar tekrar gelse de kapışsak diye sürekli iç geçiriyordu bünyem, o sıra pokemon adlı çizgi filmde gösterime girmişti türk televizyonlarında, adeta bomba etkisi yaratmıştı çocuk beyinlerde, herkes pokemonu olsun diye yalvarıyordu tanrıya.

pokemon kartları türemişti akabinde, futbolcu kartlarından sonra daha bir renkli ve büyük gelmişti gözümüze, üstelik oynanan oyun daha zevkli oluyordu, baya biriktirmiştim bunlardan, ama sonuçta kağıt parçasıydı su gelse gidiyordu meretler, bize taso lazımdı.

ve beklenen gün gelmişti evet, pokemon tasoları resmen deprem etkisiyle mahalleyi sarsmıştı, bakkala ilk gelen cipsler 1 saat içerisinde tükenmiş gün içerisinde bütün marketlerden tekrar tekrar ürün siparişi alan frito lay firması beyin amcıklaması geçirmişti.

herkes ailesinden kopardığı para miktarında cips alıyor, cips içerisinde deli gibi taso arıyordu, aldığı cipsten taso çıkmayan çocuklar götünü eşek arısı sokmuş gibi kendini yerden yere atıyor, yaz sıcağında gözyaşları ile kapıların önlerini suluyor, adeta belediyenin yapmadığı sokak temizliğini kendileri yapıyorlardı.

o gün bende tam 7 paket cips almıştım ve elimde 4 adet taso vardı, öyle bir karizmam vardı ki, 4 tasolu çocuk diye nam salmıştım yedi mahalleye, öyle bir tasoydu ki bendekiler yoldan geçen kıza göstersem yatma teklifi alıyordum aniden...
lakin bu böyle gitmezdi, ayı şükrü 4 tasomu birden kökmüştü, ne yapacağımı şaşırmış aylak aylak evin yolunu tutmuş, yüzümü derin dekolteli yastığıma koymuş, gözyaşlarım ile süslüyordum.

ertesi gün babamdan yine harçlığımı almıştım, tam iki cips parası vardı elimde! ama babam tembihlemişti, o kadar çok cips yeme! diye. cipsi sikleyen var sanki gibi bir söz etmemiştim ama o manada bakışlar atmıştım babama, babam işin yolunu tutar tutmaz yancı adem ve deli eyüp’ü dışarı çağırdım, maksadımız babamızdan aldığımız paraları en iyi şekilde değerlendirmekti, boş cipse verecek paramız yoktu!

hemen plan kurduk, biz üçümüz taso ortakları olduğumuzdan beraber savaşıyorduk diğer pokemoncularla, neyse plan tıkır tıkır işlemeliydi, onlarında getirdiği paraları elime aldığımda tam 5 cips paramız olmuştu ki bu tam 5 taso demekti.
hemen eyüp’ü bakkalı oyalamak için yanına gönderdik biz de bu sırada paketleri elliyor ve içindeki tasoları özenle seçmeye çalışıyorduk, 1-2-3 derken 4 tane pakedi seçmiş bir tane daha aramak için sıkı çalışmalara girmiştik, işte tam o sırada bir cips pakedi çok sıkıldığından pat! diye elimde patladı, o sırada bakkal kenan abi hışımla kapının önüne dikildi!

- ne yapıyorsunuz ulan siz pezevenkler?!

o an elimdeki 5 cips (biri açılmış) pakedi ile öylece kenan abi’ye bakıyordum, abi valla benim suçum değil sıcaktan patladı herhalde diye bir yalan attım, yalanı yemeyen kenan abi elimdeki cipsleri de alarak bunların parasını öde çabuk lan dedi, elimdeki tüm parayı verdim ve oracıkta göt ettim onu, tamam bir daha yapmayın diye yolladı bizi, o seçtiğimiz 4 pakette de taso vardı, orospu çocuğu kenan abinin zorla sattığında ise ’’ash’’ çıkmıştı, bu taso hayat demekti, bu taso varlığımızın sebebiydi, bu taso karizmanın tavana vurması idi, kenan abi istese oracıkta altına bile yatabilirdik, mutluluğumuz o derece idi.

o günden sonra elimizdeki o tasoyu alabilmek için 10 taso hatta ortaya 20 taso bile koyanlar oldu hiç birini kabul etmedik, bu tasoyu hep özenle muhafaza ettik, arada bir ayı şükrü’ye snorlax tasosu göstererek taşşak geçtik, artık biz mahalledeki taso krallığının tek sahibiydik, kenan abinin açtığı yolda emin adımlarla ilerledik, yeri geldi dayak yedik, lakin cips paketlerini ellemekten hiç vazgeçmedik, bazen bakkala da yakalansan iyi şeyler olabilir sözünü hayat felsefesi edindik...

ilkokulda tum harclik ile kızlara patsito almak

blackrons
patsito yu bilirsiniz, küçüklüğümüzün şahane cipsiydi bu, ilkokulda beşer onar tane alıp güzel kızlara verirdik, çirkin kızlara ise anca içinden bir tane...
bi ara evden öğretmen istedi diye para almıştım, hepsinle sınıfın güzel kızına her tenefüs patsito aldım, yiye yiye ayı gibi oldu mna koyim, şimdi baktım evde kalmış, çirkin bi şey olmuş. dedik o kadar yeme diye.

+ bu ilişki burda biter black!
- niye lan?!
+ ömer bana ruffles aldı çünkü!
- mna kodumun zengini!

dükkana ünlüler ile çekilen fotoğrafları asmak

blackrons
dükkana daha çok müşteri çekmeye çalışmaktır.

bunlar çektiği fotoğrafları dükkanına boy boy asarak aha buraya ünlüler geldi, çayımı içip tatlımı yedi ve çok beğendiği için de bana birlikte fotoğraf çekilmeyi teklif etti mesajı verirler, biz de genelde alırız bu mesajı...

yalnız sırf dükkanına ünlü gelmediği için photoshop ile yanına brad pitt’i koyan abiler var, lakin truva filmindeki halini koyunca olmamış tabii, antik yunan mısın lan sen? bir de sarılmış gözüküyor böyle fotoğrafta, brad pitt’in elinde kalkan, bunun elinde meyve dolu bir poşet, abi nereden geliyorsun? spartadan lan işte, alışveriş yaptık..

bir de ufacık büfesine taksim’de herhangi bi ünlü ile çekildiği fotoğrafı koyan abi var, ulan senin büfeden sigara aldıysa ne olacak bu adam? satışlar mı patlayacak? sigara yasağını mı kaldıralım? anlamadım gitti mnakoyim.


+ vay hikmet abi bu resim ne ya?
- tarkan ayakkabılarını boyattı bana.
+ vay helal olsun abime!
- sağol koçum
+ benimkileri de boyasana abi.
- tarkan boyattı diyorum, siktir git lan!
+ oha ya!

apartmanda yaşanılan garip olaylar

blackrons
apartmanda oturanların yaşadıkları garip, ürkütücü, trajikomik olaylardır.

günlerden çarşambaydı, çarşambayı sel alan bir türkü vardı hani, o türkü gibi her yeri sel götürüyor, şimşeğin çakarken çıkardığı ses yandaki 300 kiloluk hüseyinin osuruğunun sesini bile bastırıyordu...

birden apartmandan bir ses geldi, ’’ koşuun ulan apartmana su bastııı ’’.. bağaran ihsan amcaydı, 70 yasında emekli albay, siker atar cinsten...
elime aldığım kürek ve keserle koştum albayın yanına, keseri niye aldım bilemedim, albay sonra onunla kafama vurdu, aksi adam.

bi albay bi ben çalışıyor, apartmandaki suyu dısarıya atmaya uğraşıyorduk, derken seksi geceliği ile çılgın aysel kapıya çıktı, albay ihsan amca gençlik yıllarına gitmiş olacaktı ki ağzından çıkardığı salyalar ile sele katkı yapıyor, attığımız suyu tekrar ağzından çıkartıyordu sanki.

aysel abla yanıma gelip kalçama dokundu, oha dedim dur, yardıma ihtiyacın var mı bebeğim dedi, var abla dedim, benimkinin bi ucudan tuttu, küreğin tabi..
derken 300 kiloluk hüseyin abi kapıdan çıktı, ne oluyor lan dingiller diye bağırdı, kapıya ayda bikere anca yürüdüğü için ve ayseli ilk kez gördüğünden, göbeğini saklamaya çalıştı lakin nereye kadar? göbeğini bıraktığı anda önündeki julide hanımın ogluna çarptı, göbeğin etkisiyle sarsılan 8 yasıdaki genç osman 18 merdivenden düşerek selin içine girdi, kabus gibiydi.. hemen yüzmeye başladım ve çocuğu kurtardım, kahraman gibiydim şerefsizim. jülide hanım utanmasa evine kahve bahanesi ile çağırıp ırzıma geçecek, aysel zaten oracıkta verecekti.. ama malesef hiç biri olmadı. akabinde hüseyin bize gel bari kutlayalım dedi, yuh artık hüseyin! dedim..

birden albayın kafama indirdiği silah ile oracığa yığıldım, tek suçum yuh demekti, albay yuh diyenlere sinir olurmuş, ben bunu nereden bilebilirdim ki? resmen yığılmıştım suya, kafamdan çıkan kanlar seli kan kırmızısı yapıyordu, albay kırmızıyı görünce daha da eskilere gitti ve ortada savaş yokken savaş var diye bağırarak apartmanı taramaya başladı, kendimde bile olsam kafamı kaldırmıyordum, adam çıldırmıştı. hayatımda hiç bu kadar korkmamıştım, her gördüğünü düşman sanıyor ateş ediyordu, hüseyin korkudan bi osurmuştuki şimşeğin gürültüsü yanında bok yemiş, o dereceydi. osuruğu bomba sesi sanan albay apartmanı ateşe verdi, albay tek başına şehri ele geçirme peşinde idi..

birden aklımı kullanmak geldi aklıma, kan içinde olan aklımı kullanarak komutanııım! kazandıııık! diye bağırdım. albay sevinçten ağlıyordu, boynuma sarılarak hepinizin amına nasıl koydum dedi...
albayın oyununa gelmiştik, sırf eğlenecek diye koca apartmanı yaktı, hüseyin korkudan 200 kilo vererek forma girdi, aysel artık türban takıyordu, jülide bir daha çocuk yapmıyorum dedi...

ben mi? o gün korktuğum kadar hiçbir gün korkmamıştım, albay beni her gördüğünde dalga geçiyor, kahvedeki herkese nasıl ağladığımı söylüyordu. kahvenin önünden geçemeyen yaşlı teyzeler gibi olmuştum amına koyim, herşey hüseyin yüzündendi, onu hiç unutmadım, nasıl osurduğunuda...
0 /

neden bekliyorsun?


bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?

üye ol