kalmamış..
yitirmişim belki de!
gideceğim yerin beni yalnız bırakacağını sanmıyorum.
***
akşam
harem terminal
*
-bir bilet lütfen.. sessiz bir yer olsun gideceğim yer!
+neresi kızım? söyle allasen.
-sessiz ve uzak bir yer olsun yeter; ne kadar?
+21 lira. bayan yanı mı olsun?
-sessiz olsun!
+??
*
daha bir buçuk saat var otobüsün kalkmasına. salacak’a kadar yürüyorum. tüp geçit şantiye iskelesine çıkıyor, en başta oturuyorum ayaklarımı sallandırarak. terazinin iki kefesinin de doğru olduğunu ölçmem gerekecek. kalkıp, biraz yürüdükten sonra kulenin arkasında oturuyorum. kız kulesi’ nin akşam güneşine kalkan olması beni ferahlatıyor bu yaz sıcaklığında. comnenos’ a bir teşekkür mektubu yazmalıyım dönüşte. gittikçe daralan bir hatıra salonum var kafamda artık. eski arkadaşlarımın terkediş masalları beni yalnız kalmaya zorluyor gitgide. sevimsizleşiyorum.
-bi çay lütfen!
+hemen abla.
kilimler var burada! eskiden annemin anlattığı salacak plajı’ nın olduğu bu yerde; taşlı bir deniz ve kumlu ufak bir sahilken, şimdi bir beton yığını olmuş salacak sahilinde. eskiden; "bir çay verir misiniz amcacım?" diyebileceğim aynı yaşlardaki adamın, şimdilerde bana "abla!" dediği bu yerde. beyazıt kulesi’ nin hava durumunu gösteren ışığı belirmeye başladı taa buradan. mavi ışık yanıyor.. gene gebertecek bu güneşli hava istanbullu’ yu. yokum ben ama yarın. sessiz bir yere gidiyorum.
*
hereke’ yi geçti otobüs. ipek halı kokuyo burası.. bir de sümerbank. sabahları, çimento fabrikasının dumanından eksilen hayatlar vardı burada.. "globalleşince ölmez olduk!" diyor şimdi buradaki halk! haksız da değiller.. lojmanlar vardı zamanında burada.. içinde oturan teyzem, eniştem ve çocukları. sümerbank’ tan emekli olunca kiraza vermişti hayatını eniştem. ankara asfaltına çıkar, akşama kadar satardı bir sezonluk kirazını. teyzem; zamanında on herifi peşinden koşturan dünya güzeliyken, kapatmıştı kafasını, şişmanladıktan ve büyüttükten sonra çocuklarını.
yanımdaki herif horlamayı beceremiyor. irili ufaklı taneler şeklinde çıkıyor burnundan nefes alamaması. bir omuz koyuyorum.. "hıırrrk hıırrrk" diyor, öbür tarafına dönüyor.
aşağıda kalan ankara asfaltına takılıyor gözüm.. loş farlarından eski oldukları belli olan, kamyonlar gidiyor sadece oradan. ağır aksak damperlerinde belki kum var; belki bir garibanın bıkıp da istanbul’ dan köyüne dönerken götürdüğü üç beş takım taklavatı. modernliğin insan üzerindeki yalnızlaştırması gittiğimiz yolun tekdüzeliğinden belli. montaj bandında ilerleyen siktiredilmiş bireyleriz artık. bir köy içinden geçebilmek için bile bir gişeye ihtiyacın var.. ya da bir kasaba için ya da bir insan görmek.
*
çığlık atarak uyanıyorum aniden! yanımdaki de.. ve otobüsteki herkes. sanki hayatlarında bir apartmandan aşağıya hiç düşmemişler, tam yere çakılacakken de çığlık atmamışlar gibi; cık cıklıyorlar beni. bir tek, yanımdaki adam "ne oldu hanfendi, yardıma ihtiyacınız var mı?" diyor. "yok; tam düşecektim ki şey old.." "tamam tamam, kabus görmüşsünüz! evlat! bir bardak su getir hanfendiye!" diye de ekliyor.
terazinin iki kefesinin de doğru olduğunu ölçmem gerekecek. ön yargı kefesinde hata var.
*
bolu’ ya gelmeden bir mola veriyor şoför. abant girişinin biraz ilerisinde virane bir yer. önüne; saman balyası yüklü, şaşı dingilli kamyonlar ve arkasında sevgiliye sitem yazılı tırlar çekmiş. geceyarısı olmuş. çoğu şişik gözlerle sırf demden çay istiyorlar. kimi iki ekmekle bir tas çorba. "çaylar şirketten!" diye bağırıyor muavin, hoparlör filan yok burada.
-yüzümü yıkayıp gelecem.
+gel, bi çay içeriz.
-isminiz ne bu arada?
+levent, ya sizinki?
-b.
sidik kokan ve kapısında yaşlı bir adamın -üzerinde kolonya ve dörde bölünmüş peçeteler bulunan- masanın arkasında oturduğu tuvalete giriyorum. aynadaki ben değilim. buraya girmiş, benden önceki binlerce kadın. lavabodaki o izler, belki de gözyaşlarının kırmızılığıdır. tahta kapısının artık çürümüş ve yıllarca boyanmamış olmasından, tahta aralıkların dışından görülebileceğim aklıma gelmiyor. ve mutlaka yaşamıyordur şu an; damlayan taharet musluğunun kenarındaki mavi plastik maşrapayı satan o ihtiyar adam. elimi yüzümü yıkıyor, çıkıyorum.
+sıhhatler olsun!
-sağol amca, buyur.
uzatıyorum parayı. 1 lira! 80 kuruş geriye veriyor. tütün kolonyası ve dörtte bir peçete bedava!
+çayınız soğumadan için. bıraktı gitti sormadan.
-sağolun, içerim.
+nereye böyle?
-sessizliğe, siz?
+yerköy’ e; yozgat yerköy! annemi ziyarete. sessizlik mi dediniz?
-evet! aslında bilmiyorum neresi orası. biletime bakmadım. sadece sessiz bir yer dedim, o kadar.
tam bir soru soracakken, vazgeçiyor.
-durmayın, buyrun sorun!
+yok durmadım, aklıma bir şey geldi de.. otobüste devam ederiz.
bir fiildir.
en azindan kendisini oyle zannediyor, ama yaniliyor!
efendim;
ufacik bir dukkan dusununuz. ici 1 m2 olsun. hareket alani yok!
gidiyorsunuz o dukkana ve vitrinden begendiginiz bir kolyeyi istiyorsunuz,
icerideki terden sirilsiklam olmus adamdan.
ve oracikta, yani ufacik dukkanda veriyor adam, gayet de profesyonel bir edayla kolyeyi.. overek, bitiremeyerek yaptigi guzel kolyenin hikayesini.
hakettigi paranin ne kadar helal oldugunu bilerek ve size de bunu hissettirerek.
oracikta vermek; oyle kolay bir is degildir anlayacaginiz.
icinde alin teri vardir, emek vardir, uretilenin uretenden ziyade hikayesi vardir.
evet, yalnizca bir fiil degildir. cok seydir.
en azindan kendisini oyle zannediyor, ama yaniliyor!
efendim;
ufacik bir dukkan dusununuz. ici 1 m2 olsun. hareket alani yok!
gidiyorsunuz o dukkana ve vitrinden begendiginiz bir kolyeyi istiyorsunuz,
icerideki terden sirilsiklam olmus adamdan.
ve oracikta, yani ufacik dukkanda veriyor adam, gayet de profesyonel bir edayla kolyeyi.. overek, bitiremeyerek yaptigi guzel kolyenin hikayesini.
hakettigi paranin ne kadar helal oldugunu bilerek ve size de bunu hissettirerek.
oracikta vermek; oyle kolay bir is degildir anlayacaginiz.
icinde alin teri vardir, emek vardir, uretilenin uretenden ziyade hikayesi vardir.
evet, yalnizca bir fiil degildir. cok seydir.
iddaa nin artik kucuk yaslardaki cocuklar tarafindan bile oynadigi ve tehlikesi uzerine roportaj yapiliyor;
muhabir: hocam ne diyorsunuz 13-14 yasindaki cocuklar iddaa oynuyorlar?!
ridvan dilmen: evet; almanya ligini oynamasinlar, cok supriz bitiyor.
muhabir: hocam ne diyorsunuz 13-14 yasindaki cocuklar iddaa oynuyorlar?!
ridvan dilmen: evet; almanya ligini oynamasinlar, cok supriz bitiyor.
- babaanne; su kalemim senin yanina dustu, uzativerir misin bana!
+euzubillahiminesseytanirracim bismillahirrahmanirrahim,tu-tu tu-tu! al yavrum.
masallah, masallah benim kizima, massallaah, oku kizim oku kizim. bak ben okumadim da ne oldum, goruyor musun? oku kizim, oku kizim. afferin kizimaaa, afferin benim kizima.
+euzubillahiminesseytanirracim bismillahirrahmanirrahim,tu-tu tu-tu! al yavrum.
masallah, masallah benim kizima, massallaah, oku kizim oku kizim. bak ben okumadim da ne oldum, goruyor musun? oku kizim, oku kizim. afferin kizimaaa, afferin benim kizima.
bir gun once soyledigi yalanlar yokmus gibi, yuzsuzce gene karsiniza dikilen ve sabalak maymun gibi size gulumseyen sevgiliye yapilacak ilk harekettir.
sonra konusursunuz.. ama ilk once bir vole; lutfen!
sonra konusursunuz.. ama ilk once bir vole; lutfen!
bilgi sozluk’ un sacma oldugunu vurgulayan bir guzel baslik daha sayin okuyucular.
evet; bilgi sozluk cok sacma bir site!
taa geceden, diger gun yazacaklarini dusundurtuyor insana. yapacak onca isin varken, mesela deniz kiyisindaki guzelim adamlara/kizlara bakacagina!
evet; bilgi sozluk gercekten cok sacma bir site!
aklina gelmeyecek seyleri okuyabiliyorsun icinde. huzur birakmiyor buradaki bilgicler adamda. gul gul; nereye kadar?
evet; bilgi sozluk gercekten cok sacma bir site olusunun yaninda, igrenc de ayni zamanda!
(bkz: mukus dolu posetle insan bogmak) kim acmis bu basligi boyle acaba?
nerede kalmistik; hah!
bilgi sozluk sacma bir site evet!
"ben kimim, niye buradayim peki; valla bilmiyorum aq?" dedirtecek bir site ayrica!
evet; bilgi sozluk cok sacma bir site!
taa geceden, diger gun yazacaklarini dusundurtuyor insana. yapacak onca isin varken, mesela deniz kiyisindaki guzelim adamlara/kizlara bakacagina!
evet; bilgi sozluk gercekten cok sacma bir site!
aklina gelmeyecek seyleri okuyabiliyorsun icinde. huzur birakmiyor buradaki bilgicler adamda. gul gul; nereye kadar?
evet; bilgi sozluk gercekten cok sacma bir site olusunun yaninda, igrenc de ayni zamanda!
(bkz: mukus dolu posetle insan bogmak) kim acmis bu basligi boyle acaba?
nerede kalmistik; hah!
bilgi sozluk sacma bir site evet!
"ben kimim, niye buradayim peki; valla bilmiyorum aq?" dedirtecek bir site ayrica!
+istanbul’ da, yeşilköy’ de oturuyorum. annem oralı benim, anneannem de. ayastefanos kalesi içindeki gecekondularda doğmuş annem. babam da yeşilköy’ de çınar otel’ de çalışırken bir arkadaşları vasıtasıyla tanışmışlar, evlenmişler 45 sene önce. sonra ben, sonra kız kardeşim, sonra bir erkek kardeş daha. babam öldü, annem..
duraklıyor. gözlerine bakıyorum, kahverengi gözlerinin etrafı kan çanağı gibi olmuş.
-boşver! diyorum.
+sen nerede oturuyorsun b.?
-kadıköy’ de. hiiii!!!
+ne oldu b.?
-koooş levent! otobüs kaçacak. 5 dakikası var.
o kısa saçları kirpi gibi dikiliyor levent’in. başlıyoruz koşmaya. sırt çantamı o alıyor, kendi çantasıyla birlikte koşuyor.
+inşallah yetişiriz b. inşallah bizi almadan kalkmaz.
*
gene tütün kolonyası döküyor muavin. bu sefer almıyorum. yolculardan kimileri inmiş ankara’ da. yerlerine yeni bağırışlar, telaşlar gelmiş.
-ne soracaktın bana dün levent? o konaklama tesisinde, otobüste devam ederiz demiştin ama, sonra uyuyakalmıştın hani.
+(gülümsüyor) bu yaşında nereye gidiyorsun böyle, sessizlik niye diye soracaktım. kaç yaşındasın b. sen?
-19 yaşındayım. ya da öyle sanıyorum. geçmişimden bıktım.. arkadaşlarımdan, istanbul’ dan, kalabalıktan… ve tesadüfe bak ki levent; seninle tanıştım. ve ben de yozgat’ a gidiyormuşum. ne bildiği varsa, bana yozgat bileti vermiş adam.
+baktın demek dayanamayıp!
-yok, bakmadım! dün gece muavin “yozgat yolcusu kalmasın” deyince duydum nereye gittiğimi.
+ama bu otobüs kayseri’ ye kadar gidiyor. ne biliyosun biletinin yozgat’ a olduğunu?
-bir tek ben vardım içeride. suratıma bakarak dedi çocuk zaten.
+desene, aynı yolun yolcusuyuz diye.(gülümsüyor)
güneş tam karşıdan vuruyor yüzlerimize. “ne alırsınız? çay, neskafe, cola, sarı kola?”
diye soruyor muavin.
-çay diyorum.
+çay diyor.
plastik bardakların ikisini de tek eliyle tutarak, diğer eliyle ısıtıcıdan dolduruyor çay suyunu muavin. hafif bir rampadan yukarı çıkıyoruz. nasıl beceriyor bunu anlamıyorum. bir yandan otobüs tıs tıs diye sallanırken, o’ nun da sanki süspansiyonu varmış gibi, hiç kımıldamadan yapıyor işini.
-yeşilköylüsün demek. üç dört kez gitmişliğim vardır oraya. çok yeşillik bir yer; adı üstünde zaten, di mi?
+evet! güzel semttir yeşilköy. yazları pek gidilecek yer değil artık. bir sürü it kopuk geliyor.. özellikle hafta sonları. bütün meyve ağaçlarının dallarını kırıyorlar. belki bin kere demişimdir çocuklara..”oğlum meyvelerini alın sadece” diye, yok; ben söylememişim gibi, ille de dalı koparıp kaçacaklar eşşoğluları. çok arkadaşım var orada b.! çocukluk arkadaşlarım çoğu. sahilde takılırlar şimdilerde. hepsi de esrar, hap içiyorlar. gidip saatlerce oturur, rakı içeriz her akşam. ben içmem ama onların içtiklerinden. dün son def..
susuyor! veda ettiğini anlıyorum. dışarıya bakıp dalıyor, upuzun bir bakışı var. dağların arkasını görebiliyor sanki.
+bak b.! hoca şerefeye çıkmış ezan okuyor. ben bu yaşıma geldim, yeşilköy’ de bir kere sezai hocayı görmedim şerefede ya da hafızı. hep mikrofonla aşağıdan okurlar. medeniyet insanları camide bile yakalamış, ısırıyor tek dişiyle. (gülümsüyor)
*
yozgat sınırındayız. her iki tarafta da anızlar var. tek tük ağaçlar serpilmiş tarlalarin içine. yaz günlerinde marabalara yarenlik etsinler diye.
-ne kadar daha var yerköy’ e levent? yaklaştık mı? ben de seninle geleyim mi; tabii bir sakıncası yoksa!? akşama da geçerim yozgat’a bir şeye binip, ha?
+yoo.. yok bi sakıncası. yarım saatlik bir yolumuz kaldı. ilk önce saray, sonra yerköy. yol üzerinde değil ama yerköy. kavşakta inip, minibüsle gideceğiz oraya, 10 dakika da o tutar.
-(çocukça gülümsüyorum içimden) tamam, harika o zaman.
utanmasam, öpeceğim bu kalabalıkta o’ nu sevinçten.
saray’ ı jet hızıyla geçiyor otobüs. solda jandarma karakolu, sağda bir ilkokul var belirgin bir şekilde. hafif bir yokuş üzerinde kurulu bu belde. geçip gidiyoruz öylece, tozu dumana katarak.
duraklıyor. gözlerine bakıyorum, kahverengi gözlerinin etrafı kan çanağı gibi olmuş.
-boşver! diyorum.
+sen nerede oturuyorsun b.?
-kadıköy’ de. hiiii!!!
+ne oldu b.?
-koooş levent! otobüs kaçacak. 5 dakikası var.
o kısa saçları kirpi gibi dikiliyor levent’in. başlıyoruz koşmaya. sırt çantamı o alıyor, kendi çantasıyla birlikte koşuyor.
+inşallah yetişiriz b. inşallah bizi almadan kalkmaz.
*
gene tütün kolonyası döküyor muavin. bu sefer almıyorum. yolculardan kimileri inmiş ankara’ da. yerlerine yeni bağırışlar, telaşlar gelmiş.
-ne soracaktın bana dün levent? o konaklama tesisinde, otobüste devam ederiz demiştin ama, sonra uyuyakalmıştın hani.
+(gülümsüyor) bu yaşında nereye gidiyorsun böyle, sessizlik niye diye soracaktım. kaç yaşındasın b. sen?
-19 yaşındayım. ya da öyle sanıyorum. geçmişimden bıktım.. arkadaşlarımdan, istanbul’ dan, kalabalıktan… ve tesadüfe bak ki levent; seninle tanıştım. ve ben de yozgat’ a gidiyormuşum. ne bildiği varsa, bana yozgat bileti vermiş adam.
+baktın demek dayanamayıp!
-yok, bakmadım! dün gece muavin “yozgat yolcusu kalmasın” deyince duydum nereye gittiğimi.
+ama bu otobüs kayseri’ ye kadar gidiyor. ne biliyosun biletinin yozgat’ a olduğunu?
-bir tek ben vardım içeride. suratıma bakarak dedi çocuk zaten.
+desene, aynı yolun yolcusuyuz diye.(gülümsüyor)
güneş tam karşıdan vuruyor yüzlerimize. “ne alırsınız? çay, neskafe, cola, sarı kola?”
diye soruyor muavin.
-çay diyorum.
+çay diyor.
plastik bardakların ikisini de tek eliyle tutarak, diğer eliyle ısıtıcıdan dolduruyor çay suyunu muavin. hafif bir rampadan yukarı çıkıyoruz. nasıl beceriyor bunu anlamıyorum. bir yandan otobüs tıs tıs diye sallanırken, o’ nun da sanki süspansiyonu varmış gibi, hiç kımıldamadan yapıyor işini.
-yeşilköylüsün demek. üç dört kez gitmişliğim vardır oraya. çok yeşillik bir yer; adı üstünde zaten, di mi?
+evet! güzel semttir yeşilköy. yazları pek gidilecek yer değil artık. bir sürü it kopuk geliyor.. özellikle hafta sonları. bütün meyve ağaçlarının dallarını kırıyorlar. belki bin kere demişimdir çocuklara..”oğlum meyvelerini alın sadece” diye, yok; ben söylememişim gibi, ille de dalı koparıp kaçacaklar eşşoğluları. çok arkadaşım var orada b.! çocukluk arkadaşlarım çoğu. sahilde takılırlar şimdilerde. hepsi de esrar, hap içiyorlar. gidip saatlerce oturur, rakı içeriz her akşam. ben içmem ama onların içtiklerinden. dün son def..
susuyor! veda ettiğini anlıyorum. dışarıya bakıp dalıyor, upuzun bir bakışı var. dağların arkasını görebiliyor sanki.
+bak b.! hoca şerefeye çıkmış ezan okuyor. ben bu yaşıma geldim, yeşilköy’ de bir kere sezai hocayı görmedim şerefede ya da hafızı. hep mikrofonla aşağıdan okurlar. medeniyet insanları camide bile yakalamış, ısırıyor tek dişiyle. (gülümsüyor)
*
yozgat sınırındayız. her iki tarafta da anızlar var. tek tük ağaçlar serpilmiş tarlalarin içine. yaz günlerinde marabalara yarenlik etsinler diye.
-ne kadar daha var yerköy’ e levent? yaklaştık mı? ben de seninle geleyim mi; tabii bir sakıncası yoksa!? akşama da geçerim yozgat’a bir şeye binip, ha?
+yoo.. yok bi sakıncası. yarım saatlik bir yolumuz kaldı. ilk önce saray, sonra yerköy. yol üzerinde değil ama yerköy. kavşakta inip, minibüsle gideceğiz oraya, 10 dakika da o tutar.
-(çocukça gülümsüyorum içimden) tamam, harika o zaman.
utanmasam, öpeceğim bu kalabalıkta o’ nu sevinçten.
saray’ ı jet hızıyla geçiyor otobüs. solda jandarma karakolu, sağda bir ilkokul var belirgin bir şekilde. hafif bir yokuş üzerinde kurulu bu belde. geçip gidiyoruz öylece, tozu dumana katarak.
pek muhterem, sabik turkiye buyuk millet meclisi baskani, en sayin bulent arincullah efendinin agzindan cikan incidir.
"niye kapatilsin cici parti" diyen "ataturk devrimlerinin kaosa ugratmis oldugu kisisi" nden sonra,
agzindan sicmaya devam eden bir guruhla karsi karsiyayiz efendiler!
13 ay iceride sucu nedir bilmedigi halde yatan bir insanin olumunden sonra, soylenebilecek en igrenc laf bu olsa gerek!
irinler yirtik dondan firlamaya basladi.
ek:
yok!
bu kadarla durmamam gerekiyor, icim elvermiyor!
olen ve belki de gunahsiz bir kisiye bile bok muamelesi yapan bu kisiyi protesto ediyorum buradan.
"niye kapatilsin cici parti" diyen "ataturk devrimlerinin kaosa ugratmis oldugu kisisi" nden sonra,
agzindan sicmaya devam eden bir guruhla karsi karsiyayiz efendiler!
13 ay iceride sucu nedir bilmedigi halde yatan bir insanin olumunden sonra, soylenebilecek en igrenc laf bu olsa gerek!
irinler yirtik dondan firlamaya basladi.
ek:
yok!
bu kadarla durmamam gerekiyor, icim elvermiyor!
olen ve belki de gunahsiz bir kisiye bile bok muamelesi yapan bu kisiyi protesto ediyorum buradan.
kendi evinde size surpriz yapmak icin yapilan basit bir eylemse, bir erkegin borek acmasi ilginc ama gayet normal bir davranistir.
fakaaaat;
ayni evi kullandiginiz kiz arkadasinizin boregini aciyorsa ve tam da banyodan cikiyorken yakalanmissa, anam.. anam.. anam.. derim ben.
fakaaaat;
ayni evi kullandiginiz kiz arkadasinizin boregini aciyorsa ve tam da banyodan cikiyorken yakalanmissa, anam.. anam.. anam.. derim ben.
*
karmaşıklaşan bir hal alıyor benliğim. bir kaç saat öncesine kadar horultusundan omuz attığım adamla şimdi konuşuyorum. yolculuk da böyle getirileri olan bir etkileşim işte. ilk bindiğinizde sadece koltuk numaralarından, birkaç bağırma ve telaş barındıran varlıklarken; yol aldıkça insanlaşıyorlar insanlar.
çayımı içmeye koyuluyorum. ilginç biri levent.
-bir çay daha verir misiniz?
+sadece bi çay hakkın var abla!
-para geçmiyo mu burda?
+haa tamam o zaman.
temiz bir gömlek giymiş ama, yakaları yıpranmış boyun kısmından. haki renkli düz bir gömlek. boynunda bir muskası, kısa ve sağdan ayrılarak taralı yanları aklaşmış saçları, hafif kirli sakalı, fok balığını andıran (eskilerin devrimcileri gibi) sararmış bıyıkları var. pantolonu ha düştü ha düşecek cinsten lacivert kumaş bir pantolon. çamur yok ama tozlu bir de ayakkabıları var siyah renkli. kırklı yaşlarda. 1.80 boylarında. omuzları dimdik, kafası da. sağ kolunu hiç kıpırdatmadan yürüyor ve eski, kahverengi deri evrak çantasını da yanından hiç eksik etmiyor.
"kalkıyoruz! yozgat yolcusu kalmasın!"
bu sihirli cümleyi duyunca anladım nereye gittiğimizi.
yozgat!
yerköy!
levent!
inanılmaz bir serinlik düşüyor içime sonra. koşarak gidiyorum otobüse. uyumuş. hafifçe geçiyorum önünden ve oturuyorum yanına. gene horluyor. daha doğrusu gene horlayamıyor. kafasını elimle düzeltiyorum, kesiliyor. muavin anında kolonya servisine başlıyor. tütün kolonyası bu da. çok ağır geliyor kokusu ama, üreten o güzel ellerin hatırına, alıyorum ben de.
adını bilmediğim bir türküyü, adını bilmediğim bir türkücü kadın okuyor içli içli. gözlerim kapanıyor, dalıyorum.
*
sabah
ankara terminal
-günaydın levent!
+günaydın.
-uyandırmak istemedim, çok derin uyuyordun.
+(telaşlı)konuştum mu uykumda? konuştum mu hiç?
-yoo.. yalnız!
+yalnız ne? (suratı asık) ne yalnız b.?
-sadece horluyorsun demek istemiştim, o kadar.
+(rahatlayarak) haa evet. düzensiz di mi? karım da hep öyle derdi. uyandırırmışım o’ nu da.(gülümsüyor)
gülümsüyorum. dışarı çıkıyoruz otobüsten. su satıcıları, gazeteciler, otobüs firmalarının çığırtkanları.. hepsi ayrı telden bağırıyorlar. iki inzibat, bir genci kelepçelemişler; hızlı adımlarla tam karşımızdan geçerken, levent suratını kapatmaya çalışıyor çantasıyla. inzibatlarla o’ nun arasına girip sarılıyorum boynuna ve bir veda öpücüğü konduruyorum yanağına. geçip gidiyor askerler.
+niye böyl..
-gerek yok! konuşmayalım. gel biraz yürüyelim, daha yarım saat var otobüsün kalkmasına.
+hadi!
eskisinin yerine yaptıkları bu beton yığınının dışına çıkıyoruz. ben de o da birer sigara yakıp yürüyoruz. terminalin önündeki mevlana bulvarı’ na çıktıktan sonra, sağa biraz yürüyerek bosna hersek caddesine giriyoruz. sabahın bu saatinde çocuklar var sokaklarda. maç yapıyorlar. koşuşturmaca, çocukça küfürler gırla. bir ara top bize doğru geliyor, levent tam vuracakmış gibi yapıp üstüne basarak tutuyor topu. peşinden koşan çocuk, yüzünü kapatayım derken, o hızla, yerdeki tozdan ayağı kayıyor ve düşüyor, başlıyor ağlamaya. 9-10 yaşlarında bir velet. ’bir çocuktan bu kadar ses çıkamaz’ diyorum kendi kendime. levent koşarak gidiyor yanına..
-bir şeyin yok be oğluuum! hiç mi maçta düşmedin sen. say ki çalım attın, adam da seni düşürdü, ne bağırıyosun böyle?
kulağına bir şey söyluyor levent’ in..
-haa. tamam tamam. kalk bakalım.
hiç bir şey olmamış gibi kalkıyor velet. topu alıyor, devam ediyorlar maçlarına.
-nerelisin levent? ya da nerede oturuyorsun?
karmaşıklaşan bir hal alıyor benliğim. bir kaç saat öncesine kadar horultusundan omuz attığım adamla şimdi konuşuyorum. yolculuk da böyle getirileri olan bir etkileşim işte. ilk bindiğinizde sadece koltuk numaralarından, birkaç bağırma ve telaş barındıran varlıklarken; yol aldıkça insanlaşıyorlar insanlar.
çayımı içmeye koyuluyorum. ilginç biri levent.
-bir çay daha verir misiniz?
+sadece bi çay hakkın var abla!
-para geçmiyo mu burda?
+haa tamam o zaman.
temiz bir gömlek giymiş ama, yakaları yıpranmış boyun kısmından. haki renkli düz bir gömlek. boynunda bir muskası, kısa ve sağdan ayrılarak taralı yanları aklaşmış saçları, hafif kirli sakalı, fok balığını andıran (eskilerin devrimcileri gibi) sararmış bıyıkları var. pantolonu ha düştü ha düşecek cinsten lacivert kumaş bir pantolon. çamur yok ama tozlu bir de ayakkabıları var siyah renkli. kırklı yaşlarda. 1.80 boylarında. omuzları dimdik, kafası da. sağ kolunu hiç kıpırdatmadan yürüyor ve eski, kahverengi deri evrak çantasını da yanından hiç eksik etmiyor.
"kalkıyoruz! yozgat yolcusu kalmasın!"
bu sihirli cümleyi duyunca anladım nereye gittiğimizi.
yozgat!
yerköy!
levent!
inanılmaz bir serinlik düşüyor içime sonra. koşarak gidiyorum otobüse. uyumuş. hafifçe geçiyorum önünden ve oturuyorum yanına. gene horluyor. daha doğrusu gene horlayamıyor. kafasını elimle düzeltiyorum, kesiliyor. muavin anında kolonya servisine başlıyor. tütün kolonyası bu da. çok ağır geliyor kokusu ama, üreten o güzel ellerin hatırına, alıyorum ben de.
adını bilmediğim bir türküyü, adını bilmediğim bir türkücü kadın okuyor içli içli. gözlerim kapanıyor, dalıyorum.
*
sabah
ankara terminal
-günaydın levent!
+günaydın.
-uyandırmak istemedim, çok derin uyuyordun.
+(telaşlı)konuştum mu uykumda? konuştum mu hiç?
-yoo.. yalnız!
+yalnız ne? (suratı asık) ne yalnız b.?
-sadece horluyorsun demek istemiştim, o kadar.
+(rahatlayarak) haa evet. düzensiz di mi? karım da hep öyle derdi. uyandırırmışım o’ nu da.(gülümsüyor)
gülümsüyorum. dışarı çıkıyoruz otobüsten. su satıcıları, gazeteciler, otobüs firmalarının çığırtkanları.. hepsi ayrı telden bağırıyorlar. iki inzibat, bir genci kelepçelemişler; hızlı adımlarla tam karşımızdan geçerken, levent suratını kapatmaya çalışıyor çantasıyla. inzibatlarla o’ nun arasına girip sarılıyorum boynuna ve bir veda öpücüğü konduruyorum yanağına. geçip gidiyor askerler.
+niye böyl..
-gerek yok! konuşmayalım. gel biraz yürüyelim, daha yarım saat var otobüsün kalkmasına.
+hadi!
eskisinin yerine yaptıkları bu beton yığınının dışına çıkıyoruz. ben de o da birer sigara yakıp yürüyoruz. terminalin önündeki mevlana bulvarı’ na çıktıktan sonra, sağa biraz yürüyerek bosna hersek caddesine giriyoruz. sabahın bu saatinde çocuklar var sokaklarda. maç yapıyorlar. koşuşturmaca, çocukça küfürler gırla. bir ara top bize doğru geliyor, levent tam vuracakmış gibi yapıp üstüne basarak tutuyor topu. peşinden koşan çocuk, yüzünü kapatayım derken, o hızla, yerdeki tozdan ayağı kayıyor ve düşüyor, başlıyor ağlamaya. 9-10 yaşlarında bir velet. ’bir çocuktan bu kadar ses çıkamaz’ diyorum kendi kendime. levent koşarak gidiyor yanına..
-bir şeyin yok be oğluuum! hiç mi maçta düşmedin sen. say ki çalım attın, adam da seni düşürdü, ne bağırıyosun böyle?
kulağına bir şey söyluyor levent’ in..
-haa. tamam tamam. kalk bakalım.
hiç bir şey olmamış gibi kalkıyor velet. topu alıyor, devam ediyorlar maçlarına.
-nerelisin levent? ya da nerede oturuyorsun?
*
"bavul var mıydı abla sizin?" diye soruyor muavin. "yok!" diyorum. sırt çantamı şöyle bir savurup sırtıma atıyorum. levent de kahverengi çantasını alıyor koltuğuna, iniyoruz otobüsten. minibüsler var tam kavşakta. içinde üç dört kişi.. dolup kalkmasını bekliyor, biniyoruz.
-levent?
+evet b.!
-o çocuk sana ne dedi de sen ona "haa tamam o zaman" dedin ankara’ da?
+(kahkaha atıyor) sen hiçbir şeyi unutmaz mısın b.? "amca" dedi, "ben birazdan gidecem, bakma sen bağırdığıma.. top da benim, çakmasın şimdi bunlar. annem bekliyo, öldürür beni valla" dedi. anlayacağın, yan çizecekti arkadaşlarına, ben de yol verdim işte.
-(bu sefer ben kahkaha atıyorum) tamam o zaman.
iki kadın var minibüste, iki erkek ve bir de kız çocuk, adamların yanında. çocuk sürekli bir şeyler istiyor babasından. babası da "alırız kızım, onu da alırız" diyor "hele bir varak yerköy’e de". gençten bir çocuk biniyor minibüse. "nörüyon ahmet abi?" diye minibüste, şoförün yanındaki adama soruyor. "nöörek be kahraman’ ım" diye cevaplayıp spor gazetesinin içinden bir sayfayı gösteriyor kahraman’ a.. gülümsüyoruz levent’le göz göze gelip. levent bir omzunu kaldırıp, "böyle işte" gibilerinden bir yüz ifadesiyle bana bakıyor. "bak bizim şerefsizler gene yenilmişler kırşehir’ e!.. yimpaş da yetmiyor bunlara.. bizden giden serhat atmış golü de.. şerefsiz.. insan ekmek yediği takıma gol atar mı lan?" kimse yokmuş gibi konuşuyor adam arabada. hiç umrunda değil, kadın mı var, birileri mi var! çalıştırıyor minibüsü şoför. iki kişi daha biniyor ve kalkıyoruz yerköy’ e. garip bir heyecan kaplıyor vücudumu. ürperiyorum. kollarımdaki tüyler diken diken oluyor. yeni bir yolculuğa çıkıyormuşum hissi doğuyor içimde. hayatımda hiç görmediğim bir yere, hiç tanımadığım biriyle gitmenin korkusu olabilir bu. levent’ e bakıyorum. suratındaki o güven, babacan duruşu; her zaman, gözlerindeki o gülücük rahatlatıyor beni. "babaa.. bi de papaan alalım mı eve?" "alırız kızım.. onu da alırız.. hele bi varak yerköy’ e de!"
*
dümdüz sayılabilecek bir asfalt yol yerköy yolu. sağda bir stadyumu geçiyoruz, bir iki kilometre sonra da solda jandarma karakolunu. tren geçidi var yol üzerinde. ağır aksak geçtikten sonra, gene hemen solda kaymakamlık binası ve polis karakolu. elli metre sonra levent; "burada inelim kaptan" diyor. iniyoruz. inanılmaz bir sıcak hava karşılıyor bizi yerköy’ de. kışın soba yaksan dokunamazsın ya borusuna; öyle bir sıcak vuruyor suratına insanın işte. çarşı gibi bir yer indiğimiz yolun devamı. her taraf kahvehane dolu, içlerinde de insanlar.
+ben çok susadım b. gel bi kahveye girip bir şeyler içelim.
-oluur
diyorum. kahvehane, yozgat, ben üçlüsüne içimden gülümseyerek.
"bavul var mıydı abla sizin?" diye soruyor muavin. "yok!" diyorum. sırt çantamı şöyle bir savurup sırtıma atıyorum. levent de kahverengi çantasını alıyor koltuğuna, iniyoruz otobüsten. minibüsler var tam kavşakta. içinde üç dört kişi.. dolup kalkmasını bekliyor, biniyoruz.
-levent?
+evet b.!
-o çocuk sana ne dedi de sen ona "haa tamam o zaman" dedin ankara’ da?
+(kahkaha atıyor) sen hiçbir şeyi unutmaz mısın b.? "amca" dedi, "ben birazdan gidecem, bakma sen bağırdığıma.. top da benim, çakmasın şimdi bunlar. annem bekliyo, öldürür beni valla" dedi. anlayacağın, yan çizecekti arkadaşlarına, ben de yol verdim işte.
-(bu sefer ben kahkaha atıyorum) tamam o zaman.
iki kadın var minibüste, iki erkek ve bir de kız çocuk, adamların yanında. çocuk sürekli bir şeyler istiyor babasından. babası da "alırız kızım, onu da alırız" diyor "hele bir varak yerköy’e de". gençten bir çocuk biniyor minibüse. "nörüyon ahmet abi?" diye minibüste, şoförün yanındaki adama soruyor. "nöörek be kahraman’ ım" diye cevaplayıp spor gazetesinin içinden bir sayfayı gösteriyor kahraman’ a.. gülümsüyoruz levent’le göz göze gelip. levent bir omzunu kaldırıp, "böyle işte" gibilerinden bir yüz ifadesiyle bana bakıyor. "bak bizim şerefsizler gene yenilmişler kırşehir’ e!.. yimpaş da yetmiyor bunlara.. bizden giden serhat atmış golü de.. şerefsiz.. insan ekmek yediği takıma gol atar mı lan?" kimse yokmuş gibi konuşuyor adam arabada. hiç umrunda değil, kadın mı var, birileri mi var! çalıştırıyor minibüsü şoför. iki kişi daha biniyor ve kalkıyoruz yerköy’ e. garip bir heyecan kaplıyor vücudumu. ürperiyorum. kollarımdaki tüyler diken diken oluyor. yeni bir yolculuğa çıkıyormuşum hissi doğuyor içimde. hayatımda hiç görmediğim bir yere, hiç tanımadığım biriyle gitmenin korkusu olabilir bu. levent’ e bakıyorum. suratındaki o güven, babacan duruşu; her zaman, gözlerindeki o gülücük rahatlatıyor beni. "babaa.. bi de papaan alalım mı eve?" "alırız kızım.. onu da alırız.. hele bi varak yerköy’ e de!"
*
dümdüz sayılabilecek bir asfalt yol yerköy yolu. sağda bir stadyumu geçiyoruz, bir iki kilometre sonra da solda jandarma karakolunu. tren geçidi var yol üzerinde. ağır aksak geçtikten sonra, gene hemen solda kaymakamlık binası ve polis karakolu. elli metre sonra levent; "burada inelim kaptan" diyor. iniyoruz. inanılmaz bir sıcak hava karşılıyor bizi yerköy’ de. kışın soba yaksan dokunamazsın ya borusuna; öyle bir sıcak vuruyor suratına insanın işte. çarşı gibi bir yer indiğimiz yolun devamı. her taraf kahvehane dolu, içlerinde de insanlar.
+ben çok susadım b. gel bi kahveye girip bir şeyler içelim.
-oluur
diyorum. kahvehane, yozgat, ben üçlüsüne içimden gülümseyerek.
karakoy-beyoglu/tunel arasi calisan metro hattindaki vagonda, sabahin 8 inde onca kalabalik varken yapilan "guuaaaaarrrrkk" diye gegiren hayvanin ne demek istedigini kavrayamamis insanlarin aklindaki bilinmezliktir.
hareket yapidiktan sonraki cevabi konusmalar soyledir;
(hayvana yakinlik sirasina gore)
-yuh aq!
-hayvanogluhayvan!
-kussaydin aq!
-sic, bi de sic!
-cok tesekkurler!!!( duydum, valla duydum bunu )
-agzina sokayim!
-ya yuh be kardesim! (kadin bu)
-insanlik sucu lan bu!!!
-abi bi de alt tarafi temizle istersen, bogaz tamamdir!
vs. vs.
hareket yapidiktan sonraki cevabi konusmalar soyledir;
(hayvana yakinlik sirasina gore)
-yuh aq!
-hayvanogluhayvan!
-kussaydin aq!
-sic, bi de sic!
-cok tesekkurler!!!( duydum, valla duydum bunu )
-agzina sokayim!
-ya yuh be kardesim! (kadin bu)
-insanlik sucu lan bu!!!
-abi bi de alt tarafi temizle istersen, bogaz tamamdir!
vs. vs.
"anne ben bi sey oldum/olcam" basliklarini gorunce; "ben de orospu olayim bari" diye dusunulup, anne kisisine haber verme gereksinimi duyuldugunda soylenecek tumcedir.
bu arada iste o basliklar:
anne ben asik oldum ·
anne ben manyak oldum ·
anne ben gammaz oldum ·
anne ben bilgic oldum ·
anne ben got oldum ·
anne ben nankor ilean oldum ·
anne ben muque de oldum ·
anne ben ibne oldum ·
anne ben desifre oldum ·
anne ben top olcam ·
anne ben asi oldum ·
anne ben sozluk oldum ·
anne ben marjinal oldum ·
anne ben de comez olucam ·
anne ben yazar olacam ·
anne ben sair olacam ·
anne ben homofobik homo sapiens oldum ·
anne ben gotik oldum ·
anne ben orospu oldum da gururla yerini almistir.
(ara: anne ben)
nerde kamistik? haa, ben orospu olmustum di mi?
bu arada iste o basliklar:
anne ben asik oldum ·
anne ben manyak oldum ·
anne ben gammaz oldum ·
anne ben bilgic oldum ·
anne ben got oldum ·
anne ben nankor ilean oldum ·
anne ben muque de oldum ·
anne ben ibne oldum ·
anne ben desifre oldum ·
anne ben top olcam ·
anne ben asi oldum ·
anne ben sozluk oldum ·
anne ben marjinal oldum ·
anne ben de comez olucam ·
anne ben yazar olacam ·
anne ben sair olacam ·
anne ben homofobik homo sapiens oldum ·
anne ben gotik oldum ·
anne ben orospu oldum da gururla yerini almistir.
(ara: anne ben)
nerde kamistik? haa, ben orospu olmustum di mi?
yurumek konusunda hassas olan insanlarin oldukca cekindigi bir durumdur.
cozum 1:
diyelim ki sol ayakkabiniza yazin bir sakiz yapisti.
sorunu; sakizi nasil temizleyeceginizden ziyade, sakizi temizleyeceginiz yere nasil gideceginiz olarak algilamak gerekir. zira, sola yapisan sakizin surekli olarak yere de bir takim vantuzvari isaretler gonderip, yerin de bunu algilamasi ve artik onun da sakizi cekmesi durumu sonucu, sag ayakkabinizin temizligi dolayisiyla da sag ayaginizin duzenli adimlar atarak, sol ayak adim sayisini gecmesi neticesinde, mutemadiyen sola cekmeye baslanir. eh, sola cekerek yuruyen bir insanin da bir dogruda yuruyemeyecegi gerceginden yola cikarsak, cantadan cikarilabilecek bir diger sakiz cignenir ve sag ayakkabiya da goz karariyla sol ayakkabi oraninda sakiz yapistirilarak, kurbanin duz yurumesi saglanir.
burada kurban siz oldugunuza gore, yazin ayakkabiya bulasan sakiza care olarak, cantanizda her zaman bir sakiz bulundurulmasinin insan psikolojisine yararinin ne kadar da yadsinamaz derecede onemli oldugunu vurgulamamiz gerekir.
cozum 2:
onunuze bakarak yuruyunuz.
cozum 1:
diyelim ki sol ayakkabiniza yazin bir sakiz yapisti.
sorunu; sakizi nasil temizleyeceginizden ziyade, sakizi temizleyeceginiz yere nasil gideceginiz olarak algilamak gerekir. zira, sola yapisan sakizin surekli olarak yere de bir takim vantuzvari isaretler gonderip, yerin de bunu algilamasi ve artik onun da sakizi cekmesi durumu sonucu, sag ayakkabinizin temizligi dolayisiyla da sag ayaginizin duzenli adimlar atarak, sol ayak adim sayisini gecmesi neticesinde, mutemadiyen sola cekmeye baslanir. eh, sola cekerek yuruyen bir insanin da bir dogruda yuruyemeyecegi gerceginden yola cikarsak, cantadan cikarilabilecek bir diger sakiz cignenir ve sag ayakkabiya da goz karariyla sol ayakkabi oraninda sakiz yapistirilarak, kurbanin duz yurumesi saglanir.
burada kurban siz oldugunuza gore, yazin ayakkabiya bulasan sakiza care olarak, cantanizda her zaman bir sakiz bulundurulmasinin insan psikolojisine yararinin ne kadar da yadsinamaz derecede onemli oldugunu vurgulamamiz gerekir.
cozum 2:
onunuze bakarak yuruyunuz.
bir arastirmaya gore, fikra soyle;
sherlock holmes’ la dr watson bir cadir kurarak ormanda kamp yaparlar.
gece ansizin sherlock holmes uyanir ve..
"-watson! su yukaridaki yildizlarin manasini bana bi anlatir misin?" der.
watson da..
"-tabi holmes! yildizlar bana her zaman huzun vermistir. yalnizligin kalabalik icindeki halidir. ayrica birbirlerine bu kadar yakin gozuken yildizlarin aslinda ne kadar da birbirlerinden uzak oldugunu biliyor musunuz? insanlara cok benzerler anlayacaginiz! sahi; neden sordunuz bunu kuzum?"
holmes: cadirimizi calmislar salak!
sherlock holmes’ la dr watson bir cadir kurarak ormanda kamp yaparlar.
gece ansizin sherlock holmes uyanir ve..
"-watson! su yukaridaki yildizlarin manasini bana bi anlatir misin?" der.
watson da..
"-tabi holmes! yildizlar bana her zaman huzun vermistir. yalnizligin kalabalik icindeki halidir. ayrica birbirlerine bu kadar yakin gozuken yildizlarin aslinda ne kadar da birbirlerinden uzak oldugunu biliyor musunuz? insanlara cok benzerler anlayacaginiz! sahi; neden sordunuz bunu kuzum?"
holmes: cadirimizi calmislar salak!
yasadigimiz, cok sevdigimiz, bir o kadar da kizdigimiz bu sehir ki; istanbuldur.
deli gomlegi gibi sarmalamistir butun bedenimizi.
ne kadar ayrilmak istesek de, baglidir elimiz kolumuz onun guzelligi karsisinda;
degil ayrilmak, bir an ayri kalmak dahi koyar insana.
bogazi ayri bir "dert", halici ayri bir "dert", delisi baska guzel, cirkini bile guzeldir istanbulun.
baglidir ama elin kolun, birakmaz seni yesile mesile oyle. sevmez terkedenleri kendini.
terkettiniz miydi;
cezanizi kendi bildigi yollardan verir, bu sehir ki istanbul!
bir gun cayip dondugunuzde; daha bir kalabalik, daha bir cekilmez, daha bir kesmekes icinde bulursunuz kendinizi. ne kadar ayri kalirsaniz o kadar artar cezaniz yani.
komsularinizi tasindirir.
cocukluk arkadaslarinizi kaybettirir.
oturdugunuz ahsap evi otopark yaptirir.
oynadiginiz cocuk parkini, etrafi citlerle cevrili site yapar.
denizini kirletir.
icindeki insanlari pisliklestirir.
ayrilmazsaniz;
siz tasinirsiniz.
cocukluk arkadasinizi dahi satarsiniz.
ahsap evinizi yakip, otopark yaparsiniz.
o sitede daire alirsiniz.
denizinizi siz kirletirsiniz.
artik pisliklesmissinizdir.
bir deli gomlegidir istanbul!
giyersiniz giymezsiniz.
deli gomlegi gibi sarmalamistir butun bedenimizi.
ne kadar ayrilmak istesek de, baglidir elimiz kolumuz onun guzelligi karsisinda;
degil ayrilmak, bir an ayri kalmak dahi koyar insana.
bogazi ayri bir "dert", halici ayri bir "dert", delisi baska guzel, cirkini bile guzeldir istanbulun.
baglidir ama elin kolun, birakmaz seni yesile mesile oyle. sevmez terkedenleri kendini.
terkettiniz miydi;
cezanizi kendi bildigi yollardan verir, bu sehir ki istanbul!
bir gun cayip dondugunuzde; daha bir kalabalik, daha bir cekilmez, daha bir kesmekes icinde bulursunuz kendinizi. ne kadar ayri kalirsaniz o kadar artar cezaniz yani.
komsularinizi tasindirir.
cocukluk arkadaslarinizi kaybettirir.
oturdugunuz ahsap evi otopark yaptirir.
oynadiginiz cocuk parkini, etrafi citlerle cevrili site yapar.
denizini kirletir.
icindeki insanlari pisliklestirir.
ayrilmazsaniz;
siz tasinirsiniz.
cocukluk arkadasinizi dahi satarsiniz.
ahsap evinizi yakip, otopark yaparsiniz.
o sitede daire alirsiniz.
denizinizi siz kirletirsiniz.
artik pisliklesmissinizdir.
bir deli gomlegidir istanbul!
giyersiniz giymezsiniz.
kadinin alinip satilmasina, o nun bir namus simgesine donusturulmesine ve herhangi bir yerinin tabulastirilmasina karsi duran bir feminist akim sloganidir.
herhangi bir marketten, bufeden, bakkaldan alabileceginiz yasal olarak satilan sigara markalaridir.
kac adet oldugunu gorelim;
01. camel (5 cesit)
02. marlboro (9 cesit)
03. parliament (6 cesit)
04. lark (4 cesit)
05. bond (4 cesit)
06. muratti (2 cesit)
07. chesterfield (2 cesit)
08. l&m (6 cesit)
09. winston (7 cesit)
10. monte carlo (6 cesit)
11. davidoff (6 cesit)
12. west (5 cesit)
13. bianca (2 cesit)
14. esse (2 cesit)
15. black gallion (5 cesit)
16. vigor (6 cesit)
17. polo (3 cesit)
18. this (2 cesit)
19. salem (2 cesit)
20. viceroy (8 cesit)
21. klasik (4 cesit)
22. prestige (3 cesit)
23. winner (4 cesit)
24. kent (5 cesit)
25. pall mall (5 cesit)
26. hd (4 cesit)
27. ld (4 cesit)
28. maxim (2 cesit)
29. et cigara
30. vogue (2 cesit)
31. silahli kuvvetler
32. meltem
33. maltepe (3 cesit)
34. sipahi
35. 2000 (3 cesit)
36. 2001 (3 cesit)
37. samsun (2 cesit)
38. samsun 216 (2 cesit)
39. cool (2 cesit)
40. yeni harman
41. bahar
goruldugu uzere piyasada yasal olarak satilan tekel bandrollu 41 marka ve 146 cesit sigara bulunmakta.
ve not olarak da;
sigara isterken lutfen acik bir dil kullaniniz. adamlari cildirtmayiniz.
-abi bi sigara verir misin?
+hangisinden? (normal suratli bakkal)
-marlboro abi.
+hangisinden? (pembe suratli bakkal)
-kisa abi.
+hangisinden? (kirmizi suratli bakkal)
-kirmizi abi.
+hangisinden? (mor suratli bakkal)
-kutu abi.
+hangisinden? (eline sopa alan mor suratli bakkal)
-yandan acilan kapaklisindan abi.
+buyur!
-kac para abi? (elindeki sopayi boyle musterinin gotune sokan mor suratli bakkal)
kac adet oldugunu gorelim;
01. camel (5 cesit)
02. marlboro (9 cesit)
03. parliament (6 cesit)
04. lark (4 cesit)
05. bond (4 cesit)
06. muratti (2 cesit)
07. chesterfield (2 cesit)
08. l&m (6 cesit)
09. winston (7 cesit)
10. monte carlo (6 cesit)
11. davidoff (6 cesit)
12. west (5 cesit)
13. bianca (2 cesit)
14. esse (2 cesit)
15. black gallion (5 cesit)
16. vigor (6 cesit)
17. polo (3 cesit)
18. this (2 cesit)
19. salem (2 cesit)
20. viceroy (8 cesit)
21. klasik (4 cesit)
22. prestige (3 cesit)
23. winner (4 cesit)
24. kent (5 cesit)
25. pall mall (5 cesit)
26. hd (4 cesit)
27. ld (4 cesit)
28. maxim (2 cesit)
29. et cigara
30. vogue (2 cesit)
31. silahli kuvvetler
32. meltem
33. maltepe (3 cesit)
34. sipahi
35. 2000 (3 cesit)
36. 2001 (3 cesit)
37. samsun (2 cesit)
38. samsun 216 (2 cesit)
39. cool (2 cesit)
40. yeni harman
41. bahar
goruldugu uzere piyasada yasal olarak satilan tekel bandrollu 41 marka ve 146 cesit sigara bulunmakta.
ve not olarak da;
sigara isterken lutfen acik bir dil kullaniniz. adamlari cildirtmayiniz.
-abi bi sigara verir misin?
+hangisinden? (normal suratli bakkal)
-marlboro abi.
+hangisinden? (pembe suratli bakkal)
-kisa abi.
+hangisinden? (kirmizi suratli bakkal)
-kirmizi abi.
+hangisinden? (mor suratli bakkal)
-kutu abi.
+hangisinden? (eline sopa alan mor suratli bakkal)
-yandan acilan kapaklisindan abi.
+buyur!
-kac para abi? (elindeki sopayi boyle musterinin gotune sokan mor suratli bakkal)
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?