*
karmaşıklaşan bir hal alıyor benliğim. bir kaç saat öncesine kadar horultusundan omuz attığım adamla şimdi konuşuyorum. yolculuk da böyle getirileri olan bir etkileşim işte. ilk bindiğinizde sadece koltuk numaralarından, birkaç bağırma ve telaş barındıran varlıklarken; yol aldıkça insanlaşıyorlar insanlar.
çayımı içmeye koyuluyorum. ilginç biri levent.
-bir çay daha verir misiniz?
+sadece bi çay hakkın var abla!
-para geçmiyo mu burda?
+haa tamam o zaman.
temiz bir gömlek giymiş ama, yakaları yıpranmış boyun kısmından. haki renkli düz bir gömlek. boynunda bir muskası, kısa ve sağdan ayrılarak taralı yanları aklaşmış saçları, hafif kirli sakalı, fok balığını andıran (eskilerin devrimcileri gibi) sararmış bıyıkları var. pantolonu ha düştü ha düşecek cinsten lacivert kumaş bir pantolon. çamur yok ama tozlu bir de ayakkabıları var siyah renkli. kırklı yaşlarda. 1.80 boylarında. omuzları dimdik, kafası da. sağ kolunu hiç kıpırdatmadan yürüyor ve eski, kahverengi deri evrak çantasını da yanından hiç eksik etmiyor.
"kalkıyoruz! yozgat yolcusu kalmasın!"
bu sihirli cümleyi duyunca anladım nereye gittiğimizi.
yozgat!
yerköy!
levent!
inanılmaz bir serinlik düşüyor içime sonra. koşarak gidiyorum otobüse. uyumuş. hafifçe geçiyorum önünden ve oturuyorum yanına. gene horluyor. daha doğrusu gene horlayamıyor. kafasını elimle düzeltiyorum, kesiliyor. muavin anında kolonya servisine başlıyor. tütün kolonyası bu da. çok ağır geliyor kokusu ama, üreten o güzel ellerin hatırına, alıyorum ben de.
adını bilmediğim bir türküyü, adını bilmediğim bir türkücü kadın okuyor içli içli. gözlerim kapanıyor, dalıyorum.
*
sabah
ankara terminal
-günaydın levent!
+günaydın.
-uyandırmak istemedim, çok derin uyuyordun.
+(telaşlı)konuştum mu uykumda? konuştum mu hiç?
-yoo.. yalnız!
+yalnız ne? (suratı asık) ne yalnız b.?
-sadece horluyorsun demek istemiştim, o kadar.
+(rahatlayarak) haa evet. düzensiz di mi? karım da hep öyle derdi. uyandırırmışım o’ nu da.(gülümsüyor)
gülümsüyorum. dışarı çıkıyoruz otobüsten. su satıcıları, gazeteciler, otobüs firmalarının çığırtkanları.. hepsi ayrı telden bağırıyorlar. iki inzibat, bir genci kelepçelemişler; hızlı adımlarla tam karşımızdan geçerken, levent suratını kapatmaya çalışıyor çantasıyla. inzibatlarla o’ nun arasına girip sarılıyorum boynuna ve bir veda öpücüğü konduruyorum yanağına. geçip gidiyor askerler.
+niye böyl..
-gerek yok! konuşmayalım. gel biraz yürüyelim, daha yarım saat var otobüsün kalkmasına.
+hadi!
eskisinin yerine yaptıkları bu beton yığınının dışına çıkıyoruz. ben de o da birer sigara yakıp yürüyoruz. terminalin önündeki mevlana bulvarı’ na çıktıktan sonra, sağa biraz yürüyerek bosna hersek caddesine giriyoruz. sabahın bu saatinde çocuklar var sokaklarda. maç yapıyorlar. koşuşturmaca, çocukça küfürler gırla. bir ara top bize doğru geliyor, levent tam vuracakmış gibi yapıp üstüne basarak tutuyor topu. peşinden koşan çocuk, yüzünü kapatayım derken, o hızla, yerdeki tozdan ayağı kayıyor ve düşüyor, başlıyor ağlamaya. 9-10 yaşlarında bir velet. ’bir çocuktan bu kadar ses çıkamaz’ diyorum kendi kendime. levent koşarak gidiyor yanına..
-bir şeyin yok be oğluuum! hiç mi maçta düşmedin sen. say ki çalım attın, adam da seni düşürdü, ne bağırıyosun böyle?
kulağına bir şey söyluyor levent’ in..
-haa. tamam tamam. kalk bakalım.
hiç bir şey olmamış gibi kalkıyor velet. topu alıyor, devam ediyorlar maçlarına.
-nerelisin levent? ya da nerede oturuyorsun?
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?