sessizliğe bir bilet

mademoiselle carole
kalmamış..
yitirmişim belki de!
gideceğim yerin beni yalnız bırakacağını sanmıyorum.

***

akşam
harem terminal
*
-bir bilet lütfen.. sessiz bir yer olsun gideceğim yer!
+neresi kızım? söyle allasen.
-sessiz ve uzak bir yer olsun yeter; ne kadar?
+21 lira. bayan yanı mı olsun?
-sessiz olsun!
+??
*
daha bir buçuk saat var otobüsün kalkmasına. salacak’a kadar yürüyorum. tüp geçit şantiye iskelesine çıkıyor, en başta oturuyorum ayaklarımı sallandırarak. terazinin iki kefesinin de doğru olduğunu ölçmem gerekecek. kalkıp, biraz yürüdükten sonra kulenin arkasında oturuyorum. kız kulesi’ nin akşam güneşine kalkan olması beni ferahlatıyor bu yaz sıcaklığında. comnenos’ a bir teşekkür mektubu yazmalıyım dönüşte. gittikçe daralan bir hatıra salonum var kafamda artık. eski arkadaşlarımın terkediş masalları beni yalnız kalmaya zorluyor gitgide. sevimsizleşiyorum.

-bi çay lütfen!
+hemen abla.

kilimler var burada! eskiden annemin anlattığı salacak plajı’ nın olduğu bu yerde; taşlı bir deniz ve kumlu ufak bir sahilken, şimdi bir beton yığını olmuş salacak sahilinde. eskiden; "bir çay verir misiniz amcacım?" diyebileceğim aynı yaşlardaki adamın, şimdilerde bana "abla!" dediği bu yerde. beyazıt kulesi’ nin hava durumunu gösteren ışığı belirmeye başladı taa buradan. mavi ışık yanıyor.. gene gebertecek bu güneşli hava istanbullu’ yu. yokum ben ama yarın. sessiz bir yere gidiyorum.
*
hereke’ yi geçti otobüs. ipek halı kokuyo burası.. bir de sümerbank. sabahları, çimento fabrikasının dumanından eksilen hayatlar vardı burada.. "globalleşince ölmez olduk!" diyor şimdi buradaki halk! haksız da değiller.. lojmanlar vardı zamanında burada.. içinde oturan teyzem, eniştem ve çocukları. sümerbank’ tan emekli olunca kiraza vermişti hayatını eniştem. ankara asfaltına çıkar, akşama kadar satardı bir sezonluk kirazını. teyzem; zamanında on herifi peşinden koşturan dünya güzeliyken, kapatmıştı kafasını, şişmanladıktan ve büyüttükten sonra çocuklarını.

yanımdaki herif horlamayı beceremiyor. irili ufaklı taneler şeklinde çıkıyor burnundan nefes alamaması. bir omuz koyuyorum.. "hıırrrk hıırrrk" diyor, öbür tarafına dönüyor.

aşağıda kalan ankara asfaltına takılıyor gözüm.. loş farlarından eski oldukları belli olan, kamyonlar gidiyor sadece oradan. ağır aksak damperlerinde belki kum var; belki bir garibanın bıkıp da istanbul’ dan köyüne dönerken götürdüğü üç beş takım taklavatı. modernliğin insan üzerindeki yalnızlaştırması gittiğimiz yolun tekdüzeliğinden belli. montaj bandında ilerleyen siktiredilmiş bireyleriz artık. bir köy içinden geçebilmek için bile bir gişeye ihtiyacın var.. ya da bir kasaba için ya da bir insan görmek.
*
çığlık atarak uyanıyorum aniden! yanımdaki de.. ve otobüsteki herkes. sanki hayatlarında bir apartmandan aşağıya hiç düşmemişler, tam yere çakılacakken de çığlık atmamışlar gibi; cık cıklıyorlar beni. bir tek, yanımdaki adam "ne oldu hanfendi, yardıma ihtiyacınız var mı?" diyor. "yok; tam düşecektim ki şey old.." "tamam tamam, kabus görmüşsünüz! evlat! bir bardak su getir hanfendiye!" diye de ekliyor.

terazinin iki kefesinin de doğru olduğunu ölçmem gerekecek. ön yargı kefesinde hata var.
*
bolu’ ya gelmeden bir mola veriyor şoför. abant girişinin biraz ilerisinde virane bir yer. önüne; saman balyası yüklü, şaşı dingilli kamyonlar ve arkasında sevgiliye sitem yazılı tırlar çekmiş. geceyarısı olmuş. çoğu şişik gözlerle sırf demden çay istiyorlar. kimi iki ekmekle bir tas çorba. "çaylar şirketten!" diye bağırıyor muavin, hoparlör filan yok burada.

-yüzümü yıkayıp gelecem.
+gel, bi çay içeriz.
-isminiz ne bu arada?
+levent, ya sizinki?
-b.

sidik kokan ve kapısında yaşlı bir adamın -üzerinde kolonya ve dörde bölünmüş peçeteler bulunan- masanın arkasında oturduğu tuvalete giriyorum. aynadaki ben değilim. buraya girmiş, benden önceki binlerce kadın. lavabodaki o izler, belki de gözyaşlarının kırmızılığıdır. tahta kapısının artık çürümüş ve yıllarca boyanmamış olmasından, tahta aralıkların dışından görülebileceğim aklıma gelmiyor. ve mutlaka yaşamıyordur şu an; damlayan taharet musluğunun kenarındaki mavi plastik maşrapayı satan o ihtiyar adam. elimi yüzümü yıkıyor, çıkıyorum.

+sıhhatler olsun!
-sağol amca, buyur.

uzatıyorum parayı. 1 lira! 80 kuruş geriye veriyor. tütün kolonyası ve dörtte bir peçete bedava!

+çayınız soğumadan için. bıraktı gitti sormadan.
-sağolun, içerim.
+nereye böyle?
-sessizliğe, siz?
+yerköy’ e; yozgat yerköy! annemi ziyarete. sessizlik mi dediniz?
-evet! aslında bilmiyorum neresi orası. biletime bakmadım. sadece sessiz bir yer dedim, o kadar.

tam bir soru soracakken, vazgeçiyor.

-durmayın, buyrun sorun!
+yok durmadım, aklıma bir şey geldi de.. otobüste devam ederiz.
bu başlıktaki tüm girileri gör

neden bekliyorsun?


bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?

üye ol