"Ne ben sezarım
Ne de sen brütüssün
Ne ben sana kızarım
Ne de zatın zahmet edip bana küssün
Artık seninle biz
Düşman bile değiliz"
Yazar engellemek; Ben bunu ilk kez bugün, gerçekten çok gereksiz ve muhalefet entry'leri olan bir yazar üzerinde kullandım, adam dağa, taşa, kediye, köpeğe kısacası resmen gördüğü her şeye sebepsizce muhalefet olmuş. Mesele fikir beyan etmekte değil iyice okudum yazdıklarını. Ancak bu engellemeyi yaptığım zaman sandım ki yazarla ilgili her şeyi engelliyoruz, ancak öyle değilmiş; sadece mesaj atmasını engelliyormuşuz, halbuki engellediğimiz kişilerin entry'lerine görmesek dünya daha güzel olur.
Çok şükür sokak köpeğide besledim, sokak kedisi de... tavşan da baktım evde kuş da, o yüzden içim huzurla dolu. Evdeki kediye yaş mama alırken fazladan alıp bahçedeki kedilere de dağıtıyorum çok seviniyor keratalar, mümkün olsa da hepsini eve doldursam, insanın bütün negatif enerjisini söküp atıyolar
Aşk olsun, o bahsi geçen entry'ler bana mı ait acaba? Ard arda 20 kadar entry'im seri artılanınca anlamalıydım. Eğer bahis konusu ben isem belirtmek isterim ki, kelimeleri özenle seçip yazarım, hepsi birer çocuğummuş gibi...
Gerçek şu ki; Saat 12:12 olduğunda kimse seni düşünmüyor, şifreleri 1234 yapan insan hala yaşıyor, noel baba yok, tam karşıya geçerken kırmızı yanacak, istediğini alsan da aklın alamadığında kalacak, az kalan yemek daha lezzetlidir, pastayı kesen pasta yiyemez, gece tırnak kesersen ömrün kısalmaz ve sakın kendini başka dünyadan zannedip havalara girmeye kalkma. ne yazık ki pizzanın ambulanstan önce geldiği bir ülkenin en nadide vatandaşlarından birisin sen de.. Hayat işte. O bakımdan diyeceğim o dur ki ; Başımız toprak, sonumuz toprak; mühim olan, çamurlaşmadan yaşamak..
yanlız o inançsız inançlılar olacak, aslında inanmayıp ya da inandıklarını iddia ettikleri değerlerin şartlarını yerine getirmeyip din simsarı olan insanlardır. bu tip insanlar genelde oruç tutup sağda solda sürekli altını çizer, bana saygı göstereceksin diye baskı yaparlar. bir başka özellikleri de siz onlarla inançları hakkında tartışırken dediklerinizi hiç dinlememeleri ve sürekli sanki siz yokmuşsunuz gibi aynı şeyleri tekrar edip boş boş konuşmalarıdır.
benim de gözlerimle şahit olduğum 1000 kişilik bir iftar yemeğindeki israf'ı gazeteci bir ablamız şöyle dile getirmiş;
'Akşamları Erdoğanist-Zengin-İslamcı iftar sofralarını gezip sokak hayvanları için artan yemekleri topluyorum..
Yapılan israfın boyutunu size anlatabilecek benim bildiğim hiç bir kelime, hiç bir ifade biçimi yok.
Hiç el değmeden çöpe giden birinci kalite etlerle sadece bir iftardan bir ailenin bir yıllık et ihtiyacı karşılanır.
Örneğin ordövr tabağında verilen saf inek eti, yağsız, sinirsiz onlarca kilo pastırma çöpe atılıyor... Bu "elit" Müslümanlar artık öyle doymuşlar ki, önlerine gelen pastırmanın, izmir tulumunun, hurma ve kaşarın yüzüne bile bakmıyorlar.
Bunlara hizmet eden emekçilerin durumu ise içler acısı. Mutfaktakiler yine arada bir şeyler atıştırabiliyor ama garsonların yemek yemesine, iftar açmasına yemekler servis edilmeden önce izin verilmiyor. Yemeğin tatlıya kadar peşpeşe servis edilmesi ise nereden baksanız saat 9.30'u buluyor. Sonra da masaların toplanması ve çay kahve servisi var. Yani bir garsonun saat 23'ten önce yemek yiyebilmesi imkansız.Bazı çocukların zıkkımlanılmış tabakları toplarken el değmeyenleri ayak üstü, göstermemeye çalışarak yediklerine şahit oldum:(
Akşamları iftar sofralarını dolaşsanız, "milletin ve ümmetin" başına çöreklenmiş bu kindar-acımasız ve şımarık zümrenin
toplumu çürütürken kendilerinin de içten içe nasıl çürüdüğüne yakından tanık olursunuz.''
Fatma Sibel Yüksek
'Akşamları Erdoğanist-Zengin-İslamcı iftar sofralarını gezip sokak hayvanları için artan yemekleri topluyorum..
Yapılan israfın boyutunu size anlatabilecek benim bildiğim hiç bir kelime, hiç bir ifade biçimi yok.
Hiç el değmeden çöpe giden birinci kalite etlerle sadece bir iftardan bir ailenin bir yıllık et ihtiyacı karşılanır.
Örneğin ordövr tabağında verilen saf inek eti, yağsız, sinirsiz onlarca kilo pastırma çöpe atılıyor... Bu "elit" Müslümanlar artık öyle doymuşlar ki, önlerine gelen pastırmanın, izmir tulumunun, hurma ve kaşarın yüzüne bile bakmıyorlar.
Bunlara hizmet eden emekçilerin durumu ise içler acısı. Mutfaktakiler yine arada bir şeyler atıştırabiliyor ama garsonların yemek yemesine, iftar açmasına yemekler servis edilmeden önce izin verilmiyor. Yemeğin tatlıya kadar peşpeşe servis edilmesi ise nereden baksanız saat 9.30'u buluyor. Sonra da masaların toplanması ve çay kahve servisi var. Yani bir garsonun saat 23'ten önce yemek yiyebilmesi imkansız.Bazı çocukların zıkkımlanılmış tabakları toplarken el değmeyenleri ayak üstü, göstermemeye çalışarak yediklerine şahit oldum:(
Akşamları iftar sofralarını dolaşsanız, "milletin ve ümmetin" başına çöreklenmiş bu kindar-acımasız ve şımarık zümrenin
toplumu çürütürken kendilerinin de içten içe nasıl çürüdüğüne yakından tanık olursunuz.''
Fatma Sibel Yüksek
Kendi adıma söylemem gerekirse bir sanatım olmamıştır ancak sanat olmadan da yaşayamam. Peki sanat insanın varoluşunun bir parçası mıdır?
Geriye dönüp baktığımda 60'da camuş'un ölümü bile insana bir bakış açısı kazandırıyor, ironik ve bir o kadar da absürt.
Bir defasında albert'e "en absürt ölüm şekli ne olabilir ? " diye sorduklarında, -herhalde araba kazasında ölmek olurdu, diye cevaplamış. Nitekim Albert Camus bir trafik kazasında yanında editör bir arkadaşı ile hayatını kaybetmiştir.
İşte insanın doğumu da ölümü de bu kadar saçma ve ahmakça geliyor bana. Bir hiçlikten, bir rastgelelikten meyva veren hayat bizi bilinmezliğin ortasına bırakıyor.
Sanat dedik de toplumu da konuşmadan olmaz, bilhassa toplumu bu kadar etkileyen bir oluşumun toplum için yapılmaması yerinde bir düşünce olacaktır.
-Her arz, kendi talebini yaratır.
İnsanlığın doğumundan bu yana yapılan her heykel, söylenen her şarkı eğer toplumun tamamı tarafından kabul edilip bağra basılsaydı ortada ne entellektüellik ne de ahlaki değerler kalırdı. Bazı değerlerin sıradanlaşmaması adına atılacak en büyük adım belirli kitlelere hitap etmek olacaktır.
Karanlık ve aydınlık, iyi ve kötü hatta ölüm ve yaşam bile birbirini tamamlarken sanat ve toplum da bir noktada birbirini tamamlar, ancak bunun için geçilmemesi gereken çok ince bir çizgi vardır; heykele kim dokunacak ve tabloya kim bakacak.
Da vinci'nin de dediği gibi;
-Saper Vedere (görmeyi bilmek)
Kısacası insan da yaşam da saçma ve gereksizdir ama yine de yaşamak gerekir.Rastgelelik de hayatın bir parçasıdır ve alışmak insanın doğası gereğidir...
Geriye dönüp baktığımda 60'da camuş'un ölümü bile insana bir bakış açısı kazandırıyor, ironik ve bir o kadar da absürt.
Bir defasında albert'e "en absürt ölüm şekli ne olabilir ? " diye sorduklarında, -herhalde araba kazasında ölmek olurdu, diye cevaplamış. Nitekim Albert Camus bir trafik kazasında yanında editör bir arkadaşı ile hayatını kaybetmiştir.
İşte insanın doğumu da ölümü de bu kadar saçma ve ahmakça geliyor bana. Bir hiçlikten, bir rastgelelikten meyva veren hayat bizi bilinmezliğin ortasına bırakıyor.
Sanat dedik de toplumu da konuşmadan olmaz, bilhassa toplumu bu kadar etkileyen bir oluşumun toplum için yapılmaması yerinde bir düşünce olacaktır.
-Her arz, kendi talebini yaratır.
İnsanlığın doğumundan bu yana yapılan her heykel, söylenen her şarkı eğer toplumun tamamı tarafından kabul edilip bağra basılsaydı ortada ne entellektüellik ne de ahlaki değerler kalırdı. Bazı değerlerin sıradanlaşmaması adına atılacak en büyük adım belirli kitlelere hitap etmek olacaktır.
Karanlık ve aydınlık, iyi ve kötü hatta ölüm ve yaşam bile birbirini tamamlarken sanat ve toplum da bir noktada birbirini tamamlar, ancak bunun için geçilmemesi gereken çok ince bir çizgi vardır; heykele kim dokunacak ve tabloya kim bakacak.
Da vinci'nin de dediği gibi;
-Saper Vedere (görmeyi bilmek)
Kısacası insan da yaşam da saçma ve gereksizdir ama yine de yaşamak gerekir.Rastgelelik de hayatın bir parçasıdır ve alışmak insanın doğası gereğidir...
''direk konuya giriyorum, üşenmeyip okuyanlara hürmetler;
los angles'den larry walters; gerçekten çok başarılıydı; larry'nin çocukluk rüyası, uçmaktı. yüksek okuldan mezun olur olmaz pilot olma umuduyla hava kuvvetleri'ne müraacat etti. ama ne yazık ki, gözleri yeterince sağlıklı olmadığı için reddedildi. öylesine üzülmüştü ki, bütün gün evinin arka bahçesinde oturarak havadan geçen uçakları izliyordu, hava üssünün yakınındaki bir eve taşınmıştı. ve birgün larry karar verdi; uçacaktı. yöredeki ikinci el ordu eşyalarını satan dükkana gitti ve iki hava balonu ile birkaç helyum gazı tankı satın aldı sonra evine döndü ve balonları kayışlarla bezden yapılmış demir sandalyesine bağladı ardından cipinin tamponuna sandalyeyi bir halatla bağladı ve balonları helyumla şişirdi. balon yerden birkaç metre yükselince test etmek için üzerine tırmandı. memnundu çünkü balon çalışıyordu.
yanına birkaç sandviç ve saçma atan bir tüfek koydu. böylelikle iniş zamanı geldiğinde balonları patlatacaktı. balonun ardından sürüklenen sandalyeye gitti. larry'nin planı halatı kestikten sonra evinin arka bahçesinin üzerinden havalanıp, 900 m. kadar yükselerek uçmak ve birkaç saatlik bir uçuştan sonra yere inmekti. balonları birer birer patlatarak alçalmayı düşünüyordu ama sonuç farklı olacaktı. ve 10 mart 1997'de cipe bağladığı sandalyesinin ipini kestiğinde, sandığı gibi sandalyeli balon araç yavaş yavaş yükselmedi. bir top mermisi gibi los angeles göğüne fırladı, en fazla 900 metre yükseleceğini sanıyordu, oysa daha ilk anda yatay bir uçuşla 7.000 metreye ulaşmıştı. o yükseklikte larry, balonlara ateş etme riskine giremedi, üstelik dengesini de bozulmuştu, kısacası başı iyice dertteydi. böylece soğuktan donarak, korku ve dehşet içinde 14 saatten fazla havada kaldı, oradan oraya sürüklendi. sonunda en kötü şey oldu, los angeles uluslararası havaalanı'nın üzerindeydi.
ilk kez larry'i bir yolcu uçağının pilotu gördü, hemen kuleyle haberleşerek, elinde bir tüfekle, bezden sandalyede uçan bir adamı tarif etti. havaalanın radarları, 7.000 m. yükseklikte uçan bir nesneyi belirledirler. acil durum alarmı verilerek, hemen bir helikopter araştırma için havalandırıldı. gece oluyordu ve deniz kıyısına doğru rüzgar esmeye başlamıştı, rüzgar larry'i denize götürüyordu ve tabii ardından da helikopter geliyordu. birkaç mil sonra helikopter larry'e yetişti ve görevliler tehlikeli olmadığını anladılar, zaten yardım istiyordu. kurtarmak için yaklaşmaya çalıştılar ama helikopter yaklaştıkça pervanesinin rüzgarı larry'i uzağa itiyordu. sonunda helikopter, larry'den biraz yukarsıdaki bir noktada kalmayı başararak, çılgın uçucuya kurtarma halatını attı ve larry halata tutunarak ve sahile kadar havada taşındı.
helikopter mürettebatı çok zor bir işi kusursuz bir şekilde başarmıştı. larry dünyaya dönmüştü, yere indirildiği anda tutuklandı. kelepçelenerek götürüldüğü sırada bir gazeteci, larry'e neden bunu yaptığını sordu. larry, bir an durdu, döndü ve soğukkanlılıkla cevap verdi; "bir adam sadece oturamaz, bir şeyler yapmalıdır." ertesi gün basın larry'den söz ediyordu; los angeles times'da "larry walters, bezden sandalyede şöhrete doğru yükseldi ve 44 yaşında emeline ulaşmayı başardı." yazıyordu. california haber ajansı upi "gökyüzüne bakın. bir kuş mu, bir uçak mı, yoksa bir uzay mekiği mi? hayır. o, bezli sandalyede oturarak 7.000 metrede uçan larry walters. 44 yaşında bir kamyon şöförü. cuma gününün yarısını helyumla dolu balonlara bağlı bir sandalyede geçirdi. bu garip araç uçak pilotlarının ödünü patlattı. long beach polis örgütü olayı doğruluyor. walters; 'yeryüzünde oturuyordum ama bu aracın işlediğini kendime kanıtladım." dedi."
los angles'den larry walters; gerçekten çok başarılıydı; larry'nin çocukluk rüyası, uçmaktı. yüksek okuldan mezun olur olmaz pilot olma umuduyla hava kuvvetleri'ne müraacat etti. ama ne yazık ki, gözleri yeterince sağlıklı olmadığı için reddedildi. öylesine üzülmüştü ki, bütün gün evinin arka bahçesinde oturarak havadan geçen uçakları izliyordu, hava üssünün yakınındaki bir eve taşınmıştı. ve birgün larry karar verdi; uçacaktı. yöredeki ikinci el ordu eşyalarını satan dükkana gitti ve iki hava balonu ile birkaç helyum gazı tankı satın aldı sonra evine döndü ve balonları kayışlarla bezden yapılmış demir sandalyesine bağladı ardından cipinin tamponuna sandalyeyi bir halatla bağladı ve balonları helyumla şişirdi. balon yerden birkaç metre yükselince test etmek için üzerine tırmandı. memnundu çünkü balon çalışıyordu.
yanına birkaç sandviç ve saçma atan bir tüfek koydu. böylelikle iniş zamanı geldiğinde balonları patlatacaktı. balonun ardından sürüklenen sandalyeye gitti. larry'nin planı halatı kestikten sonra evinin arka bahçesinin üzerinden havalanıp, 900 m. kadar yükselerek uçmak ve birkaç saatlik bir uçuştan sonra yere inmekti. balonları birer birer patlatarak alçalmayı düşünüyordu ama sonuç farklı olacaktı. ve 10 mart 1997'de cipe bağladığı sandalyesinin ipini kestiğinde, sandığı gibi sandalyeli balon araç yavaş yavaş yükselmedi. bir top mermisi gibi los angeles göğüne fırladı, en fazla 900 metre yükseleceğini sanıyordu, oysa daha ilk anda yatay bir uçuşla 7.000 metreye ulaşmıştı. o yükseklikte larry, balonlara ateş etme riskine giremedi, üstelik dengesini de bozulmuştu, kısacası başı iyice dertteydi. böylece soğuktan donarak, korku ve dehşet içinde 14 saatten fazla havada kaldı, oradan oraya sürüklendi. sonunda en kötü şey oldu, los angeles uluslararası havaalanı'nın üzerindeydi.
ilk kez larry'i bir yolcu uçağının pilotu gördü, hemen kuleyle haberleşerek, elinde bir tüfekle, bezden sandalyede uçan bir adamı tarif etti. havaalanın radarları, 7.000 m. yükseklikte uçan bir nesneyi belirledirler. acil durum alarmı verilerek, hemen bir helikopter araştırma için havalandırıldı. gece oluyordu ve deniz kıyısına doğru rüzgar esmeye başlamıştı, rüzgar larry'i denize götürüyordu ve tabii ardından da helikopter geliyordu. birkaç mil sonra helikopter larry'e yetişti ve görevliler tehlikeli olmadığını anladılar, zaten yardım istiyordu. kurtarmak için yaklaşmaya çalıştılar ama helikopter yaklaştıkça pervanesinin rüzgarı larry'i uzağa itiyordu. sonunda helikopter, larry'den biraz yukarsıdaki bir noktada kalmayı başararak, çılgın uçucuya kurtarma halatını attı ve larry halata tutunarak ve sahile kadar havada taşındı.
helikopter mürettebatı çok zor bir işi kusursuz bir şekilde başarmıştı. larry dünyaya dönmüştü, yere indirildiği anda tutuklandı. kelepçelenerek götürüldüğü sırada bir gazeteci, larry'e neden bunu yaptığını sordu. larry, bir an durdu, döndü ve soğukkanlılıkla cevap verdi; "bir adam sadece oturamaz, bir şeyler yapmalıdır." ertesi gün basın larry'den söz ediyordu; los angeles times'da "larry walters, bezden sandalyede şöhrete doğru yükseldi ve 44 yaşında emeline ulaşmayı başardı." yazıyordu. california haber ajansı upi "gökyüzüne bakın. bir kuş mu, bir uçak mı, yoksa bir uzay mekiği mi? hayır. o, bezli sandalyede oturarak 7.000 metrede uçan larry walters. 44 yaşında bir kamyon şöförü. cuma gününün yarısını helyumla dolu balonlara bağlı bir sandalyede geçirdi. bu garip araç uçak pilotlarının ödünü patlattı. long beach polis örgütü olayı doğruluyor. walters; 'yeryüzünde oturuyordum ama bu aracın işlediğini kendime kanıtladım." dedi."
Kimse kusura bakmasın tapir gibi rihanna dinlemek bana ters
Herkese iyi geceler ve iyi haftasonları, bu başlığı tamamen kendi iradem ile, sözlük yöneticilerinden bağımsız olarak açıyorum. Bilindiği gibi az önce duyurular kısmında, reklamlar ve destek ile ilgili bir duyuru yayımlandı, destek olmak isteyenler için iki yol önerildi. Tabi ki her özgür birey gibi desteğe nötr kalma hakkınız var ancak kanımca bizim de bu platformu daha ileriye taşıyabilmek için elimizi taşın altına koymamız gerekiyor. Bu yüzden sizlerden adsense reklamlarına denk geldikçe tıklamanızı gönülden rica ediyorum. Bu işlerle kıyısından köşesinden ilgilenen birisi olarak, adsense reklamlarından ortala tık başına 10-15 kuruş gelir elde edildiğinin farkındayım ancak unutmamak gerekir ki damlaya damlaya göl olur. Teşekkürler öptüm
Hiç mi sevenin yok hocam, kimse mi demedi yapma etme, sen çirkinsin diye.
Bonus: profil fotoğrafımla kendimi ifşa ediyorum leblebi kadar fotoğraf zaten.
dayım falan buradaysa bir mesaj kadar yakınındayım dayı
Bonus: profil fotoğrafımla kendimi ifşa ediyorum leblebi kadar fotoğraf zaten.
dayım falan buradaysa bir mesaj kadar yakınındayım dayı
Bana da oluyor öyle, çok şeyyapmamak lazım. Sosyal medyada bi instagtam kullanıyorum onda da kimse iletişim kurmuyor :) mesaj attığımda da cevap atmıyorlar. Yazdığım da bir şey olsa bari "merhaba" yazıyorum altı üstü.
Elimizdeki seçenekler şunlar
- sabah akşam tip tip erkekler tarafından taciz edildikleri için cevap vermemeleri
- narsist veya egoist olmaları
-takıntılı birer feminist olmaları
- tipimizi beğenmemeleri
-kaslı bir vücuda sahip olmamamız
-brad pitt'e benzemiyor olmamız
-tek derdimizin seks olduğunu düşünmeleri
-ilişkilerinin olması
-daha iyi talipleri değerlendirmek istemeleri
Bütün bu ihtimallerden sonra, yalnızlığın daha mantıklı olduğunu düşünüyorum, narsist bir feminist ile muhattap olmaktansa evde oturup kediyle kafka mı camus mu diye muhabbet ederim daha iyi.
Neşeniz yerine gelsin (bonus şarkı)
Elimizdeki seçenekler şunlar
- sabah akşam tip tip erkekler tarafından taciz edildikleri için cevap vermemeleri
- narsist veya egoist olmaları
-takıntılı birer feminist olmaları
- tipimizi beğenmemeleri
-kaslı bir vücuda sahip olmamamız
-brad pitt'e benzemiyor olmamız
-tek derdimizin seks olduğunu düşünmeleri
-ilişkilerinin olması
-daha iyi talipleri değerlendirmek istemeleri
Bütün bu ihtimallerden sonra, yalnızlığın daha mantıklı olduğunu düşünüyorum, narsist bir feminist ile muhattap olmaktansa evde oturup kediyle kafka mı camus mu diye muhabbet ederim daha iyi.
Neşeniz yerine gelsin (bonus şarkı)
15 km değil. 22 km uzaklıkta bulunmuştur, 20 bin yıllık değil 12.000 yıllık bir yapılar topluluğudur, böylesine önemli bir konuda biraz daha dikkatli olmak lazım. Ayrıca incile göre insanlık 4 bin yıl önce meydana gelmiştir, kurans göre de ilk insan hz. Adem 8.500 yıl önce dünyaya gelmiştir, yani göbeklitepe'nin dinleri çürütmüş olduğu gibi muazzam bir etkisi vardır ancak dinler dış görüşlere kapalı ve dogma olduğu için hiçbir etkisi olmamıştır. Dinlere inanan insanlar katı birer dogmatist oldukları için kabullenemiyorlar.
telden,tabletten ve laptoptan aynı anda bağlanabiliyoruz sanırım, iyi oldu bu özellik ancak mesajlar uçmuş mesajlarıma tıkladığımda hiç mesaj gözükmüyor, aşk olsun titiş
franz kafka'nın bendeki yeri dava sebebi ile apayrıdır. Benim gibi kafka severlere, kafka
tarzında tadından yenmeyecek birkaç da film önermek istiyorum.
After Hours (1985)
The Trial (1962)
Franz Kafka's It's a Wonderful Life (1995)
Edith piaf: fotoğraflar uçmuş, çirkin bir görüntü olmasın diye kaldırıyorum
tarzında tadından yenmeyecek birkaç da film önermek istiyorum.
After Hours (1985)
The Trial (1962)
Franz Kafka's It's a Wonderful Life (1995)
Edith piaf: fotoğraflar uçmuş, çirkin bir görüntü olmasın diye kaldırıyorum
Nedir bu arap sevdası anlamadım gitti, olum adamlar kokuyor kokuyor !! Sokaklar afedersiniz tezek kokuyor, bu adamlar 5 kadın ile evlenip 6 yaşında çocuklara halleniyorlar yahu. Petrol kralı olmuşlar, para desen gırla akıyor ama medeniyet, kültür, ahlak desen sıfır.
Kısacası bir pislik daha eksildi dünyadan
Kısacası bir pislik daha eksildi dünyadan
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?