(bkz: el quinto)
(bkz: sin palabras)
flemenko, arap müziği, caz gibi türleri harmanlayarak müzik yapan, 80li yılların sonunda kurulmuş ispanyol müzik grubur.
üç kişiden oluşan grupta;
vokalde benjamin escoriza,
darbuka ve geri vokalde fain sanchez dueñas
diğer çalgılarda vincent molino vardır.
kuruluşundan yaklaşık 20 yıl sonra, kasım 2006da barcelona konserinden sonra dağılmışlardır. grubun solisti benjamin escoriza, 9 mart 2012de akciğer hastalığı dolayısıyla vefat etmiş..
keşke dağılmasalarmış, keşke benjamin bu kadar erken ölmeseymiş. müzikleri insanı kendinden geçiriyor
üç kişiden oluşan grupta;
vokalde benjamin escoriza,
darbuka ve geri vokalde fain sanchez dueñas
diğer çalgılarda vincent molino vardır.
kuruluşundan yaklaşık 20 yıl sonra, kasım 2006da barcelona konserinden sonra dağılmışlardır. grubun solisti benjamin escoriza, 9 mart 2012de akciğer hastalığı dolayısıyla vefat etmiş..
keşke dağılmasalarmış, keşke benjamin bu kadar erken ölmeseymiş. müzikleri insanı kendinden geçiriyor
"akşam olur mektuplar hasretlik söyler
zagrep radyosunda lili marlen türküsü"
her dinlediğimde ahmet kayadan içimde uyanan, zagrebe gitme isteğine engel olamadığım çok sevdigim türkü.
"akşam olur mektuplar hasretlik söyler
zagrep radyosunda lili marlen türküsü"
zagrep radyosunda lili marlen türküsü"
her dinlediğimde ahmet kayadan içimde uyanan, zagrebe gitme isteğine engel olamadığım çok sevdigim türkü.
"akşam olur mektuplar hasretlik söyler
zagrep radyosunda lili marlen türküsü"
eğer tanrı insana yaşamaya zorladığı hayatı kendisi yaşamak zorunda kalsaydı kendini öldürürdü.
uzun bir masal, keşke okusanız.
günlerden bir gün, parmak çocuk, babasıyla pazara gelmiş. ihtiyar babası, oğluna iki bakır kuruş vermiş. ah, ne sevinmiş çocuk, bu paralarla kim bilir ne kadar kurabiye satın alabilirim, diye düşünerek babasının arkasından küçük bir oğlak gibi hoplaya zıplaya koşuşturuyormuş.
ah, pazara ne kadar halk toplanmış! ne kadar çok . mal varmış!
parmak çocuk, ipek kumaş satan tezgahlara gelmiş; tüccarlar, gökkuşağı gibi renkli, çeşitli ipek kumaşları satıyorlarmış. halıcılara gelmiş; top top renkli çiçeklerle süslenmiş birçok halı varmış bakır satanlara gelmiş; her şey güneş gibi parlıyor; güğümler, fincanlar...
küçük dükkanların önünde kadınlar bakır kazanların, tabak ve fincanların seyrine doyamıyorlarmış. çocuklar ise toplaşıp ağızlarının suyu akarak meyvelere, sıcak sıcak pidelere, çeşit çeşit tatlılara bakıyorlarmış. ne kadar çok karpuz ve kavun, elma ve üzüm varmış pazar yerinde! bir günde hepsine ayrı ayrı bakmamak mümkün değilmiş. ayrıca her şeyi satın almaya da kimsenin gücü yetmezmiş. hele, iki bakır kuruşa bir şey almak mümkün değilmiş.
tezgah tezgah dolaşmış, fiyatları öğrenmiş, pazarlık etmiş, ama bir şey satın alamamış. bu arada babasını da kaybetmiş.
- babacığım, babacığım! nerdesin! diye bağırmış çocuk.
pazar, çok gürültülü, çok kalabalıkmış burada birisini bulmak, çölde iğneyi bulmaktan daha zormuş. böylece, babası hiç duymamış parmak çocuk`u.
parmak çocuk, üzüntüsünden neredeyse ağlayacakmış, ama bir süre sonra kendine gelmiş; ``yiğide ağlamak yakışmaz, yalnız da yolu bulabilirim. `` diye düşünmüş. kendini toparlamış, şapkasını düzelterek, nereye gideceğini bilmeden yolu aramaya başlamış. birden, az ötede kalabalık üstünden inanılmaz bir şey görmüş!.. uzun bir fildişi tünekte harika bir mavi kuş oturuyormuş. kuşun gagası altınmış. kanatları, gökyüzü gibi masmavi, sanki elmas kıvılcımları dökülmüş yıldızlar gibiymiş. kuş, büyük tüneğinde, kanatlarını açıp kapatıyormuş.
oy! demiş çocuk, bu kuşa yakından bakayım. bu ne harika şey. bütün paralarımı vermeye hazırım, hatta şapkamı bile vereceğim.
yandaki elma yığınından yuvarlanarak . harika kuşun yanına gelmiş. ama bu hiç de kolay olmamış. önünü yayalar, yüklü eşek ve develer engelliyormuş. çocuk, az kalsın, atların altında kalacakmış. eninde sonunda parmak çocuk, harika kuşa ulaşmış. büyük bir heyecan ve umutla gelip ulaştığı bu yerde üzücü şeylerle karşılaşmış... güzel kuşun oturduğu tüneğin yanında üç kişi oturuyormuş, birisinin gömleği boyalara bulaşmış, öbürünün bütün sakalı odun tozuyla kaplanmış, üçüncünün ise öküz derisi önlüğü kazan karasıymış. bular, boyacı, oymacı ve demirci çok hüzünlüymüşler. başları eğik, yerde oturuyormuşlar. yanlarında ise ihtiyar, kadın ve çocuklar toplanmış ağlıyorlarmış.
- burada neler oldu? bu insanlar neden ağlıyor? diye sivrisinek gibi yapışmış parmak çocuk, kaynayan suyu satan satıcıya. satıcı da şöyle demiş:
- eh! küçük insan, bakıyorum, sen çok uzaklardan gelmiş olmalısın. o yüzden, bunların başına neler geldiğini bilmiyorsun.
- tabi ki bilmiyorum, diye fısıldamış parmak çocuk.
ve sucu, bu çok hüzünlü hikayeyi anlatmaya başlamış :
- bizim han`ımız, kendini çok beğenmiş, acımasız, adaletsiz bir handır. o, şehrimizin en usta oymacısını yanına çağırmış, ağaçtan büyülü bir bülbül yapmasını emretmiş. bu kuş hakkında, halk içinde pek çok efsane ve masal söylenirmiş. yılda bir kere yere inen güneş gibi harika bir kuşmuş. harika şarkılarını söylediği zaman, insanlara mutluluk veriyormuş. ama insan, kaba elleriyle böyle mucizevi bir kuş yaratabilir mi? çok düşünmüş. ama o, hüner sahibi bir usta olduğundan han`ın emrini yerine getirmiş.
süresi dolduğunda, yaptığı harika kuşu han`ın sarayına getirmiş. onu görenlerin hepsi hayran kalmışlar. ama han`ın yüzü asık olduğu halde şöyle demiş :
- kuş iyi, ama aptal usta, görmüyor musun? hiç rengi yok. eğer, yarın sabaha kadar, bu kuş güneş gibi parlamazsa seni cellata vereceğim.
usta, çok üzülmüş. hiçbir şey demeden, kuşunu alarak ünlü bir boyacı olan arkadaşını götürmüş. o boyacı usta ile bütün şehir gurur duyuyormuş. ve işte bir gecede kuşu, güneş gibi parlatıvermiş. kuşu önce, altın ile kaplamış, sonra gök mavisi, kanatlarına da harika elmas tozlarından serpmiş.
sabah erkenden iki usta, han`ın sarayına harika kuşu götürmüşler. şehrin sokaklarında giderken onları görenler hayranlıktan coşkuyla alkışlamışlar. ama ne var ki , buna çok kızmış :
- aptallar, neden seviniyorlar? bu bir bülbül değil ki, sadece boyanmış bir ağaç parçası... ey ustalar! eğer, yarın sabah, sizin bu aptal kuşunuz kafasını kıpırdatıp kanatlarını çırpmazsa şehrin bütün oymacı ve boyacılarının kafasını keseceğim, diye bağırmış...
buna, ustalar daha çok üzülmüşler. hiçbir şey söylemeden, kuşu, demirci ustaya götürmüşler. bütün gece çalışmış ve sabah olup da arkadaşları geldiğinde harika kuş, kanatlarını çırpmış, kafasını oynatmış ve altın gagasını açıp kapatmaya başlamış. çok sevinen oymacı, boyacı ve demirci sabah erkenden saraya gelmişler. , güneş gibi parlıyor, tıpkı canlı gibi, kanatlarını çırpıp kafasını oynatıyormuş. onlar, mükafat beklerken, acımasız han, kuşu görür görmez, bağırıp çağırmaya başlamış :
- tembeller, demiş, sizin yaptığınız hiçbir işe yaramaz! büyülü kuş dediğin bu mu? bu, konuşmaz, şarkı söylemez! bu, insanlara mutluluk getiren bir bülbül değildir.
ustalar, birkaç gün çalışsalar da kuşa şarkı söyletememişler. işte şimdi han`ın ları gelecek ve bu bahtsız insanları zindana götürecekler. herkes biliyor ki şimdiye kadar oradan sağ çıkan olmamıştır. işte bu insanların hanımları ve çocukları ağlıyor.
sonra, sucu da ağlamaya başlamış, ustalara... biraz sonra bir büyük bir gürültü kopmuş.
- çekilin yoldan! dağılın! sesleri duyulmuş. parmak çocuk bakmış ki ellerinde kılıçlarıyla han`ın muhafızları ustalarının üzerine geliyorlarmış. en önde, yaban domuzu gibi şişman ve ağzından köpükler saçan komutanları varmış.
- saman kafalılar! diye bağırmış, ustalara siz, han`ın emrini yere getirmediniz. yaptığınız kuş susuyor. bu kalabalık için acımasızca ceza göreceksiniz.
ustalar sus pus kalmışlar. bunu duyan kadın, çocuk ve ihtiyarlar daha çok ağlamaya başlamışlar.
- ee, ağlamakla hiçbir şey değişmez, demiş kendi kendine parmak çocuk. ağlamaktansa şunlara bir ders vereyim.
parmak çocuk, elinin tersiyle gözyaşlarını silerek kuşun tüneğine çıkmış. ve bir anda kuşun sırtına oturmuş. kimse bunu farkına varamamış...
- tutuklayın şu hayinleri! diye bağırıp çağırmaya . başlamış komutan.
muhafızlar ustalarının yanına ulaştığında kuşun gagası açılmış ve yüksek sesle şöyle demiş :
asıl hayin sensin. bu insanlar, ödüllere layıktır. onlar bütütn insanların ustasıdır.
bütün kalabalık şaşırmış. muhafızlar oldukları yerde donmuşlar. komutanın şaşkınlıktan ağzı açık kalmış. kuş, kanatlarını çırpmış, kafasını oynatarak şarkı söylemiş.
`` üzülmeyin ustalar
hana gitmek zamanı
han`ı mutlu ederek
şarkı söylemek zamanı ``
kalabalıktan sevinçli haykırışlar gelmiş :
- ah harika bülbül; sen bize acıdın, derdimizi anlayarak bizi kurtardın. kuşu hemen saraya götürün, han`a şarkı söylesin ve han . da suçsuz insanların peşini bıraksın!
gözlerine inanamayan ustalar, kuşu saraya götürmüşler. arkasından halk ser gibi toplanmış. acımasız han, altın tahtında siyah sakallarını sıvazlayarak oturuyormuş. ve üç ustanın idam edildiği haberini bekliyormuş. halk, sarayın önünde toplanmaya başlamış. kapılar açılmış ve boyacı, oymacı ve demirci içeri girmişler. yanlarında kuş da varmış tabi.
- ne işniz var burada! diye bağırmış han.
tam o esnada kuş, kanatlarını sallamış, başını oynatmış ve şakımaya başlamış :
`hepsinden akıllı bizim han!`
han`ın yüzü gülmüş. kuş ise devam etmiş :
`` o, akıllıların akıllısı
o, kahramanların kahramanı
en büyük han bizim han! ``
han salağı, şarkıya bayılmış. sakallarını sıvazlayıp kafasını hoşnutlukla sallamış.
`` seni neye benzeteyim ey han
ve çiçek han!
güneşin kardeşi ve ayın babası
ülkemizin hayırlısı!
en . büyük han bizim han! ``
kuşun bu şarkısına han, neşe ile gülmüş.
ey vezirler! demiş, han. ustalara ödül olrak bir çuval yumurta kabuğu ve kuyruksuz bir eşek verin. işlerini iyi yapmışlar.
bu fikrini de çok beğenmiş han ve kıkırdayarak eklemiş :
- şimdi ise bu harika kuşu halk önüne, meydana çıkaracağız. bütün insanlar, nasıl öttüğünü duysunlar!
herkes, sarayın önüne çıkmış. önde, altın sırmalı kaftanıyla han, arkasında vezirleri, büyük bir tünekte konuşan kuşu halka göstermişler.
han, çeşitli halılarla döşenmiş meydana çıkarak tören kıtasına işaret etmiş. tören kıtası, halkı sakinleştirmek için trampet çalmış. meydandakiler iyice sakinleşmiş ve han`ın sesi duyulmuş.
- eyy harika bülbül! bize hiç duymadığımız şarkılar söyle! bizi sevindir! hiç korkmadan söyle, ama sadece gerçekleri söyle!
kuş, kanatlarını çırpmış, başını oynatmış ve bütün halk, susup beklemiş. kuş bütün gücüyle şöyle demiş :
`` hepsinden acımasız bizim han!
hepsinden kurnaz bizim han! ``
han, çok bozulmuş, ama bütün halkın önünde, `hiçbir şeyden korkmadan gerçekleri söyle!` dedikten sonra, kuşu susturamamış. kuş ise daha yüksek sesle devam etmiş :
`` o zaman o işkenceci
halkını kırıp geçiren
en büyük han bizim han!
kalpsiz ve yıkıcı
insanlara kasteden
en büyük han bizim han! ``
bu şarkıyı duyar duymaz, saraydakiler kulaklarını kapamışlar, askerler ise kılıçlarını sıyırmışlar. han, çığlık atarak bütün meydana bağırmış :
- kapatın şunun gagasını!..
meydanda bir ölüm sessizliği olmuş ve birden arka sıralardan birileri gülmeye başlamışlar.
han, öfkelenerek bağırmış :
- kim gülüyor? hepinizi idam edeceğim, keseceğim!
- sinirlenme han`ım! diye neşeyle seslenmiş kuş, buna, bütün halk destek vererek gülmüş. öyle bir gülmüşler ki evlerin çatılarındaki güvercinler bile . gökyüzüne fırlamışlar.
çok sinirlenen han, koşarak kuşu yakalamış ve bir hışımla yere çarpmış. bir çatırtı duyulmuş ve harika kuş binlerce parçaya bölünerek dağılmış. ama bu parçaların içinden minicik bir çocuğun fırladığını hiç kimse farkedememiş.
küçük çocuk yuvarlanarak farenin deliğine girmiş. zalim askerler, sopalarla halkı kovalamaya başlamış. vezirler ise han`ın elinden tutarak zar zor götürürken parmak çocuk oralardan çoktan uzaklaşmış. çocuk da zıplaya zıplaya bülbülün şarkısını söylemeye başlamış :
`` o zalim, o işkenceci
halkını kırıp geçiren
en büyük han bizim han! ``
o günden başlayarak, bütün bahçelerde, meydanlarda, . çayırlarda, kervansaray ve pazarlarda bu şarkı söylenmeye başlamış :
`` kalpsiz ve yıkıcı
insanlara kasteden
en büyük han bizim han! ``
askerler, yalın kılıç halkı susturmak için sokaklara dökülmüşler. bir taraf sussa öbür taraf başlıyormuş :
- şarkı söyleyen kuşu öldürebilir ama şarkı söyleyen bütün bir halka ne yapabilirler?
günlerden bir gün, parmak çocuk, babasıyla pazara gelmiş. ihtiyar babası, oğluna iki bakır kuruş vermiş. ah, ne sevinmiş çocuk, bu paralarla kim bilir ne kadar kurabiye satın alabilirim, diye düşünerek babasının arkasından küçük bir oğlak gibi hoplaya zıplaya koşuşturuyormuş.
ah, pazara ne kadar halk toplanmış! ne kadar çok . mal varmış!
parmak çocuk, ipek kumaş satan tezgahlara gelmiş; tüccarlar, gökkuşağı gibi renkli, çeşitli ipek kumaşları satıyorlarmış. halıcılara gelmiş; top top renkli çiçeklerle süslenmiş birçok halı varmış bakır satanlara gelmiş; her şey güneş gibi parlıyor; güğümler, fincanlar...
küçük dükkanların önünde kadınlar bakır kazanların, tabak ve fincanların seyrine doyamıyorlarmış. çocuklar ise toplaşıp ağızlarının suyu akarak meyvelere, sıcak sıcak pidelere, çeşit çeşit tatlılara bakıyorlarmış. ne kadar çok karpuz ve kavun, elma ve üzüm varmış pazar yerinde! bir günde hepsine ayrı ayrı bakmamak mümkün değilmiş. ayrıca her şeyi satın almaya da kimsenin gücü yetmezmiş. hele, iki bakır kuruşa bir şey almak mümkün değilmiş.
tezgah tezgah dolaşmış, fiyatları öğrenmiş, pazarlık etmiş, ama bir şey satın alamamış. bu arada babasını da kaybetmiş.
- babacığım, babacığım! nerdesin! diye bağırmış çocuk.
pazar, çok gürültülü, çok kalabalıkmış burada birisini bulmak, çölde iğneyi bulmaktan daha zormuş. böylece, babası hiç duymamış parmak çocuk`u.
parmak çocuk, üzüntüsünden neredeyse ağlayacakmış, ama bir süre sonra kendine gelmiş; ``yiğide ağlamak yakışmaz, yalnız da yolu bulabilirim. `` diye düşünmüş. kendini toparlamış, şapkasını düzelterek, nereye gideceğini bilmeden yolu aramaya başlamış. birden, az ötede kalabalık üstünden inanılmaz bir şey görmüş!.. uzun bir fildişi tünekte harika bir mavi kuş oturuyormuş. kuşun gagası altınmış. kanatları, gökyüzü gibi masmavi, sanki elmas kıvılcımları dökülmüş yıldızlar gibiymiş. kuş, büyük tüneğinde, kanatlarını açıp kapatıyormuş.
oy! demiş çocuk, bu kuşa yakından bakayım. bu ne harika şey. bütün paralarımı vermeye hazırım, hatta şapkamı bile vereceğim.
yandaki elma yığınından yuvarlanarak . harika kuşun yanına gelmiş. ama bu hiç de kolay olmamış. önünü yayalar, yüklü eşek ve develer engelliyormuş. çocuk, az kalsın, atların altında kalacakmış. eninde sonunda parmak çocuk, harika kuşa ulaşmış. büyük bir heyecan ve umutla gelip ulaştığı bu yerde üzücü şeylerle karşılaşmış... güzel kuşun oturduğu tüneğin yanında üç kişi oturuyormuş, birisinin gömleği boyalara bulaşmış, öbürünün bütün sakalı odun tozuyla kaplanmış, üçüncünün ise öküz derisi önlüğü kazan karasıymış. bular, boyacı, oymacı ve demirci çok hüzünlüymüşler. başları eğik, yerde oturuyormuşlar. yanlarında ise ihtiyar, kadın ve çocuklar toplanmış ağlıyorlarmış.
- burada neler oldu? bu insanlar neden ağlıyor? diye sivrisinek gibi yapışmış parmak çocuk, kaynayan suyu satan satıcıya. satıcı da şöyle demiş:
- eh! küçük insan, bakıyorum, sen çok uzaklardan gelmiş olmalısın. o yüzden, bunların başına neler geldiğini bilmiyorsun.
- tabi ki bilmiyorum, diye fısıldamış parmak çocuk.
ve sucu, bu çok hüzünlü hikayeyi anlatmaya başlamış :
- bizim han`ımız, kendini çok beğenmiş, acımasız, adaletsiz bir handır. o, şehrimizin en usta oymacısını yanına çağırmış, ağaçtan büyülü bir bülbül yapmasını emretmiş. bu kuş hakkında, halk içinde pek çok efsane ve masal söylenirmiş. yılda bir kere yere inen güneş gibi harika bir kuşmuş. harika şarkılarını söylediği zaman, insanlara mutluluk veriyormuş. ama insan, kaba elleriyle böyle mucizevi bir kuş yaratabilir mi? çok düşünmüş. ama o, hüner sahibi bir usta olduğundan han`ın emrini yerine getirmiş.
süresi dolduğunda, yaptığı harika kuşu han`ın sarayına getirmiş. onu görenlerin hepsi hayran kalmışlar. ama han`ın yüzü asık olduğu halde şöyle demiş :
- kuş iyi, ama aptal usta, görmüyor musun? hiç rengi yok. eğer, yarın sabaha kadar, bu kuş güneş gibi parlamazsa seni cellata vereceğim.
usta, çok üzülmüş. hiçbir şey demeden, kuşunu alarak ünlü bir boyacı olan arkadaşını götürmüş. o boyacı usta ile bütün şehir gurur duyuyormuş. ve işte bir gecede kuşu, güneş gibi parlatıvermiş. kuşu önce, altın ile kaplamış, sonra gök mavisi, kanatlarına da harika elmas tozlarından serpmiş.
sabah erkenden iki usta, han`ın sarayına harika kuşu götürmüşler. şehrin sokaklarında giderken onları görenler hayranlıktan coşkuyla alkışlamışlar. ama ne var ki , buna çok kızmış :
- aptallar, neden seviniyorlar? bu bir bülbül değil ki, sadece boyanmış bir ağaç parçası... ey ustalar! eğer, yarın sabah, sizin bu aptal kuşunuz kafasını kıpırdatıp kanatlarını çırpmazsa şehrin bütün oymacı ve boyacılarının kafasını keseceğim, diye bağırmış...
buna, ustalar daha çok üzülmüşler. hiçbir şey söylemeden, kuşu, demirci ustaya götürmüşler. bütün gece çalışmış ve sabah olup da arkadaşları geldiğinde harika kuş, kanatlarını çırpmış, kafasını oynatmış ve altın gagasını açıp kapatmaya başlamış. çok sevinen oymacı, boyacı ve demirci sabah erkenden saraya gelmişler. , güneş gibi parlıyor, tıpkı canlı gibi, kanatlarını çırpıp kafasını oynatıyormuş. onlar, mükafat beklerken, acımasız han, kuşu görür görmez, bağırıp çağırmaya başlamış :
- tembeller, demiş, sizin yaptığınız hiçbir işe yaramaz! büyülü kuş dediğin bu mu? bu, konuşmaz, şarkı söylemez! bu, insanlara mutluluk getiren bir bülbül değildir.
ustalar, birkaç gün çalışsalar da kuşa şarkı söyletememişler. işte şimdi han`ın ları gelecek ve bu bahtsız insanları zindana götürecekler. herkes biliyor ki şimdiye kadar oradan sağ çıkan olmamıştır. işte bu insanların hanımları ve çocukları ağlıyor.
sonra, sucu da ağlamaya başlamış, ustalara... biraz sonra bir büyük bir gürültü kopmuş.
- çekilin yoldan! dağılın! sesleri duyulmuş. parmak çocuk bakmış ki ellerinde kılıçlarıyla han`ın muhafızları ustalarının üzerine geliyorlarmış. en önde, yaban domuzu gibi şişman ve ağzından köpükler saçan komutanları varmış.
- saman kafalılar! diye bağırmış, ustalara siz, han`ın emrini yere getirmediniz. yaptığınız kuş susuyor. bu kalabalık için acımasızca ceza göreceksiniz.
ustalar sus pus kalmışlar. bunu duyan kadın, çocuk ve ihtiyarlar daha çok ağlamaya başlamışlar.
- ee, ağlamakla hiçbir şey değişmez, demiş kendi kendine parmak çocuk. ağlamaktansa şunlara bir ders vereyim.
parmak çocuk, elinin tersiyle gözyaşlarını silerek kuşun tüneğine çıkmış. ve bir anda kuşun sırtına oturmuş. kimse bunu farkına varamamış...
- tutuklayın şu hayinleri! diye bağırıp çağırmaya . başlamış komutan.
muhafızlar ustalarının yanına ulaştığında kuşun gagası açılmış ve yüksek sesle şöyle demiş :
asıl hayin sensin. bu insanlar, ödüllere layıktır. onlar bütütn insanların ustasıdır.
bütün kalabalık şaşırmış. muhafızlar oldukları yerde donmuşlar. komutanın şaşkınlıktan ağzı açık kalmış. kuş, kanatlarını çırpmış, kafasını oynatarak şarkı söylemiş.
`` üzülmeyin ustalar
hana gitmek zamanı
han`ı mutlu ederek
şarkı söylemek zamanı ``
kalabalıktan sevinçli haykırışlar gelmiş :
- ah harika bülbül; sen bize acıdın, derdimizi anlayarak bizi kurtardın. kuşu hemen saraya götürün, han`a şarkı söylesin ve han . da suçsuz insanların peşini bıraksın!
gözlerine inanamayan ustalar, kuşu saraya götürmüşler. arkasından halk ser gibi toplanmış. acımasız han, altın tahtında siyah sakallarını sıvazlayarak oturuyormuş. ve üç ustanın idam edildiği haberini bekliyormuş. halk, sarayın önünde toplanmaya başlamış. kapılar açılmış ve boyacı, oymacı ve demirci içeri girmişler. yanlarında kuş da varmış tabi.
- ne işniz var burada! diye bağırmış han.
tam o esnada kuş, kanatlarını sallamış, başını oynatmış ve şakımaya başlamış :
`hepsinden akıllı bizim han!`
han`ın yüzü gülmüş. kuş ise devam etmiş :
`` o, akıllıların akıllısı
o, kahramanların kahramanı
en büyük han bizim han! ``
han salağı, şarkıya bayılmış. sakallarını sıvazlayıp kafasını hoşnutlukla sallamış.
`` seni neye benzeteyim ey han
ve çiçek han!
güneşin kardeşi ve ayın babası
ülkemizin hayırlısı!
en . büyük han bizim han! ``
kuşun bu şarkısına han, neşe ile gülmüş.
ey vezirler! demiş, han. ustalara ödül olrak bir çuval yumurta kabuğu ve kuyruksuz bir eşek verin. işlerini iyi yapmışlar.
bu fikrini de çok beğenmiş han ve kıkırdayarak eklemiş :
- şimdi ise bu harika kuşu halk önüne, meydana çıkaracağız. bütün insanlar, nasıl öttüğünü duysunlar!
herkes, sarayın önüne çıkmış. önde, altın sırmalı kaftanıyla han, arkasında vezirleri, büyük bir tünekte konuşan kuşu halka göstermişler.
han, çeşitli halılarla döşenmiş meydana çıkarak tören kıtasına işaret etmiş. tören kıtası, halkı sakinleştirmek için trampet çalmış. meydandakiler iyice sakinleşmiş ve han`ın sesi duyulmuş.
- eyy harika bülbül! bize hiç duymadığımız şarkılar söyle! bizi sevindir! hiç korkmadan söyle, ama sadece gerçekleri söyle!
kuş, kanatlarını çırpmış, başını oynatmış ve bütün halk, susup beklemiş. kuş bütün gücüyle şöyle demiş :
`` hepsinden acımasız bizim han!
hepsinden kurnaz bizim han! ``
han, çok bozulmuş, ama bütün halkın önünde, `hiçbir şeyden korkmadan gerçekleri söyle!` dedikten sonra, kuşu susturamamış. kuş ise daha yüksek sesle devam etmiş :
`` o zaman o işkenceci
halkını kırıp geçiren
en büyük han bizim han!
kalpsiz ve yıkıcı
insanlara kasteden
en büyük han bizim han! ``
bu şarkıyı duyar duymaz, saraydakiler kulaklarını kapamışlar, askerler ise kılıçlarını sıyırmışlar. han, çığlık atarak bütün meydana bağırmış :
- kapatın şunun gagasını!..
meydanda bir ölüm sessizliği olmuş ve birden arka sıralardan birileri gülmeye başlamışlar.
han, öfkelenerek bağırmış :
- kim gülüyor? hepinizi idam edeceğim, keseceğim!
- sinirlenme han`ım! diye neşeyle seslenmiş kuş, buna, bütün halk destek vererek gülmüş. öyle bir gülmüşler ki evlerin çatılarındaki güvercinler bile . gökyüzüne fırlamışlar.
çok sinirlenen han, koşarak kuşu yakalamış ve bir hışımla yere çarpmış. bir çatırtı duyulmuş ve harika kuş binlerce parçaya bölünerek dağılmış. ama bu parçaların içinden minicik bir çocuğun fırladığını hiç kimse farkedememiş.
küçük çocuk yuvarlanarak farenin deliğine girmiş. zalim askerler, sopalarla halkı kovalamaya başlamış. vezirler ise han`ın elinden tutarak zar zor götürürken parmak çocuk oralardan çoktan uzaklaşmış. çocuk da zıplaya zıplaya bülbülün şarkısını söylemeye başlamış :
`` o zalim, o işkenceci
halkını kırıp geçiren
en büyük han bizim han! ``
o günden başlayarak, bütün bahçelerde, meydanlarda, . çayırlarda, kervansaray ve pazarlarda bu şarkı söylenmeye başlamış :
`` kalpsiz ve yıkıcı
insanlara kasteden
en büyük han bizim han! ``
askerler, yalın kılıç halkı susturmak için sokaklara dökülmüşler. bir taraf sussa öbür taraf başlıyormuş :
- şarkı söyleyen kuşu öldürebilir ama şarkı söyleyen bütün bir halka ne yapabilirler?
saraylardan kaçıp gerçek müzik arayan birinin gerçek hikayesi. müzikler, hikaye, kostümler içinize işler. bitince boğazınızda düğüm kalır.
"dünyanın bütün sabahları geri dönüşsüzdür"...
"dünyanın bütün sabahları geri dönüşsüzdür"...
az önce masa başında irkilerek uyandığım eylem, nasıl uyuduysam artık masa başında kolum tutulmuş yüzümde desenler çıkmış, fakat çok tatlı bir eylemdir gece 8 saat uykuya bedeldir.
hoş uyku esnasında ofiste kimlere yakalandım bilmiyorum umrumda da değil hani,
beni sabahın 06.00da uyandıran sistem utansın.
hoş uyku esnasında ofiste kimlere yakalandım bilmiyorum umrumda da değil hani,
beni sabahın 06.00da uyandıran sistem utansın.
bir an aklıma düşen mfö şarkısı...
nasıl naif, hasıl hüzünlü alır götürür geçmişe, yaşananları, yaşanamayanları, film şeridi gibi yüzleştirir mecazi aşklarla...
hatalarla yüzleştirir ;
aşk için söylenen her söze kandım
pervane misali ateşe yandım
pişmanlıkları anlatır ;
mecazi aşka inandım güneşli havalarda
yeni umutlar doğurur ;
majörler tükendi, minörlere yolculuk
buselik makamına, buselik makamına
edit: az önce dinledim, dinliyorum ve sanırım bir kaç kez daha dinleyeceğim, öyle işte...
nasıl naif, hasıl hüzünlü alır götürür geçmişe, yaşananları, yaşanamayanları, film şeridi gibi yüzleştirir mecazi aşklarla...
hatalarla yüzleştirir ;
aşk için söylenen her söze kandım
pervane misali ateşe yandım
pişmanlıkları anlatır ;
mecazi aşka inandım güneşli havalarda
yeni umutlar doğurur ;
majörler tükendi, minörlere yolculuk
buselik makamına, buselik makamına
edit: az önce dinledim, dinliyorum ve sanırım bir kaç kez daha dinleyeceğim, öyle işte...
ben sabahın köründe uyanıp işe gelmek için trafikti, soğuktu türlü ameliliklere katlanırken 3 kuruş maaş alıcam diye, adam türkiyeyi soymuş üstelik benden 3 yaş küçük olan hırsız.. ne diyem bilemedim.
son zamanlarda tabiri caizse boku çıkan öz çekim.
gereksiz yere pahalı kadıöydeki cafelerden biri, bi de arkadaş insan kadıköyde bi cafeye neden rezervasyonla gider ki, çat kapı keyfime denk gelince hadi kafkaya gidelim diyemeyecekmiyim, en güzel yerler hep rezerve olur.
lakin yaz olunca manzarası terastan her şeyi unutmaya yeter. duvarlarındaki şiirler, yazılar ve iç dizaynı başarılı aynı zamanda.
lakin yaz olunca manzarası terastan her şeyi unutmaya yeter. duvarlarındaki şiirler, yazılar ve iç dizaynı başarılı aynı zamanda.
padişahımıza göre aliyi sevmeyen alevileri içeren grup
-----------------------------spoiler----------------------------:
almanya’da ali’siz alevilik denen bir olay var, yani ateist bir anlayışın, alevilik kisvesi altında, kendilerinin de desteklemiş olduğu bir yapı var, bunu bize yansıtıyorsun. türkiye’de böyle bir alevi yok dedik. almanya’daki bir kısım, avuç içi bir grup var, hem destekliyor almanlar, bunu da konuşacağım kendileriyle. onların diliyle gelip burada konuşuyorlar. bu yakışmaz. kendisiyle yaklaşık iki saat baş başa olduk. o yemekte bunları açık açık konuştuk. işin asıl sahibi biziz. kendisine somut örnekler verdik. almanya’da sana anlatılanları gider orada konuşursan, güçlü bir hükümetsiniz neden korkuyorsun, korkumuz yok dedik.
-----------------------------spoiler----------------------------
http://www.hurriyet.com.tr/gundem/26316529.asp
-----------------------------spoiler----------------------------:
almanya’da ali’siz alevilik denen bir olay var, yani ateist bir anlayışın, alevilik kisvesi altında, kendilerinin de desteklemiş olduğu bir yapı var, bunu bize yansıtıyorsun. türkiye’de böyle bir alevi yok dedik. almanya’daki bir kısım, avuç içi bir grup var, hem destekliyor almanlar, bunu da konuşacağım kendileriyle. onların diliyle gelip burada konuşuyorlar. bu yakışmaz. kendisiyle yaklaşık iki saat baş başa olduk. o yemekte bunları açık açık konuştuk. işin asıl sahibi biziz. kendisine somut örnekler verdik. almanya’da sana anlatılanları gider orada konuşursan, güçlü bir hükümetsiniz neden korkuyorsun, korkumuz yok dedik.
-----------------------------spoiler----------------------------
http://www.hurriyet.com.tr/gundem/26316529.asp
bir gün gazetesinden izzet otru güzel bir yazı yazmış biz beyaz yakalılarla ilgili.
yakam beyaz mesaim fazla
oecd çalışma raporu’ndan bahsetmiştim bir önceki yazıda. oecd ülkelerinin çalışma ortalaması 1776 saat, bizim çalışma süremiz ise 1877 saat. çalışma süreleri meselesi yaka ayırt etmeksizin, mavisinde de beyazında da ciddi bir sorun. kol emeğinin ağırlıklı olduğu işyerlerinde fazla çalışma meselesi, vardiya usulü çalışma ile kısmen de olsa çözülebilmekte. ancak, plazalara özgü çalışma biçiminde, istisnalar olmakla birlikte, vardiya usulü çalışma pek olası değil. zaten vardiya da tek başına bir çözüm değil. bir de, işyeri ile bağlantısı olmadan çalışanlar veya bir bütün halinde, kol emeği ile çalışmayan işçiler için toplamda bir mesai kavramının ortadan kalktığı da malum. örneğin akıllı telefon denen ve tüm ofis ihtiyaçlarını cepte taşımayı sağlayan baş belaları var. bu konuya, ilerleyen günlerde “esnek çalışma” ile ilgili bir soru gelmesi halinde soruları cevaplarken ya da ayrı bir yazı ile değineceğim.
»mesai saatleri nerede yazıyor?
öncelikle söylemeliyim ki, plaza işçisinin mesai sorunu ile atölye, fabrika işçisinin mesai sorunu bazı farklılıklar taşısa da temelde aynı. zaten kanun, işçileri yakalarına göre hiçbir şekilde ayırmıyor. kanuna göre, beyaz yakalısı da, mavi yakalısı da işçi ve mesai saatleri her ikisi için de aynı. bu mesai saatleri iş hukuku mevzuatı ile düzenlenmekte. temel olarak da 4857 sayılı iş kanunu’nda.
»normal çalışma süreleri ne kadardır?
bazı özel korunan meslek grupları istisnası dışında (örneğin radyasyonla çalışanlar veya su altında çalışanlar) haftalık normal çalışma süresi 45 saat, günlük normal çalışma süresi 11 saattir. bu çalışma süresine yemek arası, çay ve sigara molaları dahil değil. yani, 08:00’da işbaşı yaptınız. çıkış saatiniz de 19:00. öğle aranız 1 saat, çay ve sigara molaları toplamı da diyelim ki yarım saat. bu durumda, sizin çalıştığınız süre o gün için 11 saat değil, 9,5 saat olarak kabul edilecek. bu şekilde yaptığınız çalışma haftada 45 saati aşıyorsa, fazla mesai yapıyorsunuz demektir.
»günlük en fazla kaç saat çalışabilirim?
günlük çalışma süresi, iş kanunu’na göre emredici şekilde düzenlenmiştir ve 11 saattir. yani bu süreden fazla, (savaş vb. olağanüstü fazla çalışmayı gerektirir durumlar hariç) çalışmama hakkına sahipsiniz. günlük 11 saati aşan çalışmalarınız varsa fakat haftalık 45 saati doldurmuyorsanız, yine de fazla mesai yapmışsınız demektir.
»yıllık fazla mesai süresi ne kadar?
fazla mesai yılda en fazla 270 saate kadar yaptırılabilir. fazla mesai yapmayı sözleşme ile başta veya sonra bir onay ile kabul etmiş olsanız bile, 270 saatten sonra fazla mesai yapmayabilirsiniz.
»fazla mesai karşılığı nasıl ödenir?
fazla mesainin karşılığı bir saatlik ücretinizin yüzde 50 arttırılmışıdır. ya da talep etmeniz halinde, her bir saat fazla mesaiye karşılık bir buçuk saat serbest zaman kullanabilirsiniz.
»benim sözleşmemde fazla mesaimin ücretin içinde olduğu yazıyor, bu ne demek?
aldığınız ücret asgari ücretin üzerindeyse, fazla mesaileriniz ücretin içinde kararlaştırılabilir. ancak bir kıstası vardır. yıllık en fazla 270 saate kadar fazla mesai ücretin içinde olabilir. eğer yıllık fazla mesai çalışmanız 270 saati geçmişse, bunun için ayrıca fazla mesai ücreti isteyebilirsiniz.
»fazla mesailerim ödenmezse haklarım nelerdir?
fazla mesai alacakları ücret olarak değerlendirilmektedir. bu nedenle, eğer fazla mesai alacaklarınız varsa ve ödenmiyorsa, iş yapmaktan kaçınma hakkına sahipsiniz. ya da, iş sözleşmesini haklı nedenle feshederek koşulları varsa kıdem tazminatına hak kazanabilirsiniz. ancak bu olasılıkların hepsini kayıt altına alacak bir yolla, mümkünse noter aracılığı ile kullanmakta fayda var.
»fazla mesailerim ödenmediği için dava açmak zorunda kalırsam nasıl ispatlarım?
fazla mesainin ispatı işçinin üzerindedir. fazla mesai normal koşullarda her türlü delille ispatlanır. ancak, fazla mesai sütunu içeren bir bordro imzalandıysa, bu bordrolar yazılı delildir. bunu da ben söylemiyorum, yargıtay söylüyor. yargıtay, – çalışma hayatının özel koşullarını bilmemekten kaynaklı ya da çok daha fenası – imzalı bordroda fazla mesai sütunu varsa onu işveren lehine delil kabul ediyor. bu delili de ancak başka bir yazılı delille çürütmeyi mümkün kılıyor. örneğin, bordroda fazla mesai sütunu var ve 00 saat 00 tl görülüyor. siz de imzalamışsınız. normalde siz de bir yazılı delil bulamazsanız büyük ihtimalle fazla mesai yok kabul edilecek. ancak, elinizde bir de patronunuz tarafından verilmiş bir iş emri var. bu durumda, siz yazılı delili yazılı delille çürütmüş olursunuz. bunun yanında, her türlü mail yazışması, şirket adına fatura edilmiş ve kabul edilmiş yemek faturası, gece yapılmış bir toplantının müdüre atılmış olan tutanakları gibi her türlü ispat aracını kullanmanız mümkün; bir de tabii tanık oldukça işe yarayacaktır. ancak delillerin değerlendirilmesi meselesinin bir profesyonel işi olduğunu ve haklarınızı aramadan önce bir fikir almanız gerektiğini akıldan çıkarmamakta fayda var.
yakam beyaz mesaim fazla
oecd çalışma raporu’ndan bahsetmiştim bir önceki yazıda. oecd ülkelerinin çalışma ortalaması 1776 saat, bizim çalışma süremiz ise 1877 saat. çalışma süreleri meselesi yaka ayırt etmeksizin, mavisinde de beyazında da ciddi bir sorun. kol emeğinin ağırlıklı olduğu işyerlerinde fazla çalışma meselesi, vardiya usulü çalışma ile kısmen de olsa çözülebilmekte. ancak, plazalara özgü çalışma biçiminde, istisnalar olmakla birlikte, vardiya usulü çalışma pek olası değil. zaten vardiya da tek başına bir çözüm değil. bir de, işyeri ile bağlantısı olmadan çalışanlar veya bir bütün halinde, kol emeği ile çalışmayan işçiler için toplamda bir mesai kavramının ortadan kalktığı da malum. örneğin akıllı telefon denen ve tüm ofis ihtiyaçlarını cepte taşımayı sağlayan baş belaları var. bu konuya, ilerleyen günlerde “esnek çalışma” ile ilgili bir soru gelmesi halinde soruları cevaplarken ya da ayrı bir yazı ile değineceğim.
»mesai saatleri nerede yazıyor?
öncelikle söylemeliyim ki, plaza işçisinin mesai sorunu ile atölye, fabrika işçisinin mesai sorunu bazı farklılıklar taşısa da temelde aynı. zaten kanun, işçileri yakalarına göre hiçbir şekilde ayırmıyor. kanuna göre, beyaz yakalısı da, mavi yakalısı da işçi ve mesai saatleri her ikisi için de aynı. bu mesai saatleri iş hukuku mevzuatı ile düzenlenmekte. temel olarak da 4857 sayılı iş kanunu’nda.
»normal çalışma süreleri ne kadardır?
bazı özel korunan meslek grupları istisnası dışında (örneğin radyasyonla çalışanlar veya su altında çalışanlar) haftalık normal çalışma süresi 45 saat, günlük normal çalışma süresi 11 saattir. bu çalışma süresine yemek arası, çay ve sigara molaları dahil değil. yani, 08:00’da işbaşı yaptınız. çıkış saatiniz de 19:00. öğle aranız 1 saat, çay ve sigara molaları toplamı da diyelim ki yarım saat. bu durumda, sizin çalıştığınız süre o gün için 11 saat değil, 9,5 saat olarak kabul edilecek. bu şekilde yaptığınız çalışma haftada 45 saati aşıyorsa, fazla mesai yapıyorsunuz demektir.
»günlük en fazla kaç saat çalışabilirim?
günlük çalışma süresi, iş kanunu’na göre emredici şekilde düzenlenmiştir ve 11 saattir. yani bu süreden fazla, (savaş vb. olağanüstü fazla çalışmayı gerektirir durumlar hariç) çalışmama hakkına sahipsiniz. günlük 11 saati aşan çalışmalarınız varsa fakat haftalık 45 saati doldurmuyorsanız, yine de fazla mesai yapmışsınız demektir.
»yıllık fazla mesai süresi ne kadar?
fazla mesai yılda en fazla 270 saate kadar yaptırılabilir. fazla mesai yapmayı sözleşme ile başta veya sonra bir onay ile kabul etmiş olsanız bile, 270 saatten sonra fazla mesai yapmayabilirsiniz.
»fazla mesai karşılığı nasıl ödenir?
fazla mesainin karşılığı bir saatlik ücretinizin yüzde 50 arttırılmışıdır. ya da talep etmeniz halinde, her bir saat fazla mesaiye karşılık bir buçuk saat serbest zaman kullanabilirsiniz.
»benim sözleşmemde fazla mesaimin ücretin içinde olduğu yazıyor, bu ne demek?
aldığınız ücret asgari ücretin üzerindeyse, fazla mesaileriniz ücretin içinde kararlaştırılabilir. ancak bir kıstası vardır. yıllık en fazla 270 saate kadar fazla mesai ücretin içinde olabilir. eğer yıllık fazla mesai çalışmanız 270 saati geçmişse, bunun için ayrıca fazla mesai ücreti isteyebilirsiniz.
»fazla mesailerim ödenmezse haklarım nelerdir?
fazla mesai alacakları ücret olarak değerlendirilmektedir. bu nedenle, eğer fazla mesai alacaklarınız varsa ve ödenmiyorsa, iş yapmaktan kaçınma hakkına sahipsiniz. ya da, iş sözleşmesini haklı nedenle feshederek koşulları varsa kıdem tazminatına hak kazanabilirsiniz. ancak bu olasılıkların hepsini kayıt altına alacak bir yolla, mümkünse noter aracılığı ile kullanmakta fayda var.
»fazla mesailerim ödenmediği için dava açmak zorunda kalırsam nasıl ispatlarım?
fazla mesainin ispatı işçinin üzerindedir. fazla mesai normal koşullarda her türlü delille ispatlanır. ancak, fazla mesai sütunu içeren bir bordro imzalandıysa, bu bordrolar yazılı delildir. bunu da ben söylemiyorum, yargıtay söylüyor. yargıtay, – çalışma hayatının özel koşullarını bilmemekten kaynaklı ya da çok daha fenası – imzalı bordroda fazla mesai sütunu varsa onu işveren lehine delil kabul ediyor. bu delili de ancak başka bir yazılı delille çürütmeyi mümkün kılıyor. örneğin, bordroda fazla mesai sütunu var ve 00 saat 00 tl görülüyor. siz de imzalamışsınız. normalde siz de bir yazılı delil bulamazsanız büyük ihtimalle fazla mesai yok kabul edilecek. ancak, elinizde bir de patronunuz tarafından verilmiş bir iş emri var. bu durumda, siz yazılı delili yazılı delille çürütmüş olursunuz. bunun yanında, her türlü mail yazışması, şirket adına fatura edilmiş ve kabul edilmiş yemek faturası, gece yapılmış bir toplantının müdüre atılmış olan tutanakları gibi her türlü ispat aracını kullanmanız mümkün; bir de tabii tanık oldukça işe yarayacaktır. ancak delillerin değerlendirilmesi meselesinin bir profesyonel işi olduğunu ve haklarınızı aramadan önce bir fikir almanız gerektiğini akıldan çıkarmamakta fayda var.
“moda basit bir kıyafet meselesi değildir. moda rüzgarla doğar, gökyüzünde yaşar, bazen de sokaklara çıkar. onun sadece hissedersiniz.
her zaman elbisenin içindeki kadını arayın. eğer elbisenin içinde bir kadın bulamazsanız, elbise de yok demektir.
parfüm kullanmayan kadının geleceği yoktur.
ve
moda geçer, stil kalır.”
her zaman elbisenin içindeki kadını arayın. eğer elbisenin içinde bir kadın bulamazsanız, elbise de yok demektir.
parfüm kullanmayan kadının geleceği yoktur.
ve
moda geçer, stil kalır.”
-----------------------------spoiler----------------------------:
koş, koş, koş...
koş...
dur.
nefeslen, eğil, dinlen.
hava soğuk, ama eldivenlerini çıkar. terledin, üşüyeceksin.
hayat gibi. hayat da böyle. tümü değil. hepsini ben de yaşamış değilim. ama yaşadığım kadarı böyleydi.
iki belirli zaman arasındaki süre de hayat. hepsini yaşamana da gerek yok aslında anlayabilmek için. her saniyesinde aynı formül işlemiyor mu hayatın?
dinlendin.
koş...
çok hızlı olmana gerek yok.
koş...
yetişemeyeceksin.
koş.
dur.
nefeslen, eğil, dinlen.
arkana bak. neye güveneceksin? boşlukta duruyorsun. nereye tutunacaksın? zemin kayıyor. yorgunsun.
hayat fazla abartılıyor. anlamak çok zor değil. derinliği yok. yol uzun.
koş.
koş.
dinlen.
nefeslen.
nereye gideceksin?
yanlış yol. yanlış insanlar. yanlış zaman.
geri dön
-----------------------------spoiler----------------------------
koş, koş, koş...
koş...
dur.
nefeslen, eğil, dinlen.
hava soğuk, ama eldivenlerini çıkar. terledin, üşüyeceksin.
hayat gibi. hayat da böyle. tümü değil. hepsini ben de yaşamış değilim. ama yaşadığım kadarı böyleydi.
iki belirli zaman arasındaki süre de hayat. hepsini yaşamana da gerek yok aslında anlayabilmek için. her saniyesinde aynı formül işlemiyor mu hayatın?
dinlendin.
koş...
çok hızlı olmana gerek yok.
koş...
yetişemeyeceksin.
koş.
dur.
nefeslen, eğil, dinlen.
arkana bak. neye güveneceksin? boşlukta duruyorsun. nereye tutunacaksın? zemin kayıyor. yorgunsun.
hayat fazla abartılıyor. anlamak çok zor değil. derinliği yok. yol uzun.
koş.
koş.
dinlen.
nefeslen.
nereye gideceksin?
yanlış yol. yanlış insanlar. yanlış zaman.
geri dön
-----------------------------spoiler----------------------------
hiçbir ceza bu acının bedeli olamaz, hiçbiri gizemin yerini dolduramaz...
intikam uğruna öldürülmüş gizem.
sebep ablasını seviyormuş vermemişler intikam olsun diye 6 yaşındaki gizeme kıymış cani.
sevdiğin kızı alamadığın için bir kız çocuğunu öldürüyorsun..
sevgi ve ölüm nasıl yanyana gelir?
intikam uğruna öldürülmüş gizem.
sebep ablasını seviyormuş vermemişler intikam olsun diye 6 yaşındaki gizeme kıymış cani.
sevdiğin kızı alamadığın için bir kız çocuğunu öldürüyorsun..
sevgi ve ölüm nasıl yanyana gelir?
bazı şahıslara göre akıl hastanesinde yatan insanmış.
tanım: zekası yaşıtlarının ortalama zeka seviyesinden aşağıda olan, zekası gelişmemiş insan.
tanım: zekası yaşıtlarının ortalama zeka seviyesinden aşağıda olan, zekası gelişmemiş insan.
cinsiyetim hakkında şüpheye düştüğüm tespit, zira ne çocukken ne de şimdi pembe rengine karşı bir düşkünlüğüm olmadı.
tanımadığım yazar, eğlenceli olduğu aşikar keşke yönetim uçurmasaymış
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?