confessions

elifielifine

- Yazar -

  1. toplam entry 534
  2. takipçi 1
  3. puan 14339

aşık mahzuni şerif

elifielifine
maraş’ın afşin ilçesi berçenek köyünde baba zeynel cırık ve ana döndü cırık köydeki ağanın tarlasında maraba olarak çalışırlar. kendileri zor şartlarda yaşam mücadelesi verirken 1940 yılında bir oğlu olur ve adını şerif cırık koyarlar. aşık mahzuni kendi doğum tarihini anlatırken "`babamın dediği doğruysa, anamın da dediği doğruysa 1943 yılının ocak 3´ünde afşın´a bağlı berçenek köyünde doğmuşum`"der. asıl doğum tarihi 1943 olmasına rağmen nüfus kayıtlarında aşık mahzuni´nin doğum tarihi 3 ocak 1940 olarak geçer. çünkü o zamanlarda doğum tarihinin pek önemi yoktur.

çocukluğu kendi köyünde geçer ve köyünde okul olmadığı için elbistan´ın alembey köyünde medresesi olan lütfi efendinin medresesine kuran hafız kursuna gönderilir. mahzuni o yıllarını " bizim çevremizde kocaman bir yobaz bulutu döner. hacı lütfi efendi hiç çekinmeden, canının istediği şekilde bilmediğimiz dillerle, bilmediğimiz isimlerle fetvalar verirdi durmadan. arapcayı o zaman öğrendim. şimdi arapcayı yazıp okuyabiliyorum. lütfi efendinin medresesinde üçbuçuk sayfada kaldım "diyor. daha sonra köyde okul açılır ve gelen eğitmenle ilkokulu bitirir.

afşın ve elbistan´da üniformalı asker gençleri gürür ve onlara özenir."gün oldu gönül bir şeye takıldı" der aşık mahzuni. istediği olur ve 1956 yılında mersin 3. assubay hazırlama okulu´na başlar ve 1959 yılında başarı ile bitirir. ordonat tekniker sınıfına ayrılır ve ankara ordonat tekniker okulu´na gider ve ilginçtir okuduğu ve ödüller aldığı okul daha sonra 1971 askeri darbesinde mahkeme salonuna çevrilir ve aşık mahzuni okuduğu sınıfında hakim karşısına sanık olarak çıkar ve orada yargılanır.

bu arada aşık mahzuni 12-14 yaşlarında önlüklü bir ilkokul öğrencisi iken ailesinin baskısıyla dayısının kızı emine ile nişanlanır. daha sonra evlenir ve bu evlilikte bir kızı olur. yapılan zoraki evliliği okul yıllarında bitirir ve boşanır.

okul dönemlerinde bağlama çalmasını öğrenir ve yavaş yavaş şiir yazmaya başlar. kendisinda halkçılık ruhu başlar ve okuduğu kuleli askeri lisesinde sistemle ters düşer ve ordudan ayrılır.

1961 yılında italyan asıllı sovina (suna) isimli bir genç kızla tanışır ve evlenmeye karar verir. fakat suna 14 yaşında olduğu için evlenmeleri engellenir ve bu evliliği o dönem medya´ya konu olur. sonra suna ile evlenir ve bu evlilikten züleyha, emrah, ferhat adında 3 çocuğu olur. hayatı boyunca ihanetlere uğramış aşık mahzuni bu evliliğinde en yakın arkadaşının ihanetine uğrar bu arkadaşı suna´yı kandırır ve birlikte kaçarlar.

1963 yılında yazar halil aytekin ile tanışması aşık mahzuni´nin hayatının dönüm noktası olur. halil aytekin’nin yardımlarıyla gazeteci fikret otyam ile tanışır ve aşık mahzuni ile ilgili ilk yazı cüneyt arcayürek kaleminde hürriyet´te yayınlanır.

bu dönem tip´in (türkiye işçi partisi) kuruluş yıllarına denk gelir. tip yöneticileriyle tanışır ve onlardan yardım görür. aşık mahzuni bu yıllarda aşıklar derneğini kurar ve orda sanat ve siyasi mücadelesini verir. o zamanlar trt turizm bakanlığına bağlı olduğu için aşık ihsani, kul ahmet ve aşık mahzuni buraya müracaat ederler ve trt´den söylemelerine izin çıkar. en büyük konserini o zaman büyük sinemada verir ve artık tüm türkiye kendisini tanır.

bu dönemde aşık mahzuni kendisini rahatsız eden bir şeyin farkına varır kendini sorgular "`bana bir mücadele gerekiyordu, kime ve neye karşı ? gün geçtikce görerek, duyarak, sezinleyerek, okuyarak bunu daha iyi anlamaya başladım. bütün benliğimle kendimi saza verdim çalıyordum, söylüyordum ama çalışmalarıma bir yöntem vermem gerekiyordu`"der.
1968 türkiye ve dünya gençlik hareketlerinde etkilenir. 1971 yılında yapılan askeri darbe sonucu süleymen demirel hükümeti devrilmiş ve yerine nihat erim başkanlığında bir hükümet kurulur ve halka karşı ve özelliklede sol kesime karşı baskı ve şiddet uygular ve aşık mahzuni erim erim eriyesin/sürüm sürüm sürüm sürünesin türküsünü söyler. bu türkü ile bütüntürkiye çalkalanır "kim bu başbakan alehine türkü söyleyen" diye ve hemen tutuklanır 4 ay ceza alır

bu sırada aşık mahzuni akrabası olan elbistan´lı fatma özdemir ile tanışır ve evlenmek ister. ne yazık ki ailesi başı belada olan, elinde sazı diyar diyar dolaşan bir aşığa kız vermek istemez. fakat ikisinin sevdası bu zorlukları yener ve evlenirler. bu evlilikten derya, ali, şeyda ve yetiş adında 4 çocukları olur. aşık mahzuni´nin türkülerine ve deyişlerine fatma, fadime olarak girer. 6 aylık evliyken halkı suça teşvikten 1973 yılında tutuklanır kızı deryanın doğduğu gün serbest kalır ve 27 gün sonra tekrar tutuklanır.

mahzuni şubat 2001 tarihli kızıldeli dergisinde çıkan hem kızılbaş hem aleviyim başlıklı yazısından dolayı dgm´de yargılanır ve öldüğü güne kadar mahkeme devam eder. bu yazısında "ben allah adına insana secde etmeyi yeğlemekteyim.
bir alevi çocuğu değil bir hırıstiyan, bir musevi de olsam böyle düşünmekteyim.... insan aleminin sevgisinde, gönlünde, bütünlüğünde ve doğanın her güzelliğinden beni yaradanı arayıp keyfime göre isimlendirdim. ona gönül dedim, bülbül dedim, çiçek dedim, ali dedim, veli dedim ağzıma güzel gelen herşeye onun adını verdim. bunu bana haram edecek her yasaya, her bilirkişiye, her dinsel nasa rest çekmekteyim..... türkiye alevilerinin yolunun gerçek ali´ci yol olduğunu savunmak ve yaymak isterim. çünkü ali´nin başlattığı cemahiriyel vukuat (halkcı hareket) atatürk´ün noktaladığı cumhuriyetin mayasını hazırlamıştır." bunları savunur ve savunduklarından dolayı yargılanır.

17 mayıs 2002 mahzuni severler için kara bir gün: evli, sekiz çocuk, dört torun sahibi olan mahsuni 62 yaşında almanyanın köln şehrinde hayata gözlerini yumdu. bu acı ana kadar o, devletin düzenini yıkmak suçundan, hala yargılanıyordu....

aşık mahzuni şerif

elifielifine
cehennemin bucağında gizlenir
çıkar kaf-ı küften seyran eder aşk
hançerini gizli vurur sızlanır
girdiği vücudu hayran eder aşk

tanımaz korkuyu bilmez imanı
sarı gazel yapar zümrüt çimeni
parçalar sultanı yırtar fermanı
tac-ı devletini viran eder aşk

kula ruhsat verir padişah kılar
şahı mecnun edip çöllere salar
aşkın bir zerresi bin dağı deler
güneşe pas çekip duman eder aşk

aşk önünde kükreyen seller durulur
aşk katına ölmek ile varılır
aşk yanında şemsi kamer kör olur
sevdiği haneyi zindan eder aşk

ağır bir yük vurur senin sırtına
sahip olmaz seyreylemek ardına
ey mahzuni aşk elinin yurduna
güller biter bülbül öter seyran eder aşk

bu gemi ne zamandır burada

elifielifine
bir edip cansever siiri;
bu gemi ne zamandir burada
coktan bosaltmis yukunu
gece de olmus, rihtim da bombos
mavi bir suyun dusunu uyutur bir tayfa
arkada, guvertede
ah, neresinden baksam sessizlik gene.

yururum usuldan, girerim bir meyhaneye
icerde uc bes kisi
yalnizlik uc bes kisi
bir kadeh raki soylerim kendime
bir kadeh raki daha soylerim kendime
-soyle be! ne zamandir burda bu gemi
-denizin degil huznun ustunde.

belki yarin gidecek
bir ani gelecek bir baska aninin yerine.

insan bazan aglamaz mi bakip bakip kendine

yalnızlık

elifielifine
-----------------------------spoiler----------------------------:
yürürüm usuldan, girerim bir meyhaneye
içerde üç beş kişi
yalnızlık üç beş kişi
bir kadeh rakı söylerim kendime
bir kadeh rakı daha söylerim kendime
-söyle be! ne zamandır burda bu gemi
-denizin değil hüznün üstünde.
-----------------------------spoiler----------------------------


(bkz: edip cansever)
(bkz: bu gemi ne zamandır burada)

6-7 eylül olayları

elifielifine
o dönemi yaşayan bir tanığın ifadesi;

-----------------------------spoiler----------------------------:o dönem her evde türk bayrağı olmalıydı, türk bayrağı adeta bizi koruyan tek şeydi, bizde yeni evlenmiştik o dönem evimizde henüz bayrak yoktu. mahallemizde evler yağmalanmaya başladığında kocam koşarak kaynanamlara gitti bayrak getirmeye ben ise onu sokak kapısında bekliyordum. tam da o sırada köşeyi dönen yaklaşık 20 kişilik bir grup ellerindeki taşlarla sopalarla "bayrak, bayrakları çıkarın" diye bağırıyorlardı. bayrak istiyorlardı çünkü ancak bu şekilde türk olduğumuzu anlayabiliyorlardı neredeyse hiç biri istanbullu değildi, üst kademeden adamlar tarafından buraya getirilmiş onlar tarafından "göreve" yollanmışlardı. her neyse, işte tam üzerime doğru geliyorken kocam elinde bayrakla beni sarmaladı ve istem dışı belki de "çok yaşa türkiye" diye bağırdım ben. istemdışı diyorum çünkü o an düşünecek durumda değildim. bayrağı gören taşlı sopalı grup bize dokunmadı hemen sokağın sonundaki rum komşularımızın evini taşladılar..
ertesi gün sokaklarda jandarmalar bekliyordu, muhtemelen menderes hükümetinin "çocuklar biraz eğlensin" hareketini yine menderes hükümeti "bu kadar yeter" diyerek durdurmuştu. bizim gibi bayark bulabildiği için evi taşlanmayan karşı komşumuz ise sokaktaki gazete satıcısından* o gün çıkan rum gazetesini istemişti. ne cesaret, ben ise fazla samimiyetim olmayan türk komşumla selamlaşır olmuştum, bir kez daha gelirlerse kaçacak yerimiz olsun diye..-----------------------------spoiler----------------------------


özür dilerim sevgili, azınlık arkadaşım !
ben de senin gibi azınlığim, ötekileştiriliyorum, katliamlara maruz kalıyorum.
onun için seni çok iyi anlıyorum arkadaşım, kanlı tarihlerin, kanlı coğrafyasında doğduk, yaşadık, yaşıyoruz.
öteki olanı sevmediler, sevemediler. hepimize katliamlar biçtiler

ben sivas’ta, çorum’da, maraş’ta yandım.
ermeni dediler katlettiler,
kürt dediler, katlettiler,

sen de rum olduğun için katledildin, evinden kovuldun, yalan bir haber için seni kurban ettiler...

bu kanlı coğrafya sırf onlar gibi olmadığı için nice insanı yok etti, utanmadılar, özür dilemediler, kabul etmediler..

özür dilerim arkadaşım..

ya bu denizin tuzu
ya bu martılar, ya bu vapurlar, ya bu yaşanmış yıllar
düşünüze hiç girmez mi istanbul
ya bu yıldızlarda ışık, ya düşleriniz, ya geçmiş
ya bu mavi ya bu koku, ya bu bahar
anılara hiç sığar mı istanbul?
ya bu rüzgarın dilinde eski şarkılar, eski şarkılar
bu gün vapurdan indim yürüdüm
adımı çağırdı sesim
adaları basmış bahar dumanı
yüzüme vuru nefesin
kaç kara eylül geçti dönmedin geri, dönmedin geri
utanıyor şimdi bak rüzgarlar bile, rüzgarlar bile

remedios silva pisa

elifielifine
yüreğiyle şarkı söylemek diye bişey varsa eğer, remedios silva pisa tam olarak bunu yapmakta... bir kez dinleyip bırakamazsınız sürekli sürekli dinleyip yüreğinizdeki acının bütün tellerine dokunsun istersiniz, dokunur da öyle düğüm bırakır boğazınızda sonra..
tek bir şarkı okuyup sonra susmakla; hayata, müziğe, aşk’a, acıya, bizlere en büyük haksızlığı yapmıştır...

kahve

elifielifine
kafeinin beyin üzerindeki etkileri şöyleymiş;

’’insanların doğal yorgunluğu vücut tarafından gün boyunca üretilen adenozin adlı molekülden kaynaklanıyor.

insanlar uyuduğu zaman adenozin konsantrasyonu azalıyor. uyandıran sonra gün içinde adenozinin birikmesiyle uyku hali ve yorgunluk baş gösteriyor. sabah içilen kahve, kafeinin beyin hücreleri için adenozini andırmasıyla bu sürece müdahale ediyor. şekil olarak benzer oldukları için, kafein beyindeki adenozin reseptörüne bağlanabiliyor. kafeinin, adenozinin yerine kilitlendiği zaman ise adenozinin tutunmasına imkan kalmıyor ve bu da onun birikip uyku haline yol açmasını engelliyor.

birkaç saat boyunca uyanık ve enerjik kalmanın ardından, vücut yeni reseptörler üretmeye başlıyor ki bu durumda, uyanık kalmak için daha fazla kafein tüketmek gerekiyor. reseptörlerin üretilmesiyle gün içindeki kafein ihtiyacı artıyor ve bir süre sonra uyanık kalmak için gerekli olan miktar artmaya başlıyor. konu hakkında konuşan moffit ve brown, “kahve içmeyi bırakmaya çalıştığınız zaman ya da günlük alımınızı geciktirdiğiniz zaman normalde olandan çok daha yorgun hissedersiniz ve bu yoksunluk sendromuna benzer”

türkiye pkk ya silah versin

elifielifine
hdp eşgenel başkanı selahattin demirtaş beyanı,
işid’i kastederek, “orada daha çok pkk savaşıyor. türkiye, pkk silah yardımı isterse ne diyecek, bunu düşünmeli. madem barışacak, neden olmasın. marjinal gibi geliyor olabilir ama işid barbarlığına karşı pkk savaşıyor, türkiye’de de barış olacak ve pkk, türkiye’ye karşı silah bırakacaksa, silah yardımı neden olmasın” dedi.

tutunamayanlar

elifielifine
tutunamayanların içindeki bütün karakterlere tutunduğu kitap
yazacak çok şey var.
yazamayacak da çok şey var. belki yorum yazmak bu kitap için bir küstahlık benim için. ama yazmamak da selim ışık gibi içte bir volkan birikmesi ya da turgut özben gibi, bir olric ile konuşmak.
bazen çok saçma geliyor, fırlatıp atmak istiyorsun kitabı ama tam o an ucundan da kıyısından da olsa kendinden bir şey buluyorsun. tam bu ne saçmalık ya diyecekken gerçekten de böyle deyip acaba ben de bir selim ışık mıyım diyorsun. selim’in ve turgut’un ruh hali çok saçma da gelse çoğu kez , anlaşılmaz olsa da başını bir an olsun kaldırdığında hayata karşı çoğu şeyin aynı olduğunu, hayata ve insanlara karşı hislerinin selim gibi olduğunu görüyorsun.
tutanamayanlar bir okyanus, bu okyanusta girip yüzmeye çalışanların çoğu boğulur bitiremeden atar kitabı elinden, eksik kalır yarım kalır.. içinde bişeyler hiç olmaz
ama inat edersen tutunursan; karakterlere içinde hissedersen onların hayatını, onlar gibi düşünürsen
kitap gibi değil de bir film senaryonusunun içindeymiş gibi kaptırırsan kendini. başrolü de verirsen kendine okyanusun en güzel yerini görürsün kitabın sonunda.. ve hayatın tutunamayanlar öncese ve sonrası diye ikiye ayrılır.
0 /

neden bekliyorsun?


bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?

üye ol