inanamıyorum sevgili sözlüğüm. baba hakkında yazılanları okudum ve hiçbir bilgicin aklına cem karacanın şarkısı olduğu gelmemiş? inanılmaz.
neyse bu bilgiyi paylaşmak da bana kısmetmiş.
1970 çıkışlı bir şarkıdır ve müthiştir. sözlerini de yazayım, buyrun.
"bir dolu şey söylendi analar için
ana gibi yar bağdat gibi diyar dediler
ama hep hep analar için
uzakta çok uzakta bulutların orda
ordasın babam benim, yukarılarda
daha dün beraber geçmişten bahseder
kahveni içerdin aynı köşende
şimdi ise ne kaldı geriye senden?
bir kara ıslak tümsek birde taş bana
bir avuç altın öğüt mirasın bana
ellerinle anlatır dilinle söylerdin
gözlerinle sever belli etmezdin
biliyor ve inanıyorum şimdi yukarda
koruyor ve gözetiyorsun beni hala
bir dolu şey söylendi analar için
bu da benim ağıtım olsun ardından baba..."
annemin her fırsatta bilgisayarla aramdaki bağı kıskanarak sarfettiği söz öbeği.
hürriyet gazetesinin magazin eki. her ne kadar son zamanlarda cengiz semercioğlunun saçmanın da ötesi yazılar kaleme aldığını düşünsem de yoluna devam ediyor.
bu gerçek bi hikayeydi yanılmıyosam. kadının birine seçim zamanı soruyolar "hangi partiye oy vereceksiniz?" kadın da "kocam hangi partiye verirse ben de ona vericem" diyerek bombayı patlatıyodu.
pop-rock müziğin gizli protestidir gözümde. verdiği tepkileri yaygara kopartarak göstermez, gösterilmesinden de hoşlanmaz. kuklaci amca parçası hala en sevdiğim şarkılarındandır. "pop, eşittir popüler kültür" teranesine en güzel tepkiyi suya sabuna dokunarak vermiştir. hayli de mütevazidir.
barış mançoya hayranlığını anlattığı bir mektubu da mevcuttur. paylaşalım.
"ekranı hayal perdesine dönmüş siyah/beyaz televizyonundan hatırlıyorum onu... hatta çok daha eskilerden... onun ilk şarkıları ki, onlar "ill arrivera", "big boss man" gibi fransızca/ingilizce sözlüydüler. onun ilk şarkıları babaannemin çeyizlik radyosunun son çıkarttığı seslerdiler belki de...
çocukluğumun bir yerinde dikkat kesildim bu adama... kemençe ile gitarı karşılıklı oturtup "dağlar dağlar" demişti evrenselliğin doruklarına "bismillah" deyip... ama asıl yolculuğu küheylanla başlar... koca topçuyu sırtına bindirdiği küheylanla...
işte öyle bir şeyleri saymazsak, kanatlı atlar daha yüksek dağların yolunu tutmadan önce bir bir tamirci çırağı ile boğuşuyordu... çırak ustalığı aramaya uzaklara gidince rahatladı, koşturduğu küheylanını anadolunun çorak topraklarında...
ne zaman ki, küheylandan inip bindi arkadaşı eşeğim sırtına, dolap beygirlerinin çanları çalmaya başladı usulca...
2023, gülpembe, aynalı kemer, bu eşekli çöl yolculuğunda birer vaha idiler... ama ne yapsınki kızgın çöllerde tek başına, üstelik karşısında bedeviler...
arabasını rengarenk mallarla dolduran çöl satıcıları gibi, hıyarlarla, yağlıboyalarla, nane-limonlarla kendince sürdürdü şaşırtıcı yolculuğu...
otuz yıl... dile bile kolay değil... ve her şeyin sırrı otuz sene sonra bile anahtarı aramakta galiba...
sevgili ağabeyim, senin anahtarın sarı çizmeli mehmet ağa’da. git, bul, al... sonra da gel birlikte seyredelim, türkiye nerede?... ve nerelere gelmiş söylediğin şarkılarla büyüyen çocuklar...
bazılarına göre, gözlerinde hep iyi huylu bir tilkinin tavuğa acıdığı o son andaki bakışları vardır... ve kendi güzel hayatını hep tavuğun hayatından çok sever... yine bazılarına göre, aidsin bile ötesinde ışıklı, güzel bir dünya var... ve o dünyanın 60’lı yıllarda atılan tohumlarında barış manço’nun da şarkıları var... gerisi rota meselesi... çıkış noktamız özgürlükse, kimse kimsenin yolculuğuna karışmasın... ama, big brothera küçük kardeş olarak uzaklardaki ışıklı noktaya!... sağsalim varabilen insanların orada dümen suyuna gitmeyenleri bekleyeceklerini söylemeliyim...
güzelliğini seyretmeye vakti olmayan bu güzelim insanı çook eskilerden beri severim ben...
müzik tarihimize çok kalıcı çizgiler bırakacak şüphesiz... ama bunca telaşa ne gerek varki, tarih süresiz..."
ilhan irem
hey dergisi / 15 kasim 1988
barış mançoya hayranlığını anlattığı bir mektubu da mevcuttur. paylaşalım.
"ekranı hayal perdesine dönmüş siyah/beyaz televizyonundan hatırlıyorum onu... hatta çok daha eskilerden... onun ilk şarkıları ki, onlar "ill arrivera", "big boss man" gibi fransızca/ingilizce sözlüydüler. onun ilk şarkıları babaannemin çeyizlik radyosunun son çıkarttığı seslerdiler belki de...
çocukluğumun bir yerinde dikkat kesildim bu adama... kemençe ile gitarı karşılıklı oturtup "dağlar dağlar" demişti evrenselliğin doruklarına "bismillah" deyip... ama asıl yolculuğu küheylanla başlar... koca topçuyu sırtına bindirdiği küheylanla...
işte öyle bir şeyleri saymazsak, kanatlı atlar daha yüksek dağların yolunu tutmadan önce bir bir tamirci çırağı ile boğuşuyordu... çırak ustalığı aramaya uzaklara gidince rahatladı, koşturduğu küheylanını anadolunun çorak topraklarında...
ne zaman ki, küheylandan inip bindi arkadaşı eşeğim sırtına, dolap beygirlerinin çanları çalmaya başladı usulca...
2023, gülpembe, aynalı kemer, bu eşekli çöl yolculuğunda birer vaha idiler... ama ne yapsınki kızgın çöllerde tek başına, üstelik karşısında bedeviler...
arabasını rengarenk mallarla dolduran çöl satıcıları gibi, hıyarlarla, yağlıboyalarla, nane-limonlarla kendince sürdürdü şaşırtıcı yolculuğu...
otuz yıl... dile bile kolay değil... ve her şeyin sırrı otuz sene sonra bile anahtarı aramakta galiba...
sevgili ağabeyim, senin anahtarın sarı çizmeli mehmet ağa’da. git, bul, al... sonra da gel birlikte seyredelim, türkiye nerede?... ve nerelere gelmiş söylediğin şarkılarla büyüyen çocuklar...
bazılarına göre, gözlerinde hep iyi huylu bir tilkinin tavuğa acıdığı o son andaki bakışları vardır... ve kendi güzel hayatını hep tavuğun hayatından çok sever... yine bazılarına göre, aidsin bile ötesinde ışıklı, güzel bir dünya var... ve o dünyanın 60’lı yıllarda atılan tohumlarında barış manço’nun da şarkıları var... gerisi rota meselesi... çıkış noktamız özgürlükse, kimse kimsenin yolculuğuna karışmasın... ama, big brothera küçük kardeş olarak uzaklardaki ışıklı noktaya!... sağsalim varabilen insanların orada dümen suyuna gitmeyenleri bekleyeceklerini söylemeliyim...
güzelliğini seyretmeye vakti olmayan bu güzelim insanı çook eskilerden beri severim ben...
müzik tarihimize çok kalıcı çizgiler bırakacak şüphesiz... ama bunca telaşa ne gerek varki, tarih süresiz..."
ilhan irem
hey dergisi / 15 kasim 1988
eğer "türkiyede rock müziğin 2000leri sizce hangi gruptur?" diye soracak olursak bu abileri ilk üçe koymamak vicdansızlıktır, insafsızlıktır, kitapsızlıktır.
(bkz: sabuha)
(bkz: sabuha)
zamanında athenanın coverladığı şahaneli güzelli parça.
mümkün mertebe en sevdiğim ve "keşke arkadaşım olsa" dediğim oyunculardandır. fırat tanış gibi şarkı söyleme ve beste yapma huyları da varmış. hatta yanlış hatırlamıyosam kurduğu rock grubuyla beyoğlunda çalıyolardı. abicim böyle yetenekli sanatçılar görünce umudum bi kat daha artıyo valla.
bu dizinin polisiye yönünü bozanların; maviyle çınarı aşna fişneye zorlayarak, sulu göz toplumumuzun aşk-entrika damarlarını kabartmak isteyen senaristler olduğundan şüphem yok. dizinin içine ettiler "aşk" diye diye. oysa ne güzel başlamıştı ne de sürükleyiciydi hikayesi.
genelde bir hastane vakasıyla yahut olağanüstü bir durumla karşılaştığınızda sizi sinir eden sorulardır. örneğin anneanneniz beyin kanaması geçirmiştir acilen hastaneye götürmüşsünüzdür gözünüz kulağınız o an hastane ortamındaki hengameden başka hiçbişeyi hissetmez, aklınıza da zaten anneannenizin iyi olmasından başka bişey düşmez. malum arkadaş bigün ansızın sizi arar ve;
-alo, naber abi napıyosun?
+karışık durumlar keremcim, pek iyi değil çünkü hastanedeyiz anneannem beyin kanaması geçirdi.
-aaa hadi ya, yav niye haber vermediniz?
+.!?
yukarda okuduğunuz konuşmada ibnetor kerem allah için bi kere bile "geçmiş olsun" demez. çünkü daha "önemli" o soruyu araya sıkıştırmak zorundadır. "niye haber vermedin?"
koduğumun gerzeği sanki kardiyologsun ya da nörologsun ya gelip hastaneye cerrahi müdahale yapıcan, otur oturduğun yerde derler adama.
üstelik bu tür ruh hastalarının genel özelliği, bu tür sorularla seni fıtık etmeden önce uzun bir süre arayıp sormazlar seni. rastlantı bu ya; gelir en sıkıntılı anında ararlar, manevi anlamda desteğe ihtiyacın varsa da 3 kuruşluk o enerjini siker atarlar.
edit: yukarda bahsettiğim kerem hayal ürünüdür. adını ister ayşe koy, ister fatma koy hüsamettin koy vardır böyle tipler işte, anladın sen onu.
-alo, naber abi napıyosun?
+karışık durumlar keremcim, pek iyi değil çünkü hastanedeyiz anneannem beyin kanaması geçirdi.
-aaa hadi ya, yav niye haber vermediniz?
+.!?
yukarda okuduğunuz konuşmada ibnetor kerem allah için bi kere bile "geçmiş olsun" demez. çünkü daha "önemli" o soruyu araya sıkıştırmak zorundadır. "niye haber vermedin?"
koduğumun gerzeği sanki kardiyologsun ya da nörologsun ya gelip hastaneye cerrahi müdahale yapıcan, otur oturduğun yerde derler adama.
üstelik bu tür ruh hastalarının genel özelliği, bu tür sorularla seni fıtık etmeden önce uzun bir süre arayıp sormazlar seni. rastlantı bu ya; gelir en sıkıntılı anında ararlar, manevi anlamda desteğe ihtiyacın varsa da 3 kuruşluk o enerjini siker atarlar.
edit: yukarda bahsettiğim kerem hayal ürünüdür. adını ister ayşe koy, ister fatma koy hüsamettin koy vardır böyle tipler işte, anladın sen onu.
klişe gelebilir lakin filmlerini hasbelkader izlediğimde "filme çekilmemesi gereken kitaplar" listemde ilk onda yer alır bu efsane. anlatım tarzı, ve koca iki cildini bi hafta gibi kısa sürede hatmedişimle beni benden alan bir başyapıttır.orhan veli üstadın dediği gibi kelimeler kifayetsiz kalır okuyunca.
dedemin çok sevdiği bir yazardır. "hayatındaki en güzel başlangıç nedir?" diye sorsalar üstadı gözümü kırpmadan gösteririm ben de tabi ki. dedem sayesinde ilk basım the count of monte cristoyu okuyup hatmedip -daha liseye gitmeden hem de- hayatımın kilometre taşlarının arasına sokmuşluğum vardır üstadı. akıcı dili, kurgusu; "bir konu nasıl kafaya nakşedilir" dersini hem okuyucuya hem de yazara aynı anda vermesi hem kendisini hem de monte cristo efsanesini ölümsüz yapmaya yetmiştir.
daha önce bölücübaşının paşa yapılmasını istemiş, böylelikle terörün çözüleceğini iddia edecek kadar sığlaşmıştı.
genel olarak baktığınızda, neoosmanlı saçmalığıyla emperyal güçlerin ortadoğu hedeflerine katkı sağlamaktan başka işe yaramayan düşünceleri söylemekle görevlendirilmiş bir provakatördür içimizdeki.
genel olarak baktığınızda, neoosmanlı saçmalığıyla emperyal güçlerin ortadoğu hedeflerine katkı sağlamaktan başka işe yaramayan düşünceleri söylemekle görevlendirilmiş bir provakatördür içimizdeki.
son olarak orduyla ilgili açıklamasıyla gündeme "bomba" gibi düşmüştür kendileri. bizim gündem de dedikoduya amma meraklı bilader, her söylenen söz bomba etkisi yaratıyo kulislerde.
efenim şimdi bu amcamız orduyla ilgili -bence son derece yerinde tespitlerdir- birtakım değerlendirmeler ve "kağıttan kaplanlar" benzetmesini yapmış.
bre demokrasi havarileri. bu benzetmeyi amacından saptırıp işi ordu düşmanlığına ve darbeciliğe getirmek kimin işidir siz iyi bilirsiniz. lakin bu benzetmeyle alakalı medyanın cahilliği de bir kez daha su yüzüne çıktı. "kağıttan kaplanlar" tabirini ilk kullanan mümtaz er türkönedir. o zaman ayaklanmayan ve "bomba" haber yapmayan medya chpden biri konuşunca mı demokrasi damarları kabardı?
sokarım öyle demokrasiye. bugün darbe olsa ilk asker postalı yalayacak kişiler bellidir ve bunların hep darbelerden nemalanan liboşistler olması da rastlantı değildir.
efenim şimdi bu amcamız orduyla ilgili -bence son derece yerinde tespitlerdir- birtakım değerlendirmeler ve "kağıttan kaplanlar" benzetmesini yapmış.
bre demokrasi havarileri. bu benzetmeyi amacından saptırıp işi ordu düşmanlığına ve darbeciliğe getirmek kimin işidir siz iyi bilirsiniz. lakin bu benzetmeyle alakalı medyanın cahilliği de bir kez daha su yüzüne çıktı. "kağıttan kaplanlar" tabirini ilk kullanan mümtaz er türkönedir. o zaman ayaklanmayan ve "bomba" haber yapmayan medya chpden biri konuşunca mı demokrasi damarları kabardı?
sokarım öyle demokrasiye. bugün darbe olsa ilk asker postalı yalayacak kişiler bellidir ve bunların hep darbelerden nemalanan liboşistler olması da rastlantı değildir.
türkiyenin ve dünyanın görebileceği en yetenekli ve hırslı futbolcudur. inanılmaz vücut çalımları, kafasına estiği zaman uzaktan kaleci avlama fantezisi ve daha bilimum özellikler bu herifte mevcuttur. onun dönemine tanıklık ettiğimden çok şanslıyım. bi de bu herifi ilkin haim revivoyla sonrasında da alex de souzayla kıyaslayanlar olmuştu. hala kıyaslamaya çalışanlar ya da yeltenenler varsa tavsiyem haginin monacoya attığı golü izlesinler, yetmezse bilbaoya attığı golü izlesinler; o da kesmezse roberto carlosa attığı çalıma bi göz gezdirsin bu pek muhterem bilgiçler.
monaco deyince aklıma ilk gelen, haginin gs-monaco maçında 40 metreden çakıp kaleciyi çamaşır sepetine çevirdiği goldür arkadaş. esas olay odur.
fin alternatif psychedelic rock grubu. jefferson airplanein somebody to love parçasını coverlamışlardır. üstelik çok sağlam bi coverdır.
parçayı wasp ve saunabadh grupları coverlamıştır. waspınki çok serttir tabi haliyle ama ben itiraf ediyim saunabadh coverını airplaneninkinden de çok sevdim.
av mevsiminde cem yılmaza iyi paslar atan ve karakter oyunculuğundan başrole terfi edip, bir filmi/diziyi sırtlayabilecek ifadelere sahip olduğunu gösteren kadın. kendisini çemberimde gül oya zamanından beri takip ediyorum ve bu kadın ilerde daha iyi işler çıkaracak.
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?