yalan söylemek, pragmatik davranmak, iki yüzlü olmak, çıkarcı olmak, sevgiliden yada eşten başkasıyla cinsellik yaşamak veya duygusal bir beraberlik yaşamak gibi eylemleri birini yada bir kaçını birden yapmaya denir.
genellikle aldatan kendini aldatır. aldanmaktadır kendisi.
soner yalçının bugünki hürriyetteki köşe yazısında sivas olaylarında evlatlarını yitiren bir annenin gözünden olayları aktarıyor.
iki evladını yitirmiş bir annenin hazin öyküsü
menekşe kaya: madımak oteli’nde yakılarak öldürüldüğünde 14 yaşındaydı. lise öğrencisiydi. koray kaya: madımak oteli’nde yakılarak öldürüldüğünde 12 yaşındaydı. ortaokula gidiyordu.
kardeştiler. cesetleri birbirine sarılmış halde bulundu. baba ve anneleri; ismail-hüsne kaya iki yıl sonra bebek yaptılar: adını menekşecan koydular. ancak evdeki yangını, menekşecan’ın doğumu da söndüremedi. sivas-madımak vahşetinin, ailesini nasıl paramparça ettiğini hüsne kaya anlatıyor.
"hani hikáyelerde vardır ya; deseler ki bana ’hayatta ne istersin?’ diye. iki şey isterim; biri kızım menekşecan’ın mutlu olmasını; diğeri ise...(yutkunuyor), menekşe’m ile koray’ımı rüyamda görmek isterim. menekşecan, yavrularımı kaybettiğimde daha doğmamıştı, ama o rüyasında görüyor. bir ben göremiyorum. görsem de çok uzaktan görüyorum; bağırıyorum, ’gitmeyin, ben sizin yanınıza geliyorum’ diyorum. suyun, gölün bir yakasında yavrularım, bir yakasında ben. yüzlerini seçemiyorum. sesimi duyuramıyorum. ’çok üzülüyorsun, ondan rüyanda göremiyorsun’ diyorlar. bilmiyorum ondan mı? keşke rüyama girseler; onları görmeyi o kadar çok istiyorum ki...
gözümün önüne hep aynı görüntüleri geliyor. bu şimdi oturduğumuz gecekonduyu yaptığımız yıl, 1988 eylül ayıydı. gecekondu yapmak zordu; daha önce yapılan birkaç ev olaylı bir yıkımla yerle bir edilmişti; hatta yıkım sırasında evin içinde kalan iki kız çocuğu da ölmüştü. biz bu gecekonduyu akrabalarla bir gecede korka korka yaptık. o gece menekşe ve koray minik elleriyle kerpiç taşıdılar. seyyar lambanın aydınlattığı el arabasının içinde birbirleriyle şakalaşarak uyumaları gözümün önünden hiç gitmiyor. bir tek bunu hatırlıyorum ben.
birbirlerine sarılıp gittiler
her evde vardır; çocuklar birbirini kıskanır; çocukça nedenlerle didişirler. menekşe ile koray da öyleydi. en çok aynı odada yatmamak için kavga ederlerdi. menekşe, ’koray erkek çocuk, başka odada yatsın’ derdi. iki göz odamız vardı, nerede yatacak ise... menekşem kızardı, ama soğuk kış gecelerinde koray’ı yatağına alıp, sarıp sarmalayıp, ısıtarak uyuturdu. anne derdi, ’koray ile yattığımda ben de hiç üşümüyorum.’ ölüme de, üşümemek için birbirlerine sarılıp gittiler.
odada iki ayrı kanepede yatarlardı. her gece kalkıp üzerleri açıkta kalmış mı diye kontrol ederdim. yavrularımı kaybettikten sonra da her gece kalktım; odaya girip baktım ama kanepeler boştu. çok acı çektim. sonra cennette birbirlerine destek oluyorlardır diye teselli buldum. o kanepelerde şimdi menekşecan uyuyor; menekşecan için kalkıyorum geceleri...
sivas katliamından aylar sonra tekrar çocuk sahibi olmak istedik. anıları yaşatmak istedik. tek çaremiz oydu. başka çaremiz yoktu. en azından bize can olur; güneş gibi doğar evimize dedik. az da olsa yavrularımızın acısını kapatır diye düşündük. katliamdan 16 ay sonra, 3 ekim 1994’te dünyaya geldi, menekşecan. menekşe kızımın adıydı. can’ı da ölen canlar için koyduk...
menekşecan bana hayat verdi
kızım menekşecan doğdu, dünyalar benim oldu. ancak doğum hiç de kolay olmadı. benim stresim yüzümden sorunlar çıktı; minicik kızım doğar doğmaz iki kez ameliyat olmak zorunda kaldı. yaşayıp yaşamayacağı günlerce belli olmadı. ama tüm sıkıntıları attı; şimdi çok güzel bir genç kız oldu. eğer menekşecan’ı kaybetseydim bugün hayatta olur muydum bilmiyorum...
iki odalı bu gecekonduda kızım menekşecan’la birlikte yaşıyorum. (eşim) ismail gitti, bir kadınla evlendi. gittiğinde menekşecan üç yaşındaydı. kimseye kızmıyorum. yaşadıklarımız pek kolay şeyler değil. herkes kendi yoluna gitti; kendine yeni bir hayat kurmak zorunda kaldı. ben bugün kendi hayatımı kızım menekşecan için yaşıyorum. kızımı okutmak için var gücümle ayakta durmaya gayret ediyorum. bilkent üniversitesi’nde sözleşmeli temizlik görevlisi olarak çalışıyordum; sendika istedik diye attılar. evlere temizliğe gidiyorum; el işleri, iğne-oya yapıp satıyorum, kimseye muhtaç olmamaya çalışıyorum. bir de babadan nafaka geliyor. tek korkum 20 yıllık gecekondumuzun bir gün yıkılması...
adını değiştirecekti
bir-iki yıl öncesine kadar menekşecan adını dert ederdi; ’can, erkek ismi, büyüyünce can’ı adımdan sildireceğim’ derdi. herhalde okulda arkadaşları filan alay ediyordu, bilmiyorum. kızardım, yapma kızım senin adının manevi değeri çok büyük, bir gün anlarsın diye anlatırdım. artık son iki yıldır bu konuyu pek açmıyor, 2 temmuz’u anma toplantılarına gidiyor; alıkoymaya çalışıyorum dinlemiyor. bana rüyasını anlatıyor. ’tanımadığın ablanı, ağabeyini rüyanda nasıl görürsün’ diyorum. ’anne’ diyor, ’bir yere varıyorum herkes orada, bana ne duruyorsun, sen de gel diyorlar. gidip ablamın yanına oturuyorum. yanında asuman abla, yasemin abla, yeşim abla var, hepsini tanıyorum. hepsi allı yeşilli giymişler, saz çalıp semah oynuyorlar. hepsinin yüzünde gülümseme var.’ o böyle anlattıkça susuyorum, bir şey diyemiyorum. koray’ım küçücüktü ama çok iyi saz çalardı. o çalardı ben de türkü söylerdim. menekşem ise semah oynardı. o kadar çok özledim ki kokularını, seslerini, sımsıcak bakan gözlerini. bir gün benim de rüyama girecekler diye avutuyorum kendimi. ama 15 yıldır yoklar işte..."
radyoda koray adını duyunca...
"biz ailece bir yıl önce; 1992’de de şenliklere gitmiştik. o yıl banaz’daki şenliği menekşe ve koray çok sevmişti. menekşe ve babası semah grubundaydı. bir yıl sonra yine gülüp eğleneceğiz diye ailece sivas’a gittik. ankara’dan hareket eden iki otobüstük; çocuklar menekşe ve koray diğer otobüsteydi. sivas’a geldiğimizde koray’ı yanımıza alarak akrabamızın evine geçtik. menekşe, arkadaşlarıyla dsi misafirhanesinde kaldı...
şenliklerin ilk günü her şey iyiydi. buruciye medresesi’nde sergiler, imza günleri, söyleşiler yapıldı. herkes pırıl pırıldı. akşam eşim ismail’in de saz çaldığı halk gecesi yapıldı. o gece babasının kaza sonucu sazının kırılması koray’ı çok üzdü; konserleri dinlemeden salondan ayrıldık. oğlumla sarılıp uyuduk. nereden bilirdim son gecemiz olduğunu...
yobazlar saldırdı
sabah koray, babasıyla kırılan sazı yaptırmaya gitti. o sabah içimde anlam veremediğim bir yangın vardı; midem ağrıyor; canım sıkkındı. amcamın kızı emine’ye rahatsız olduğumu söyledim, ’yoldan geldin, uykusuzsun ondandır’ dedi. çocuklarla kültür merkezi’nde buluşup banaz’a geçecektik; şenlikler orada devam edecekti. valizleri yanıma alıp kültür merkezi’ne gittim. koray da benden az önce babasıyla kültür merkezi’ne gelmiş, aziz nesin’le fotoğraf çektirmiş, sonra ablası menekşe ile semah grubunun öğle yemeğini yediği cumhuriyet lokantası’na gitmiş. biz babalarıyla kültür merkezi’ndeydik.
kültür merkezi’ne nereden geldiğini anlamadığım, sakallı, terlikli, cüppeli koca koca adamlar bağırıp çağırarak bizi taş yağmuruna tuttular. bahçeden binanın içine doğru kaçtık. kalabalık ne bulursa parçalıyordu; kitaplar, resimler, çelenkler, ne bulurlarsa...
kamber çakır, ismail’e yardım çağırmasını söyledi, ismail gitti, onunla da koptuk. yobazlar merkezin içine doğru geliyordu artık. yediğim taş sonucu bayılmışım. zaten bu taşları yiyip bayıldıktan sonra neler olduğunun pek farkında değilim. ama yine de o yobazları bugün görsem tanırım, gözlerimin önünden hiç gitmiyorlar. biliyorum, yavrularımızı onlar öldürdü...
öldüklerini söylemediler
kültür merkezi’ndeki olaylardan sonra amcamın torunu, beni evlerine götürmüş. kendime geldiğimde çocukları sordum; ’madımak oteli’nde güvendeler’ dediler. lokantadan sonra madımak oteli’ne gitmişler. babaları ali baba mahallesi’ndeymiş, o da iyiymiş. içimde hálá bir ateş var. beni zorla yatırıp uyuttular. geceyi nasıl geçirdim bilmiyorum.
sabah erkenden kalktım, balkona çıktım. amcamgillerin evi türk-iş blokları’ndaydı, sivas’ı yukarıdan görüyordu. şehrin ortasında bir duman yükseliyordu göğe doğru. ne olduğunu sordum, ’bilmiyoruz, bir yangın çıktı herhalde’ dediler. evdekiler gece olayları öğrenmişler aslında; menekşe’min, koray’ımın öldüğünü biliyorlarmış...
ben her şeyden habersizim; çocuklarıma kavuşmak istiyorum bir an önce. sonra beni hastaneye götürdüler, iğne vurdurdular. ben hálá anlamış değilim neler oluyor, sersem gibiyim. eve geldik, olaylar hakkında biraz bilgi vermeye başladılar. koray ve menekşe’nin babalarının yanında olduğunu söylüyorlar...
evin bir köşesinde yatıyorum, iğne beni iyice sersemletti. evde yeğenlerim, kuzenlerim, akrabalar radyodan haberleri dinliyor. birden kadın spikerin ’koray’ dediğini duydum; bağırdığımı hatırlıyorum...
koray’ım için çabalamışlar
çocuklarımı aniden kaybettim ben. morga gittim mi, yavrularımı gösterdiler mi hatırlamıyorum. söylediklerine göre sadece bağırıyormuşum. ne ağlıyor ne de başka bir şey yapıyormuşum; sadece bağırıyormuşum. cenazelerin kalktığını filan hiç hatırlamıyorum. robot gibiydim herhalde. tek hatırladığım; ankara’da pir sultan abdal derneği önünde bir grup genç kız mum yakarken, onlardan birini menekşe sanıp, koşup sarıldım...
bir ay sonra aklım başıma geldi. ona da akıl denilirse? zorla yemek yediriyorlardı. ben sürekli sesleri duyuyordum ama ne dediklerini pek anlamıyordum. sürekli yatıştırıcı iğne yapıyorlardı. deliririm diye çok korkmuşlar...
o günlerde nasıl ölmediğime bugün hálá şaşırıyorum. koray’ımın sinüziti vardı; ’başım’ deyip yüzünü ekşittiğinde benim kalbim yerinde duramayacak kadar atardı. paniklerdim bir şey olacak diye. menekşe’m sarılık geçirdiğinde neler yaşadığımı ben biliyorum. ama nasıl oluyor da, iki canımın kaybına rağmen ölmedim; işte buna şaşırıyorum. şimdi beni hayata menekşecan’ın bağladığını biliyorum; peki ya o yokken ben nasıl ölmedim...
psikolog vardı, yanımda ilk dönemler. aylar sonra sivas’taki meslektaşlarının söylediklerini anlattı; koray’ımı yaşı daha küçük diye kurtarmak için çok uğraşmışlar, ’bu çok küçük, bari bunu kurtaralım’ demişler, olmamış işte. yavrularım, abla-kardeş birbirlerine sarılıp gittiler.
hiç öyle sakinleştirici sözler söylemeyeceğim kimseye; o gün madımak oteli önünde, maksadı ne olursa olsun bulunan herkes, 14 yaşındaki menekşe’m ile 12 yaşındaki koray’ımın ölümünden sorumludurlar. benim yüreğim yanıyor, umarım onların da vicdanı sızlıyordur. ama hiçbirinin evlatlarını kaybetmesini istemem yine de; evlat acısı başka..."
#713830
iki evladını yitirmiş bir annenin hazin öyküsü
menekşe kaya: madımak oteli’nde yakılarak öldürüldüğünde 14 yaşındaydı. lise öğrencisiydi. koray kaya: madımak oteli’nde yakılarak öldürüldüğünde 12 yaşındaydı. ortaokula gidiyordu.
kardeştiler. cesetleri birbirine sarılmış halde bulundu. baba ve anneleri; ismail-hüsne kaya iki yıl sonra bebek yaptılar: adını menekşecan koydular. ancak evdeki yangını, menekşecan’ın doğumu da söndüremedi. sivas-madımak vahşetinin, ailesini nasıl paramparça ettiğini hüsne kaya anlatıyor.
"hani hikáyelerde vardır ya; deseler ki bana ’hayatta ne istersin?’ diye. iki şey isterim; biri kızım menekşecan’ın mutlu olmasını; diğeri ise...(yutkunuyor), menekşe’m ile koray’ımı rüyamda görmek isterim. menekşecan, yavrularımı kaybettiğimde daha doğmamıştı, ama o rüyasında görüyor. bir ben göremiyorum. görsem de çok uzaktan görüyorum; bağırıyorum, ’gitmeyin, ben sizin yanınıza geliyorum’ diyorum. suyun, gölün bir yakasında yavrularım, bir yakasında ben. yüzlerini seçemiyorum. sesimi duyuramıyorum. ’çok üzülüyorsun, ondan rüyanda göremiyorsun’ diyorlar. bilmiyorum ondan mı? keşke rüyama girseler; onları görmeyi o kadar çok istiyorum ki...
gözümün önüne hep aynı görüntüleri geliyor. bu şimdi oturduğumuz gecekonduyu yaptığımız yıl, 1988 eylül ayıydı. gecekondu yapmak zordu; daha önce yapılan birkaç ev olaylı bir yıkımla yerle bir edilmişti; hatta yıkım sırasında evin içinde kalan iki kız çocuğu da ölmüştü. biz bu gecekonduyu akrabalarla bir gecede korka korka yaptık. o gece menekşe ve koray minik elleriyle kerpiç taşıdılar. seyyar lambanın aydınlattığı el arabasının içinde birbirleriyle şakalaşarak uyumaları gözümün önünden hiç gitmiyor. bir tek bunu hatırlıyorum ben.
birbirlerine sarılıp gittiler
her evde vardır; çocuklar birbirini kıskanır; çocukça nedenlerle didişirler. menekşe ile koray da öyleydi. en çok aynı odada yatmamak için kavga ederlerdi. menekşe, ’koray erkek çocuk, başka odada yatsın’ derdi. iki göz odamız vardı, nerede yatacak ise... menekşem kızardı, ama soğuk kış gecelerinde koray’ı yatağına alıp, sarıp sarmalayıp, ısıtarak uyuturdu. anne derdi, ’koray ile yattığımda ben de hiç üşümüyorum.’ ölüme de, üşümemek için birbirlerine sarılıp gittiler.
odada iki ayrı kanepede yatarlardı. her gece kalkıp üzerleri açıkta kalmış mı diye kontrol ederdim. yavrularımı kaybettikten sonra da her gece kalktım; odaya girip baktım ama kanepeler boştu. çok acı çektim. sonra cennette birbirlerine destek oluyorlardır diye teselli buldum. o kanepelerde şimdi menekşecan uyuyor; menekşecan için kalkıyorum geceleri...
sivas katliamından aylar sonra tekrar çocuk sahibi olmak istedik. anıları yaşatmak istedik. tek çaremiz oydu. başka çaremiz yoktu. en azından bize can olur; güneş gibi doğar evimize dedik. az da olsa yavrularımızın acısını kapatır diye düşündük. katliamdan 16 ay sonra, 3 ekim 1994’te dünyaya geldi, menekşecan. menekşe kızımın adıydı. can’ı da ölen canlar için koyduk...
menekşecan bana hayat verdi
kızım menekşecan doğdu, dünyalar benim oldu. ancak doğum hiç de kolay olmadı. benim stresim yüzümden sorunlar çıktı; minicik kızım doğar doğmaz iki kez ameliyat olmak zorunda kaldı. yaşayıp yaşamayacağı günlerce belli olmadı. ama tüm sıkıntıları attı; şimdi çok güzel bir genç kız oldu. eğer menekşecan’ı kaybetseydim bugün hayatta olur muydum bilmiyorum...
iki odalı bu gecekonduda kızım menekşecan’la birlikte yaşıyorum. (eşim) ismail gitti, bir kadınla evlendi. gittiğinde menekşecan üç yaşındaydı. kimseye kızmıyorum. yaşadıklarımız pek kolay şeyler değil. herkes kendi yoluna gitti; kendine yeni bir hayat kurmak zorunda kaldı. ben bugün kendi hayatımı kızım menekşecan için yaşıyorum. kızımı okutmak için var gücümle ayakta durmaya gayret ediyorum. bilkent üniversitesi’nde sözleşmeli temizlik görevlisi olarak çalışıyordum; sendika istedik diye attılar. evlere temizliğe gidiyorum; el işleri, iğne-oya yapıp satıyorum, kimseye muhtaç olmamaya çalışıyorum. bir de babadan nafaka geliyor. tek korkum 20 yıllık gecekondumuzun bir gün yıkılması...
adını değiştirecekti
bir-iki yıl öncesine kadar menekşecan adını dert ederdi; ’can, erkek ismi, büyüyünce can’ı adımdan sildireceğim’ derdi. herhalde okulda arkadaşları filan alay ediyordu, bilmiyorum. kızardım, yapma kızım senin adının manevi değeri çok büyük, bir gün anlarsın diye anlatırdım. artık son iki yıldır bu konuyu pek açmıyor, 2 temmuz’u anma toplantılarına gidiyor; alıkoymaya çalışıyorum dinlemiyor. bana rüyasını anlatıyor. ’tanımadığın ablanı, ağabeyini rüyanda nasıl görürsün’ diyorum. ’anne’ diyor, ’bir yere varıyorum herkes orada, bana ne duruyorsun, sen de gel diyorlar. gidip ablamın yanına oturuyorum. yanında asuman abla, yasemin abla, yeşim abla var, hepsini tanıyorum. hepsi allı yeşilli giymişler, saz çalıp semah oynuyorlar. hepsinin yüzünde gülümseme var.’ o böyle anlattıkça susuyorum, bir şey diyemiyorum. koray’ım küçücüktü ama çok iyi saz çalardı. o çalardı ben de türkü söylerdim. menekşem ise semah oynardı. o kadar çok özledim ki kokularını, seslerini, sımsıcak bakan gözlerini. bir gün benim de rüyama girecekler diye avutuyorum kendimi. ama 15 yıldır yoklar işte..."
radyoda koray adını duyunca...
"biz ailece bir yıl önce; 1992’de de şenliklere gitmiştik. o yıl banaz’daki şenliği menekşe ve koray çok sevmişti. menekşe ve babası semah grubundaydı. bir yıl sonra yine gülüp eğleneceğiz diye ailece sivas’a gittik. ankara’dan hareket eden iki otobüstük; çocuklar menekşe ve koray diğer otobüsteydi. sivas’a geldiğimizde koray’ı yanımıza alarak akrabamızın evine geçtik. menekşe, arkadaşlarıyla dsi misafirhanesinde kaldı...
şenliklerin ilk günü her şey iyiydi. buruciye medresesi’nde sergiler, imza günleri, söyleşiler yapıldı. herkes pırıl pırıldı. akşam eşim ismail’in de saz çaldığı halk gecesi yapıldı. o gece babasının kaza sonucu sazının kırılması koray’ı çok üzdü; konserleri dinlemeden salondan ayrıldık. oğlumla sarılıp uyuduk. nereden bilirdim son gecemiz olduğunu...
yobazlar saldırdı
sabah koray, babasıyla kırılan sazı yaptırmaya gitti. o sabah içimde anlam veremediğim bir yangın vardı; midem ağrıyor; canım sıkkındı. amcamın kızı emine’ye rahatsız olduğumu söyledim, ’yoldan geldin, uykusuzsun ondandır’ dedi. çocuklarla kültür merkezi’nde buluşup banaz’a geçecektik; şenlikler orada devam edecekti. valizleri yanıma alıp kültür merkezi’ne gittim. koray da benden az önce babasıyla kültür merkezi’ne gelmiş, aziz nesin’le fotoğraf çektirmiş, sonra ablası menekşe ile semah grubunun öğle yemeğini yediği cumhuriyet lokantası’na gitmiş. biz babalarıyla kültür merkezi’ndeydik.
kültür merkezi’ne nereden geldiğini anlamadığım, sakallı, terlikli, cüppeli koca koca adamlar bağırıp çağırarak bizi taş yağmuruna tuttular. bahçeden binanın içine doğru kaçtık. kalabalık ne bulursa parçalıyordu; kitaplar, resimler, çelenkler, ne bulurlarsa...
kamber çakır, ismail’e yardım çağırmasını söyledi, ismail gitti, onunla da koptuk. yobazlar merkezin içine doğru geliyordu artık. yediğim taş sonucu bayılmışım. zaten bu taşları yiyip bayıldıktan sonra neler olduğunun pek farkında değilim. ama yine de o yobazları bugün görsem tanırım, gözlerimin önünden hiç gitmiyorlar. biliyorum, yavrularımızı onlar öldürdü...
öldüklerini söylemediler
kültür merkezi’ndeki olaylardan sonra amcamın torunu, beni evlerine götürmüş. kendime geldiğimde çocukları sordum; ’madımak oteli’nde güvendeler’ dediler. lokantadan sonra madımak oteli’ne gitmişler. babaları ali baba mahallesi’ndeymiş, o da iyiymiş. içimde hálá bir ateş var. beni zorla yatırıp uyuttular. geceyi nasıl geçirdim bilmiyorum.
sabah erkenden kalktım, balkona çıktım. amcamgillerin evi türk-iş blokları’ndaydı, sivas’ı yukarıdan görüyordu. şehrin ortasında bir duman yükseliyordu göğe doğru. ne olduğunu sordum, ’bilmiyoruz, bir yangın çıktı herhalde’ dediler. evdekiler gece olayları öğrenmişler aslında; menekşe’min, koray’ımın öldüğünü biliyorlarmış...
ben her şeyden habersizim; çocuklarıma kavuşmak istiyorum bir an önce. sonra beni hastaneye götürdüler, iğne vurdurdular. ben hálá anlamış değilim neler oluyor, sersem gibiyim. eve geldik, olaylar hakkında biraz bilgi vermeye başladılar. koray ve menekşe’nin babalarının yanında olduğunu söylüyorlar...
evin bir köşesinde yatıyorum, iğne beni iyice sersemletti. evde yeğenlerim, kuzenlerim, akrabalar radyodan haberleri dinliyor. birden kadın spikerin ’koray’ dediğini duydum; bağırdığımı hatırlıyorum...
koray’ım için çabalamışlar
çocuklarımı aniden kaybettim ben. morga gittim mi, yavrularımı gösterdiler mi hatırlamıyorum. söylediklerine göre sadece bağırıyormuşum. ne ağlıyor ne de başka bir şey yapıyormuşum; sadece bağırıyormuşum. cenazelerin kalktığını filan hiç hatırlamıyorum. robot gibiydim herhalde. tek hatırladığım; ankara’da pir sultan abdal derneği önünde bir grup genç kız mum yakarken, onlardan birini menekşe sanıp, koşup sarıldım...
bir ay sonra aklım başıma geldi. ona da akıl denilirse? zorla yemek yediriyorlardı. ben sürekli sesleri duyuyordum ama ne dediklerini pek anlamıyordum. sürekli yatıştırıcı iğne yapıyorlardı. deliririm diye çok korkmuşlar...
o günlerde nasıl ölmediğime bugün hálá şaşırıyorum. koray’ımın sinüziti vardı; ’başım’ deyip yüzünü ekşittiğinde benim kalbim yerinde duramayacak kadar atardı. paniklerdim bir şey olacak diye. menekşe’m sarılık geçirdiğinde neler yaşadığımı ben biliyorum. ama nasıl oluyor da, iki canımın kaybına rağmen ölmedim; işte buna şaşırıyorum. şimdi beni hayata menekşecan’ın bağladığını biliyorum; peki ya o yokken ben nasıl ölmedim...
psikolog vardı, yanımda ilk dönemler. aylar sonra sivas’taki meslektaşlarının söylediklerini anlattı; koray’ımı yaşı daha küçük diye kurtarmak için çok uğraşmışlar, ’bu çok küçük, bari bunu kurtaralım’ demişler, olmamış işte. yavrularım, abla-kardeş birbirlerine sarılıp gittiler.
hiç öyle sakinleştirici sözler söylemeyeceğim kimseye; o gün madımak oteli önünde, maksadı ne olursa olsun bulunan herkes, 14 yaşındaki menekşe’m ile 12 yaşındaki koray’ımın ölümünden sorumludurlar. benim yüreğim yanıyor, umarım onların da vicdanı sızlıyordur. ama hiçbirinin evlatlarını kaybetmesini istemem yine de; evlat acısı başka..."
#713830
umutların bittiği, her şeyin yerini hiç bir şeyin aldığı durumlarda , çevredekilerin aptalca bakışalrıyla bedeni bu dünyada bırakıp ruhu bilmem hangi alemde bilmem hangi hayale bırakıp gelme durumudur.
bırakıp hüznü bir yana çaresizliklerin, imkansızlıkların urganını geçirip boynuma boğduğu küçük dünyamda, ilahi bir söz gibi tekrar etmek gibi bir şeydi mecburiyetlerim.
ağzım bağlı, gözlerimde körebe oynayanların unuttuğu bir mendil ayaklarımda bedenimden ağır prangalar...
yaşamanın giderek ağırlaştırılmış bir mahkumiyet olduğu yüreğimin minik hücrelerinde aslında ihtiyacım olmayan, hiç bir zaman da olmayacak yapay ihtiyaçlarım uğruna verdiğim ödünlerimi de yanıma alarak sadece temel ihtiyaçlarımı alarak yanıma gitmek istiyorum arkama ve ardım sıra sürüklediğim gölgeme bile bakmadan...
umudun tükendiği ya da artık eylemi gerçekleştirmenin hiç bir anlamı, gerekçesi kalmadığında insanın verdiği tepkidir.
vazgeçmek zordur. insanı yorar ama anlık bir hazzada ulaştırır.
sezen aksunun muhteşem sarkısında olduğu gibi
vazgectim gozlerinden,
vazgectim sozlerinden,
bir ah de yeter .
sessizce, kimsesizce,
gonderdim dudaklarimi,
opme al yeter.
ile başlayan
yok olmak zamani simdi sözüyle biten şarkı.
ağzım bağlı, gözlerimde körebe oynayanların unuttuğu bir mendil ayaklarımda bedenimden ağır prangalar...
yaşamanın giderek ağırlaştırılmış bir mahkumiyet olduğu yüreğimin minik hücrelerinde aslında ihtiyacım olmayan, hiç bir zaman da olmayacak yapay ihtiyaçlarım uğruna verdiğim ödünlerimi de yanıma alarak sadece temel ihtiyaçlarımı alarak yanıma gitmek istiyorum arkama ve ardım sıra sürüklediğim gölgeme bile bakmadan...
umudun tükendiği ya da artık eylemi gerçekleştirmenin hiç bir anlamı, gerekçesi kalmadığında insanın verdiği tepkidir.
vazgeçmek zordur. insanı yorar ama anlık bir hazzada ulaştırır.
sezen aksunun muhteşem sarkısında olduğu gibi
vazgectim gozlerinden,
vazgectim sozlerinden,
bir ah de yeter .
sessizce, kimsesizce,
gonderdim dudaklarimi,
opme al yeter.
ile başlayan
yok olmak zamani simdi sözüyle biten şarkı.
kendi sırlarınızı başkalarıyla paylaşırken karşınızdakine fazla güvenmemeniz gereketiğini öğütleyen bir atasözüdür.
sırrınızı paylaşacağınız kişiyi seçerken dikkatli davranmayı da öğütler.
(bkz: iki kişinin bildiği sır değildir)
sırrınızı paylaşacağınız kişiyi seçerken dikkatli davranmayı da öğütler.
(bkz: iki kişinin bildiği sır değildir)
insanların kendi aralarındaki özelinin dışa vurumudur ki çok ayıp bir harekettir.
(bkz: sırrını söyleme dostuna oda söyler dostuna)
(bkz: sırrını söyleme dostuna oda söyler dostuna)
bir kimsenin yakın akraba ve daha çok kendi aile bireyleriyle(baba, anne, kardeşler gibi ) cinsel ilişkiye girmesine verilen isimdir.
bu ilişki türü genellikle zorla olmakla beraber en fazla mağdurları küçük yaştaki kız çocukları olmaktadır.
zevkler ve renkler tartışılmaz derler ama böyle zevkin taa içine edeyim.
insanın hayvan eşiğine inmesi olayıdır.
(bkz: esfeli safilin )
bu ilişki türü genellikle zorla olmakla beraber en fazla mağdurları küçük yaştaki kız çocukları olmaktadır.
zevkler ve renkler tartışılmaz derler ama böyle zevkin taa içine edeyim.
insanın hayvan eşiğine inmesi olayıdır.
(bkz: esfeli safilin )
romanya’da 19 yaşındaki amcasının tecavüzüne uğrayarak hamile kalan 11 yaşındaki kızın kürtaj olmasına izin verilmesi olayıdır.
kürtaja karşı duruşlarıyla bilinen ortodoksların büyk tepkisine yol açmış olmakla beraber bu tür olayların avrupa ülkelerinde çok fazla olamsı ve ortodoks derneklerinin çocuğunu doğursun diye diretmelerine karşın bir grupta doğurursa kendi psikolojisi bozulur demişler.
ben yazarken psikolojim bozuldu o kızcağız o çocuğu doğurursa psikolojisi ne olur onu bilmiyorum.
(bkz: ensest ilişki)
kürtaja karşı duruşlarıyla bilinen ortodoksların büyk tepkisine yol açmış olmakla beraber bu tür olayların avrupa ülkelerinde çok fazla olamsı ve ortodoks derneklerinin çocuğunu doğursun diye diretmelerine karşın bir grupta doğurursa kendi psikolojisi bozulur demişler.
ben yazarken psikolojim bozuldu o kızcağız o çocuğu doğurursa psikolojisi ne olur onu bilmiyorum.
(bkz: ensest ilişki)
herkesin haklı olup olmadığını bile araştırmadan tepki gösterdiği kişidir.
nedendir bilinmez ama genellikle bu kadınların gögüs bölgeleri ıslaktır.
elleri ve yüzleri buruşuk ama kalpleri temizdir.
elleri ve yüzleri buruşuk ama kalpleri temizdir.
zevki olmayan erkek tipleridir. bir bayana en çok yakışan kıyafet olan eteğin genellikle boyu hakkında çok spekülasyon yapılır. bazen etek boyunun da bokunu çıkartan kızlar olsada etek güzeldir, cicidir ve kız arkadaşına etek giydirmeyende eziktir, kendine güvensizidr.
genellikle şaka yoluyla söylenen bir hakaret cümlesi. işe yaramaz adam anlaında kullanılır.
yıllar önce hayatımın kazığını yediğim ve nedense hesabı öderken ayıldığım, kendine has ortamıyla geçekten eğlenebileceğiniz bir mekan.
doğalgaz tesisatı projelerini çok kolay bir şekilde çizmenize ve hesap yapmanıza imkan sağlayan, ama her bilgisayar programı gibi salaklaşınca sizi çokca uğraştıran bir çizim programı.
bu ülkede çok normal olan bir durumdur.
28 subat döneminde ülke tarihinin en büyük yolsuzlukları yapıldı.
anap zamanında ihaleler başbakanlık konutunda kararlaştırıldı.
dsp-mhp hükümeti sırasında ülkenin nerdeyse bütün bankalrından 60 milyar dolar hortumlandı.
zaten süleyman demirel tek başına bu ülkenin anasını birşeyler yaptı(suş teşkil etmemesi gerekiyor).
12 eylül dönemimdeki yapılan yolsuzlukları hala tartışamıyoruz onlara dokunmaya çalışanı ne yapıyorlar herkesin malumudur..
deniz baykal sürekli yaptığı flaş açıklamalarıyla kendine yakın borsacıları zengin etmekle meşgul.
eee bilalde küçücük bir kayıkcık almış çokmu?
28 subat döneminde ülke tarihinin en büyük yolsuzlukları yapıldı.
anap zamanında ihaleler başbakanlık konutunda kararlaştırıldı.
dsp-mhp hükümeti sırasında ülkenin nerdeyse bütün bankalrından 60 milyar dolar hortumlandı.
zaten süleyman demirel tek başına bu ülkenin anasını birşeyler yaptı(suş teşkil etmemesi gerekiyor).
12 eylül dönemimdeki yapılan yolsuzlukları hala tartışamıyoruz onlara dokunmaya çalışanı ne yapıyorlar herkesin malumudur..
deniz baykal sürekli yaptığı flaş açıklamalarıyla kendine yakın borsacıları zengin etmekle meşgul.
eee bilalde küçücük bir kayıkcık almış çokmu?
bir işi ilk kez yaparken söylenen söz öbeği.
garip bir duygudur kendisi. içinizden ettiğiniz binlerce küfre rağmen yazılarınızda asla küfür etmemeniz gereken durumdur.....
ayrıca şu klavyedeki siktiğimin harflari her zamanki yerlerinde değilmişlerde sanki elim sende oynuyorcasına ikide bir yer değiştirmeseler daha iyi olacak...
ayrıca şu klavyedeki siktiğimin harflari her zamanki yerlerinde değilmişlerde sanki elim sende oynuyorcasına ikide bir yer değiştirmeseler daha iyi olacak...
ağzıma leblebi tozu doldurup dakikalarca ıslık çalmaya çalışırdım. ama nafile ... çalamayacağımı bildiğim halde ben ve bir kaç salak arkadaşım daha dakikalarca uğraşırdık.
çocukluğumun en büyük zevklerinden biriydi. heleki ağzııza leblebi tozu doldurup ıslık çalmaya çalışmak kadar güzel bir şey yoktu. evet salakçaydı ama güzeldi.
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?