confessions
  1. toplam entry 424
  2. takipçi 1
  3. puan 13933

kirtim kirt

sevmiyorum seni gaye
can yoktu ki sevdalara düşe,
kurt yoktu ki kızıl kana üşe
yoktum ki yol geçe
yoktun ki haber ulaşa
gül yoktu ki, dal yoktu ki..
ve döne döne ateş
döne döne madde
gökler yarıla dürüle
dağlar savrula devrile,
kırıla döküle yıldız
sular evrile çevrile
döğüşe döğüşe madde
değişe tokuşa madde
öyle bir vakte erdi ki devran
döne döne esir
döne döne gaz
döne döne atom
döne döne madde
döğüşe çekişe madde
vuruşa vuruşa madde
ve zaman değişe değişe
yosun titreşe, yeşilleşe
işık dura değişe
öyle bir vakte erdi ki devran
ha dedi kırdı zincirini
içerdeki adam
demir bağrışa bağrışa
zindan çağrışa çağrışa
şöyle buyurdu ki yusuf
dört kitaptan daha büyük :
demek bu hayat,
önce sana bana yük
demek su kimin
toprak kiminse
motor, elektrik, ve ışık kiminse
demek sultan odur.
demek insan bölük bölük.
yaşıyorsun ölüyorsun demek.
nasıl yaşıyorsan
öyle düşünüyorsun demek
demek insan
en yüce mertebede hayvandır
yeni anladım
alet kullanan ve yapan.
tilki tarlayı masallarda sürer,
manyetoyu çeviremez tavşan.
devril başımdaki kader
dökül dilimdeki yalan
tutuş beynimdeki kibrit
kirtim kirt
kirtim de kirt
kirtim de kirtim
kirtim kirt
bir yandan demirciler
demir döğe denge denk
bir yandan boyacılar
boya vurur renge renk
bir yanda
kurtuluş savaşçıları
bir yanda esaret
bir yanda termonükleer çağ
bir yanda balistik şirret
evvel madde
ahir fikir
dolan göğümdeki hava
salın yanımdaki fakir
salın proleterya
geber başımdaki bit
kirtim kirt
kirtim de kirt
kirtim de kirtim
kirtim kirt

(bkz: enver gökçe)

eleştirel kadirizm

sevmiyorum seni gaye
kadirizm’in son dönemde yeterince taraftar bulamaması, avrupa’da ortaya çıkan metroseksüel hareket ve kadirist sistemlerin bürokratik devlet feminizmine dönmesi sonucu fikirtepe’de ortaya çıkmış eleştirel teori. ilk bildirilerinde ’kaş almanın o kadar da kadınsı bir şey olmadığını’ söylemişler.

aydın doğan meydanı

sevmiyorum seni gaye
(bkz: aydın doğan medyası)
(bkz: doğan medya grubu)
açmak gerekirse;
sağdan sola geniş bir yelpazede yazarlar güruhunun serbest atış alanı, tekel. hasan cemal, perihan mağden, hasan celal güzel, murat belge, baskın oran gibi insanların, görünürde orta sınıfa, gerçekte cüzdanlarına adadıkları hayatlarının okur bilincine yansıması. ezber bozmak kalkanının ardında iktidar yalakalığı yapmak, muhalif taklidi yaparken arkadan bir yerlerden ekmeğe tereyağı sürmek, bir gün vicdani redden bahsederken, ertesi gün türban sorunu na varoluşçu bir takım açılımlar getirmek, çiçekti, böcüktü bir ton bokpüsür. aydın doğan solcusu, liberal muhafazakar gibi bir çok kavram bu meydanda pişmiş, halkın beyninde nükleer bomba etkisi yaratmıştır. çoğu 80 öncesinden kalma solculuklarını yanlış ata oynamak olarak değerlendirir, zaten ideolojilerin sonu da gelmiştir. fukuyama ve weber amcalarından öğrendikleri biraz geç de olsa bilinçlerine kazınmıştır. üçüncü yol un ne kadar şeker bir şey olduğunu fark etmeleri biraz uzun sürse de, o zaman zaten cunta tarafından kendilerine verilmiştir. belki de o yüzden hala kendilerinden ’solcu’ diye bahsedilir. tırnak içinde kalmaları evladır.

verdim ama bi sor niye verdim

sevmiyorum seni gaye
yaptım ama bi sor niye yaptım tadında, şener şen tarzı bir söz. ne kadar örneklendirsen azdır...

-hay .mına koyyim ya nasıl olur olum bu iş, yemin ederim adam olmaz bu millet, yarısı gitmiş akp’e vermiş yahu.
-eee. şey, sen de haklı sayılırsın aslında abi
-sayılırım mı var olum, ibneler dağı taşı sattılar, yakında götümüzdeki donu da satışa çıkaracaklar. biz hala milli görüştü, istikardı bokpüsür derdindeyiz.
-tamam da abi, bak enflasyonu falan düşürmüş adamlar, hem sağlık politikaları falan
-ne enflasyonu, ne istikrarı olum. orospunun da pezevengin de cebinde sıcak para olur, .mlarını, .ötlerini soğuk tutmazlar, hem ne sağlığı, sözde her yere gidiyordu ssklılar, teyzem hastaydı, özele gitmek gerekti, iki aylık maaşlarını bayıldılar doktora, anlatma bana bunları
-ama abi, demokrasi var bu ülkede, ab’ye falan da giricez
-ne ab’si olum, ab mi kaldı. al sana gümrük birliği, al sana tüsiad. yeterince pazarız zaten, salak mı bu adamlar alsınlar bizi, hem alsalar ne olacak, başın göğe mi erecek, cebine para mı koyacaklar
-doğru söylüsun abi de...
-ulann. sen de mi onlara verdin yoksa!!!
-şeyyy, abi verdim ama bi sor niye verdim
-niye verdin ulan, o kadar boşuna mı konuştuk seninle, hiç mi dank etmedi kafana bişeyler
-ne bağırıyosun be abi, hem sen kime verdin oyunu da bana kızıyosun
-kime vericem ulan, chp’ye verdim tabi.
-chp ne yaptı şimdiye kadar, inönü’nün mü faydası oldu bu memlekete baykal’ın mı. mhp’yle göt dansı yapan da bunlar, ordu göreve diye bağıranlar da. hem ırak’a girelim diyip dururlar, orda müslüman kardeşlerimizin kanı dökülüyor, işgale katılırsak ne farkımız kalır amerika’dan. hem chp karşı mı avrupa birliğine, amerika’ya?
-değil, ama onurlu girelim diyorlar. ulusal çıkarlar var.
-zaten ab’yle abd de sizin ulusal çıkarlarınızı düşünürdü. hem madem aynı yolun yolcusu, bırak ha akp ha chp. türkiye’de kürtler diye bi halkın yaşadığını bile söyleyemeyen baykal’a vermem ben oyumu
-siek lan pis pkk’lı. bölücüsün olum sen vatan hainisin
-yok abi öyle değil, hem bütün kürtler pkk’lı değil. ben sadece dillerini, kültürlerini yaşasınlar, kabul görsünler, her gün tepelerinde bombardıman uçakları uçmasın isterim. barzani’yi lider görmek zorunda kalmasınlar isterim. iş, aş isterim.
-lan ibne, sen ne ayaksın. hem akp’ye oy verdim diyon, hem gomünis ayakları yapıyon bana
-ee orasını allah bilir abi, hem verdim ama bi sor niye verdim

yanmamis cigara

sevmiyorum seni gaye
nazım hikmet şiiri;

o bu gece ölebilir
ceketinin göğsünde bir kurşun yanığıyla.
o bu gece gitti ölüme,
kendi ayağıyla..

- cigaran var mı? dedi..
- var, dedim.
- kibrit?
- yok, cigaranı kurşun yakar, dedim.

aldı cigarayı gitti..

belki şimdi upuzun yatıyor
dudaklarında yanmamış bir cigara
göğsünde bir yara...

gitti.
darp işareti.
bitti...

metin culhaoğlu

sevmiyorum seni gaye
sol’da yazmaya başlayan yazar.

"yeniden üretememe krizi

bugün türkiye’de işçi sınıfının toplumsal mücadeleler zeminine sağlam ve belirgin biçimde ağırlığını koyduğundan söz edebilir miyiz?

sendikaları ciddiye alan kaldı mı?

yoksulların ve işsizlerin, kendiliğinden ve yönsüz de olsa ciddi tepkiler ortaya koyduklarından söz etmek mümkün mü?

"gençlik hareketi" diye bir dinamizmden söz eden var mı?

bu ülkenin aydınlarının, düşünürlerinin, akademisyenlerinin ve sanatçılarının, tanımlarına içkin olması gereken, sorgulayıcı ve radikal bir aranış içinde oldukları söylenebilir mi?

ve nihayet, bu ülkede henüz uyku kaçırtacak boyutlarda olmasa bile, düzeni en azından "taciz eden" bir sol-sosyalist örgütlenme var mı?

herhalde, bütün bu soruların yanıtının düz bir "hayır" olması gerekir. bu yanıt ise, başka bir soruyu gündeme getiriyor: o halde, düzen siyasetinin halen yaşadığı gerilimin, yüzde 47 oyla sağlanan "istikrara" karşın sürüp giden atışmaların ve saflaşmaların ardında ne var?

bu sorunun baştakiler gibi düz ve yalın bir yanıtı yoktur. anlamlı olabilecek yaklaşımlar ise, birtakım kavramsal netliklerle birlikte, biraz tarih bilgisi ve yorumu gerektirmektedir.

ilk bakışta, düzen siyasetinin bugün yaşadığı ve dışa vurduğu gerilimlerin, bir tür "yönetememe krizi" belirtileri olduğu sonucuna varılabilir. ancak, "yönetememe krizi" sürekli olmayıp belirli tarihsel konjonktürlerde ortaya çıkan, sınıfların güç dengelerinin her an biri veya öteki lehine bozulabileceği durumları anlatmada kullanılacak bir kavramdır. bugün türkiye’de böyle bir durum yoktur. yoktur, ama bir bakıma daha köklü, daha tarihsel ve sonuçları daha çarpıcı olabilecek bir başka durum vardır: düzen, "kendini yeniden üretememe" krizi yaşamaktadır...

geçmişe kısa bir bakış, türkiye’de düzenin, kendini belirli dönemlere denk düşen, ekonomik politikalarla siyaset arasında belirli bir bileşim oluşturan hamlelerle yeniden üretebildiğini gösteriyor. örneğin, 1950 yılı, tarımda açılım ve dış yardım ağırlıklı çizgiyi, "demokrasi" ve "küstürülen halkla barışma" türü söylemlere dayalı siyasal havayla kaynaştıran "hamlenin" başlangıç yılıdır. 1960’lar, ithal ikameci politikalara dayalı yenilenmiş bir popülizmin düzene kendini yeniden üretme fırsatını tanıdığı yıllardır. nihayet, 1980’lerle başlayan süreçte düzen, dışa açılma, ihracat temelli ekonomik büyüme ve rantiye yaratma modeli üzerinden kendini yeniden üretmiş; bu modeli, palazlandırılan orta boy sermaye kesimlerine ve küçük rantlar/transferlerle satın alınan orta-alt sınıflara uyan ideolojik ve siyasal söylemlerle süslemiştir.

gelgelelim, ilk hamle 7-8 yıllık, ikinci hamle ise 10-12 yıllık "yakıt" sağlamışken, üçüncü hamle yaklaşık çeyrek yüzyıldır üç aşağı beş yukarı sürdürülmeye çalışılmaktadır ve kendi içinden giderek eksilmekte, yıpranmaktadır. bu eksiliş ve yıpranmanın henüz ciddi toplumsal ve sınıfsal tepkilere yol açmaması ilginçtir, ama büsbütün şaşılası bir durum da değildir. düzenin içinden yıpranma ve kendini yeniden üretememe krizinin, daha köklü ve kitlesel tepkilere gecikmeyle yol açmasına tarihten birçok örnek verilebilir.

eğer böyle ise, genel bir saptamaya yönelmekte sakınca yoktur: düzen içi özneler (aktörler), düzenin kendini az çok sorunsuz biçimde yeniden üretebildiği dönemlerde kendi kalın çizgilerine ve perspektiflerine sahiptirler; olumsallıklar, yeni ve değişen durumlar bu çizgi ve perspektiflerde kimi rötuşlara gidilmesini gerektirebilir; ancak çizgi ve perspektif özünü korur. buna karşılık, yeniden üretememe krizinin damgasını vurduğu dönemlerde, düzen içi öznelerin kalın çizgileri ve perspektifleri giderek silikleşir; bunların yerini, anlık olana, yeni ortaya çıkana, düzen içindeki bir başka tarafın şu veya bu hamlesine dayanan ince, kısa ve kesikli çizgiler alır.

türkiye’de düzen siyasetinin bugünkü durumuna bu saptama ışığında bakmakta yarar vardır. örneğin, yüzde 47 oy destekli akp’nin "eyvah param var!" derdindeki yuppie benzeri bir "eyvah büyük oy desteğim var!" kaygısına kapılması şaşırtıcı sayılmamalıdır: akp, söylenenlerin tersine, bu oy desteği ile ne yapacağı konusunda sıkıntılıdır. bir seçim zaferinin hemen ardından işe "anayasa" ve "türban" ile başlama gibi bir garabetin siyasette başka bir açıklaması yoktur.

sonuçta akp nabız yoklayacak, oraya buraya sondaj yapacak, hava koklayacak ve kendine "bir süre idare edecek" bir yol çizecektir.

dış politikada da aynı şeyi yapacaktır: ab, abd, kıbrıs, yunanistan, ırak, iran, israil vb. labirentlerinde el yordamıyla ilerlemeye çalışacaktır.

büyük sermaye benzer bir yol izleyecektir: ortamı, havayı, etkili kesimlerin duyarlılıklarını kollayıp, söylediklerini manşet yapmaya dünden hazır medyanın işine gelen çıkışları yaptıktan sonra bir süreliğine yeniden köşesine çekilecektir.

"zinde güçler" ise, bir süredir çekilmiş göründüğü köşeden zaman zaman başını uzatacak, "durumdan vazife çıkarma" mantığına uygun olarak, gelişmelerden kısa erimli tepkiler ve çıkışlar üretecektir.

asıl önemli soru, "peki bütün bu işlerin sonu nereye varır" sorusudur. sınıf dinamiğinin bu denli zayıf olduğu koşullarda, yukarıda anlatılan türde bir belirsizlikler ve kırılganlıklar ortamının nereye varacağını peşinen söylemek, ya büyük dahilerin ya da fütursuz kör cahillerin işi olabilir. söylenebilecek olan, yalnızca şunlardır:

(düzen içi): sıkı duran, bir süreliğine daha götürür.

(düzen dışı): toparlanıp sıkı durmaya çalışan, bir süre sonra gidişata damgasını vurur."

www.sol.org.tr

kemal okuyan

sevmiyorum seni gaye
güney afrika’da maden işçilerinin yaşadığı kazanın ardından şu yazıyı yazmış kişi;

" yer altından notlar

saatte yüz kilometreyle giden bir araçla bolu tünelini 1.5 dakikadan fazla sürede katedebiliyorsunuz. o tüneli alın, birazcık kısaltın ve yerküreye diklemesine saplayın. güney afrika’da 3200 maden işçisinin mahsur kaldığı altın madeninin nasıl bir yer olduğunu hayal edebildiniz mi?

oraya saatte yüz kilometreyle giden araçlarla ulaşılmıyor. kabaca yarım saat iniş, yarım saat çıkış... dünyanın en büyük altın madeni işleticilerinden harmony altın madencilik şirketi’nin insan yaşamını ve doğanın korunmasını hiçe sayarak her geçen gün daha derine kazı yaptığı johannesburg yakınlarındaki altın yatağına inen çıkar diye bir kural yok. son iki yıl içerisinde, bölgedeki kazalarda dört yüze yakın işçi yaşamını yitirdi. yüz yılın bilançosu ise tüm güney afrika için iç karartıcı: 70 bin ölü, bir milyonu aşkın yaralı...

sayılar, çoook uzun bir süre siyahlar insandan sayılmadığı için ne kadar gerçeği yansıtıyor belli değil. kölelerin, isyankar tutsakların yerin dibinde zehir soluyarak beyaz patronların kasasını doldururken 20’li yaşlarında ölümle tanışmaları da istatistiklere “iş kazası” diye geçmiyor.

doğal ölüm...
çırılçıplak soyulup arandıktan, dışkıları kontrol edildikten sonra uyumaya gidebilen maden işçilerinin öfkesinin, zamanında güney afrika’daki özgürlük hareketinin motor gücü olması hiç şaşırtıcı değil. ölüm kadar doğal...

zamanında diyorum, çünkü o özgürlük hareketi bir türlü sınıfsal zemine yaslanmadığı, etnik bir perspektifin damgasından kurtulamadığı için, şimdilerde güney afrika’da renkdaşlarının makadında altın parçacıkları arayan ve onları daha fazla kâr uğruna güvenliği son derece tartışmalı tekniklerle yerin dibine yollayan siyah patronların borusu ötüyor. eşitlik mücadelesi sürüyor, siyah sömürücüler beyazlarla aynı rekabet koşullarına sahip olabilmek, yılların farkını kapatabilmek için pozitif ayrımcılık peşinde koşuyorlar! bedelsiz arazi istiyorlar, uzun işletme hakkı istiyorlar, teşvik istiyorlar... yani bir tür kamçılanmak, yıllar boyu sırtlarından kamçılanmanın acısını çıkarırcasına...

ve güney afrika madenlerinde her geçen gün daha fazla beyaz işçiye rastlanıyor.

ülkenin altın endüstrisi düşüş içinde. bu nedenle aralarında son kazanın gerçekleştiği harmony şirketinin de olduğu büyük tekeller maliyeti düşürme yarışına girmiş durumdalar.

3200 işçinin yeraltında mahsur kalmasına neden olan asansör arızası, bir kaza anında işçilerin tahliyesini sağlayacak yedek asansörün malzeme ve kaya parçalarını taşımak için kullanıldığını ortaya çıkarmış. maden işçileri sendikasının defalarca yaptığı uyarıya karşın ne ana asansörün bakımı yapılmış ne de yedek asansörün amacı dışında kullanımı engellenmiş.

şimdi bu nedenle, siz bu satırları okurken, 3200 işçinin tahliyesi son derece yavaş ilerliyor. mühendisler yedek asansörün de arızalanmaması için her defasında ancak 40-45 işçiyi ağır ağır yukarı çekmeyi tercih ediyorlar.

yerin dibinden saatte yüz kilometre hızla çıkılabilmesi ne güzel olurdu... zaman göreli mi? johannesburg’da zaman son derece somut, fazlasıyla somut!

açlık, susuzluk ve korku... elandsrand madeninde aralarında 200’e yakın kadın olan işçilere sabır ve direnç!

kapitalizme ölüm!"

www.sol.org.tr
3 /

neden bekliyorsun?


bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?

üye ol