confessions

mesudiye

- Yazar -

  1. toplam entry 95
  2. takipçi 1
  3. puan 6664

goshenit

mesudiye
ben seni hiç sevmedim ki.

istanbula gelirsem bir gün bana salaş bir lokantada büryan kebap ısmarlama ihtimalini sevdim.

ya da nezih bir teras cafede oturup istanbula tepeden bakıp seninle bidon kafalı halkı aşağılamayı sevdim.

imamlık yapacağım köyde ayni yardımları beraber tüketebilme ihtimalini sevdim.

cemil meriç üzerine ciddi ciddi senle konuşmayı sevdim. hiç görmeden, hiç tanımadan cemil meriç’e hasret kalmamızı sevdim.

hotel ruanda’yı, elveda lenin’i beraber izleme ihtimalini sevdim.

düğünümüzün mesudiye istasyonunda olma ihtimalini sevdim ben. mesudiye’den kalkan bir trenle uzaklara gidebilme ihtimalimizi sevdim.

mardinde ulu caminin hemen yanında mezopotamya cafede nargile içebilmeyi sevdim ben senle.

üstad cemil meriç’in dediği gibi "aydınların aydınlatamadığı bir toplumu soytarılar aldatır" gerçeğinden hareketle soytarıları teşhir etmeyi sevdim senle.

seninle çiçekler içinde yeni bir ülke kurma ihtimalimizi sevdim. ala şafağında yıldızlar uçurmak varken oturup yıldızlar içinde kendi buruk kanımızı içmeme ihtimalimizi sevdim.

seninle çok olan tarafta olmamayı sevdim.

yani;

türkiyede kürt olmayı, kürtlerde ermeni, ermenilerde süryani gidip almanya’da türk olmayı sevdim senle.

seninle beraber hollanda’da surinamlı, fransa’da cezayirli, iran’da azeri, amerika’da zifiri zenci olabilmeyi sevdim.

ne demişti subcomandante marcos. "marcos dünyanın neresinde bir ezilen varsa onun yanındadır" ben seninle ezenlerden kopup ezilenlere katılabilmeyi sevdim.

esasında ben seni çok sevdim. tutsak ülkenin, tutsak bir halkın yüreği tutsak edilemedi çünkü.

sevmek için bunca sebep varken sevmedim diyemezdim zaten.





vicdani reti eşitlik sanan insan

mesudiye
başlık altında "askerlikle oynamak hatadır, göte girecek hatadır" denilerek askerlikle ilgili bazı şeylerin değişemeyeceği ve dolayısıyla vicdani ret diye bir hakkın mümkün olamayacağı söyleniyor basit bir dille.

ortaçağda engizisyon mahkemeleri vardı değişim isteyenleri asarak keserek yok ederek düzenin devamını sağlamaya çalışıyordu. ne oldu sonrasında engizisyon mahkemeleri korumaya çalıştığı düzenle yok oldular.

bugün askerliği savunacam derken kendisinden farklı düşünenlere basit cevaplar yetiştirmeye çalışanların sonunu da tarih gösterecektir.

doğu da görev yapan bir doktorun mektubu

mesudiye
okuduktan sonra bu doktorla ilgili vardığım sonuç şu. bu doktor askerden daha asker kafalı. hal böyle olunca her ne kadar memleketin en ücra noktalarında görev yapsa da beraber yaşadığı insanların sorunlarını anlamaktan uzak.

o değil de şu memleket biraz demokratikleşse geçmişin acılarıya yüzleşebilecek cesarete sahip olsa da doğuda askerlerin ya da askerden daha asker kafalı sivillerin yaşadıklarının yanında bir de o bölgenin insanlarının yaşadıklarını öğrense bu memleket.

siz batılı çağdaş türkler siz 12 yaşınızda 13 kurşunla ölmek nedir bilir misiniz?

ya da odun toplamak için dolaşırken kafanıza havan topu geldi mi? anneniz cesedinizin parçalarını eteğine toplamak zorunda kalmamıştır zaten.

ya da pkk’nin lojistik desteğini kesmek adına bir gece ansızın köyünüz yakıldı mı? büyükşehirlerin varoşlarında işsiz kaldınızmı ya da parçalanmış ailelerin yaşadığı sıkıntıları bilir misiniz?

taş atmanın bedeli olarak 14 yıl ceza da almamışsınızdır, zaten siz neden taş atacaksınız ki sizi karşı doğrultulmuş bir namlu yok çünkü.

bu doktor! bence doğuda gördüğü insanları dağda çoban şehirde şark çıbanı saymaktan öteye gidememiş. bende memleketin en doğusuna gitmiş bir insan olarak şunu söyleyebilirim ki birkaç kendini bilmezin dışında kimse kimseyi tehdit etmez oralarda. birkaç kişiden yola çıkarak milyonlarca insanı genelleyen bir insanın doktorluğu da o bölgeye fayda getirmez zannımca.

not:doktor demişken aklıma geldi 1995 yılında bir yaz günü doğuda bir hastane koridorunda bir babanın kucağında alnından vurularak öldürülmüş 4-5 yaşlarındaki çocuğunun o görüntüsünden sonra doğuda hiçbir şeyin batıdaki gibi olmasını beklemiyorum.

kadın da olsa çocuk da olsa gereği yapılır

mesudiye
uzun ama çok uzun zaman önceydi. birçoklarının hatırlamadığı benimse hiç unutmadığım, maalesef ömrümün sonuna kadar da unutamayacağım bu cümleyi kuran kişi türkiye cumhuriyetin başbakanı recep tayyip erdoğan’dı.

hani davos’ta şimon peres’e "siz çocuk öldürmeyi iyi bilirsiniz" diyerek ortadoğuyu kalbinden fetheden başbakan var ya işte o kullanmıştı bu cümleyi.

gelelim sebebe. 2006 yılının mart ayındaydık. zaman hızla ilerliyordu. mart ayı ise bildiğiniz gibiydi işte kapıdan baktırıyor kazma kürek yaktırıyordu.

ama doğuda (hani doktorların mektup gönderdiği doğu var ya işte ora) mart ayında sadece kazma kürek yakılmaz. lastikte yakılır. çünkü demirci kawa’dan bu yana kürtlerin bayramı olarak bilinen newroz’da insanlar meydanlara çıkar.

işte böyle bir newroz bayramıydı. maalesef savaş çığırtkanları başarılı olmuş operasyonlardan cenaze haberleri gelmiş newroz olaylı bir newroz halini almıştı. günlerce devam eden olaylardan sonra başbakan çıkarak "kadın da olsa çocuk da olsa gereği yapılır" diyerek olaya nokta koymuştu.

sonrasında olanlar ise gereğinin yapıldığını gösteriyordu. işte o günlerde diyarbakır sokaklarında 6 yaşında bir çocuk kör bir kurşunla hayata gözlerini
yumuyordu. filistinli çocuklar için dünyayı ayağa kaldıran bir başbakanın ülkesinde çocuklar ölmeye devam ediyordu.

ama olsun devletin birliği, milletin tekliği, vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğü her şeyden önemliydi birileri için.

haa unutmadan çocuğun ismini de verelim de tam olsun. enes ata. yaşasaydı bugün 11 yaşında olacaktı.

o çocuğun o alanda ne işi var

mesudiye
efendim dün kadın da olsa çocuk da olsa gereği yapılır adlı bir başlık açmış 2006 yılında bu sözü başbakanın kullandığını belirtmiş bu sözün ertesinde ise enes ata’nın polis ya da asker kurşunu ile daha altı yaşında hayata gözlerini yumduğunu anlatmıştım.

gelen tepkilere baktığımızda "o çocuğun o alanda ne iş var" cümlesi dikkate alınmaya gereken bir cümle kanaatimce.

batıdan bakıp doğuyu idrak etmenin zorluğunu biliyorum. ya da doğuya önyargılarla gelip bir an önce gitmenin yollarını ararken doğuyu anlamanın yine imkansız olduğunu düşünürüm.

hal böyle olunca "o çocuğun o alanda ne işi var?" sorusuna bir cevap vermenin gerekli olduğu aşikar.

insanların meydanları yaşlarına cinsiyetlerine bakmaksızın doldurmasının bize anlattığı yegane şey şu ki; insanlar bir bütün olarak haklarının peşindeler. nedir bu haklar ki bir çocuğu bile meydanlara topluyor.

eşit, özgür bireyler olmayı sağlayacak haklar. anadilde eğitimden kendisiyle ilgili kendisi vermeye kadar aklınıza gelecek her şeyi düşünebilirsiniz.

o yüzden onun orada ne işi var bunun şurada ne işi var demek yerine sahip olduklarınızı düşünün ve aynı ülkede beraber yaşadığınız farklı unsurların farklılıkların köreltilmesi adına nelerden mahrum olduğunu idrak edin derim.

ayrıca "o çocuğun o alanda ne işi var" diyerek bir çocuğun ölümünü ne kadar küçümsediğinizin farkına varın.

hadi enes ata’yı böyle geçiştirdiniz. mizgin özbek, rozerin aksu, uğur kaymaz için ne söyleyeceksiniz?

o alanda olmayan köyünde odun toplayan lice’li ceylan önkol için ne diyeceksiniz. ne işi var odunla kömür mü yaksaydı diyeceksiniz.

yani diyeceğim o ki öyle ne işi var soruları sorarak olaya eleştirel baktığınızı zannederken duyarsızlaşmayın. bir çocuğun ölümü sebep ne olursa olsun sizin vicdanınızı harekete geçiremiyorsa kusura bakmayın ama tüküreyim ben o vicdana.

kurtuluş savaşı

mesudiye
tarihi kazananların yazdığını bildiğimizden inanmadığım önemsemediğim bir savaş. ki en büyük çelişki de yedi düvele karşı verildi algısı üzerine kurulması.

kurtuluş savaşında yunanlılar dışında kimseyle sıcak çatışma olmadığı aşikar. ki onlar da ingilizlerden beklediği destek kesilince direnmeleri mümkün olmamıştır. dolayısıyla yedi düvele karşı bir savaş yok ortada. dahası yedi düvelle anlaşmanın yolları aranmış baştan bu yana. ankara anlaşması, gümrü anlaşması, moskova anlaşması aslında yedi düvelle bir savaşın olmadığının kanıtlarıdır. ingilizlerin istanbulu işgali ise bir korkutma operasyonundan başka bir şey değildir. dünyanın en ücra köşelerine giden ingilizler anadoluya yerleşmeden istediklerini zaten almışlardı.

kurtuluş savaşıyla ilgili olarak inanması en zor olan şey ise bunun antiemperyalist bir savaş olduğu iddiası. birinci dünya savaşı zaten bir paylaşım savaşıydı bu paylaşım için savaşıp yenilen bir milletin antiemperyalist bir savaş yapması ise akla ziyan bir hadisedir.

antiemperyalist bir savaş olan kurtuluş savaşı!nda 1915’te yaşadıkları yerlerden sürülen ermenilerin topraklarına geri dönmemesi için müdafa-i hukuk cemiyetlerinin kurulduğu konusu ise bir başka entry konusu olduğu için burada değinmiyoruz.

pkk

mesudiye
her tepki bir etkilenimden dolayı verildiğine göre pkk’nin silahlı mücadelesinin gerisinde yatan nedenleri gözönüne almak gerekiyor.

bu yapılmadığı sürece, yani pkk’yı ortaya çıkara şartlar tartışılmadan ve bugün mücadele etmesini sağlayan sebepler sağlıklı bir şekilde çözüme kavuşmadan pkk’nin bitmesi mümkün gözükmemektedir.

her ne kadar türk silahlı kuvvetleri yaptığı her operasyonun ardından pkk’nin belini kırdığını iddia etse pkk için savaşacak can verecek bu insan kaynağı bu şartlarda tükenmez.

türkiyede yaşayan milyonlarca kürt bugün en temel haklarından mahrum yaşıyorken (başta anadilde eğitim) bu insanların kendileri için savaştığını söylediği bir örgüte katılmaları bu uğurda ölmeleri ya da öldürülmeleri şaşırılacak bir şey değil.

yani küfretmeyi bırakıp kendinize hak olan kürtlere yasak olan şeyleri bir düşünün. o zaman insanların karınlarının doymasının her şey olmadığını anlarsınız belki.

"ya işte ne güzel yaşıyorlar, her işi yapabiliyorlar" diyecek olanlara kürtlerin her şey olabildikleri konusunda katılarak destek verebilirim.

ama hatırlatılması gereken bir şey var kürtler kürt olmak istiyor. bu engellendiği, yok edilmek istendiği sürece pkk ya da başka örgütlenmelerin olduğuna şaşmamak gerek.

türklerin kürtlere yardıma koşması

mesudiye
90’lı yıllar boyunca yaşadığımız köyler, şehirler dar edildi bizlere. kimimiz yakılan bir köyün çobanı, kimimiz faili meçhulun eksik olmadığı şehrin sakiniydik.

bir ateş çemberi içinde yaşama tutunmak lazımdı. çocuklar babalarının öldürülmesine şahitlik ederken göç olgusunu tanıdı kürtler bir anda. binlerce yıllık tarihlerinde yaşadıkları onca acıya rağmen topraklarını terk etmeyen bir halkın torunları ya zorla göç ettirildi ya da kendi gitmek zorunda kaldı batıya doğru.

istanbul, izmir, adana, mersin, ankara, manisa ve diğer iller kürtleri tanımaya başladı. batı insanına göre türkçesi kötü tuhaf giyimli insanlar sarıyordu şehri. bir bakıyordu mersinli sabah uyandığında evinin yanında bir gecekondu ve içinde kürtler.

işte böyle bir ortamda kürtlere kucak açtı batıda türk komşuları. yeni gelen bu insanları kendi bünyesine katmakta zorlanmadı türk halkı. bu toprakların tarihsel birikimine ters olurdu aksi davranış.

siz sanıyor musunuz ki bugün vandaki depremzedelere yapılan yardımdan küçük bir yardımdır yeni komşulara yapılan yardım.

evet yıllarca devleti eleştirdik. ama türk halkı hiçbir zaman kürtlere ırkçılık yapmadı birkaç kendini bilmezin dışında. dün yeni komşusuna sahip çıkan türk bugün vandaki depremzedeye de el uzatıyor. işin aslı bu.

aksi olsa kürtte elindeki verir. yıllardır bunu diyoruz sorun halklar arasında değil. sorun yok sayılan bir halkla onu öz kimliği ile kabul etmeyen devlet arasında. türklerin kürtlere yardıma koşması o yüzden hiç şaşırtmıyor beni.

bu bir savaş her iki taraftan da ölenler olur

mesudiye
bakıyorum söyleyen kişinin siyaset yaptığı yere göre tepki veriliyor yine. ne demesini bekliyorsunuz insanların. asker olunca şehit pkk üyesi olunca leş mi denilsin istiyorsunuz.

insan öldükten sonra üzerindeki üniformanın bir önemi kalmıyor. gençler kahrolası bir mayın, kurşun ya da başka bilmem neyle vurulup yere düştüklerinde maalesef ölü gençler oluyorlar.

asker ya da pkk üyesi, farketmiyor aslında cansız bir gencin bedeni ister asker olsun ister pkk üyesi anneler tarafından aynı şekilde hissediliyor. adına evlat acısı deniliyor bunun. bir annenin artık yaşamasının bir anlamı kalmıyor bu acıyı yaşayınca.

ne diyelim annelere sen asker anası senin oğlun kahraman, diğerine senin oğlun teröristti şimdi bir leş mi oldu diyelim.

yıllarca kürtlere haklarını vermemek için direnip bu acıları yaratanlar bugünde ölüler üzerinden nemalanarak acıyı derinleştirmek istiyorlar. savaş bitmesin diyorlar ve bu yüzden başkalarının da canının yandığını düşünmek istemiyorlar, dile getirene ağzına geleni söylüyorlar.

çünkü buna ihtiyaç var toplumdaki fakirliğin, eğitimsizliğin, sağlıksızlığın, adaletsizliğin derinleşmesi için savaşa ihtiyaç var.

bu yüzden de asker annesine senin oğlun kutsal bir ölü diyorlar. diğer taraftan bir vekil ölümün sadece bir yerde yaşanmadığını karşı tarafında acıları olduğunu dile getirdiğinde saldırmakta gecikmiyorlar.

evet bu bir savaş ve her iki taraftan ölenler var maalesef. ve bu gençler vurulup yere düştüklerinde üzerlerindeki üniformanın bir anlamı kalmıyor onlar ölü gençler oluyor. bıraktıkları acı da aynı.

evlat acısı...

bedelli askerlik

mesudiye
bir çeşit insan hakkı ihlali.

insan hakkı ihlali olması zengin fakir ayrımı olacağı için değildir. sorun bedelliyi bir haltmış gibi milletin önüne sunup vicdani ret hakkının yok sayılmasıdır.

askerliği bedelli ya da zorunlu hiçbir şekilde yapmak istemeyen insanları bir şekilde asker yapmanın anlamı yok. zaten vatan millet sakarya diyen binlerce vatan delisi var, hala vicdani ret hakkını tanımayıp bedellide ısrar etmek saçmalık.

ki bu devlet içtiğimiz sudan yediğimiz ekmeğe kadar vergi alıp aldığı bu verdiğinin önemli bir kısmını savunmaya aktarıyor zaten. madem beni korumak için vergi alıyorsan bu zorunlu askerliğe dur demek lazım artık ya da daha neyin bedelini istiyorsunuz.

fukara edebiyatı yapmak yerine gerçekleri görmek lazım.

nelson mandela

mesudiye
lideri olduğu anc bir zamanlar terör örgütü idi. mandela ise bir adada tutuklu bulunan bir terörist.

gün geldi herkes eteğindeki taşları döktü. gerçekler ortaya çıktı. artık mandela bir barış insanı, örgütü ise legal bir siyasi partiydi.

velhasıl kelam yarın kimin ne olacağı hiç belli olmuyor bu dünyada.

fay hatlarının varlık amacı

mesudiye
daha önce de söyledim sorgulayan nesli severim. her ne kadar başlığı açan mümtaz arkadaş amacının ilahi bir gücü sorgulamak olmadığını söylese de bu da mümkündür. bazen ilahi bir güce sorgulayarak da ulaşılabilir.

gelelim asıl konuya fay hatlarının amacına. bu konu da pek konuşmaya hakkım yok nitekim aldığım eğitim genel kültürüm buna müsait değil. ancak yaratanın merhameti fay hatlarından yola çıkılarak sorgulanacaksa buna bir şeyler demem mümkün olabilir.

efendim deniliyor ki bağışlaması bol rabbimiz kulunu bu kadar çok severken neden kuluna böyle bir felaket yaşatıyor. efendim bir laf vardır deprem öldürmez çürük bina öldürür. bakıyorsun deprem bölgesine çürük yapı çökmüş, aynı yerde sağlam yapı sağlam ya da can kaybı yaşanmayan bir şekilde hasarlı. bu durumda zalim olan "ol emriyle" depremi olduran rab mi yoksa daha fazla kazanma hırsıyla demirden çimentodan çalan kul mu.

bugün kimi ülkelerde neredeyse 10 şiddetinde depremler yaşanırken ölü sayısı birkaç kişi ile ifade edilirken sen ülkende 7 şiddetinde bir depremde binlerden bahsediyorsan bunun suçu sende mi depremde mi?

bugün statlar en kötü 9 şiddetinde depreme dayanıklı şekilde inşa edilirken evler neden ufak bir depremda güven vermez.

evet eğer bahsettiğimiz rab kuran ın bize bildirdiği rab ise, kuran yeryüzünün sallanmasının, yeryüzü üzerindeki canlıların (mesela arıların çiçeklerden bal toplamasını) allahı tesbihat olarak nitelendirir.bunlara inanmak zorunlu değil ancak kuran eksen bir inancınız var ise böyle felaketlerde rabbin merhametini sorgulamak yerine (ki sorgulayabilirsiniz de) çürük binaya sebep olanı sorgulamak çok daha doğru olur bence.

daha fazla kazanmak uğruna insanlara çürük evleri teslim edenleri, maun suresi ve tekasür suresi açıkça uyarıyor. ben müslümanım diyen bir mimar ya da müteaahit allah’ın uyarısını dikkate almıyorsa depremlerde yaşanılan can kaybı allah’ın suçu değil kulun yanlışıdır zannımca.

kürt damarı

mesudiye
atatürkün bize armağan etti cumhuriyetimiz için bir başka büyük tehlike. kürtçülerin uydurması.

biri yazılı bir kaynak getirsin desek yok. ne zaman damara sahip oldu lan bu kürtler. böreği kürtleştirdiler utanmadan damarları da kürtleştirmeye çalışacaklar. bunlar yarın öbür gün bakalım kürt ön adlı ne uyduracaklar merak ediyorum.

ama korkmuyorum bunlardan. ne kadar uğraşsalarda benim kürt kardeşlerimin vücudunda öz be öz türk damarı var.

nys

mesudiye
bugün berivanlar berivan olarak dağlarda süt sağamıyor, berivan dediğinde bir kürt kızına nüfus memuru berivanı geçmiyor kayda. berfinler kar üstünde açmadan eziliyor. olağanüstü hal bölge valileri mutlu bir şekilde sırıtırken, berfinin payına gözyaşı düşüyor.

uğur on iki yaşında on üç kurşunla can veriyor, ceylan odun toplarken kafasına havan topu düşüyor. mizgin sekiz yaşında, rozerin on üç yaşında, enes ise henüz altı yaşında düşüyor toprağa bir kurşunla. “kadın da olsa çocuk da olsa gereği yapılır” diyen devlet görevlilerinin olduğu bir ülkede kürt çocukları için gereği geciktirilmeden yapılıyor.

bizler hiçbir çocuğun yatağı çamurlu asker postalıyla kirletilmesin derken, çocuklar düşüyor teker teker toprağın kara bağrına cansız bedenleriyle.

vuruluyoruz dağların kuytuluk bir boğazında, vakitlerden bir sabah namazında, vuruluyoruz, hiç sorgusuz, yargısız...

korkuyorum bir kürt çocuğunun başına gelen benim de başıma gelir mi diye. bu yüzden 13 basamaklı merdivenden ağır ağır iniyorum düşmemek için. mesudiyeli mesutun dayanılmaz yalnızlığını yaşıyorum.

ne kadar dikkat etsem de, linç kültürünün piyonları buluyor insanı. işte böyle bir linçle karşı karşıya iken tanıyorum seni.

umudumu yitirmişken bir mesaj kendime getiriyor beni. aslında o kadar da yalnız olmadığımı hissediyorum. özlem duyduğum vicdanı buluyorum o mesajda. o mesajda ben seni tanıyorum.

sıradan bir sözlük macerasına anlam katıyorsun. tavsiyene uyuyorum şutlanmıyorum sözlükten, çünkü seninle iletişim halinde olmak bu topraklara dair umudumu güçlendiriyor.

senden üslup dersi alıyorum adeta, haklıyken haksız duruma nasıl düşülmeyeceğini öğreniyorum, sen fark etmeden senin yazdıklarını inceleyerek.

eğer geliyorsam bu sözlüğe ara sıra, buna neden olan iki kişi var hiç görmeden dost dediğim kendimce. işte bunlardan biri sensin, diğerini de biliyorsun zaten.

uzun lafın kısası iyi ki varsın, benim için en güzeli de iyi ki varlığından haberdarım.

seni baharmışsın gibi düşünüyorum,
seni diyarbekir gibi seviyorum…

kürtlerin türklerden daha az insan olması

mesudiye
şimdi başlığı görenler hemen çemkirip böyle bir şey yok diyebilirler. ancak bir şeye yok dediğinizde yok olmuyor, bir şeyin var olmasını sağlayan yasalar var iken sizin dil ile yok demeniz sadece kendinizi kandırmak oluyor.

bir laf vardır "insan haklarıyla insandır" şeklinde.

şimdi bakıyorum türke ve kürde. biri anadilde eğitim, bağımsız devlet, siyasal temsiliyet, toplumsal hakların her türlüsüne sahip iken kürd ancak ben kürdüm diyebilecek kadar hakka sahip.

bu durumda iki halkın eşit olduğunu iddia edebilmek için iflah olmaz bir sahtekar olmak gerekiyor.

haa pardon kürtler isterse, cumhurbaşkanı, başbakan, sanatçı sporcu ve daha bilmem ne olabiliyorlar değil mi?

ah bir de özgürce kürt olabilseler!

neden bekliyorsun?


bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?

üye ol