confessions
  1. toplam entry 76
  2. takipçi 1
  3. puan 7340

iran

mehmet volkan balbay
1979 öncesi, yani islam devrimi’nden hemen önceki yıllarda iran’ın çağdaş ve modern bir çehreye sahip olduğunu, islam devriminin ardından bu çağdaş yapısının yıkılarak, moderniteden hızla uzaklaştığı iddia edilmektedirler.

tabi bunlar söylenirken, islamî bir yönetimin sonuçlarının bu olduğu konusunda, anadolu insanını ikna çabaları yatmaktadır.

peki gerçekte iran’ın durumu nedir?

öncelikle, bu iddialarda çok ciddi ve kasıtlı bir çarpıtma yapılmaktadır. zirâ, iran devrimi yalnızca bir "islam devrimi" değildir. hatta bu devrimi "islam devrimi" olarak lanse etmek, islam’a yapılacak en büyük haksızlıktır.

bu gün, araştıranların da bilebileceği üzere, ayetullah ruhullah humeyni tarafından gerçekleştirilen ve adına ısrarla "iran islam devrimi" denilen mevcut "iran devrimi"nin içeriği, ilk başlarda şii mezhebi görüşlerini esas alan ve şeriat benzeri bir islam cumhuriyeti uygulamasıyken; daha sonraları tamamiyle bir şii diktatörlüğüne dönüşmüştür.

tarihin hiç bir döneminde şia mezhebi islam’ın temsilcisi olmamıştır. zaten şiilerin de böyle bir iddiası yoktur. ancak islam düşmanlarının ellerindeki en büyük koz, şia akidesine göre şekillenmiş olan iran şeriatını "islam şeriatı" olarak lanse etmek ve bunun üzerinden "sizlerin de sonu bu olur" korkusunu oluşturup insanların islam’a bakışını bulandırmaktır.

allah resulü dönemi, dört halife dönemi ve osmanlı dönemi’nde mevcut olan islam devlet modeliyle, devrim sonrası ortaya çıkan ve zamanla kemikleşen iran modeli arasında dağlar kadar fark bulunmaktayken; siz bu devrimin adına "islam devimi" diyemezsiniz... deseniz bile buna, yalnızca islam’ı bilmeyenleri inandırabilirsiniz.

hiçbir mezhep islam’ın temsilcisi değildir! mezhepler yalnız ve ancak dinin farklı yorumlarıdır ve müslümanlar kur’an-ı kerim’i esas alarak kendi yerlerini belirlerler.

demokratik islam

mehmet volkan balbay
konuya, demokrasi teriminin zaten fazlasıyla ütopik olan tanımından yola çıkarak başlayalım. demokrasi deyince: "beraber yaşamak için bir araya gelmiş insanların tamamının, yönetimde söz hakkı olması" durumu akla gelmektedir. bu yönüyle demokrasi ve islam terimlerinin bir arada kullanılması daha işin en başında saçmadır. çünkü islam, her şeyden önce yaratıcıya bağlılığı ve koşulsuz itaati emreder ve tanrı - kul ilişkisinde "demokrasi" kavramını koyabileceğiniz yer yoktur.

konuyu, müslüman - devlet ilişkisi üzerinden irdeleyecek olursak yine "demokrasi" kavramını koyabileceğiniz yer yoktur. çünkü kur’an-ı kerim’de yer alan nisâ suresi 59. ayette "allah’a, resulüne ve aranızdan kendilerine otorite emanet edilmiş olanlara itaat edin..." denilerek, demokratik beklentilerin önü kesilmiş ve ister "âkil insanlar" deyiniz, isterse "ulular meclisi" deyiniz, işinin ehli emir sahibi alimlere itaat etmek şart koşulmuştur.

tabi burada kimileri "bu akil insanları müslümanlar seçerse sorun kalmaz" diyebilir, ancak günümüz demokrasi anlayışı ile bu söylenilen aynı çizgide buluşmamaktadır. çünkü mevzumuzun "islamî" yani "din odaklı" bir yönetim olacağı gerçeği, demokrasi sisteminin ruhuyla uyum sağlamamaktadır.

tüm bunların yanında, hiç bir ülkenin homojen olmaması ve din olarak islam’ı seçenlerin de, aynı düşünce ve ruh dünyasına sahip olmaması, demokratik bir sistemin islam içinde geçerli olamayacağını ortaya koyar. islam gibi, bir otoriteye bağlılığı isteyen dini, demokrasi sistemine zorlamak; ya islam’ın kendi öz değerlerinden ödün vermesiyle ya da demokrasiye yeni bir don biçilmesiyle sonuçlanacaktır. en nihayetinde ne islam, islam olarak kalacak, ne de demokrasi demokrasi olarak devam edebilecektir.

özetle, "demokratik islam" kavramı içi boş, hamasi bir söylemden öte değildir. bununla beraber ne islam insan fıtratı için zor ve yaşanmazdır; ne de demokrasi insan için biçilmiş kaftandır. her şeyden önce islam’ı ve öncelediklerini iyi anlamak, islam hakkındaki yanlış inanışları yıkacak ve "demokratik islam" gibi boş hülyaların peşinde koşturmayı bıraktıracaktır. aynı şekilde "demokrasi" denilen sistem, getirileri ve götürüleriyle tam olarak değerlendirilebilse, toplumların nihai kurtuluş reçetesinin de bu olmadığı görülecektir.

fikir yobazı

mehmet volkan balbay
kendi düşüncesini "tek doğru" kabul eden, buna karşılık diğer tüm düşüncelere alıcılarını kapatan tiptir.

sağcısı, solcusu, milliyetçisi, dinlisi, dinsizi her cenahtan bu tip insanlarla karşılaşma olasılığınız mümkündür. önemli olan onların despotluklarını ortalığa kusmaları değildir; asıl önemli olan, sizin o kusuntuya nasıl karşılık verdiğinizdir. sizinle onları ayıran en önemli ayıraç ise budur.

milli hafıza

mehmet volkan balbay
insan, yapısı gereği "tek başına" yaşamını sürdürebilen bir varlık değildir. o, gerek maddi ihtiyaçları nedeniyle gerekse manevî - duygusal gereksinimlerinden ötürü kendisi dışında insanlara da muhtaçtır. bu muhtaçlık önce arkadaşlığı, sonra aileyi, ardından sülaleyi ve en sonunda milleti meydana getirir.

"millet" kavramı, "halk" kavramından farklıdır, farklı olarak algılanmalıdır. millet; geçmişten gelen maddi ve manevi bağların bağlayıcılığıyla birbirine kenetlenmiş, bir kaç yönüyle homojen en büyük insan topluluğudur ve bu büyük topluluk, kendi içinde ve tarihsel süreçte çok ciddi bir "milli hafıza" meydana getirir.
milli hafıza, gelenek ya da kültür ile karıştırılmaması gereken; tüm bu kavramları da içine alan kapsamlı bir kavramdır. milli hafıza; olumlu - olumsuz, bilinç altına itilen ya da daimi olarak akılda tutulan tüm yaşanmışlıkları, deneyimleri, tespitleri ve çıkarımları ifade eder.

milli hafıza; milletin yaşam kaynaklarından birisi hatta en önemlilerinin başında gelenidir. yeni neslin sağlıklı ve uyumlu olabilmesi için gerekli ve geçerlidir. aynı hataların tekrar edilmemesi adına önemlidir.

elbette "milli hafıza" derken, körü körüne saplanıp kalınan bir "gelenekçilik" anlayışından ya da törel yaşamı genel geçer kabul eden zihniyetten veya bilimi reddeden iptidai anlayıştan bahsetmiyoruz. zirâ bunlar, kelimenin en doğru anlamıyla "yobazlık" ve "kokuşmuşluk"tur. "milli hafıza" ise tüm bu amiyanelikten uzak ve bu tarz katı-köktenci anlayışları "bir daha yaşanmaması gereken olumsuz deneyimler" olarak içinde "ibret vesikası" adına tutan canlı ve yenilikçi bir birikimdir.

bugün dünyanın tüm âkil milletleri, kendilerine ait "milli hafızalarını" koruma gayreti içerisindedirler. milli kütüphaneler ve milli müfredatlar ile bu korumanın uzun süreli olması çabasındadırlar. bu yönüyle maalesef ülkemiz, bu ülkelerin bir kaç adım gerisinden gitmektedir. elbette bu gerilemenin temelinde, bir dönem yaşanan "milli hafıza"yı silme çabaları büyük yer tutmaktadır.

bugün türkiye’de, kendi öz milli hafızasının temellerini oluşturan "orta asya" ve özellikle de "selçuklu - osmanlı" bakiyesi olan yazılı ve sözlü eserler, özellikle bu toprakların evlatları olan anadolu gençlerine, sağlıklı ve tarafsız bir mahiyette verilmemektedir. bu, milli hafızanın yeni nesle aktarılamaması demektir. milli hafızadan habersiz gençler maalesef; ruh ve manâ köklerimize zıt, tamamıyla dünyayı baz alan sefilâne malumat kırıntıları ile zehirlenmektedirler. sonuç olarak, gerek kendi iç dünyasında hedefini belirleyememiş ve haliyle mutluluğu yakalayamamış, gerekse çevresindekilere mutluluğu haram eden, insan bozması varlıklar yetişmektedir. dünün bu tiplerinden, bugün biraz olsun aklı başına gelenler bile, ülkenin gençlerinin şu an içinde bulunduğu derbeder halden şikayet eder durumdadırlar.

bu derbederlikten kurtulmanın yolu ise, milli hafızamızı oluşturan yazılı ve sözlü kaynaklarımıza -profesyonel- bir şekilde sahip çıkmaktır. bu yönüyle, piyasada sesi - soluğu duyulmayan ve maalesef bazen "garip" olarak niteleyeceğim çıkışlarıyla güven kaybetmeye devam eden "türk tarih kurumu" ve "türk dil kurumu"na çok iş düşmektedir. politik kaygıları bir kenara bırakıp, özellikle çocuklara ve gençlere hitap edecek her tür evet her tür yazılı ve sözlü yöntemi kullanarak; milli hafızayı diri tutma ve yeni nesle aktarma işini üstlenmelidirler.

elbette yalnızca dil ve tarih kurumu bu iş için yeterli değildir. bu gün "istihdam problemi" yaşayan dil ve tarih fakültelerinin en başta öğretim görevlileri olmak üzere, asistan ve öğrencileri gerek el ele vererek gerekse münferit çalışmalarla "milli hafızanın yeni nesle aktarımı" konusunda çeşitli faaliyetlerde bulunmalıdırlar. bu konuda, güzel sanatlar fakültelerimize de büyük vazifeler düşmektedir.

üniversitelerin bu konudaki çalışmaları bir yana, özellikle sivil toplum kuruluşlarından, milli değerlere sahip çıkma kaygısını taşıyanların; milli hafızayı aktarma adına faaliyet gösteren sinema, tiyatro, sergi, gezi ve folklor gibi konularda sponsor olmaları ve bu alanda yazılacak olan roman, hikaye, çizgi roman gibi eserlere maddi - manevî sahip çıkmaları çok önemlidir.

mağaza kabinleri

mehmet volkan balbay
kıyafet değişimi için mağazaların sağladığı korunaklı kabinlerdir.

bu zamana kadar dört başı mâmur olanı görülmemiştir. ya çok dar olurlar, ya da fazla geniş... ya konulan terlik küçüktür, ya da kıyafet rahat değiştirilsin diye konulan plastik mazgal leş gibidir... kimi kabinlere kapı yerien perde asılmıştır fakat perdenin ebatları kapıya bir türlü uymaz... kiminin de kapısı vardır ancak kapatabilene olimpiyat madalyası verilse yeridir. hasbel kader kapananı ise açmak çok güçtür zirâ ya kilit arızalıdır ya da kapı kolu yoktur.

ne mutlu işinin ve müessesesinin hakkını veren insanlara.

anal seks

mehmet volkan balbay
islam’ın ana kaynağı kur’an-ı kerim’dir. insan eğitimi ve yönetiminin yalnızca yazılı kaynaklara dayandırılamayacağı gerçeğinden ötürü kur’an-ı kerim belirli konular dışında bir çok konuya kesin hükümler getirmemiş; bunun yerine çözümü allah resulünün meşveretli uygulamalarına, sahabenin meşveretli kararlarına ve alimlerin meşveretli içtihatlarına bırakmıştır.

"nezle" gibi basit bir rahatsızlıkta bile uzmanından yardım istenirken, insan yaşamını çok ciddi alakadar eden ve ölümden sonrası için insanı tedirginliğe sevk eden konularda neden hep "ağza gelen söylenir" anlaşılmaz! insana dair konular bu kadar hafife alınabilir mi?

öncelikle bu konuyla alakalı kur’an-ı kerim’e bakmalıyız. kur’an-ı kerim’de "bakara suresi 223. ayet" bu konuyla ilgili bilgiler barındırmaktadır:

"kadınlarınız sizin tarlalarınızdır; tarlanıza dilediğiniz şekilde yaklaşın, ama önce kendi ruhlarınız için bir hazırlık yapın. allah’a karşı sorumluluğunuzun bilincinde olun ve bilin ki, o’na mutlaka kavuşacaksınız. ve sen de ey peygamber, imana erişenleri müjdele."

bu ayette geçen "tarla" vurgusu nedeniyle, islam alimlerinin ekseriyeti "kadınlara dilediğiniz şekilde yaklaşın" emrini "vajinal yoldan istenilen şekilde ilişki kurulması" olarak anlamış ve ifade etmişlerdir. malumunuzdur ki "tarla", "ekilen ve ürün veren yer" anlamına gelmektedir. durum böyle olunca ayetteki kastın "vajina" olduğu; "dilediğiniz şekilde yaklaşma" kastının ise, "cinsel ilişkinin tek bir şekle hapsedilmemesi" olarak algılanmıştır.

hadislerde de -sorulan sorular karşısında- bu konu ele alınmış ve "anal seks" allah resulü tarafından -hikmetleri açıklanarak- yasaklanmıştır.

o değilde... "anal seks"i haram kıldığı için islam’a ve allah resulüne sataşanların düştükleri bir çelişkiyi gözler önüne sermek istiyorum:

hani peygamber şehvetine düşkün birisiydi?

hani müslümanlar için "uçkur" çok önemliydi?

hani islam "erkek egemen" bir dindi ve kadınlara zulmediliyordu?

eğer, allah resulü başta olmak üzere, sahabe ve islam uleması uçkur düşkünü, ehl-i keyf insanlar olsaydı -hele ki kimsenin tıbben araştırma imkanının olmadığı o eski dönemlerde- bu "anal seks" denilen olayın tadını çıkarırlardı!

demek ki neymiş? anladın sen onu!

ilyas salman

mehmet volkan balbay
iki sene üst üste izmir kitap fuarında kendisiyle tanışma fırsatı buldum. yüzüne kondurduğu zoraki gülümseme ile etrafına gülücükler saçıyor ve "türk solu" dergisinde yazdığı makalelerden derleme kitaplarını imzalıyordu. bir kitap da benim ve eşim adına imzaladı. şunları yazmış bana uzattığı kitaba:

"sevgili arkadaşım volkan’a, insan onuruna yaraşır bir yaşam dileğiyle. sizin ilyas. imza"

kitabın imzaladığı kısmında "kitabın geliriyle aydınlarımıza mum alınacaktır" diye bir not düşmüş yayınevi. manidar bir söz... aydınlar ve mum..

yazdığı yazıdaki "sizin ilyas" vurgusu çok önemli... yıllardır içinde barındırdığı "halka mâl olma - halk tarafından benimsenme ve sahiplenilme" açlığının bir göstergesi bu...

kitabını okudum mu? elbette! kitabın adı "kırmızı beyaz"... bir kaç şiir ve kesik kesik düşünce helezonlarından oluşan makalelerin bir derlemesi. kitabın büyük bir kısmında "kendisini ispat" çabasında. neden solcu olduğunu anlatıyor... geri kalanında ise klasik solcu söylemlerini ard arda sıralıyor. o kadar...

kendisine karşı sevgi beslemediğim gibi, nefret de etmiyorum... fikirlerinden ötürü insanlardan nefret etmeyi bırakalı çok oldu. ötekileştirdiklerine savurduğu hakaretleri ise "nezaketten nasibi olmamış, yazık" düşüncesiyle sineye çekiyorum.

ilyas salman, seksen doğumlular için aslında aynen kemal sunal ve şener şen gibi bir komedi ustasıdır. televizyonların ve "betemaks" marka video oynatıcılarının tüm evleri sardığı o dönemlerde, videokaset seçiminde ciddi bir etkiye sahipti... hakkını yemeyelim, güldürmeyi de, ağlatmayı da bilirdi...

ilyas salmanın belki de çoğu kişi tarafından bilinmeyen en önemli özelliği "müzmin bir muhalif" olmasıdır. o okuduğum kitabında solcusunda, atatürkçüsüne bir çok portreyi de, kaba üslubuyla yerden yere vurmayı ihmal etmiyor... yani sıkıntısı herkesle...

kabul edin ya da etmeyin, kendisini bir türlü kurtaramadığı bir saflığı var... evet evet saflık! temizlik anlamında değil... uyanık olamama anlamında... zaten uyanık olsaydı, dönemdaşı ve akranı olan diğer sanatçılar gibi o da "kapitalizmin nimetlerinden yararlanabilirdi..." gerçi bu sene yaptığı atılımla o da bozdu kapitalizm orucunu! malumunuz, "akasya durağı" isimli dizide oynuyor artık...

ilyas salman... ne denirse densin o, bu ülkenin bir rengi... bir sesi... bizim belki de farkında olmadığımız bazı önemli şeyleri seslendiren bir misyon adamı! sağıyla, soluyla kavgalı saf-dürüst bir adam! bilmediği konularda da atıp tutmasa elbette daha iyi olacak ama belli ki derdi var! bırakın konuşsun, söylesin, yazsın... bizim ondan, onun bizden alacağı şeyler vardır... kim bilir?


ibadet

mehmet volkan balbay
zamanın yıpratıcı ve eritici tesiri altında, ruhunu ve anlamını yitirerek bir folklor oyununa dönüştürülmüş olan bir zamanların ilahî terbiye sistemidir ibadet.

yaşama ve dine dair her konunun ana kaynağı olan kur’an-ı kerim’in, ibadetler ile ilgili ayetleri tetkik edildiği vakit görülmektedir ki; her ibadetin çıkış noktası insan, varış noktası ise allah’tır.

bugün, çıkış noktası unutulmuş ve yalnızca varış noktasına hapsedilmiş olan ibadetler; kelimenin tam anlamıyla körlüğe, sağırlığa ve ruhsuzluğa bürünmüş - mahkûm edilmiş durumdadır.

vaktinden, malından ve bedeninden bir miktarını; sanki "allah’a lütfediyormuşçasına" saygısız ve ruhsuz kalıplar halinde sunmaya teşne edilen ibadet; günümüz insanının gerek yaşamına, gerekse anlayışına hiç bir katkıda bulunmamaktadır. tam da bu sebeple, âbid ve zâhid görünümlü birçok insanı; ya dedikodu bataklığında debelenirken, ya yalancılığın bayraktarlığını yaparken ya da faiz benzeri mel’unlukları sinsi sinsi işlerken yakalayıveriyorsunuz. işin daha üzücü tarafı ise, suçüstü yakalananların hemen hepsinin "ne yapalım biz de insanız" bahanesine sığınmalarıdır. oysa bu zavallıların hal-i hazırdaki perişan durumları "insan" olmalarıyla değil; "islâm" olamamalarıyla açıklanabilir! ah bir de bunu kendileri anlayabilseler...

ibadet, yalnızca allah’ın rızasını kazanmak adına yapılan ritüeller bütünü değildir. ne, kur’an-ı kerim bizlere ibadeti böyle tanıtır; ne de islâm’ı en güzel şekilde temsil edenler ibadetleri bu şekilde yaşamıştır. ibadet, allah rızasını kazanma adına insanın kendisini çeşitli yollarla terbiye etme sistemidir. bu yönüyle namaz; insana saygıyı, tevazuu, alçak gönüllülüğü öğreten; vaktini kullanmayı ve kendisini programlamayı gösteren müthiş bir terbiye sistemidir.

namazı; putperestlerin kendi uydurdukları sanemler önünde rükû ve secde görüntüsü vermeleri gibi; hava boşluğuna karşı eğilip doğrulmak olarak algılayan sığ ve basit insanlar, tam da bu yüzden kıldıkları namazlardan zerre kadar nasiplenemezler. o yüzden bu tiplerin, seccadeye ve tespihe verdikleri değerin onda birini, insanlara ve onların haklarına vermediklerini görürsünüz. kendilerini; seccadenin üstünden, öz kardeşlerinin etini yeme işine zar-zor atan bu yamyamların, islâm toplumu içinde tam bir fitne kaynağı oldukları yadsınamaz bir gerçektir.

aynen namaz gibi; oruç, haç, zekât için de bu tip ruhsuzluk örnekleri çokça sıralanabilir. tüm ibadetleri, asli mecralarından kopararak onları yalnızca allah rızasını kazanmaya yönelik ritüeller bütünü olarak görmek, islâm’ı ve onun peygamberini anlayamamaktan öte bir şey değildir.

insanın, yaşamına olumlu yönde farklılıklar katmayan; onu, maddi ve manevi bir terbiye ile yüceltmeyen; ondaki merhamet, şefkat ve paylaşma duygularını geliştirmeyen hal ve hareketlerin "ibadet" olarak nitelenmesi... ya cehaletten doğan boş bir avuntu ya da ihanetten ileri gelen bir atımlık kurşundur. ve unutulmamalıdır ki, o habis kurşun, dönüp dolaşıp elinden çıktığı kişiyi muhakkak vuracaktır!

zekat

mehmet volkan balbay
kur’an-ı kerim’de "iman" ve "namaz"dan sonra en çok zikredilen ve emredilen ibadet. sosyal adaleti sağlama adına güzel bir girişim.

adama sorarsınız:

_ öğlen namazı kaç rekat?

hiç düşünmeden söyler:

_ on rekat!

dersiniz ki:

_ be birader öğlen namazı "dört" rekat değil mi? "on" nereden çıktı?

daha siz sözünüzü bitirmeden:

_ sünnetleri de kılmak lazım a canım! onları neden ayırıyorsun? deyiverir... susakalırsınız!!!

namaz konusunda farz - sünnet diye ayırmadan "on" diyen ve bunu savunan aynı insana sorarsınız:

_ zekat miktarı ne kadardır?

cevap verir:

_ kırkta bir...

dersiniz ki, yahu namazda farzı-sünneti ayırmadan "on" dedin iş paraya gelince kırkta "bir" e indin, bu ne işdir? allah resulü hayatının hangi döneminde kırkta bir zekat vermiştir? ya hz. ebubekir? peki ya hz. ömer, osman, ali, muaz bin cebel, mus’ab bin ümeyr.........

namazda sünneti savunan -sözüm ona katışıksız müslüman- iş zekata, fitreye, sadakaya, allah yolunda infak etmeye gelince "lâl" kesilir!

ey insanoğlu, senin şeytani dehân karşısında saygıyla eğiliyorum...

pozitif ateizm

mehmet volkan balbay
ateizm kendi arasında pozitif ve negatif ateizm olarak ikiye ayrılır. pozitif ateizm, tanrı inancının saçma olduğunu, tanrının var olmadığını ispat etmeye uğraşan; bu uğurda çeşitli iddia ve teoriler ortaya atan ateizm koludur.

gariptir, kur’an-ı kerim’de pozitif ateistler hiç muhatap alınmaz. daha çok "negatif ateizm" ve "şirk" üzerine gidilir. aslında kur’an-ı kerim’de ki bu yaklaşım tarihsel süreç ile muhteşem bir uyum göstermektedir. zirâ bilinmektedir ki, insanlık (en azından tarihi açıdan kayıt altına alınmış olan kısmı) her ne şekilde olursa olsun bir "yaratıcı" makamın varlığına hep inanmıştır. pozitif ateistler ise tarihin her devrinde, onca mücadelelerine ve görünüşte bilimsel olan argümanlarına rağmen hep marjinal kalmaya mahkum olmuşlardır.

bilim adamlarının içinde "pozitif ateist" olarak gösterebileceğiniz çok az sayıda isim vardır ve bunların hemen karşısında ve bunlardan daha fazla sayıda "yaratılış" inancına sahip bilim adamları her dönem mevcut olmuştur. elbette ne ateizm adına ne de yaratılış inancı adına bu hiç bir şeyi kanıtlamaz, fakat bilim dünyasında bir fikir birliğinin olmadığını bilmek sanırım iyi bir şey.

londra’da yapılmış olan bir eylemden bahsetmek istiyorum sizlere. 2009 yılında bir grup pozitif ateist ceplerinden çok ciddi paralar harcayarak bir eyleme giriştiler. dönemin gazeteleri bu eylemi tüm dünyaya duyurmuştu. ne mi yaptılar?

londra’da bulunan tüm otobüsleri kiralayıp üzerine şu yazıyı yazdırdılar: "there’s probably no god. now stop worrying and get on with your life." yani "muhtemelen tanrı yok. endişelenmeyi bırak ve yaşamaya bak!"

burada iki garipliği fark etmişsinizdir. ilki, tanrının yokluğunu "ihtimal" dahilinde sunmaları... elbette ateistlerin buna "canım alaycı bir tavırdı o..." gibi açıklamaları oldu ama bizim oraların bir sözü vardır: " kurban olduğum allah, kendi elleriyle kendilerini ele verdirdi." derler. ne güzel demiş sivas’lı atalarım değil mi?

bir diğer mesele ise tanrının varlığını bir "endişe kaynağı" ve "hayatı zehir eden" bir unsur olarak görmeleri. aslında bu söz, pozitif ateizm başta olmak üzere tüm ateizm çeşitlerinin ve türevlerinin bilinç altını ortaya koyması açısında çok kıymetli... mesele, tanrının varlığı değil... mesele; tanrının varlığını, sorumlulukların ağırlığı altında ezilmenin kaynağı olarak görmek. diğer bir deyişle: "kahrolsun tanrı, yaşasın özgürlük"

iyi de, senin sınırın ne? aklın mı? kalıtımın ve çevrenin şekillendirdiği, kimi zaman duygularının kimi zaman çıkarlarının tesirinde kalan aklın mı?

türk sorunu

mehmet volkan balbay
gerek ülke sınırları içinde, gerekse yurt dışında yaşayan türk’lerin; zihin dağınıklıklarından ve hedef belirsizliklerinden ötürü ortaya çıkan sorundur ve bu yönüyle aslında "kürt sorunu"ndan çok da farklı değildir "türk sorunu"... zirâ her iki sorunlu kesim de, çözümsüzlüğü körükleme konusunda yarışmaktadırlar.

pekî nedir türk sorunu?

türkiye’yi kendi öz vatanı kabul edip, benimseyip; kürtleri ise bu ülkenin misafirleri, sığıntıları olarak görmektir türk sorunu...

türküyle, kürdüyle ve diğer ırklarıyla tüm anadolu insanını bir bütün olarak görememektir türk sorunu...

kürtleri, "bu adamlara rahat batıyor" cümlesiyle değerlendirip, yaşadıkları zorlu ve sıkıntılı yaşamı görmezden gelip, onları kaderleriyle başbaşa bırakmaktır türk sorunu...

taşeron örgüt pkk ile, tüm kürtleri yargılamaktır türk sorunu...

ilkokula kadar girmiş olan ingilizceye duyarsız kalmak, ancak kürtçeyi duyduğunda tüyleri diken diken olmaktır türk sorunu.

yabancı dil ile eğitim yapan üniversiteleri görmezden gelmek, ancak anadilde eğitim yapmak isteyen kürtleri hain ilan etmektir türk sorunu...

"çanakkale cephesinde ve istiklal savaşının diğer cephelerinde türk - kürt omuz omuza savaştık" demekle iş bitmiyor! bu söylemi, dilden fiile geçirmek lazım..! "kürt sorunu" derken birazda bunları düşünün lütfen...

yaftalama heveslisi olanlara peşinen küçük bir not:

ne kürdüm, ne türküm, ne çerkezim ne de başka bir ırktanım! ırkçılık güden zavallıların oyununa kapılmayacak kadar -çok şükür- akıl sahibiyim.

atam hz. adem, o hangi ırktan ise ben de o ırktanım... o kadar.

kendimin seçemediği bir özellik için (türk, kürt, çerkez, laz) ne sevinirim, ne de üzülürüm..

kün feyekün

mehmet volkan balbay
birazdan beraberce inceleyeceğimiz ayetlerden de anlayacağınız üzere "kun feyekun" yani "ol der oluverir" tabiri kur’an-ı kerim’de yalnızca "bir anda oluşlar" için kullanılmamış, belirli aşamaların ardından gerçekleşen oluşlar - yaratışlar için de kullanılmıştır.

aşağıda vereceğimiz ayetlerden özellikle ikisi, konuyu en güzel şekilde açıklar ve özetler mahiyettedir. öncelikle, ali imran suresi 59. ayet incelendiği vakit, burada hz. adem’in topraktan var edilme süreci anlatılır ve sonrasında iş "hayat verme" konusuna geldiğinde "ol dedik oluverdi" denilir.

yine meryem suresi 35. ayet incelendiğinde, hıristiyanların ve yahudilerin allah’a "oğul" isnat etmesine karşı çıkış, "allah, ol der o da oluverir" sözü üzerinden yapılmaktadır.

bu iki ayetten anlaşılan şudur:

allah, şahsının ve makamının gereği, bir işi bizzat kendisi yapmak zorunda değildir. hizmetkar olarak yarattığı meleklerine (ademin topraktan şekillendirilme süreci) ya da cansız varlıklara (fussilet suresi 11) emretmesi yeterlidir. ancak meleklerin ve diğer yaratılmışların haddini aşan ve ancak allah’ın hükümranlığında olan konularda, örneğin "hayat verme" konusunda, işi bizzat allah yapmaktadır. allah’ın bu işi yapması ise sadece: "ol der oluverir" kolaylığındadır. allah için yorulmak, zorluk, meşakkat yoktur.

şimdi ayetler:

bakara suresi 117. ayet: "göklerin ve yerin yaratıcısı o’dur. bir şeyin olmasını istediğinde ona sadece "ol!" der -ve o şey hemen oluverir."

ali imran suresi 47. ayet: "meryem, -ey rabbim!- dedi, -bana hiçbir erkek dokunmadığı halde nasıl oğul sahibi olabilirim?- melek cevap verdi: -işte öyle! allah dilediğini yaratır; bir şeyin olmasını istediğinde sadece "ol!" der -ve o (şey hemen) oluverir.-"

ali imran suresi 59. ayet: "allah katında isa’nın durumu âdem’in durumu gibidir ki, allah onu topraktan yarattı ve sonra "ol!" dedi; insanoğlu böylece oluverdi."

enam suresi 73. ayet: "o’dur gökleri ve yeri derunî bir hakikate göre yaratmış olan. o ne zaman "ol!" dese emri derhal yerine gelir ve mahşer borusu çalındığı gün hükümranlık yine o’nun olacaktır. o, yaratılmışların idraklerini aşan şeyleri de, onların duyuları veya akılları ile kavrayabileceklerini de bilir. yalnızca o’dur gerçek hikmet sahibi, her şeyden haberdar olan."

nahl suresi 40. ayet: "biz, ne zaman bir şeyin olmasını istesek, ona sadece "ol!" deriz -ve o şey hemen oluverir."

meryem suresi 35. ayet: "bir oğul edinmek allah’a asla yakıştırılamaz; sınırsız yüceliğiyle o böyle bir şeyin üstünde, ötesindedir! o bir şeyin olmasına hükmettiği zaman, ona yalnızca "ol!" der -ve o şey hemen oluverir!"

yasin suresi 82. ayet: "bir şeyi dilediğinde o’nun buyruğu, sadece "ol!" demektir, hemen oluverir..."

mü’min suresi 68. ayet: "hayat veren ve ölüm dağıtan o’dur; bir şeyin olmasını istediğinde ona sadece "ol!" der -ve o şey hemen oluverir."

acele karar vermek

mehmet volkan balbay
doğuracağı sonuçları hesap etmeden, hızlı bir şekilde fikri sabitlemek.

köyün birinde yaşlı bir adam varmış. çok fakir... ama kral bile onu kıskanırmış. öyle dillere destan bir beyaz atı varmış ki... kral at için ihtiyara neredeyse hazinesinin tamamını teklif etmiş ama adam satmaya yanaşmamış... "bu at, bir at değil benim için. bir dost. insan dostunu satar mı?" dermiş hep...

bir sabah kalkmışlar ki, at yok...

köylü ihtiyarın başına toplanmış:"seni ihtiyar bunak! bu atı sana bırakmayacakları, çalacakları belliydi. krala satsaydın, ömrünün sonuna kadar beyler gibi yaşardın. şimdi ne paran var, ne de atın"demişler.

ihtiyar: "karar vermek için acele etmeyin" demiş. "sadece at kayıp" deyin. çünkü gerçek bu. ondan ötesi sizin yorumunuz ve verdiğiniz karar. atımın kaybolması, bir talihsizlik mi, yoksa bir şans mı, bunu henüz bilmiyoruz. çünkü bu olay henüz bir başlangıç. arkasının nasıl geleceğini kimse bilemez.

köylüler ihtiyara kahkahalarla gülmüşler.

aradan 15 gün geçmeden, at bir gece ansızın dönmüş... meğer çalınmamış, dağlara gitmiş kendi kendine. dönerken de, vadideki 12 vahşi atı peşine takıp getirmiş.

bunu gören köylüler toplanıp ihtiyardan özür dilemişler. babalık demişler. sen haklı çıktın. atının kaybolması bir talihsizlik değil adeta bir devlet kuşu oldu senin için. şimdi bir at sürün var.

karar vermek için gene acele ediyorsunuz demiş ihtiyar. sadece atın geri döndüğünü söyleyin. bilinen gerçek sadece bu. ondan ötesinin ne getireceğini henüz bilmiyoruz. bu daha başlangıç... birinci cümlenin birinci kelimesini okur okumaz kitap hakkında nasıl fikir yürütebilirsiniz?

köylüler bu defa açıktan ihtiyarla dalga geçmemişler ve içlerinden bu herif sahiden gerzek diye geçirmişler.

bir hafta geçmeden, vahşi atları terbiye etmeye çalışan ihtiyarın tek oğlu attan düşmüş ve ayağını kırmış. evin geçimini temin eden oğul şimdi uzun zaman yatakta kalacakmış.

köylüler gene gelmişler ihtiyara... bir kez daha haklı çıktın demişler. bu atlar yüzünden tek oğlun bacağını uzun süre kullanamayacak. oysa sana bakacak başkası da yok. şimdi eskisinden daha fakir, daha zavallı olacaksın demişler.

ihtiyar siz erken karar verme hastalığına tutulmuşsunuz diye cevap vermiş. o kadar acele etmeyin. oğlum bacağını kırdı. gerçek bu. ötesi sizin verdiğiniz karar... ama acaba ne kadar doğru? hayat böyle küçük parçalar halinde gelir ve ondan sonra neler olacağı size asla bildirilmez.

birkaç hafta sonra, düşmanlar kat kat büyük bir ordu ile saldırmış. kral son bir ümitle eli silah tutan bütün gençleri askere çağırmış. köye gelen görevliler, ihtiyarın kırık bacaklı oğlu dışında bütün gençleri askere almışlar. köyü matem sarmış. çünkü savaşın kazanılmasına imkan yokmuş, giden gençlerin ya öleceğini ya esir düşüp köle diye satılacağını herkes biliyormuş.

köylüler, gene ihtiyara gelmişler.! gene haklı olduğun kanıtlandı demişler. oğlunun bacağı kırık, ama hiç değilse yanında. oysa bizimkiler belki asla köye dönemeyecekler. oğlunun bacağının kırılması, talihsizlik değil, şansmış meğer.

siz erken karar vermeye devam edin demiş, ihtiyar. oysa ne olacağını kimseler bilemez. bilinen bir tek gerçek var. benim oğlum yanımda, sizinkiler askerde... ama bunların hangisinin talih, hangisinin şanssızlık olduğunu sadece allah biliyor.

büyük al seneye de giyersin

mehmet volkan balbay
fakir edebiyatının baş yapıtlarındandır.

ne tutumluluğu gösterir, ne de makul bir harekettir. bir sene boyunca üzerine büyük gelecek ve dolayısıyla rahatsızlık verecek bir kıyafeti ya da ayakkabıyı bir çocuğa - insana kullandırtmak tek kelimeyle zulümdür. arkadaş ortamında alay konusu olması da çabasıdır.

peki olması gereken nedir?

ya, ekonomik gücün kadar çocuk yapacaksın! ya da ne yapıp edip o çocuğun ihtiyaçlarını -en azından gerekli olanları- olması gerektiği gibi karşılayacaksın.

hiç düşündünüz mü, neden bir ya da iki çocuk sahibi olanlar maddi yönden durumu iyi olanlardır? üç çocuk üzeri olanlar da, neden kıt kanaat geçinenlerdir? kader mi bu? yapma lütfen! allah akıl vermiş kullan diye... akıl diyorum akıl!

kur an ı kerim çevirileri ve türkiye

mehmet volkan balbay
kur’an-ı kerim’i en doğru şekilde anlayabilmek ve haliyle kur’an-ı kerim’e göre yaşamı kurgulayabilmek için; kur’an-ı kerim’de yer alan kavramları çok iyi anlamak ve tanımlamak gerekmektedir.

bu kavram tanımlama işini ise, dört esası gözden kaçırmadan yapmak gerekir:

1. ilk olarak hedeflenen kavram; kur’an-ı kerim’in tamamında, hangi anlamlara gelecek şekilde kullanılmıştır? işte bunun çok iyi araştırılması ve kağıda dökülerek incelenmesi gerekmektedir.

2. hedeflenen kavram, tarihsel süreçte hangi anlamlara gelecek şekilde kullanılmıştır? kavramın, eskiden yeniye doğru hangi değişimlere uğradığını anlamak, onu doğru şekilde tanımlayabilmek ve kur’an-ı kerim’deki yerine oturtabilmek için çok önemlidir.

3. hedeflenen kavram günümüzde hangi anlamlarda kullanılmaktadır? incelenen eserin, kavramı kullanış amacıyla, aynı kavramın günümüzde kullanılış amacı aynı mıdır? değilse, kavram hangi sebeplerden ötürü anlam sapmasına ya da kaymasına uğramıştır? bu anlam değişimleri esere yansıtılmış mıdır?

4. hedef kavramın geçtiği ayetin - ayetlerin, öncesinde ve sonrasında sürdürülen konu içeriği de, kavramları tanımlama işleminin vazgeçilmez unsurlarındandır. hedeflenen kavramın geçtiği ayet hangi konuyu işlemektedir? ayetin öncesindeki ve sonrasındaki ayetlerde işlenen konular nelerdir? çevrilen kavram, o konular ile ilişkilendirilerek çevrilmiş midir? kavram, konunun ve anlatımın akışına uygun mudur ve kullanılan diğer kavramlarla uyumlu mudur?
yukarıda sıraladığımız kavram tanımlama işlemleri titizlikle yapılmadığı sürece, kur’an-ı kerim’;in en doğru şekilde anlaşılması imkansızdır.

bu açıklamamızdan sonra, türkiye’de piyasaya sürülen tefsir ve meallerin ne derece yeterli olduklarını iyi düşünmek gerekmektedir. tabi bunu düşünebilmek için öncelikle, kur’an-ı kerim’in türkçeye çevrilişinin tarihsel sürecini bilmek gerekmektedir. hiç merak ettiniz mi, evlerinizin baş köşesini süsleyen tefsir ve meallerin, hangi süreçlerden geçerek türkçeye kazandırıldığını? dilerseniz bu konu üzerine, beraber bir yolculuğa çıkalım:

kur’an-ı kerim’in türkçeye çevrilme sürecini, farsçaya çevrilme süreci ile başlatmak gerekmektedir. zirâ türklerin çeviri işleminde örnek aldıkları ilk çeviri; bir nüshası seymaniye diğer bir nüshası ise dresden kütüphanelerinde kayıtlı olan ve samani hükümdarı mansûr bin nuh’un emriyle hazırlanan kur’an-ı kerim tercümesidir. bu çeviriyi hazırlayanlar, içlerinde türk asıllı alimlerin de bulunduğu, horasan ve mâverâünnehirli âlimlerden oluşan bir heyettir. başta da belirttiğimiz gibi bu farsça çeviri çalışması, sonradan yapılacak olan türkçe çeviri çalışmaları için örnek bir çalışma olmuştur.
selçuklular devrinde arapçanın ilim dili olarak kullanılması, en başta kur’an-ı kerim olmak üzere diğer tüm dinî eserlerin türkçeye çevrilmesini -ister istemez- engellemiştir.

osmanlı devleti zamanında ise, kur’ân-ı kerîm’in yâsîn, mülk, fatiha ve ihlâs gibi halk arasında bilinen ve ibadetlerde sıklıkla kullanılan sûreleri osmanlı türkçesine çevrilmiştir.

yine osmanlı türkçesiyle yazılmış olan, giritli sırrı paşa’nın kaleme aldığı ve o dönemin ağır ve sanatlı dilini fazlasıyla içinde barındıran "sırr-u furkan" isimli iki ciltlik bir tefsir, ilk tercüme örnekleri arasında gösterilebilir. bunun yanında, şeyhülislâm musa kâzım efendi’nin küçük bir ciltten ibaret olan "safvetü’l-beyân" adında tamamlanmamış bir tercüme ve tefsiri de mevcuttur. bu tercümelerde osmanlı türkçesi kullanılmış olup, dilleri fazlasıyla ağır ve günümüzde kullandığımız türkçeye yeniden çevrilmesi, sadeleştirilmesi gereken eserlerdir.

cumhuriyetin ilânından sonra da tercüme işlemleri devam etmiş ve kısa bir süre içinde birkaç tercüme yayınlanmıştır. ancak üzülerek belirtmek gerekir ki, bu tercüme çalışmalarının çoğu, arapçaya vâkıf olmayan ve yeterli derecede dinî bilgisi bulunmayan kişilerce yapılmış, ciddi olmayan çalışmalardır. bu çalışmaların halk nezdinde tepki alması üzerine türkiye büyük millet meclisi’nin de isteğiyle, diyanet işleri reisliği tarafından kaliteli bir tercüme hazırlanması için çalışmalar başlatılmıştır.

diyanet işleri reisliği tercüme görevini ilk olarak mehmet akif ersoy’a vermiştir. gerek osmanlı türkçesine, gerekse arapça ve farsçaya olan hakimiyetiyle ünlü olan mehmet akif, özenle hazırladığı tercümenin, ibadetlerde kur’an-ı kerim’in aslı yerine okutulmak için, yönetim tarafından özellikle hazırlatıldığını öğrenince; hazırladığı tercümeyi teslim etmemiştir. ibadetlerde tercümelerin kullanılmasının planlandığına dair, kazım karabekir paşa’nın hatıralarında da kayıtlar bulunmaktadır. karabekir paşa bu hatıratında, "böyle bir planının olduğunu bizzat mustafa kemal paşa’nın ağzından işittim" demiş ve işittiklerini hatıralarında yayınlamıştır.

mehmet akif ersoy’un, hazırladığı tercümeyi teslim etmemesi üzerine, yeni kur’an mütercimi olarak, daha önce kur’an tefsiri yazmakla görevlendirilen elmalılı muhammed hamdi yazır görevlendirilmiştir. yazır’ın üzerinde çalışıp tamamladığı çalışma, "hak dini kur’an dili" adıyla basılarak yayınlanmıştır.

o dönemde, elmalılı hamdi yazır’ın hazırladığı tercüme dışında, şahsi gayretlerle farklı kişiler tarafından da tercümeler yapılmıştır. bunlardan bir kısmı şunlardır: izmirli ismail hakkı tarafından hazırlanan "meânî-yi kur’an", hasan basri çantay"ın hazırladığı "kur’an-ı hakim ve meâl-i kerîm"; ömer nasuhi bilmen’in hazırladığı "kur’ân-ı kerîm’in türkçe meâl-i âlîsi ve tefsiri" ve abdulbaki gölpınarlı’nın hazırladığı "kur’an-ı kerim meali" günümüzde de bilinen ve okunan mealler arasındadır.

ayrıca, kur’an-ı kerim’i aynen arapçasında olduğu gibi, manzum yani şiirsel bir biçimde tercüme etme çalışmaları olmuşsa da, maalesef bunlar başarıya ulaşamamış, insanlar tarafından tercih edilmemişlerdir.

evlerimizde kullandığımız kur’an-ı kerim mealleri ve tefsirleri, yukarıda kısaca bahsettiğimiz tercüme çalışmaları sonucunda ortaya çıkan ürünlerin, bir de günümüz türkçesine sadeleştirilmiş halleridir. özellikle, halk arasında pek meşhur olan elmalılı hamdi yazır’ın orijinal mealini anlamak neredeyse imkansız olduğu için ve birazda ticarî kaygıyla onlarca yazar tarafından sadeleştirilerek piyasaya sürülmüştür.

cumhuriyetin ilk yıllarında, latin alfabesi kullanılarak ve ancak osmanlıca kelime ve kavramlarla tercüme edilebilmiş kur’an meal ve tefsirleri; o dönemin şartları da göz önüne alınacak olursa; maalesef bürokratik kaygılardan tam olarak arınamamış, yeterli bir ilmi heyet tarafından tetkik edilememiş ve haliyle profesyonellikten uzak çalışmalardır. bahsettiğimiz tefsir ve mealleri hazırlayanların samimiyetinden şüphemiz olmadığı gibi, tek başına samimiyetin, kur’an-ı kerim gibi bir eseri tercüme etme işinde başarı sağlamasını da beklemiyoruz. o dönemin şartları içerisinde, bu samimi çalışmaların yapılmış olmasını takdir ediyor; ancak ilmî yönden yetersiz olduklarını - olabileceklerini ifade ederek, bu eserlerin kur’an-ı kerim’i tam olarak tercüme ettiği yanılgısına düşülmemesini ifade etmek istiyoruz.

ikinci bir mesele ise, günümüzde piyasa sürülen meal ve tefsirlerle alakalıdır. cumhuriyetin ilk yıllarında hazırlanan meal ve tefsirlerle alakalı dile getirdiğimiz çekincelerimiz, bu gün hazırlanan tercümeler içinde geçerlidir. ayrıca, temin ettiğiniz meal ve tefsirlere; yazarı, kaynağı ve geçirdiği tarihi süreci ile ilgili bilgileri kontrol etmeden güvenmemenizi tavsiye ediyoruz. özellikle elmalılı hamdi yazır tarafından hazırlanmış olan tefsir ve mealin günümüzde onlarca farklı sadeleştirmesi mevcuttur. sadeleştirmeler arasında da -doğal olarak- farklar görülmektedir.

bir başka dikkat edilmesi gereken husus ise; arapçadan, ingilizce ve fransızca gibi dillere tercüme edilmiş olan meal ve tefsirlerin, ingilizce ve fransızcadan türkçeye çevrilerek piyasaya sürülme garabetidir. burada, doğrudan arapça dilinden türkçeye çevirmek yerine, fransızcaya ve ingilizceye çevrilmiş olan tercümeler türkçeye çevrilmektedir. bir dilden başka bir dile çevrilen eserin -ister istemez- özünden ve ayrıntılarından mutlaka kaybedeceği bilinen bir gerçektir. bu durumda; arapçadan fransızcaya - ingilizceye, oradan da türkçeye çevrilen bir kur’an-ı kerim’den ne derece istifade edebileceğinin kararını, anlayışlarınıza havale ediyorum.

bu bilgilerden hareketle, kısaca şu uyarıda bulunmak istiyorum: kur’an-ı kerim’in orijinal dili arapçadır ve bir dilin başka bir dile tam olarak çevrilmesi ancak profesyonel bir çalışma ve profesyonel bir kadro ile mümkün olabilir. din gibi önemli ve hayati bir meselede ve insanların bir çoğunun itibar ettiği bir esere; basit bir kitap gibi yaklaşmak ve onu tek bir mürtercimin - müfessirin insafına bırakmak ne derece doğrudur? bununla beraber, insan yaşamını ele alan ve ona kılavuzluk yapma iddiasında olan bir kitabı, tek bir aklın ukdesine mahkum etmek akıllıca bir hareket midir? hem, içeriğinde insana dair her konuyu ele alan; astronomiden - tıp ilmine ve biyolojiye kadar; hukuktan, tarihe ve sosyolojiye kadar tüm ilimleri temel alarak çeşitli konularda bahisler açan bir eseri; yalnızca tek bir alanda uzmanlaşmış bir insanın ellerine bırakmak, böyle bir esere haksızlık değil midir?

kabul edelim ya da etmeyelim, kur’an-ı kerim milyonlarca insanın yaşamını etkileyen tesiri kuvvetli bir kitaptır. o, din olarak islam’ı seçenler için, yaşamın ta kendisidir. işte tam da burada, islam’ın müntesipleri "kutsal" olarak kabul ettikleri kur’an-ı kerim’e derhal sahip çıkmalı, kendi içlerinden farklı dallarda uzmanlaşmış ilim ve bilim adamlarından oluşan bir kadro ile ve hatta yahudi - hıristiyan ve sair dinlerin din adamlarından, kendi dinleri ve tarihleri konusunda uzman olan kişileri de bu kadroya dahil ederek, allah’ın kitabı kur’an-ı kerim’i en başta türkçeye ve tüm dünya dillerine tercüme etmelidirler.

sanırım bu mukaddes iş için, ne kadar para ve emek harcansa azdır. ve yine sanırım allah’ın kitabı bu ilgi ve ihtimamı hak etmektedir.

radikal müslüman

mehmet volkan balbay
radikal kavramı toplumlar tarafından çok kullanılan ancak anlamı "az" bilinen kavramlardandır. toplumlar "radikal" kavramının anlamını "diğerlerinden farklı olan" olarak bilirler. oysa fransızcadan dilimize geçmiş olan "radikal" kavramının bizdeki doğru karşılığı "köktenci", "muhafazakar", "mutaassıb" dır.

buradan hareketle "radikal müslüman" demek "dinin ilk çıkış dönemindeki anlayışı sürdürme yanlısı" demektir.

islam ve türk dünyasında yaşanan ciddi kavram kargaşasından nasibini alan kavramlardandır "radikal" kavramı. anlaşılması gereken anlam yukarıda belirttiğim gibiyken aslında "radikal islam" ya da "radikal müslüman" denildiğinde "dini uçlarda yaşayan, şiddet yanlısı islam / müslüman" akla gelmektedir.

aslında böyle düşünülmesi çok da garipsenmemeli çünkü "radikal islam/müslüman" kavramının oyuncuları/piyonları olan tiplerin de istediği bu kavramın "böyle" anlaşılması.

istiyorlar ki islam; kendisinden korkulan, kafa ve el kesen, küçük kızları evlenmeye zorlayan, çok eşliliği destekleyen ve mümkün olsa köleliği yeniden diriltilecek bir "din" olarak anlaşılsın. bunu -maalesef- başardıklarını da söyleyebiliriz.

radikal müslümanın -günümüz açısından düşünürsek- diğer müslümanlardan en önemli ayırt edici özelliği "şiddet yanlısı" olmasıdır.

ilımlı müslümanlar da "her ne olursa olsun şiddete hayır" diyenlerdir.

normal müslümanlar ise -şayet kaldıysa dünya üzerinde bu tipler- "gerekirse cihad edilir gerekmezse herkesle barış esastır" derler.

namaz tsk nın değerlerine aykırıdır

mehmet volkan balbay
albay ilhami güler tarafından 15 şubat 2001 tarihli yayımlanan emirde verilen mesaj.

yazı şöyle: "mesai saatleri içerisinde ve istirahat saatlerinde bazı askeri ve sivil personelin açık veya gizli namaz kılarak, uymak zorunda olduğumuz bazı değerleri suistimal ettiklerini tespit ettim. bu personellerin, bu tür davranışlarını devam ettirmeleri halinde haklarında yasal işlem yapılacağının, personele tebliğ edilerek, aksaklığa meydan verilmemesini rica ederim."

hayır o değilde, "istirahat saatlerinde" kılınan namaz hangi yüce değerlere aykırı oluyor onu anlamış değiliz? ayrıca "gizli namaz kılmak" ne demek? bunu tespit ettiğine göre gizli değil o namaz! yoksa bazı subayların evlerinde namaz kılmaları "gizli namaz" statüsüne mi giriyor? yahu bu arada sormadan geçmeyeyim, silahlı kuvvetlerin - bizlerin bilmediği- "uymak zorunda" olduğu hangi değerleri var? nedir bu değerler? nasıl bir değer ki bu, "namaz" gibi bir ibadet problem oluyor? hem de "istirahat saatlerinde" bile olsa... ne değerlermiş yahû... maaşallah! nazar değmesin inşaallah!

hayır bir de "allah allah diyen bir ordu nasıl cami bombalar?" diyor canlı yayında hiç utanmadan! be adam! sen o değerlerin adına camide bombalatırsın, müslümanları da fırınlarda yaktırırsın! istirahat saatlerinde bile olsalar!!!

kaynak:http://www.aktifhaber.com/namaz-tsknin-degerlerine-aykiri-375941h.htm

kpss 2011

mehmet volkan balbay
kpss a grubu ve öğretmenlik için 9-25 mayıs 2011 tarihleri arasında başvurular alınacak, 9-10 temmuz 2011 tarihlerinde sınav yapılacak olan sınav.

ayrıca, bakanlığın/hükümetin bu sene de el atmadığı ve böylece branşlara çok ciddi haksızlıkların yapılacağı sınavdır. bir beden eğitimi öğretmeni alanı ile hiç alakası olmayan soruları çözmek zorunda bırakılacak, bir fizik öğretmeni kendisini tarih-coğrafya bilmek zorunda hissedecek, bir sosyal bilgiler öğretmeni yıllarca görmediği matematik ile mücadele etmek zorunda kalacak... ve daha onlarca branş, devletin dayattığı derslerde soru çözmek zorunda kalacak!

ey hükümet ve bakanlık! lütfen bu zulme bir son verin! her branşı "kendi alanından" en zor sınava sokun ama bu zulme bir son verin! sosyal bilgiler öğretmenlerini kendi aralarında ve kendi branşlarıyla alakalı konularda en zor sınava sokun ve içlerinden en iyi olanları seçin! kabul! aynı şey diğer branşlar için de geçerli! bir fizik öğretmeni, öğretmen olduktan sonra öğrencilerine tarih-coğrafya anlatmayacaksa, neden bu sorulara muhatab oluyor?

allah size insaf versin!!!

fatih altaylı

mehmet volkan balbay
21 mart 2011 tarihinde "ne şiş yansın, ne kebab" tarzı bir yazı kaleme almıştır.

yazısında, kendisini "muhafazakar demokrat" olarak tanımlayan akp hükümetine ciddi bir jest yaparken, aynı yazı içinde ağır "kemalizm" soslu atatürkçülük’ün reklamını yapmaktadır.

gariptir, hangi proğramını izlesem, hangi yazısını okusam "bu adam nasıl oldu da bu kadar meşhur olabildi?" diye düşünmüşümdür... bulunduğu konuma ve edindiği şöhrete yakışmayan bir yüzeyselliği bir türlü anlam veremediğim garip bir sığlığı var... böyle bir insanın söylemlerinde, az da olsa biraz derinlik olmaz mı? yok işte... maalesef yok...

pekî ne diyor yazısında?

"osmanlı nereleri korumak için kan akıttıysa bugün oralarda aynı sorunlar devam ediyor ve batı’ya boyun eğmeyen, kukla olmayan yönetimler devriliyor, modern yöntemlerle o günkü işgaller sürüyor. adına farklı şeyler dense de."

şimdi siz, şu yukarıya alıntıladığım sözden ne anlıyorsunuz? lütfen şu cümleye dikkat ediniz: "batı’ya boyun eğmeyen, kukla olmayan yönetimler devriliyor..." yani, zeynel abidin bin ali, hüsnü mübarek, kaddafî ve diğerleri "batıya boyun eğmeyen, kukla olmayan" liderler ve yönetimlermiş...

yazının devamını analiz etmeyi sizlere bırakıyorum... zirâ, bu denlû bir basiret harikasına (!) benim yüreğim dayanmaz!

(http://www.fatihaltayli.com.tr/content.cfm?content_id=7209)

neden bekliyorsun?


bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?

üye ol