bir aşk hikayesidir aslında concierto de aranjuez
müzikle uzaktan-yakından ilgisi olsun veya olmasın bu ölümsüz ve muhteşem eseri bilmeyenimiz sanırım ki yoktur!..belki ismen hatırlamayanımız olabilir ama müziği duyunca eminim ki yediden yetmişe herkes:"ah..ben biliyorum bunu.."diyecektir..
1901 yılında valencia’da doğmuştur.üç yaşında geçirdiği difteri hastalığı yüzünden dünya’ya açılan pencerelerini yani gözlerini kaybeder.kendisinde var olan "tanrı vergisi" yeteneği o yıllarda fark edilir.ve dönemin kompozisyon ve armoni üstadı olan francisco antich’den armoni dersleri,yine dönemin önemli üstatlarından enrique goma ve eduardo lopez chavarri’den piyano dersleri alır.
ülkesindeki iç savaş onu fransa’ya sürükler ve orada üstat paul dukas’ın öğrencisi olur.
ünü ve besteleri ülke sınırlarını çoktan aşmıştır..1933’de sarbone üniversitesinde tanıştığı yahudi asıllı (sefarad yahudilerinden) türk kızına aşık olur.
bu ünlü türk kızı; gönlünü o’na, o ’da gönlünü türk kızına kaptırmıştır.öyle ki,türk kızı tüm müzik kariyerini yarıda bırakacak ve sevdiğinin asistanlığını yapacak kadar sevmiştir.o da, tüm dünyaca tanınmış ve milyonlarca hayran kitlesi olmasına rağmen, son nefesine kadar hep onunla bir ömürü paylaşacaktır."dünya gözüm!"dediği sevgili karısından iki yıl sonra vefat ettiğinde o’nun yanından başka bir yere gömülmemesini vasiyet etmiştir.mezarları; madrid aranjuez mezarlığında ebedi istirahatgahlarında beraber yatmaktadırlar.
kim bu ölümsüz aşkın sahipleri?.."bütün aşklar ölümsüz ama onlarınki daha bir başka.."demek sanırım doğru olur.
victoria kamhi ve joaquin rodrigo vidre.
hani o meşhur;"rodrigo’nun gitar konçertosu" dediğimiz bestenin sahibi.yani "concierto de aranjuez" türkçe ismi le "aranjuez konçertosu"
ünlü besteci rodrigo gitar çalmayı bilmez!..piyano ve keman seslerini düşleyip gitara uyarlamıştır
(ki bu konçertonun ikinci bölümüdür.adagio)
victoria kamhi 1905 yılında istanbul’da doğmuştur.sefarad yahudi’lerinden bir ailenin kızıdır.küçük yaşlardan itibaren piyano eğitimi almış ve bu konuda sayısız eserler vermiştir.yahudi asllı türk piyano bestecisi kamhi viyana’da dönemin meşhur üstatlarından lalewicz,levy ve vines’den piyano eğitimi almıştır.fransa’ya burslu olarak giden victoria burada rodrigo ile 1929 yılında tanışmış ve 1933 yılında evlenmiştir.ve bu evlilikten cecilia adlı kızları dünya gelmiştir.kızı cecilia keman sanatcısı agustin leon ile evlidir.victoria kamhi,eşi rodrigo’ya olan aşkını ölümsüzleştirmek için;"de la mano de joaquin rodrigo"isimli "historia de nuestra vida" biyografisini(rodrigo ile el ele ve üstadımın yanındaki hayatım" yazmıştır.bu biyografi bir çok ülke diline çevirilmiş ve defalarca baskı yapmıştır.kızı cecilia 1999’da "victoria-joaquin rodrigo vakfı"nı kurarak bir çok genç yeteneğe sahip çıkmaya devam etmekte ve anne ve babasının bıraktığı "dünya mirası"nı tüm dünyaya tanıtmaya devam etmektedir.
bir çok kişinin "bu, insan işi olamaz!.."diye nitelendirdiği o ünlü "aranjuez konçertosu" üç bölümden oluşmaktadır.birinci bölüm:"allegro con spiroto".ikinci bölüm:"adagio"(ki en çok bilenenidir).ve son bölüm:"allegro gentile" dir.
rodrigo’nun bu konçertoyu, madrid’in güneybatısı’nda küçük bir kasaba olan aranjuez’ de ölen ilk çocuğu için,eşi ikinci çocuğuna (cecilia) hamile iken hastanede olduğu sırada yazdığı bir çok kişi tarafından rivayet edilir.
rodrigo;"içimizde üstün olan şey her ne ise,bir gün onun galip geleceğine hep inanmışımdır."demiştir.bu beste sonrasında..
konçerto, ilk kez 1940 yılında gutenst regino sainz de la maza tarafından barcelona flarmoni orkestrası tarafından palau de la musica catalana salonunda şef cesar mendoza lasalle tarafından icra edilmiştir.aynı yılın aralık ayında teatro espanol de madrid’te jesus arambarri solist olarak seslendirmiştir.
eseri günümüze değin bir çok sanatçı seslendirmiştir.aynı esere fransız şarkıcı richard antony "aranjuez mon amor" isimli güfte yapmıştır.(ki bu da çok popülerdir).eseri seslendiren sanatcılar arasında;paco de lucia, miles davis, kemancı ikuko kawai, klarnetçi jean-christian michael, chick corea ,al jarreau,modern jazz quartet, shadows, lübnan’lı kadın şarkıcı fairuz, yunan besteci dennis roussos, israil’li şarkıcı rita,led zeplin’in klavyecisi john paul jones,andre bocelli,...gibi bir çok çeşitli müzik dallarından sanatçı ve sanatçılar,çeşitli ülke orkestraları,amatör genç müzisyenler ve flarmoni orkestraları..filmlerde,dizilerde,belgesellerde,televizyon şovları ve fragmanlarında,reklamlarında bu eser kullanılmıştır.ve bu ölümsüz eser kullanılmaya devam edecektir.
öyle ki, deniz gezmiş’in idama gitmeden önce bir demli çay eşliğinde "rodrigo’nun gitar konçertosu"nu istediği söylenir.(ne acı ki bu istek yerine getirilmemiştir)
"kör bir adama dünya gözü ile bakmak yetmez!.." diyen victoria bir ömüre sayısız "ölümsüz" eser bırakmış olan (11 konçerto,60 şarkı,piyano ve gitar için 170 beste) "en sevgili" eşine hep sadık ve hep aşık olarak bu dünyaya gözlerini yumarken sadece "aşktır bizimle gelecek olan.." demiştir.
yirminci yüzyılın en önemli bestecilerinden olan ispanyol besteci rodrigo ve aşkı için kariyerine ara veren victoria bence "adagio"da her an bir başka yürek kıpırtısı olarak yeniden canlanıyorlar..
“kelimeler tehlikelidir, onlara güvenmem!” diyen usta yönetmen
erkeksi kadınlar beni hiç ilgilendirmiyor. erkeği zaten kendimden tanıyorum. kadınların kendileri daha ilginç benim için. o yüzden tüm aktrisler benimle çalışmak istiyor, çünkü hep çok iyi rolleri var. oysa filmlerimdeki erkek rolleri her zaman o kadar iyi olmuyor.
tüm filmlerim, insanlar arası iletişimin güçlüklerini dert edinmiştir. iletişim bence görüldüğünden de zor, hâlâ çok zor. herkes kendi dünyasını, kendi dilini yaratır ve insanların kelimelere yükledikleri anlamlar farklıdır. örneğin ben mavi dediğimde, siz benim mavimden başka bir şey anlıyorsunuz belki de. aynı şey hakkında konuştuğumuzu sanıp, aslında çok başka yerlerde olduğumuz durumlarda iletişim zorlaşır. hatta ne kadar entelektüelseniz, jargonunuzun karmaşıklaşmasından dolayı, iletişiminiz de o kadar güçleşebilir. o yüzden ben kelimeleri tehlikeli bulurum ve onlara güvenmem.
kelimeler dolaylı yollara sokar sizi, kaybolabilirsiniz aralarında… iki insan arasındaki en doğrudan iletişim yolu bence seks ve müziktir.
çünkü seks daha doğrudan bir dili konuşur. ten yalan söylemez…
erkeksi kadınlar beni hiç ilgilendirmiyor. erkeği zaten kendimden tanıyorum. kadınların kendileri daha ilginç benim için. o yüzden tüm aktrisler benimle çalışmak istiyor, çünkü hep çok iyi rolleri var. oysa filmlerimdeki erkek rolleri her zaman o kadar iyi olmuyor.
tüm filmlerim, insanlar arası iletişimin güçlüklerini dert edinmiştir. iletişim bence görüldüğünden de zor, hâlâ çok zor. herkes kendi dünyasını, kendi dilini yaratır ve insanların kelimelere yükledikleri anlamlar farklıdır. örneğin ben mavi dediğimde, siz benim mavimden başka bir şey anlıyorsunuz belki de. aynı şey hakkında konuştuğumuzu sanıp, aslında çok başka yerlerde olduğumuz durumlarda iletişim zorlaşır. hatta ne kadar entelektüelseniz, jargonunuzun karmaşıklaşmasından dolayı, iletişiminiz de o kadar güçleşebilir. o yüzden ben kelimeleri tehlikeli bulurum ve onlara güvenmem.
kelimeler dolaylı yollara sokar sizi, kaybolabilirsiniz aralarında… iki insan arasındaki en doğrudan iletişim yolu bence seks ve müziktir.
çünkü seks daha doğrudan bir dili konuşur. ten yalan söylemez…
sivas katliamını, alevi hareketin önde gelen örgütlerinden pir sultan abdal kültür ve tanıtma derneğinin kurucu genel başkanı murtaza demirin çarpıcı tanıklıklarıyla yazdığı kitap.
murtaza demir, 1990lardan sonra alevi kitle örgütlerinin ortaya çıkışlarını, sivas katliamıyla yüzleşmelerini ve sonrasında mücadelelerinin nasıl gelişip ilerlediğini, kendi deneyimlerinden yola çıkarak anlatıyor.
alevi toplumunun önde gelen isimlerinden murtaza demir, sadece bir katliamın tanıklığını yapmakla kalmıyor, ezilen dünyanın “mezhep savaşlarına” sürüklendiği yeni dönemi de inceliyor.
ateş-i aşk, ülkemizin alevi-sünni çatışmasına itildiği günümüzde alevilerin düşün dünyası ve ruh halini “içeriden” aktaran önemli bir kaynak kitap.
murtaza demir, 1990lardan sonra alevi kitle örgütlerinin ortaya çıkışlarını, sivas katliamıyla yüzleşmelerini ve sonrasında mücadelelerinin nasıl gelişip ilerlediğini, kendi deneyimlerinden yola çıkarak anlatıyor.
alevi toplumunun önde gelen isimlerinden murtaza demir, sadece bir katliamın tanıklığını yapmakla kalmıyor, ezilen dünyanın “mezhep savaşlarına” sürüklendiği yeni dönemi de inceliyor.
ateş-i aşk, ülkemizin alevi-sünni çatışmasına itildiği günümüzde alevilerin düşün dünyası ve ruh halini “içeriden” aktaran önemli bir kaynak kitap.
hüzünlü bir çocuktur turgut uyar, kendisinin de dediği gibi “nedense hep ağlamaya hazır”. bir şeylerden sıkılmaktadır ve şiirine bu ağlamaya hazır hâli damgasını vuracaktır. hüznü büyük şeylerden değildir ama hüzündür neticede:
hüznümüzü büyük şeylerden sanırsanız yanılırsınız
örneğin üç bardak şarap içsek kurtulurduk
yahut bir adam bıçaklasak
yahut sokaklara tükürsek
ama en iyisi çeker gider dik
gider geyikli gecede uyurduk
annesinin isteği üzerine genç bir yaşta ilk evliliğini yaptı turgut uyar. genç bir subay olarak anadolu’nun çeşitli yerlerinde görev yaptı. 18 yaşında ilk çocuğu doğdu. şiirler yazdı. ilk şiirleri daha çok yüzü anadolu’ya, halk edebiyatına dönük şiirlerdi. orhan veli etkisi de hissedilir.
1947’de yad isimli şiiri ilk defa yedigün dergisinde yayınlanır. ancak dikkatleri üzerine çekişi arz-ı hal şiiri ile olacaktır. 1948’de bu şiirle kaynak dergisinin yarışmasında ikinciliği elde etmiştir. bir yıl sonra çıkan ilk şiir kitabı da bu şiirin ismini taşır. 1952’de ise türkiyem isimli kitabı çıkar.
nihayet ruhunu sıkan askerlik mesleğinden vazgeçtiğinde, yıl 1958’dir. istifa eder ve seka’nın ankara bürosunda göreve başlar. artık bilinen bir şairdir ve yeni işinde bol bol şiir konuşabileceği geniş bir çevre edinmeye başlamıştır. cemal süreya, vü’sat o. bener, nurullah ataç, muzaffer erdost. bülent ecevit, ilerleyen yıllarda o zamanın genç şairlerinden ismet özel, ataol behramoğlu, süreyya berfe...
omuzlarını sırmasız, apoletsiz de sevebilen şair
ben severim omuzlarımı bir gün
sırmaları, apoletleri olmasa da.
hüznümüzü büyük şeylerden sanırsanız yanılırsınız
örneğin üç bardak şarap içsek kurtulurduk
yahut bir adam bıçaklasak
yahut sokaklara tükürsek
ama en iyisi çeker gider dik
gider geyikli gecede uyurduk
annesinin isteği üzerine genç bir yaşta ilk evliliğini yaptı turgut uyar. genç bir subay olarak anadolu’nun çeşitli yerlerinde görev yaptı. 18 yaşında ilk çocuğu doğdu. şiirler yazdı. ilk şiirleri daha çok yüzü anadolu’ya, halk edebiyatına dönük şiirlerdi. orhan veli etkisi de hissedilir.
1947’de yad isimli şiiri ilk defa yedigün dergisinde yayınlanır. ancak dikkatleri üzerine çekişi arz-ı hal şiiri ile olacaktır. 1948’de bu şiirle kaynak dergisinin yarışmasında ikinciliği elde etmiştir. bir yıl sonra çıkan ilk şiir kitabı da bu şiirin ismini taşır. 1952’de ise türkiyem isimli kitabı çıkar.
nihayet ruhunu sıkan askerlik mesleğinden vazgeçtiğinde, yıl 1958’dir. istifa eder ve seka’nın ankara bürosunda göreve başlar. artık bilinen bir şairdir ve yeni işinde bol bol şiir konuşabileceği geniş bir çevre edinmeye başlamıştır. cemal süreya, vü’sat o. bener, nurullah ataç, muzaffer erdost. bülent ecevit, ilerleyen yıllarda o zamanın genç şairlerinden ismet özel, ataol behramoğlu, süreyya berfe...
omuzlarını sırmasız, apoletsiz de sevebilen şair
ben severim omuzlarımı bir gün
sırmaları, apoletleri olmasa da.
bizzat yaşadığım trafik. tam tamına 2.5 saatte ofise ulaşmamı sağladı. yolculuk boyunca 2 rüya gördüm.
sonsuzluğun şiiridir..
öğle arası gittim küçükarmutluya en azından oradaki anmaya katılabilmek acılarına ortak olabilmek için..
cem evinden içeri girer girmez hepsi benim annem, babam, kardeşimdi.. hepsi canidi..
hasan feritin annesini gördüm bitmiş tükenmiş ama yılmamış bir anne..
gözaltından yıllar geçmişti 3 günde, anılar, umutlar, hayaller hepsi hasan ferite aitti..
hasan feritin kardeşini gördüm gencecik ve abisine çok benzeyen bir kardeşti..
hasan feritin dedesini gördüm yaşına ve acısına rağmen dimdik, aile resiydi..
bu aile 4 gündür aynı acı ile başbaşaydı, bu aile bunları yaşatan insanları iki cihanda yüzü gülmesin,
inanan ve direnen yürekler sonunda cenazesinin istediği gibi gömebilecek,
bu bir lutuf değil bu direnişin zaferi..
hoşçakal güzel yürekli çocuk...
cem evinden içeri girer girmez hepsi benim annem, babam, kardeşimdi.. hepsi canidi..
hasan feritin annesini gördüm bitmiş tükenmiş ama yılmamış bir anne..
gözaltından yıllar geçmişti 3 günde, anılar, umutlar, hayaller hepsi hasan ferite aitti..
hasan feritin kardeşini gördüm gencecik ve abisine çok benzeyen bir kardeşti..
hasan feritin dedesini gördüm yaşına ve acısına rağmen dimdik, aile resiydi..
bu aile 4 gündür aynı acı ile başbaşaydı, bu aile bunları yaşatan insanları iki cihanda yüzü gülmesin,
inanan ve direnen yürekler sonunda cenazesinin istediği gibi gömebilecek,
bu bir lutuf değil bu direnişin zaferi..
hoşçakal güzel yürekli çocuk...
okuduğum dönemde çan eğrisine sahip, sınıf geçmeye odaklı üniversite.
bu arada hocaları ciddi taraftır.
bu arada hocaları ciddi taraftır.
halil cibran’ın en ünlü eserlerinden biri olan ve ilk kez 1923 yılında basılan "the prophet" (ermiş) adlı eseri, toplam 26 adet şiirden oluşan bir karma şiir denemeleri kitabıdır.
--- spoiler ---
kendi gününün şafağında, seçilmiş ve sevilen insan al mustafa, tam oniki yıl boyunca orphales şehrinde, gemisinin geri dönüp kendisini doğduğu adaya götürmesini bekledi.
ve onikinci yılda, hasat ayı olan ıelool’un yedinci gününde, şehir duvarlarından uzak bir tepeye tırmandı, denize doğru baktı ve gemisinin sisle beraber gelişini seyretti.
o anda kalbinin kapıları açıldı ve sevinci denize doğru uzandı. ve gözlerini kapadı, ruhunun sessizliğinde dua etti.
tepeden inerken bir hüzün hissetti ve kalbinde şöyle düşündü: "nasıl huzur içinde ve üzülmeden gidebilirim? hayır, ruhum yara almadan bu şehri terketmeliyim..
duvarlar arasında acı dolu geçen uzun günler, yalnızlık içinde uzun geceler; kim acıdan ve yalnızlıktan pişmanlık duymadan buradan kopabilir?
bu caddelere ruhumdan o kadar çok parça saçtım ki, özlemimin o kadar çok çocuğu bu tepelerde çıplak dolaştı ki, sıkıntı ve ıstırap çekmeden onlardan kendimi ayıramam...bugün üstümden çıkardığım bir giysi değil, kendi ellerimle yırttığım derim, kabuğum...
geride bıraktığım bir düşünce değil, açlık ve susuzlukla tatlandırılmış bir gönül... yine de daha fazla oyalanamam...
herşeyi kendine çeken deniz beni de çağırıyor; yola çıkmalıyım...
çünkü kalmak, saatler geceyle yanarken, donmak, kristalleşmek ve bir kalıba dökülmek demek... buradaki herşeyi memnuniyetle yanıma alırdım, ama nasıl?
bir ses, dili ve ona kanat olan dudakları taşıyamaz. boşluğu yalnız başına aramalı... ve kartal, tek başına, yuvasını taşımadan güneş’e uçmalı..."
tepenin yamacına eriştiğinde tekrar denize döndü ve baş tarafında kendi yöresinden gemicileri barındıran gemisinin limana yanaştığını gördü. ruhundan kopan sözlerle onlara seslendi:
"kadim annemin oğulları, med-cezir süvarileri... ne kadar sık benim rüyalarıma yelken açtınız. şimdi benim uyanışıma geldiniz, ki bu benim en derin rüyam olmalı...
gitmeye hazırım ve şevkimin yelkenleri rüzgarı bekliyor.bu durgun havadan sadece bir nefes daha alacağım, sadece bir bakış daha geriye, sevgi dolu...
ve sonra aranızda yerimi alacağım, gemiciler arasında bir deniz yolcusu olarak ben... ve sen, engin deniz, uyuyan anne, nehrin, ırmağın özgürlüğü...
bu nehir sadece bir kıvrım daha yapacak, bu arazide bir kere daha çağıldayacak... ve ben sana geleceğim, sınırsız okyanusa sınırsız bir damla..."
yürürken, uzaktaki tarlalardan, bağlardan, erkeklerin ve kadınların şehir kapılarına doğru koşuştuklarını gördü. birbirlerine geminin gelişinden bahsettiklerini ve kendi adını çağırdıklarını duydu.
şöyle düşündü:
"ayrılık günü, aynı zamanda toplanma günü mü olacak? benim akşamımın aslında şafağım olduğu söylenecek mi?
sabanını tarlanın ortasında bırakana, üzüm cenderesinin çarkını durdurana ben ne verebilirim?
kalbim meyveyle yüklü bir ağaca dönüşse de derleyip onlara sunabilsem...
iştiyakım bir pınar gibi aksa da kaplarını doldurabilsem...
bir yücenin elinin dokunmasını bekliyen bir harp mı, yoksa nefesinin içimden geçeceği bir flüt müyüm?
sessizliğin arayıcısı olan ben, sessizlik içinde başkalarına güvenle dağıtabileceğim nasıl bir hazine buldum?
eğer bugün hasat günüyse,hangi tarlalara ve hangi anımsanmayan mevsimlerde tohumları ekmiş olabilirim?
ve eğer fenerimi yükselteceğim saat gelmişse, içinde yanan benim alevim olmayacak...
kendimi bomboş ve karanlık hissederek fenerimi kaldıracağım... ve gecenin bekçisi fenerimin içine yağı koyacak; onu yakacak da..."
bunlar kelimelere dökülenlerdi. fakat kalbindeki pek çok şey, söylenmemiş olarak kaldı. çünkü en derin gizemini açıklayamazdı...
ve şehre döndüğünde, herkes onu karşılamaya geldi. adeta tek bir ses olarak ağlıyorlardı.
ve şehrin yaşlıları ileri çıkıp şöyle dediler: "henüz gitme; bizi bırakma. bizim alacakaranlığımıza öğle ışığı oldun; ve gençliğin, hayallerimize hayaller getirdi.
sen aramızda bir yabancı, bir misafir değilsin. çok sevdiğimiz oğlumuzsun... gözlerimiz, senin yüzününü görememenin açlığını ve acısını yaşamasın."
ve rahiplerle rahibeler konuşmaya başladılar:
"denizin dalgalarının bizi ayırmasına, aramızda geçirdiğin yılların bir anı olmasına izin verme.
aramızda bir hayalet gibi yürüdün ve gölgen, yüzümüze düşen bir ışık oldu. seni çok sevdik; ama sevgimiz sözlere dökülmedi ve örtülü kaldı. ama şimdi sana yüksek sesle haykırılıyor; sevgimiz önüne seriliyor. hep yaşandığı gibi, ne yazık ki sevgi kendi derinliğini, ayrılma anına kadar anlıyamıyor..."
diğerleri de ona yalvardılar; ama o hiç cevap vermedi. sadece başını önüne eğdi ve ona yakın duranlar, göğsüne düşen göz yaşlarını gördüler.
sonra, kalabalıkla birlikte tapınağın önündeki meydana doğru yürüdüler. ve mabetten almitra adında bir kahin kadın çıktı.
ve o, kadına sonsuz bir şefkatle baktı; çünkü daha şehirdeki ilk gününde onu bulan ve inanan bu kadın olmuştu.
ve kadın onu selamlıyarak konuşmaya başladı: "tanrının sevgili kulu, son noktayı keşfedebilmek için uzun zamandır uzakları gözlüyor, gemini bekliyorsun.
ve şimdi gemin burada, sen de gitmelisin.
anılarındaki ülke ve büyük dileklerinin mekanı için duyduğun hasret çok derin. ve anne sevgimiz seni bağlıyabilir, ne de sana olan ihtiyacımız seni tutabilir. ancak bizden ayrılmadan önce bizimle konuşmanı ve bize gerçeği anlatmanı istiyoruz.
ve biz onu çocuklarımıza, onlar da kendi çocuklarına aktaracaklar ve o hiç bir zaman yok olmayacak...
yalnızlığında bizim günlerimizi gözlemledin ve uyanıklığında, bizim uykumuzun hıçkırıklarını ve kahkahalarını dinledin.
şimdi bizi bize aç ve doğumla ölüm arasında yer alanlardan sana aşikar olanları bize de anlat."
ve o cevap verdi: "orphales halkı, tam şu anda ruhlarınızda devinmede olandan öte, size neden bahsedebilirim?"
--- spoiler ---
--- spoiler ---
kendi gününün şafağında, seçilmiş ve sevilen insan al mustafa, tam oniki yıl boyunca orphales şehrinde, gemisinin geri dönüp kendisini doğduğu adaya götürmesini bekledi.
ve onikinci yılda, hasat ayı olan ıelool’un yedinci gününde, şehir duvarlarından uzak bir tepeye tırmandı, denize doğru baktı ve gemisinin sisle beraber gelişini seyretti.
o anda kalbinin kapıları açıldı ve sevinci denize doğru uzandı. ve gözlerini kapadı, ruhunun sessizliğinde dua etti.
tepeden inerken bir hüzün hissetti ve kalbinde şöyle düşündü: "nasıl huzur içinde ve üzülmeden gidebilirim? hayır, ruhum yara almadan bu şehri terketmeliyim..
duvarlar arasında acı dolu geçen uzun günler, yalnızlık içinde uzun geceler; kim acıdan ve yalnızlıktan pişmanlık duymadan buradan kopabilir?
bu caddelere ruhumdan o kadar çok parça saçtım ki, özlemimin o kadar çok çocuğu bu tepelerde çıplak dolaştı ki, sıkıntı ve ıstırap çekmeden onlardan kendimi ayıramam...bugün üstümden çıkardığım bir giysi değil, kendi ellerimle yırttığım derim, kabuğum...
geride bıraktığım bir düşünce değil, açlık ve susuzlukla tatlandırılmış bir gönül... yine de daha fazla oyalanamam...
herşeyi kendine çeken deniz beni de çağırıyor; yola çıkmalıyım...
çünkü kalmak, saatler geceyle yanarken, donmak, kristalleşmek ve bir kalıba dökülmek demek... buradaki herşeyi memnuniyetle yanıma alırdım, ama nasıl?
bir ses, dili ve ona kanat olan dudakları taşıyamaz. boşluğu yalnız başına aramalı... ve kartal, tek başına, yuvasını taşımadan güneş’e uçmalı..."
tepenin yamacına eriştiğinde tekrar denize döndü ve baş tarafında kendi yöresinden gemicileri barındıran gemisinin limana yanaştığını gördü. ruhundan kopan sözlerle onlara seslendi:
"kadim annemin oğulları, med-cezir süvarileri... ne kadar sık benim rüyalarıma yelken açtınız. şimdi benim uyanışıma geldiniz, ki bu benim en derin rüyam olmalı...
gitmeye hazırım ve şevkimin yelkenleri rüzgarı bekliyor.bu durgun havadan sadece bir nefes daha alacağım, sadece bir bakış daha geriye, sevgi dolu...
ve sonra aranızda yerimi alacağım, gemiciler arasında bir deniz yolcusu olarak ben... ve sen, engin deniz, uyuyan anne, nehrin, ırmağın özgürlüğü...
bu nehir sadece bir kıvrım daha yapacak, bu arazide bir kere daha çağıldayacak... ve ben sana geleceğim, sınırsız okyanusa sınırsız bir damla..."
yürürken, uzaktaki tarlalardan, bağlardan, erkeklerin ve kadınların şehir kapılarına doğru koşuştuklarını gördü. birbirlerine geminin gelişinden bahsettiklerini ve kendi adını çağırdıklarını duydu.
şöyle düşündü:
"ayrılık günü, aynı zamanda toplanma günü mü olacak? benim akşamımın aslında şafağım olduğu söylenecek mi?
sabanını tarlanın ortasında bırakana, üzüm cenderesinin çarkını durdurana ben ne verebilirim?
kalbim meyveyle yüklü bir ağaca dönüşse de derleyip onlara sunabilsem...
iştiyakım bir pınar gibi aksa da kaplarını doldurabilsem...
bir yücenin elinin dokunmasını bekliyen bir harp mı, yoksa nefesinin içimden geçeceği bir flüt müyüm?
sessizliğin arayıcısı olan ben, sessizlik içinde başkalarına güvenle dağıtabileceğim nasıl bir hazine buldum?
eğer bugün hasat günüyse,hangi tarlalara ve hangi anımsanmayan mevsimlerde tohumları ekmiş olabilirim?
ve eğer fenerimi yükselteceğim saat gelmişse, içinde yanan benim alevim olmayacak...
kendimi bomboş ve karanlık hissederek fenerimi kaldıracağım... ve gecenin bekçisi fenerimin içine yağı koyacak; onu yakacak da..."
bunlar kelimelere dökülenlerdi. fakat kalbindeki pek çok şey, söylenmemiş olarak kaldı. çünkü en derin gizemini açıklayamazdı...
ve şehre döndüğünde, herkes onu karşılamaya geldi. adeta tek bir ses olarak ağlıyorlardı.
ve şehrin yaşlıları ileri çıkıp şöyle dediler: "henüz gitme; bizi bırakma. bizim alacakaranlığımıza öğle ışığı oldun; ve gençliğin, hayallerimize hayaller getirdi.
sen aramızda bir yabancı, bir misafir değilsin. çok sevdiğimiz oğlumuzsun... gözlerimiz, senin yüzününü görememenin açlığını ve acısını yaşamasın."
ve rahiplerle rahibeler konuşmaya başladılar:
"denizin dalgalarının bizi ayırmasına, aramızda geçirdiğin yılların bir anı olmasına izin verme.
aramızda bir hayalet gibi yürüdün ve gölgen, yüzümüze düşen bir ışık oldu. seni çok sevdik; ama sevgimiz sözlere dökülmedi ve örtülü kaldı. ama şimdi sana yüksek sesle haykırılıyor; sevgimiz önüne seriliyor. hep yaşandığı gibi, ne yazık ki sevgi kendi derinliğini, ayrılma anına kadar anlıyamıyor..."
diğerleri de ona yalvardılar; ama o hiç cevap vermedi. sadece başını önüne eğdi ve ona yakın duranlar, göğsüne düşen göz yaşlarını gördüler.
sonra, kalabalıkla birlikte tapınağın önündeki meydana doğru yürüdüler. ve mabetten almitra adında bir kahin kadın çıktı.
ve o, kadına sonsuz bir şefkatle baktı; çünkü daha şehirdeki ilk gününde onu bulan ve inanan bu kadın olmuştu.
ve kadın onu selamlıyarak konuşmaya başladı: "tanrının sevgili kulu, son noktayı keşfedebilmek için uzun zamandır uzakları gözlüyor, gemini bekliyorsun.
ve şimdi gemin burada, sen de gitmelisin.
anılarındaki ülke ve büyük dileklerinin mekanı için duyduğun hasret çok derin. ve anne sevgimiz seni bağlıyabilir, ne de sana olan ihtiyacımız seni tutabilir. ancak bizden ayrılmadan önce bizimle konuşmanı ve bize gerçeği anlatmanı istiyoruz.
ve biz onu çocuklarımıza, onlar da kendi çocuklarına aktaracaklar ve o hiç bir zaman yok olmayacak...
yalnızlığında bizim günlerimizi gözlemledin ve uyanıklığında, bizim uykumuzun hıçkırıklarını ve kahkahalarını dinledin.
şimdi bizi bize aç ve doğumla ölüm arasında yer alanlardan sana aşikar olanları bize de anlat."
ve o cevap verdi: "orphales halkı, tam şu anda ruhlarınızda devinmede olandan öte, size neden bahsedebilirim?"
--- spoiler ---
sözü ve müziği (bkz: neşet ertaş)a ait insanı nasıl yaşadığını düşündüren türkü
şu dünyada muradına ermeyen
ne yaşamış ne yaşıyor ne yaşar
sevdiğini sinesine sarmayan
ne yaşamış ne yaşıyor ne yaşar
arayıp da öz yarini bulmayan
iki vücut bir tek gönül olmayan
yari bulup yar gönlünü bilmeyen
ne yaşamış ne yaşıyor ne yaşar
yarin aşkıyınan bağrı kavrulan
ömrü boşa harman olup savrulan
sevip sevip sevdiğinden ayrılan
ne yaşamış ne yaşıyor ne yaşar
gurbet elde garip olan garibim
aşkın deryasına dalan garibim
sevgilimden ayrı kalan garibim
ne yaşamış ne yaşıyor ne yaşar
şu dünyada muradına ermeyen
ne yaşamış ne yaşıyor ne yaşar
sevdiğini sinesine sarmayan
ne yaşamış ne yaşıyor ne yaşar
arayıp da öz yarini bulmayan
iki vücut bir tek gönül olmayan
yari bulup yar gönlünü bilmeyen
ne yaşamış ne yaşıyor ne yaşar
yarin aşkıyınan bağrı kavrulan
ömrü boşa harman olup savrulan
sevip sevip sevdiğinden ayrılan
ne yaşamış ne yaşıyor ne yaşar
gurbet elde garip olan garibim
aşkın deryasına dalan garibim
sevgilimden ayrı kalan garibim
ne yaşamış ne yaşıyor ne yaşar
-----------------------------spoiler----------------------------:
sakın kimseye bir şey anlatmayın.
herkesi özlemeye başlıyorsunuz sonra.
-----------------------------spoiler----------------------------
sakın kimseye bir şey anlatmayın.
herkesi özlemeye başlıyorsunuz sonra.
-----------------------------spoiler----------------------------
-----------------------------spoiler----------------------------:"... sorun şu; bir kızla -yani, orospularla filan değil- bu iş tam olacak gibiyken, başlıyor durmadan size dur demeye. benim derdim de bu işte; duruyorum. çoğu herif durmuyor. benim elimden gelmiyor. durmanızı gerçekten mi istiyorlar veya yalnızca korkuyorlar mı ya da işin sonunda kusurun onların üstünde değil de sizin üstünüzde kalması için mi dur diyorlar, hiç bilemiyorsunuz. ben yine de, hep duruyorum. sorun, onlara acımam. yani, bu kızların çoğu aptallaşıyor. bir süre oynaştıktan sonra, bir bakıyorsunuz, akılları başlarından gitmiş. bir kız kendisini oynaşmaya bir kaptırdı mı, beyin meyin aramayın onda. ne bileyim? dur diyorlar, ben de duruyorum. onları evlerine bıraktıktan sonra, keşke durmasaydım diyorum, ama yine de durmadan edemiyorum."-----------------------------spoiler----------------------------
"diyebilirsin ki, bir insanı, fotoğraflarından ve hakkındaki haberlerden ne kadar tanıyabilirsin? haklısın. belki de çok az..
o zaman şöyle demeliyim: seni az tanıyorum.. az..
sen de farketin mi? az dediğin küçücük bir kelime. sadece a ve z. sadece iki harf. ama aralarında koca bir alfabe var. o alfabeyle yazılmış onbinlerce
kelime ve yüzbinlerce cümle var. sana söylemek isteyip de yazamadığım sözler bile o iki harfin arasında. biri başlangıç, diğeri son.
ama sanki birbirleri için yaratılmışlar. yan yana gelip de birlikte okunmak için. aralarındaki her harfi teker teker aşıp birbirlerine kavuşmuş gibiler.
senin ve benim gibi.."
(bkz: hakan günday)
o zaman şöyle demeliyim: seni az tanıyorum.. az..
sen de farketin mi? az dediğin küçücük bir kelime. sadece a ve z. sadece iki harf. ama aralarında koca bir alfabe var. o alfabeyle yazılmış onbinlerce
kelime ve yüzbinlerce cümle var. sana söylemek isteyip de yazamadığım sözler bile o iki harfin arasında. biri başlangıç, diğeri son.
ama sanki birbirleri için yaratılmışlar. yan yana gelip de birlikte okunmak için. aralarındaki her harfi teker teker aşıp birbirlerine kavuşmuş gibiler.
senin ve benim gibi.."
(bkz: hakan günday)
--- spoiler ---
“bütün hayvanlar eşittir, ama bazıları daha eşittir…
--- spoiler ---
--- spoiler ---
dışarıdaki hayvanlar, domuzlara baktı. sonra insanlara. sonra tekrar domuzlara ve nihayetinde insanlara. aralarında hiç bir fark olmadığını gördüler.
--- spoiler ---
“bütün hayvanlar eşittir, ama bazıları daha eşittir…
--- spoiler ---
--- spoiler ---
dışarıdaki hayvanlar, domuzlara baktı. sonra insanlara. sonra tekrar domuzlara ve nihayetinde insanlara. aralarında hiç bir fark olmadığını gördüler.
--- spoiler ---
-- spoiler ---
"bir zamanlar, erkekler bir kadının bedenine bakar ve çekici bulurlardı, işte o kadar. artık saf aşk ya da tutku söz konusu değildi. hiçbir duygu saf olamıyordu, çünkü her şeye korku ve nefret sinmişti. kucaklaşmaları bir savaş, orgazmlarıysa bir zafer olmuştu. bu, partiye indirilmiş bir darbeydi. sevişmek siyasal bir eylemdi.
--- spoiler ---
--- spoiler ---
"iki artı iki, dört eder.
bazen beş,
bazen de üç.
bazen ise aynı anda hepsi.
ne geçmiş ne şu an ne de gelecek kendi içinde vardır. gerçeklik insan zihnindedir.
hatalar yapan ve yakında ölmek üzere olan akılda değil kollektif ve ölümsüz parti aklındadır."
--- spoiler ---
"bir zamanlar, erkekler bir kadının bedenine bakar ve çekici bulurlardı, işte o kadar. artık saf aşk ya da tutku söz konusu değildi. hiçbir duygu saf olamıyordu, çünkü her şeye korku ve nefret sinmişti. kucaklaşmaları bir savaş, orgazmlarıysa bir zafer olmuştu. bu, partiye indirilmiş bir darbeydi. sevişmek siyasal bir eylemdi.
--- spoiler ---
--- spoiler ---
"iki artı iki, dört eder.
bazen beş,
bazen de üç.
bazen ise aynı anda hepsi.
ne geçmiş ne şu an ne de gelecek kendi içinde vardır. gerçeklik insan zihnindedir.
hatalar yapan ve yakında ölmek üzere olan akılda değil kollektif ve ölümsüz parti aklındadır."
--- spoiler ---
dünya üç devlet arasında bölüşülmüş.acımasız bir despotluğun hakim olduğu ve her tarafın kameralarla gözetlendiği bir ülke.
savaşın barış, özgürlüğün kölelik, bilgisizliğin güç olduğu bu ülkede büyük birader tarafından sürekli gözetlendiğinizi dahi unutturma fırsatı verilmiyor.
aşkınızı bile yaşamaktan korktuğunuz 1984ü okurken, dünyanın böyle bir durumun eşiğinde mi olduğu işten işten geçmiş büyük biraderlere kalmış çoktan dünya diye düşündüren kitap.
savaşın barış, özgürlüğün kölelik, bilgisizliğin güç olduğu bu ülkede büyük birader tarafından sürekli gözetlendiğinizi dahi unutturma fırsatı verilmiyor.
aşkınızı bile yaşamaktan korktuğunuz 1984ü okurken, dünyanın böyle bir durumun eşiğinde mi olduğu işten işten geçmiş büyük biraderlere kalmış çoktan dünya diye düşündüren kitap.
deli bir müzisyen...
ne zaman yeşil başlı gövel ördeki dinlesem bu adamdan beni bir ağlama alır,
geçmiş aşkı anlatır bana, sevgili ile oturup youtubedan videolarını izleyip gülmemizi, hüzünlenmemizi anlatır. ne ben ne sevgili normalde bu tarz müzik dinlememize rağmen bi tek bu adamı dinlerdik...
başkadır benim için, şimdi hayatımda olmayan aşkı anlatır.
şimdi zaman zaman dinlerim " bu gece aklıma gelmeyecektin der bana...
bazen bu akşam ölürüm der... ardından turnam deyi verir usulca..
yandı bu yürek olur, sana gül dedim der... tomarza ve çılgın , meyro ile gülmelerimizi. bana eşek gözlümve gel öpem seni demesini
dere boyu kavaklarla oynamalarımızı... sonra vakti geldider ayrılığın.. dur söyleme demem işe yaramaz
sadece ver bana düşlerimi derim... vermez ama
kendi kendime unutmak o kadar kolay mı derim kimseye duyurmadan...
öyle bir adam işte
sorsan kimse dinlemez, beğenmez ama bi şarkısı vardır anılarda yer edinen, geçmişe bağını koparmayan, hüzünlenirim, eğlendiren, oynatan deli gibi
seviyoruz kendisini beğenmeyenlere inat daha çok seviyoruz.
ne zaman yeşil başlı gövel ördeki dinlesem bu adamdan beni bir ağlama alır,
geçmiş aşkı anlatır bana, sevgili ile oturup youtubedan videolarını izleyip gülmemizi, hüzünlenmemizi anlatır. ne ben ne sevgili normalde bu tarz müzik dinlememize rağmen bi tek bu adamı dinlerdik...
başkadır benim için, şimdi hayatımda olmayan aşkı anlatır.
şimdi zaman zaman dinlerim " bu gece aklıma gelmeyecektin der bana...
bazen bu akşam ölürüm der... ardından turnam deyi verir usulca..
yandı bu yürek olur, sana gül dedim der... tomarza ve çılgın , meyro ile gülmelerimizi. bana eşek gözlümve gel öpem seni demesini
dere boyu kavaklarla oynamalarımızı... sonra vakti geldider ayrılığın.. dur söyleme demem işe yaramaz
sadece ver bana düşlerimi derim... vermez ama
kendi kendime unutmak o kadar kolay mı derim kimseye duyurmadan...
öyle bir adam işte
sorsan kimse dinlemez, beğenmez ama bi şarkısı vardır anılarda yer edinen, geçmişe bağını koparmayan, hüzünlenirim, eğlendiren, oynatan deli gibi
seviyoruz kendisini beğenmeyenlere inat daha çok seviyoruz.
ünal aysal başkanlığında bu akşam saat 17.00de toplanan galatasaray yönetimi, teknik direktör fatih terim ile yolların ayrılmasına karar verdi.
galatasaray basın sözcüsü şükrü ergün "fatih terim ile yollarımızı ayırdık" açıklamasını yaptı. galatasaray, fatih terim ile yollarını ayırdığını kamuyu aydınlatma platformuna (kap) bildirdi. kapa yapılan açıklama şöyle:
"şirketimiz yönetim kurulu, 24.09.2013 tarihinde yapmış olduğu toplantıda profesyonel futbol takımımızın teknik direktörlük görevini yürüten sn.fatih terimin sözleşmesinin feshedilmesine oybirliği ile karar vermiştir."
türkiye futbol federasyonu başkanı yıldırım demirören, galatasaray ile yollarını ayıran teknik direktör fatih terim ile masaya oturacaklarını söyledi.
demirören, “zaten 3+1 yıllık kontrat için kendisinden söz almıştık. hemen masaya oturup, ayrıntıları konuşacağız” dedi.
galatasaray basın sözcüsü şükrü ergün "fatih terim ile yollarımızı ayırdık" açıklamasını yaptı. galatasaray, fatih terim ile yollarını ayırdığını kamuyu aydınlatma platformuna (kap) bildirdi. kapa yapılan açıklama şöyle:
"şirketimiz yönetim kurulu, 24.09.2013 tarihinde yapmış olduğu toplantıda profesyonel futbol takımımızın teknik direktörlük görevini yürüten sn.fatih terimin sözleşmesinin feshedilmesine oybirliği ile karar vermiştir."
türkiye futbol federasyonu başkanı yıldırım demirören, galatasaray ile yollarını ayıran teknik direktör fatih terim ile masaya oturacaklarını söyledi.
demirören, “zaten 3+1 yıllık kontrat için kendisinden söz almıştık. hemen masaya oturup, ayrıntıları konuşacağız” dedi.
24 eylül 2013 tarihinde yine yeniden galatasaraydan istifa etmiştir. yada görünen istifadır, yollanıldığı da dillerde. şahsımca bir küs bir barışık sevgili gibidir galatasay ile arasındaki ilişki.
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?