confessions

carleone89

- Uçurulmuş -

  1. toplam entry 70
  2. takipçi 2
  3. puan 7560

efsane olmuş çizgi filmlerin bilinmeyen finalleri

carleone89
buyrun:
*sailor moon/ay savaşçısı

tüm gezegen savaşçıları gezegen savaşlarında ölüyordu. son bölümde ay savaşçısı kaos'un ele geçirdiği galaxia'yı savaşmadan sevginin gücü, umudun ışığı gibi romantik bi'şeylerle öldürüyordu. dünya kurtuluyordu. bu çizgi film yüzünden 30 yaşında hâlâ mamoru bekleyen kızlar tanıyorum.

200. bölüm son

*tom ve jerry

tom jerry'yi hiç yakalayamazdı. jerry delikli peynirlerin içine saklanırdı tom delikleri parmak(?)larıyla tıkardı sonra parmakları yetmezdi jerry kaçardı. bi' keresinde mutfağı suyla doldurup dondurmuş ve buz pateni yapmışlardı. son bölümde ikisinin de aşık olduğu hatunlar başkalarına yar olunca tren yoluna oturup intihar etmişlerdi.

103. bölüm/son


*şeker kız candy

ana babayı kaybetmek, yetimhaneye düşmek, dost kazığı yemek, yalnız kalmak, fakirlik, açlık, dayak, ceza, dışlanma gibi çekilebilecek bütün kederlerin ve acıların sınırlarını zorlamış bi' kıza ne amaçla şeker dendiğini bu yaşımda hâlâ anlamış değilim. üstelik bir de candy'nin sevgilisi anthony attan düşüp ölüyordu. sonrasında candy terry'yle birlikte oluyordu ama terry onu aldatıp, başkasıyla evleniyordu. candy de anthony'nin dayısı albert ile evleniyordu. çocuklara uygun mu diye tartışılan gta'da adam ezmek çocuklara bu çizgi filmden daha uygunmuş resmen.

115. bölüm/son


*bugs bunny

havuç sevme sebebim. bu çizgi filmle ilgili aklıma gelen ilk şey: super-rabbit bölümündeki "buraların en büyüğü o bir başka, bugs bunny bugs bunny çok yaşa." tezahüratı. araştırdım, 174 bölüm listeliyor internet. ölmemiş hiçbir bölümde, bi' yerlerde hâlâ naber cınım diyerek havuç yiyor.

174. bölüm


*pokemon

güzel sayılabilecek bi' çocukluğum oldu. çocukların hâlâ sokakta oynadığı son yıllardı. ayrıca en çok tasoya ben sahiptim. ütmece oynarken şapkamı ash gibi yan çevirirdim. pokemonculuk oynarken de tabii ki charmander/charizard'dım. bu çizgi film hâlâ devam ettiği için final bölümü diye bi'şey yok ama türkiye'de yayınlanan son bölümü hatırlıyorum. sonrasında internetten 2. sezonu izlemeye devam etmiştim: ash 4 rozeti toplayıp portakal ligi şampiyonu drake'le karşılaşıyordu. pikachu, drake'in dragonite'ını şimşek saldırısıyla nakavt ediyordu.



*captain tsubasa/küçük golcü

dünya'nın yuvarlak olduğunu ben bu çizgi filmden öğrendim. zira başta görünmeyen karşı kalenin koştukça görünmesi dünya'nın yuvarlaklığını kanıtlar gibiydi adeta. nankatsu takımı taro misaki ve genzo wakabayashi'nin ayrılmasına rağmen tsubasa'nın önderliğinde 3 yıl daha üst üste ulusal şampiyon oldu. ardından japonya'nın en iyi oyuncularından bir japonya genç takımı kuruldu ve bu takım 16 yaş altındaki oyuncular dünya şampiyonluğunu kazandı. hikayenin sonunda tsubasa mezun oldu ve futbol hayatını brezilya'da devam ettirme kararı aldı.

128. bölüm/son



*il etait une fois la vie/vücudumuzu tanıyalım

insan vücudunda geçen çok ilginçli bi' çizgi filmdi. ben çok izlerdim bunu da doktor olacam sandılardı. neyse. nerede olay çıksa koşarak giden akyuvarlar vardı. çirkin suratlı mikroplar vardı. vücudun içinde ufolarla gezen bağışıklık sistemi vardı. neler döndüğünü anlatan sakallı bi' dede vardı. son bölümde büyükbaba ölüyordu. :(

26. bölüm/son


*heidi

annesi babası olmayan heidi'yi teyzesi dedesinin yanına bırakır. dedesi önce heidi'yi istemez. tüm olumsuzluklara rağmen sürekli gülen heidi'yi sonrasında felçli clara'nın yanına frankfurt'a götürürler. clara'nın mürebbiyesi fräulein rottenmeier'in kediyi evden atması, alpler'den söz etmeyi yasaklaması, oyuncaklarını alması üzerine heidi çok üzülür ve hastalanır. onu iyileşmesi için büyükbabasının yanına götürürler. daha sonra clara dağlara onu ziyarete gelir ve orada yürümeye başlar falan. bu heidi dağlarda koşardı, eteği kafasına geçerdi, biz de öyle beyaz donunu izlerdik. kendi donumu bu kızınki kadar görmedim ben.

52. bölüm/son


*the flintstones/taş devri

fred ve wilma püfür püfür sigara içerdi. ama zaten bu çizgi film 3. sezonuna kadar çocuklar için yapılmamıştı. ailenin havlayan dinozoru dino sürekli olarak renk değiştirdi ama en çok mor olurdu. barni'nin oğlu bambam'la, fred'in kızı çakıl evleniyordu ve ikiz bebekleri oluyordu. nasıl taş devriyse uçak bile vardı.

166. bölüm/son


*sylvester ve tweety

sürekli "bi' kedi gördüm sanki" paranoyasıyla yaşayan bi' kuşla onu tuzlayıp yemeye çalışan aptal bi' kediyi anlatan çizgi film. tweety bir bölümde dr. jekyll'nin iksirini içince semih erden'e dönüşmüştü. son bölümde de klasik biz aslında dostuz mesajı vermişler: sylvester kabus görüyor. tweety'nin kaybolduğunu düşünüyor. uyanıyor, öpüşüp barışıyorlar falan.

52. bölüm/son


*wile e. coyote ve road runner

beep beep dışında diyalog olmayan bu çizgi film en favori çizgi filmim benim. fizik kanunlarına aykırı bi' şekilde coyote boşlukta olduğunu fark edene kadar asla düşmez. gönül isterdi ki coyote, road runner'ı yakalasaydı. başına gelmeyen şey kalmamasına rağmen onun da öldüğü bir bölüm yok. bence coyote güneybatı amerika çöllerinde hâlâ road runner kovalıyor. ayrıca, ah o acme ürünlerinin gözü kör olsun.

48. bölüm/yayınlanmış son bölüm


*winnie the pooh

şizofren bi' çocuğun hayali arkadaşları; bağımlı bir ayı, depresyonda bir eşek, hiperaktif bir kaplan, obsesif bir tavşan, endişeli bir armadillo ve narsist bir baykuş hakkındaydı. pek sevmezdim ama benim favori karakterim tigger'dı. ekşınsız bitmiş.

50. bölüm/son


*laff-a-lympics

scooby doobyler, yogiler ve gerçek kötüler her hafta dünya'nın farklı bir şehrinde yarışırlardı. ben hep gerçek kötüler'i tutardım, hep kaybederlerdi. şaibe, şike, doping gibi her türlü hilenin hurdanın döndüğü bu olimpiyatlarda toplamda scooby doobyler 14, yogiler 7, gerçek kötüler 2 kez kazanmış ve son bölümde bütün takımlar eşit puan almıştı. güzel çizgi filmdi.

24. bölüm/son


scooby's all-star laff-a-lympics - swiss alps...

*teenage mutant ninja turtles

kim ne derse desin çocukların pizza aşkının nedeni budur. ayrıca çok eğiticiydi. hepsinin çok şahane silahları varken donatello'nun bo adı verilen dandik uzun sopayla kavgaya dalması bize hayatın adil olmadığını öğretmişti.* shredder maskesini çıkarmıştı bi' kere. resmen hayal kırıklığıydı. sonunda da işte beyni başka bi' boyuta gönderiyorlardı bitiyordu. 10 sezon sürmüş. vay anasını.


*red kit

gölgesinden hızlı silah çeken yalnız kovboy. tabancası 7 kurşunluydu, kurşunu bitti sanan haydutları gafil avlardı. son bölümde de düldül'ü günbatımına doğru sürmüştür kesin. izlemedim.

74. bölüm/son


*the jetsons/jetgiller

ben bu çizgi filmdeki o düğmesine basınca katlanıp çanta olan arabalardan yapmak için mühendis oldum. büyüyene kadar uçan araba olayını hallederler sanıyordum ama daha uçan kaykay bile yapamadılar. 75. bölümleri son bölümleri diye geçiyor ama sonrasında çakmaktaşlarla tanıştıkları bi' bölüm yapılıp öyle bitmiş.

resmileşti dikkat

carleone89
tanım: facebook safsatası.

"resmileşti dikkat" ile başlayan yazıyı inceleyelim. hani şu kopyalayıp yapıştırıp bunu çıkaran dangozu eğlendiriyorsunuz ya, o yazı:

t.c. başbakanlık personel ve prensipler genel müdürlüğünün 16.02.2016 tarih ve 69471265-010-06/1955 sayılı milli güvenliği tehdit eden örgüt ve yapılarla irtibatlı kamu çalışanları hakkındaki genelge (2016/4) resmi gazetede yayınlanmıştır.

meali: devlet memurları ve terör örgütü ilişkisi hakkında genelge yayınladık. hani pkk ile ilişkisi olanlar memuriyetten atılacak, onunla alakalı.

devlet memuru musunuz? çoğunuz hayır. olsanız bile bunun sosyal medya ile ilgisinden bahsediyor mu? hayır.

devam edelim:

ayrıca mit müsteşarlığı sosyal ağ bildirgesi
***(araya gireyim, böyle bir bildirge yok)***
doğrultusunda facebook'un güvenlik açığından ötürü hesabım üzerinde bulunan tüm verilerimin (ıp, fotoğraflarım, paylaşımlarım vs.) çarpıtma yolu ve yasa dışı bir şekilde sahte kişilerce kullanılmasından ve doğabilecek tüm zararlardan ilgili türk ceza kanunu maddeleri gereğince facebook sorumludur.

üye olurken kabul ettiğimiz eula (son kullanıcı kullanım ilkeleri ve lisans sözleşmesi) ile götünüzü mark'a teslim etmişken böyle paylaşımların sizi yasal yükümlülükten kurtarmadığını artık anlayın amk!

bu hesabımdan başka bir hesabım olmadığını bildirir ve gereğinin buna göre yapılmasını tarafınıza arz ederim.

tam bir öğretmen emeklisi anne/baba paylaşımı. arz ederim'le bitmesi ayrı yarar.

http://www.ntv.com.tr/turkiye/sosyal-medyada-resmilesti-dikkat-uyarisina-kanmayin,osbvy8vupea1povh-hgxng

istiklal mücadelesinde bir anı

carleone89
bi arkadaşım büyük dedesinin başından geçen, hatırladıkça iç burkan bir olay anlatacağım.

kendisi sarıkamışta donan orduda askerdi. donarak ölen askerlerin aksine o ve yanındaki 50-60 arkadaşı donmadan ilerlemeyi başarmışlar.

bu esnada oradaki ismini hatırlamadığım bir kenti savunan ermeni çeteleri türk ordusunun yaklaştığını haber alınca kaçıp gitmişler. bizim büyük dede ve diğerleri de kenti boş görünce hemen ele geçirmişler.

bir kaç ermeni gözcüsü daha sonra kente onbinlerce askerin değil de sadece 50-60 askerin bulunduğunu fark edince yanlarında bulunan rus askerleriyle birlikte tekrar kente girmişler.

ermeniler bizimkileri yakarak öldürmek istemiş ama ruslar da "ak yürüyen mi olm bunlar" deyip esir almayı yeğlemişler. akabinde bizimkiler sibirya'nın güneyinde bir kente götürülmüş. yolda bir çoğu ölmüş. yalnızca beş kişi kalmışlar. kente varınca orada bir takım işlerde kullanılmış bizimkiler.

gel zaman git zaman, rus çarlığı devrilip yerine bolşevikler gelmiş. osmanlı da yıkılıp milli mücadele dönemi başlamış. bizimkiler unutulmuş gitmiş.

kurtuluş savaşı sırasında sovyetler ve türkiye arasında bazı anlaşmalar olmuş ve iki ülke dostluk kurmuş. türk ordusu yunan ordusunu yenip de yeni devlet kurulduktan sonra kızıl ordu mensupları bizimkilere durumu anlatmış. sizi serbest bırakırız fakat yol masraflarınızı ödeyemeyiz demişler. bunun üzerinden bizimkiler de düşmüş yollara. neredeyse stalingrad'a kadar yürüyüp inmişler. ama kafkaslarda bazı ermenilerin yerleşmiş olduğunu öğrenmişler. kafkaslardan doğu anadoluya girme fikri tehlikeler barındırdığı için bu kez batıya yönelmişler.

günler, haftalar, aylar boyunca yürüyüp kiev'e, ordan bükreş'e varmışlar. türlü zorluk ve maceradan sonra edirne sınırına yaklaşmışlar. sınıra vardıklarında sene yanlış hatırlamıyorsam 1933'müş. nüfus mübadelesi vs. gerçekleşmiş olduğu için dertlerini sınırdakilere anlatamamışlar. nihayetinde büyük dedenin arkadaşı cebinden sarıkamış'taki ordu sancağının kalan son parçasını göstermiş. sınırdakiler ikna olmuş ve istanbul'a götürülmüşler.

bir süre sonra artvin'deki köye vardıklarında, tanıdıkları herkesin öldüğünü ve köylerinin yakıldığını görmüşler. elde ne iş var ne para... yokluk zamanı tabi.

büyük dede hep "istiklal olsun da, ben o yolu yürümeye razıyım" dermiş. hep merak eder dururum o insanları. kurtuluş savaşını iyi ki 1920'lerde vermişiz. şimdi olsa taksim'den beşiktaş'a bile yürümez kimse.

neşe alten

carleone89
öğretmenler gününde belki de tekirdağ'ın en çok gündeme gelen konusu şehit öğretmenimiz neşe alten oldu. onun hikayesi ve şehit edilişi öne çıktı. öğretmenler de bu günü neşe alten'i anarak geçirdiler. buruk bir mutluluk vardı hayat kavgalarının içinde. gazeteci ferhat akgün'de neşe alten'in o hayat hikayesini ziyaretçileri ile paylaştı.

tam bir ışıkta aslında neşe alten. ancak hikayenin birde yaşayan yüzü vardı. neşe alten ve babasının cenazesini atatürk havalimanı'nda karşılayan halen marmaraereğlisi ilçe milli eğitim müdürü olan adil özer anlatıyor. cenazelerini karşılarken tabuta koyduğu elinin ıslandığını ve o ıslaklığı sildikten sonraki yaşadıklarını.

o kokunun tarifi yok

adil özel, "bana tekirdağ'dan şehidimizi ve babasını karşılamam için görevlendirme verdiler. bende zamanında havaalanındaydım. şehidimizi taşıyan askeri uçakta o gün 7 şehit öğretmenimiz daha vardı. onlarda aktarmayla izmir'e götürüldü. ben neşe alten ve babasının naaşlarını uçaktan aldım. şehidimizin tabutunu tuttuğum zaman sağ elim ıslandı. elimi sildim doğal olarak. ancak tarifi mümkün olmayan bir koku vardı. ben bu kokuya anlam veremedim. daha sonra elimi yıkadım defalarca ancak bu konu elimden 15 gün boyunca gitmedi. kötü bir koku değildi ancak bildiğimiz bir koku da değildi. o günden sonra aklımdan bu koku çıkmadı. halen bunu anlatırken duygulanıyorum." dedi.

gazeteci ferhat akgün ise kendine ait sitede neye alten'in kısacık hayatında yaşadıklarını anlatmış ve kamuoyuna sunmuştu. işte o yazı...:

"yaşatma ideali ile doğu'da görev yaparken kahpe kurşunlara kurban giden tekirdağlı neşe öğretmenin okuyanları hüzne boğan o hikayesi

neşe öğretmen'in öyküsünü bilir misiniz?


biraz uzundur. ama, lütfen zahmet edip okuyun. bugün, "halkıma sesleneceğim" diyen, bebek kâtilinin katliamlarından biridir bu. bizzat kendi emridir. 1993 yılında, eğitim fakültesinden mezun oldu ve aynı yıl ataması yapıldı. diyarbakır'ın, bismil ilçesine. neşe öğretmen; 22 yaşındaydı ve çıtı pıtı bir kızdı. ataması, bismil ilçesine çıkınca ailesi gitmemesi için baskı yaptı ise de o: " bayrağımın dalgalandığı her yere giderim." diye kararlılığını ailesine bildirmişti.

babası çaresiz, seni yalnız başına göndermem dedi ve kendisiyle birlikte gitti. bismil'e gidince ilçe milli eğitim müdürlüğü ona tayininin çavuşlu köyü ilköğretim okulu olduğunu söyledi. köye ulaştı. okul denen şey ahırdan ibaretti. camlar, sıralar kırılmış duvarlar boyasızdı.köy muhtarına gitti. yardım edemeyiz lafı geldi. ücretini ben karşılayayım, usta bul, dedi. muhtar tamam, dedi. tam 3 aylığına mal olmuştu. ama olsun, okul, okul olmuştu. neşe tam bir ışık kaynağıydı. dersler başlamış, neşe öğretmeninde keyfine diyecek yoktu.

1993 yılı 26 ekim gecesi. neşe öğretmen yorgun argın evine gelmiş babasıyla yemek yiyecekti. evdeki o geceki rızık bir kaç tane sivri biberdi. yanında yoğurt ve ekmek. derken kapı sert bir şekilde yıkılırcasına çalındı. babası, kim o der ve dışarıdan "açın, köydeniz. neşe öğretmene bir şey soracağız der." kapı açılır ve karşılarında silahlı iki bozguncu görürler. içlerinden türkçeyi iyi konuşan bir tanesi babasına sertçe bir tokat atar ve "biz (apo iti) kamuoyuna açıklama yapmadık mı? baskıcı t.c.'nin hiç bir öğretmenini, kürdistana, önderliğin emriyle sokmayacağız, demedik mi ulan?" arkadaki üçüncü bozguncu silahını çeker ve ayağa kalkan babanın şakağına dayar ve tetiği neşe öğretmenin yanında çeker.

neşe öğretmeni saçlarından çekerek köy dışına doğru sürüklerler. ağıza alınmayacak sözler söyleyerek önce sol göğsüne 5 mermi, sonrada sağ göğsüne 5 mermi sıkarlar. neşe öğretmen oracıkta şehit olmuştur. bunları unuttuk mu? unutmadık, unutturmayacağız!

http://www.sanalbasin.com/ya-sonrasi-7344373/

iftarlık gazoz

carleone89
“bütün üçüncü dünya metinleri, (…) ulusal alegoriler olarak okunmalıdır.” (fredric jameson)

türkiye toplumu, 1980'li yıllardan bu yana bir kimlikler savaşı yaşıyor. yüzyıllık modernleşme ve uluslaşma süreci içinde bastırılmış ve dışlanmış kimlikler, toplumun yapıtaşlarını yerinden oynatacak şiddette sarsıntılar yaratarak birbiri ardına geri dönüyor.

son aylarda, ülkenin güney sınırlarına gelip dayanmış olan iç savaş ortamı, kanlı çatışmalar ve katliamlarla içeriye doğru yayılıyor.

yıkılıp yakılan kasabalar, yerle bir edilen kentler; tank ve top bombardımanına tutulan mahalleler, evler; kanlı çatışmalar ve katliamlarla göçe zorlananan binler… türkiye toplumu, adeta (siyaset felsefecisi) thomas hobbes'un “doğal durum” tanımına uygun,”herkesin herkese düşman olduğu bir savaş” iklimine doğru hızla sürükleniyor.

böyle bir şiddet atmosferi içinde bir türlü geçmek bilmeyen bu soğuk kış günlerinde, yüksel aksu'nun bizi 1970'li yıllara, bir ege kasabasında sıcak bir yaz mevsiminde yaşanmış bir ramazan ritüeline davet etmesi oldukça anlamlı.

başka bir dünyanın ve başka bir hayatın mümkün, çünkü yaşanmış ve belki hala yaşanmakta olduğunu hatırlatması açısından anlamlı.

ve… film başlıyor

bir avm sinema salonunda patlamış mısırlarımızı alıp koltuklarımıza yayılıyoruz. uzun ve gürültülü bir reklamlar faslının ardından nihayet ışıklar kararıyor.

film, anlam veremediğimiz bir cezaevi sahnesiyle açılıyor.

siyasi mahkumlar açlık grevinde.

fonda, siyah-beyaz bir televizyon ekranında üzerine bayraktan bir elbise dikilmiş bir şarkıcı, 12 eylül 1980 darbesinin ısmarlama şarkısı “türke türkten başka dost yok”u icra ederken, bobby sands (irlanda cumhuriyetçi ordusu ıra'nın cezaevindeyken milletvekili seçilip açlık grevinde ölen üyesi) misali saçı sakalı birbirine karışmış bir grevci mahkum sedyeyle taşınıyor ve çatlamış dudaklarıyla “gazoz, gazoz” diye sayıklıyor.

ne oluyor?

sonrasında, yönetmenin üst üste bindirdiği kasaba hayatı ve bu hayatın içinde ilkokuldan “hepsi pekiyi” karnesi ile mezun olup yaz tatiline başlayan çakır gözlü adem'in hikayesi, bize bu kaotik açılışı unutturacak.

adem: kemalist-modern öğretmeninin gözbebeği, anne ve babasının “büyük adam olacak” diye üzerinde titrediği, arkadaşlarının sevip gıptayla baktığı – ve tabii ki sınıfın en güzel (ve zengin) kızının da gönlünü çalmayı başarmış – bir güzel adem işte.

öğretmeni, anne-babası ve müstakbel sevgilisinden sonra hayatına başka “önemli ötekiler” ya da “ego-idealler” girdiğine hep birlikte tanık oluruz.

ilk açlık grevi

önce, ustası cibar kemal: adem, ilk açlık grevini, yaz tatilini yerel gazoz imalatçısı ve satıcısı cibar kemal'e çıraklık etme kararını verdiğinde yapar ve sonuç alır. yaz sıcağında plajdaki turistlere ve akşam orucunu açtıktan sonra yazlık sinemada toplanan kasaba halkına gazoz satmaya çalışır ustasıyla birlikte.

cibar kemal nezdinde orta sınıfların hile, fırsatçılık ve kaypaklık üzerine kurulu hayatları kadar, dayanışmanın ve dürüstlüğün önemi de adem'in gözleri önüne serilecektir.

bu bağlamda, aksu'nun bir stand-up komedyen olarak bilinen cem yılmaz'ın içindeki dramatik oyuncuyu çıkarıp bize sunmaktaki başarısına şapka çıkarıyoruz.

sonra hasan: ankara'da üniversite okuyan, kasabanın zengin ve muhafazakar ağasının solcu oğlu. dönemin dev-genç hareketi içinde kasabanın okuyan gençlerini halkevi çatısı altında örgütlemeye ve kasaba halkını sosyalist fikirleriyle etkilemeye çalışmaktadır.

hasan ve bir avuç arkadaşı bir gece duvarlara anti-faşist ve anti-kapitalist sloganlar yazmaya çıktıklarında adem onlara gözcülük yapacak ve polis olay yerine geldiğinde devrimci ağabeylerini ele vermeyecektir.

'sosyalist' olma kararı

adem böylelikle “sosyalist” olur. oysa ustası cibar kemal, “oğlum solcu olacaksan işte chp, bunların aşırısı, komünisti falan bize uymaz” demiştir (ve bu o kadar gerçekçidir ki aynı yıllarda ve belki hala bu ülkede yaşayan her sol eğilimli genç, bu sözleri mutlaka bir büyüğünden işitmiştir ).

bu öğüde rağmen, tütün tarlasında ırgatlık yapmak zorunda olan yoksul bir ailenin oğlu olan adem, hasan ağabeyinin “aşırı” fikirleri içinde özdeşleşecek çok şey bulmuştur bile.

ve son olarak imam: türkiye sinemasının dev oyuncusu macit koper'in büyük bir tevazuyla canlandırdığı bu karakter, adem'in hayatına tam bir süperego olarak girer.

imam güçlüdür; çünkü diğer “önemli ötekilerden” farklı olarak metafizik bir gücün bu dünyadaki temsilcisidir.

imam, adem'in hafızasından hiç çıkmayacak iki şey söyler. biri, ismet özel'n solculuktan islamcılığa geçişinin manifestosu olan “amentü” şiirinin ilk dizesidir: “insan eşref-i mahlukattır”. ikincisini az sonra aktaracağız.

ikinci açlık grevi

işte bu özdeşleşme karmaşası içinde adem'in ikinci “açlık grevi” başlar.

imam, anne-baba, usta, hasan… bütün büyüklerinin itirazlarına rağmen adem oruç tutmaya karar verir ve illegaliteye geçer: orucu, onlara fark ettirmeden, gizli gizli tutmaktan başka çaresi yoktur. çünkü sınıfın en güzel kızı, oruç tuttuğunu söylemiştir ona.

sonuçta, plajdaki yarı çıplak turistler, ustasının oruç yediğini keşfetmek ve çok daha önemlisi, uğruna oruç tutmaya karar verdiği kızın aslında oruç tutmadığını öğrenmek; hepsinin üzerine de ege'nin dayanılmaz sıcağı, açlık ve susuzluk nedeniyle halüsinasyonlar görmeye başlayan adem'e yapacağını yapar:

niyet etmiş olmasına rağmen sözünde duramayıp iftar vaktinden önce birkaç şişe gazozu arka arkaya mideye yuvarlayarak büyük bir günaha girecektir.

işte bu bağlamda, imam'dan öğrendiği ikinci ders öne çıkmaya başlar; arzuları, dürtüleri ve ihtiyaçları terbiye etme; inanç, pişmanlık ve kefaret:

“nefsine hakim olacaksın. bir kez niyet ettiğinde eğer orucunu bozarsan 61 gün kefaret orucu tutacaksın”.

adem, her iki mesajı da ziyadesiyle ciddiye alacaktır. o, eşref-i mahlukat, yani yaratılmış varlıkların en şereflisidir ve o halde verdiği sözden dönerse kefaret ödeyecektir.

on dakika ara

ışıklar yanıyor, çok susadık. ama çocukluğumuzun sinemalarındaki gibi gazoz ya da “alaska” ve “frigobuz” satıcıları yok etrafta.

yutkunup susuzluğumuzu bastırıyoruz. yalnızca aksu'nun yapıtına saygımızdan değil ve belki daha çok cibar kemal'in içimizde tetiklediği anti-emperyalist damara hürmeten yapıyoruz bunu.

1970'lerin dünyasında, kahvehaneler, bakkallar, kafeler vb. bütün satış noktalarını ele geçirmekte olan coca-cola karşısında nefes almaya çalışan yerel gazoz imalatçısının hikayesiyle özdeşleştik çünkü…

bir kez daha yutkunuyoruz.

travma ve tragedya

“edebi bir eserde siyaset, bir konserin ortasında patlayan tabanca gibi kaba ama göz ardı edemeyeceğimiz bir şeydir. şimdi çok çirkin şeylerden söz edeceğiz.” (stendhal).

travmatik dönüş anı, dışarıdan, ankara'dan gelir. muhtemelen derin devlet ve aşırı sağ ortaklığında gönderilen bir 'faşist tim', birden bire ortaya çıkar, silahlar patlar; hasan kanlar içinde yere yığılır.

dile aktarılması mümkün olmayan bir travma anıdır bu. o ana kadar anlatının gerçekliğinden dışlanmış 1970'li yıllar türkiye'sinin siyasal gerçeği (“kaba ama gözardı edemeyeceğimiz bir şey”), aniden ve bütün şiddetiyle dışarıdan içeriyi zorlar.

ramazanı bütün farklılıklarıyla harmonik ve karnavalesk bir ritüel olarak yaşadığına şahit olduğumuz o ege kasabasında artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak biçimde altüst olmuştur.

komedya buraya kadardır.

nitekim hasan'ın tragedyası, on yıl sonra adem'de tekrarlanacak ve askeri cuntanın cezaevi rejimine tam altmış bir gün ölüm orucuyla direnen devrimci adem, kurumuş dudaklarıyla can verecektir.

kefaret ödenmiş, masumiyet korunmuştur. adem (ya da insanlık) yürek parçalayan bir cenaze sahnesiyle bütün “önemli ötekilerinin” elleriyle toprağa verilir.

ışıklar yanar gözyaşları saklanır

ışıklar yandığında, bütün izleyenlerle birlikte gözyaşlarımızı saklama telaşı içinde gövdemizi dışarı atıyoruz. kendimize geldiğimizde, önce siyasi eleştiriler çalınıyor kulağımıza.

islamcılara göre bu film, islami değerleri kullanarak komünizm propagandası yapmakta; ortodoks marksistlere göre ise, sol değerlerin islami muhafazakarlığa teslimiyetini vazetmektedir.

birbirinin muadili bu iki argümandan uzaklaşıp sakin kafayla birkaç noktaya değinmek en doğrusu olacak.

filmin orta yerinde yaşanan trajik dönüşün niteliğini saptamak için buraya kadar kurulan dünyanın birkaç temel özelliğini ele almak gerekiyor.

'insan, özünde dayanışmacıdır'

bu film öncelikle, hobbes'un “herkesin herkesle savaşı” tasviri karşısına jean jacques rousseau'nun “doğal durum” tanımını getirerek içimizi serinletiyor; tıpkı cibar kemal'in gazozu gibi.

rousseau'ya göre, insan özünde rekabetçi değil dayanışmacıdır; medeniyet ve modernleşme, bu “doğal insanı” yozlaştırarak günümüzdeki herkesin bireysel çıkar ve kazanç peşinde koştuğu, herkesin herkesle savaşı noktasına getirmiştir.

bu çerçeveden bakıldığında, aksu bizim bugünümüze bir “altın çağ” alternatifi sunmaktadır.

özellikle islam'ın kendini topluma dayatmak yerine, içine sirayet ettiği topluma uyum sağlamak durumunda olduğu (dünya kupası finali için teravih namazı iptal edilmese de hızlı kılınır ve bunun karşılığında cibar kemal içkiyi bırakmaya söz verir) bugünden bakarak anlamamızın imkânsız olduğu başka bir dünyadır bu.

patronun oğlunun lüks arabasıyla üzerimize çamur sıçratmak yerine devrimci olup bizi babasına karşı isyana teşvik ettiği, hatta bu uğurda ölümü göze aldığı başka bir çağdır.

folk islam, siyasi islam

mikhail bakhtin'in (edebiyat ve dil kuramcısı) deyişiyle, sınıf ve statü farklarının göz ardı edilerek eşitlendiği karnavalesk ruhtur bu “yitirilmiş cennete” egemen olan.

on beş yıldır türkiye'yi yönettiğini artan dozlarla hissettiğimiz siyasal islamın, işte tam da bu karnavalesk ruha karşı sistematik bir saldırı içinde olduğu iddia edilebilir.

bireylerin gündelik hayatına giderek daha fazla karışan muhafazakar otoriterlik, inançlı ile inançsız ya da dindar ile seküler arasındaki uçurumları derinleştiriyor.

aynı islamcı iktidar, neo-liberal dünya ekonomisine entegre bir vahşi kapitalizmin ve rant ekonomisinin peygamberliğine soyunarak, zengin ile yoksul ayrımını da en şiddetli biçimde empoze etmektedir.

bu, 1970'lerin o ege kasabasında yaşanan ramazan pratiğiyle kıyaslandığında, anlaşılır ya da kabullenilebilir bir durum değildir.

folk islam ile siyasallaşmış islamcılık ya da devletleşmiş islamcı rejim arasındaki farktır söz konusu olan. islamcı çevrelerin filme yönelik rahatsızlıkları işte bu noktada anlaşılır hale gelecektir.

sonuçlar: yüksel aksu sineması

yüksel aksu, anlatmak istediği her şeyi, beyazperdede bize kelimesi kelimesine aktarmayı başarmış.

tornatore'nin cinema paradiso'su, fellini'nin amarcord'u gibi bir tatla bizi evlerimize uğurluyor. ama, en önemlisi, jameson'ın deyişiyle, bu ülkenin ulusal alegorisini gözlerimizin önüne seriyor.

bugünlerde kaybettiğimiz büyük yazar umberto eco, bize ağır felsefi ya da politik mesajlarla yüklü çok katmanlı metinlerin milyonlarca okura ulaşmasının yani hem best seller hem de zeka sahibi olmanın aynı anda mümkün hatta zorunlu olduğunu öğretmişti.

işte aksu da bunu yapabilme becerisine sahip olduğunu gösteriyor. bol metaforlu, ödüllü, fakat kıt gişeli “festival filmleri” yapmak yerine; yüzeyde basit, güldürmeyi ve ağlatmayı aynı derecede beceren, fakat derine indikçe kendini tekrar ve tekrar izleten katmanlı metinler kurmayı başarıyor.

en önemlisi de, anlattığı hikayenin gerçekliği: adem, hasan ve cibar kemal ve dahi ula halkı o kadar gerçek ve o kadar bizden ve hikayeleri o kadar sahici ki; bu samimiyet, naif, ortalama “müşteri” kadar marksist, islamcı ya da liberal bütün entelektüel izleyici ve yorumcu camiasını da içine çekiyor; sarıp sarmalıyor.

bir hikayeden başka ne bekleyebiliriz ki?

yrd. doç. zafer f. yörük'ün güzel yorumuna sahip sinemada izlenmeye değer güzel filmlerden birisidir.

medreseler legalleşmeli

carleone89
tanım: bir mehmet görmez açıklaması daha.

diyanet işleri başkanı mehmet görmez, doğu ve güneydoğu'daki kadim medrese geleneği konusunda bakanlar kurulu'na bilgi verdiğini, bu medreselerin tekrar legal yapıya kavuşmasının doğru olacağını belirtti.

özetle tüm devrimleri tek tek geri götüreceğiz, amınıza koyacağız deseniz de biz de yorulmasak dediğim açıklama.

türkiye'de laikliğin yenilemeyeceği gerçeği

carleone89
türkiye'de çoğu şey kötüye gidiyor olabilir ancak aynı oranda da aydınlanma olduğu göz ardı edilemez. zaten bu yüzden insanlar birbirinden bu derece ayrıldılar.

bilimden, sanattan kendini soyutlayıp orta çağ kafasında kendi çalıp kendi söyleyenler ne kadar çok olursa olsun. ne farkeder? rusya amerika önünden kaçtı deyince gerçek mi oluyor? kaldı ki koyun sürüsü milyon tane de olsa ne farkedecek? ne etki yapabilecek?

türkiye'de de, tüm dünyada olduğu gibi insanlar özellikle kafası çalışan gençler, sorguluyor. batıldan uzaklaşıyor.

akılda kalan efsane türk reklam replikleri

carleone89
hatırlandıkça hala dillere dolanan, şarkıların orijinalinden bile daha çok söylenen, akılda kalan reklam replikleri listesi.
"gürbüz tam bir canavar
tüm sınıf ondan korkar
kapıda görülür görülmez
saklanır kekstralar"

(bkz: kekstra)


işteee ferahlık temizlik bizlereeee
hem de hiç durulamadan kurulamadan
maaarcc marcccc mis gibi eviiniizzz
maaarcc marcccc paarlasın tertemizzz
maaaaaarrrccc
hoş geldin maaaaarrrrc!!!

aganigi naganigi

özkan mı uğur?


aria'dan ekstra ekstra kart,
sana, bana, ona, buna ekstra kart.
faturasiz hatlara ozel!
gel, gel hadi gel aria'ya gel!

sanirim ragga oktay soyluyordu.

liselililer hatirlamaz aria ve aycell birlesince avea olmustu.


(bkz: tut şunun ucunu döşeyelim abi)


bıcı bıcı yaparım dalinle mis gibi kokarım
bıcı bıcı yaparım dalinle ipek gibi saçlarim.


(bkz: çakar çakmaz çakan çakmak tokai)

on yüz bin milyon baloncuklu fruko reklamı
fruko reklamı 1986


sağlam durucan bu hayatta, sağlam basıcan bu hayatta, sağlamsa lassa... kendi kendime mırıldanırken her defasında sinir olduğum reklamdır.

reklam şarkısının dillere daha çabuk dolanması da tesadüf değil, zira mazhar alanson seslendirmiş.

aaarı vızvızvız aarı vızvızvız ege bal yiiiyıınıııızzz


yakın tarihten geliyor. hangimiz nefretle izlemedik ki.

"yüzzonnsekizsekseenseksseeeen"

bak yazınca bile sinirlendim tipini seksenlediklerim dedim.

asfalt ağladı be

erkeklerin berber sadakati

carleone89
teknik açıdan bakıldığı zaman gayet mantıklı bir harekettir. bu sadakati sağlayacak temel ve vazgeçilmez unsurlar vadır. berber seçimi yapılırken bu unsurlara çok dikkat edilir ve butun uygunluklarin toplandigi berbere sadik kalinir. bu unsurlar su sekildedir.

1. öncelikle berberinizin, evinizin yada işinizin yolu uzerinde olmasi gerekmektedir. aksam eve giderken, saba işe giderken gibi olağan zamanlarda yönünüzü değiştirmeden ve zaman kaybetmeden uğrayabilmeniz gerekmektedir.

2. lokasyondan sonraki en önemli unsur berberinizin temiz ve konforlu olmasıdır. çalışan personel ve çırak-kalfa ekibinin temiz, sağlıklı ve düzgün tipler olması çok önemli. bunların yanı sıra temizlik unsuru göz önünde bulundurulduğu zaman, mekanın da sürekli temizlenen bir mekan olması çok çok önemli.

3. berber seçiminde mekan ve zaman unsurlarının yanı sıra, üçüncü ve aslında en önemli unsur size bakacak olan usta yada kalfanın işinin ne kadar ehli olduğudur. çünkü erkek yüzü ve saçı oldukça hassastır. kesim yönü, şekli, şemali gibi bir çok unsur etkiler erkeğin traşını. bu yüzdendir ki sürekli berber değiştirmek hiç ama hiç iyi birşey değildir. sizinle ilgilenen ve o berber dükkanina sadik kaldığınız sürece ilgilenmeye devam edecek kişi sizin suratınızı, saçınızı, kılların çıkış yönünü vs. çok iyi biliyor ve tanıyor olmalı.

4. bütün bu teknik ve taktik detaylardan sonra berberiniz hoş sohbet olmalı. ayarlari ve dengeleri iyi kurabilmeli. sizin nabziniza göre şerbet ağzınızın tadına göre çay verebilmeli. ne enseye şaplak göte parmak bir adam olmalı ne de hoş geldiniz efendim moduna girip el pençe divan durmalı. sizin çizdiğiniz sınırlar içinde kalabilmeli.

işte bunlar ve bunlar gibi bir çok unsur vardır erkeğin berberine sadık olmasına neden olan...

neden bekliyorsun?


bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?

üye ol