bir can yucel siiri,
kirilan bir caydanlikti biz oyle sandik
ya da bir yildiz uyanmis sonra uyanivermis
oyle sasilasi bisey ki sasmadim bile
sen soyledin turkce yuzermis capon baliklari
sen hep boyle gunesli yalanlar soyle
ben toplarim parcalarini
kirk yilin halimesi boyle bir guvercin
oturup agda yapsin dupeduz devrim
bu bir degil iki degil dorduncu bacagi
halime kopardikca dunya yenileniyor
bu el yeni abeceyle yazilmis bir el
laik bir bacagi sivazliyor
komsular kibar evler daga cikmislar dunden. biz de
halimeyle vatani supuruyorduk. disaridan hariciyeli
bir ses: (affedersin! affedersin! affedersin! yangin
merdiveniniz yaniyor!) ne bu curcuna be! go"zu"nu"
kapan gelmis! iyi ya dedim, kapattim pencereyi. biz
de caydanlik kirildi sandik!...
kirk yilin halimesi boyle bir guvercin
oturup agda yapsin dupeduz devrim
bir can yucel siiri,
bileklerimizi morartmiş yeni alman kelepçeleri,
otobüsün kaloriferleri bozuldu kamandan sonra
sekiz saat oluyor karbonatlı bir çay bile içemedik,
başımızda perensip sahibi bir başçavuş.
niğde üzerinden adana cezaevine gidiyoruz...
bi sen eksiktin ayışığı
gümüş bir tüy dikmek için manzaraya!
bileklerimizi morartmiş yeni alman kelepçeleri,
otobüsün kaloriferleri bozuldu kamandan sonra
sekiz saat oluyor karbonatlı bir çay bile içemedik,
başımızda perensip sahibi bir başçavuş.
niğde üzerinden adana cezaevine gidiyoruz...
bi sen eksiktin ayışığı
gümüş bir tüy dikmek için manzaraya!
bir can yucel siiri,
yeraltı günleri bunlar
kör yılı köstebek ayı
siyah önlüklü bir güneş
ayazda okula gidiyor
dizilmiş danaburunları iki keçe
islıklıyorlar bebeyi
çepeçevre boynumda sıçandişi bir bahçe
oynuyorlar iki roma bir paris bir peking
karım en çok soğuk harbi seviyor
çocuklarımızdan
yaşamların kapısında kuyruk olmuşuz
önde emirerleri memede piçler sütsüz analar
akşam oldu memur çıktı kapıya
mal gelmedi bugün dedi kapatıyoruz
dilekçeyim masalar odalar arasında
yürek değil, sol yanımda on altı kuruluk pul
usulsuzüm yolsuzum
bir uçak geçti üstümden kıçında yakamozu
çakılmıştır yere çoktan toprakta bir çelik bitki
fala mı baksam koparıp çiçeklerini
düştü mü düşüyor mu düşecek mi
yeşiller içre bir insandın önceleri
sağda bir dağ solda bir çay çamaşır yıkayan kadınlar
dolaş şimdi çevresini yitirmiş insan resimleri gibi
yeraltı günleri bunlar
kör yılı köstebek ayı
siyah önlüklü bir güneş
ayazda okula gidiyor
dizilmiş danaburunları iki keçe
islıklıyorlar bebeyi
çepeçevre boynumda sıçandişi bir bahçe
oynuyorlar iki roma bir paris bir peking
karım en çok soğuk harbi seviyor
çocuklarımızdan
yaşamların kapısında kuyruk olmuşuz
önde emirerleri memede piçler sütsüz analar
akşam oldu memur çıktı kapıya
mal gelmedi bugün dedi kapatıyoruz
dilekçeyim masalar odalar arasında
yürek değil, sol yanımda on altı kuruluk pul
usulsuzüm yolsuzum
bir uçak geçti üstümden kıçında yakamozu
çakılmıştır yere çoktan toprakta bir çelik bitki
fala mı baksam koparıp çiçeklerini
düştü mü düşüyor mu düşecek mi
yeşiller içre bir insandın önceleri
sağda bir dağ solda bir çay çamaşır yıkayan kadınlar
dolaş şimdi çevresini yitirmiş insan resimleri gibi
bir can yucel siiri,
gözleri görmeyen esber,
dünyayla barisik
gözleri açiklar
dünyaya kapali,
yagmurdereli`yle birlikte
savas için, rusça niyet
yani hayir,
yagmurdereli`yle birlikte
baris için dögüselim,
dereler gibi akacak
güzelim yagmur
rahmet gelecek dünyaya
kör gözlerimizden akan
baris gelecek dünyaya
baris için dögüselim
gözleri görmeyen esber,
dünyayla barisik
gözleri açiklar
dünyaya kapali,
yagmurdereli`yle birlikte
savas için, rusça niyet
yani hayir,
yagmurdereli`yle birlikte
baris için dögüselim,
dereler gibi akacak
güzelim yagmur
rahmet gelecek dünyaya
kör gözlerimizden akan
baris gelecek dünyaya
baris için dögüselim
bir can yucel siiri,
memelerim koparıyor
yüzyıl süren bir yalnızlık
dile gelmişçesine
nasıl nasıl bir sevinç yarabbi!
ve ağrıya
ağrıya tabi,
ağraya
ağraya ağbi...
nakkaş tepe de ancak
bezmimize böyle gelmiştir
gelincikleri ve nazım hikmet’leriyle
yerbilimsel bir hapisten sonra
ii
içimdeki karanlığı patlatacağım
zifiri bir su akacak
kamışımdan toprağa
bir kedi yavrulayacak
köpek dişli bir kedi
ve böğürtlenler köpürecek ağzından
yedikçe
kendi
kendini
mayhoş
ya da posta nazırı dedemden kalma
mors’un en morundan bir karga
konacak karşıki direğin doruğuna
düşmanlarım öyle doldurmuşlar ki onu
ne kadar taşlasan boş
oynamıyor yerinden
ben kargadan korkmam ama
bunun gözleri baykuş
ve tüyleri güngörmedik deniz dipleri kadar ıslak
ve ötüyor
ötüyor
ötecek
beni ışığa bağlayan
(bağlayın beni ışığa!
gerin telleri gerin!)
beni ışığa bağlayan
o gelin telleri
o gelin telleri
kopuncaya dek...
akpembe bahar yelkenleriyle
güneşin rüzgarına gerilmiş
bir badem ağacı gibi...
içimdeki karanlığı patlatacağım
ve beynimin en ölümcül yaşlarıyla
ağlaya
ağlaya
yepyeni bir insan
pırıl pırıl bir can
bitecek toprağa...
iii
iki çöpçü geliyordu karşıdan.
biri
(aynen selahattin-i eyyubi haçlılar
seferinden, sanırsın, pos bıyıklarıyla
tarihin, süpürmeye gelmiş prens adalarını )
öbürüne
(marmara’yı bizim yaşar küklopsunun o
anavavza gözüyle dünyanın en güzel
atlarının neredeyse ineceği e biraz
genişçe bir çakır su gibi görüyordu,
eminim)
eyitti kim:
halk partisi’nin solunda bir parti olsa
hiç dinlemez oyumu ona veririm
iv
sevda tepesinde geçen gün
karşıki masanın altında
iki tane tavuk gördüm
toprakla yıkanıyorlardı
eşeledikleri çukurda
insanlar için de belki ölüm
toprakla bi tür
yıkanmaktır diye düşündüm
v
üşüyor mu deniz
üstüne boşandıkça yağmur?
ondan mı dersin
tüyleri böyle ürperiyor?
ben de gidersem bi gün bu biçim bi sağnakta
alı al moru mor bir sandal gibi acaba
yıllar sonra yılmayıp yine
çarpar mı yüreğim yurdumun sahillerine?
vi
buket diye bahçeli bir meyhane vardı yenişehir’de
yıkıldı çoktan gima var şimdi yerinde
kenarı küpelerle çevrili o küçücük havuzun
yamacında bir masa
cahit ağ’beyle otururduk yaz gecelerinde
fıskiyenin serpintisiyle sırılsıklamdı muşamba
zaten cahit’in gözleri daim yaşlı
“şunu siliver!” derdi garsona
“şu muşambayı siliver, mirim!”
ne cahit kaldı, ne buket, ne fıskiye
yine de bu bahar öğlesinde
fıskiyenin üstündeki o kırmızı top gibi
-isterse kalpten olsun, isterse-
hop hop ediyor ya yüreğim bi düziye
vii
ruhum sıkıldıkça, ruhum,
mızrapsız bir tambur gibi
apayrı bir hava çalıyor vücudum
ruhum sıkıldıkça ruhum,
senden ayrı, kendimden ve kentten ayrı
apayrı bir hava çalıyor vücudum
kalk gidelim, kalk gidelim başka yere!
başka yere, başka yere, başka yere!
ruhum sıkıldıkça, ruhum,
cemil beysiz bir tambur gibi
kendi kendini çalıyor vücudum
viii
yalıların surları boyunca giderken kanlıca’da
duvarda bir gedik ilişti gözüme
uydurdum gözümü deliğe:
bir bahçe
bahçe değil bir havuz
havuz değil bir bahçe
üstü nilüfer kesmiş silme
o nefti yapraklarıyla gelmiş
o aksarı çiçeğiyle
ne hevesle gelmiş kim bilir bu güzelliğe!
insanoğlu beni görsün diye mi?
bahçede oysa
bahçedeki bir havuz
bir havuz ki bir bahçe
ne in var ne cin ne bey ne ağa
surları da çekmişler dört bir yanına
bizler de varmayalım diye bu uçmağa
sade bir garibim yavru kurbağa
serilmiş o ortası çukur
o sal gibi yaprağa
yarı suyun içinde
yarı yansımış ışığa
pırıla pırıl yeşile yeşil
rezil mi rezil
başladı birden haykırmağa
başladı inin cinin ağanın beyin
ne kendi görüp ne kimseye gösterdiği
çevresine bizler görmeyelim diye
surlar çektiği
o kimsesiz güzele türkü yakmağa
şairim ben
benim işte o kurbağa
ix
hep ölümü çalacak değil a zangoç
bu da
sema’yla asaf’ın kızına
hoşgeldin demek için
oysa
ne kadar
ne kadar
ne kadar yalnız
sanıyordum kendimi demin
x
atkestanelerini geçen süvari ışıklar
er-erken kaldırmış hanımellerini
tühallah üşüyecekler!
ve zeytinler eski rum tenteneleriyle
esen yel!
esen yel!
kim gördü böyle gül yiyen horoz
tanyeri kokuyor sesi...
yuvarlandıkça sanki bayırdan aşağı
hapiste dolmuş bir şarap şişesi
öbür horozlar da ayaklanıyor
merdiven nakışlı ibikleriyle
ve balkonlardan sarkarken
düşleri bebelerin
bir albayrak yarışı gibi
horozlar nev-icad ediyorlar denizi
hırsızlar!
hırsızlar!
ve deniz
levent gölgeleriyle turgut reis’in
bütün bu dizelerden alınıyor
bir ala
bir mora kesiyor yüzü
esen yel!
esen yel!
bu sabah
bir firardır
kan-davasından bir çocuk
kuşluk vaktine kalmadan önce
güneşin kurşunlarıyla vurulacak
ve akşamladı mıydı çamlar
ve karadı mıydı
tepelerde
tepelerde
öyle güzel ki esen yel
esen yel!
esen yel!
bu sabah
ve bu bahar
bir firardır
baruta koşan bir fitil
ifil
ifil
öyle güzel ki esen yel!
esen yel!
esen yel!
öyle güzel
öyle güzel ki
esmese de
esmese de
güzel
xi
içimden bir his bırakmıyor beni ölmeceye.
içimden bir his.
bir his ki
çapraz oturmuş denizin kıyısına
taş
taş
taş
derken bir güneş!
tıpkı üsküdarda’ki
şemsi paşa camisi gibi.
sen iskeletlerle değil diyor bana
sen iskelelerle kuracaksın cesedini
ve öyle köpeksin ki sen
öldükten sonra bile
yılmaz’ın umudundaki
paytonların ardından
koşacaksın hep
geleceğe
çın
çın
çın
ve karnımın gevşemesine karşın
taş..larımdaki tarçın
bırakmıyor beni ölmeceye
evet diyemiyorum
diyemiyorum ki evet
o hayırlı
o hayırlı geceye
xii
ben de
boğaziçi de bu bahar
mavi sakalına erguvanlar takmış
sarhoş bir iskele babası kadar
hem delikanlı
hem deliler gibi ihtiyar
memelerim koparıyor
yüzyıl süren bir yalnızlık
dile gelmişçesine
nasıl nasıl bir sevinç yarabbi!
ve ağrıya
ağrıya tabi,
ağraya
ağraya ağbi...
nakkaş tepe de ancak
bezmimize böyle gelmiştir
gelincikleri ve nazım hikmet’leriyle
yerbilimsel bir hapisten sonra
ii
içimdeki karanlığı patlatacağım
zifiri bir su akacak
kamışımdan toprağa
bir kedi yavrulayacak
köpek dişli bir kedi
ve böğürtlenler köpürecek ağzından
yedikçe
kendi
kendini
mayhoş
ya da posta nazırı dedemden kalma
mors’un en morundan bir karga
konacak karşıki direğin doruğuna
düşmanlarım öyle doldurmuşlar ki onu
ne kadar taşlasan boş
oynamıyor yerinden
ben kargadan korkmam ama
bunun gözleri baykuş
ve tüyleri güngörmedik deniz dipleri kadar ıslak
ve ötüyor
ötüyor
ötecek
beni ışığa bağlayan
(bağlayın beni ışığa!
gerin telleri gerin!)
beni ışığa bağlayan
o gelin telleri
o gelin telleri
kopuncaya dek...
akpembe bahar yelkenleriyle
güneşin rüzgarına gerilmiş
bir badem ağacı gibi...
içimdeki karanlığı patlatacağım
ve beynimin en ölümcül yaşlarıyla
ağlaya
ağlaya
yepyeni bir insan
pırıl pırıl bir can
bitecek toprağa...
iii
iki çöpçü geliyordu karşıdan.
biri
(aynen selahattin-i eyyubi haçlılar
seferinden, sanırsın, pos bıyıklarıyla
tarihin, süpürmeye gelmiş prens adalarını )
öbürüne
(marmara’yı bizim yaşar küklopsunun o
anavavza gözüyle dünyanın en güzel
atlarının neredeyse ineceği e biraz
genişçe bir çakır su gibi görüyordu,
eminim)
eyitti kim:
halk partisi’nin solunda bir parti olsa
hiç dinlemez oyumu ona veririm
iv
sevda tepesinde geçen gün
karşıki masanın altında
iki tane tavuk gördüm
toprakla yıkanıyorlardı
eşeledikleri çukurda
insanlar için de belki ölüm
toprakla bi tür
yıkanmaktır diye düşündüm
v
üşüyor mu deniz
üstüne boşandıkça yağmur?
ondan mı dersin
tüyleri böyle ürperiyor?
ben de gidersem bi gün bu biçim bi sağnakta
alı al moru mor bir sandal gibi acaba
yıllar sonra yılmayıp yine
çarpar mı yüreğim yurdumun sahillerine?
vi
buket diye bahçeli bir meyhane vardı yenişehir’de
yıkıldı çoktan gima var şimdi yerinde
kenarı küpelerle çevrili o küçücük havuzun
yamacında bir masa
cahit ağ’beyle otururduk yaz gecelerinde
fıskiyenin serpintisiyle sırılsıklamdı muşamba
zaten cahit’in gözleri daim yaşlı
“şunu siliver!” derdi garsona
“şu muşambayı siliver, mirim!”
ne cahit kaldı, ne buket, ne fıskiye
yine de bu bahar öğlesinde
fıskiyenin üstündeki o kırmızı top gibi
-isterse kalpten olsun, isterse-
hop hop ediyor ya yüreğim bi düziye
vii
ruhum sıkıldıkça, ruhum,
mızrapsız bir tambur gibi
apayrı bir hava çalıyor vücudum
ruhum sıkıldıkça ruhum,
senden ayrı, kendimden ve kentten ayrı
apayrı bir hava çalıyor vücudum
kalk gidelim, kalk gidelim başka yere!
başka yere, başka yere, başka yere!
ruhum sıkıldıkça, ruhum,
cemil beysiz bir tambur gibi
kendi kendini çalıyor vücudum
viii
yalıların surları boyunca giderken kanlıca’da
duvarda bir gedik ilişti gözüme
uydurdum gözümü deliğe:
bir bahçe
bahçe değil bir havuz
havuz değil bir bahçe
üstü nilüfer kesmiş silme
o nefti yapraklarıyla gelmiş
o aksarı çiçeğiyle
ne hevesle gelmiş kim bilir bu güzelliğe!
insanoğlu beni görsün diye mi?
bahçede oysa
bahçedeki bir havuz
bir havuz ki bir bahçe
ne in var ne cin ne bey ne ağa
surları da çekmişler dört bir yanına
bizler de varmayalım diye bu uçmağa
sade bir garibim yavru kurbağa
serilmiş o ortası çukur
o sal gibi yaprağa
yarı suyun içinde
yarı yansımış ışığa
pırıla pırıl yeşile yeşil
rezil mi rezil
başladı birden haykırmağa
başladı inin cinin ağanın beyin
ne kendi görüp ne kimseye gösterdiği
çevresine bizler görmeyelim diye
surlar çektiği
o kimsesiz güzele türkü yakmağa
şairim ben
benim işte o kurbağa
ix
hep ölümü çalacak değil a zangoç
bu da
sema’yla asaf’ın kızına
hoşgeldin demek için
oysa
ne kadar
ne kadar
ne kadar yalnız
sanıyordum kendimi demin
x
atkestanelerini geçen süvari ışıklar
er-erken kaldırmış hanımellerini
tühallah üşüyecekler!
ve zeytinler eski rum tenteneleriyle
esen yel!
esen yel!
kim gördü böyle gül yiyen horoz
tanyeri kokuyor sesi...
yuvarlandıkça sanki bayırdan aşağı
hapiste dolmuş bir şarap şişesi
öbür horozlar da ayaklanıyor
merdiven nakışlı ibikleriyle
ve balkonlardan sarkarken
düşleri bebelerin
bir albayrak yarışı gibi
horozlar nev-icad ediyorlar denizi
hırsızlar!
hırsızlar!
ve deniz
levent gölgeleriyle turgut reis’in
bütün bu dizelerden alınıyor
bir ala
bir mora kesiyor yüzü
esen yel!
esen yel!
bu sabah
bir firardır
kan-davasından bir çocuk
kuşluk vaktine kalmadan önce
güneşin kurşunlarıyla vurulacak
ve akşamladı mıydı çamlar
ve karadı mıydı
tepelerde
tepelerde
öyle güzel ki esen yel
esen yel!
esen yel!
bu sabah
ve bu bahar
bir firardır
baruta koşan bir fitil
ifil
ifil
öyle güzel ki esen yel!
esen yel!
esen yel!
öyle güzel
öyle güzel ki
esmese de
esmese de
güzel
xi
içimden bir his bırakmıyor beni ölmeceye.
içimden bir his.
bir his ki
çapraz oturmuş denizin kıyısına
taş
taş
taş
derken bir güneş!
tıpkı üsküdarda’ki
şemsi paşa camisi gibi.
sen iskeletlerle değil diyor bana
sen iskelelerle kuracaksın cesedini
ve öyle köpeksin ki sen
öldükten sonra bile
yılmaz’ın umudundaki
paytonların ardından
koşacaksın hep
geleceğe
çın
çın
çın
ve karnımın gevşemesine karşın
taş..larımdaki tarçın
bırakmıyor beni ölmeceye
evet diyemiyorum
diyemiyorum ki evet
o hayırlı
o hayırlı geceye
xii
ben de
boğaziçi de bu bahar
mavi sakalına erguvanlar takmış
sarhoş bir iskele babası kadar
hem delikanlı
hem deliler gibi ihtiyar
bir can yucel siiri,
romalılar aslanlara atarlarmış hıristiyanları.
o hıristiyanlar ki
romalılardan daha dürüst, daha düzgün, daha uygar bir
düzene
inanmaktan başka suçları yoktu...
romalılar oyalamak için işsiz yığınlarını
o zamanın gazetesi
ve hürriyet’i olan coliseum stadyomunda
aslanlara atarlarmış sen gibi ben gibi
mehmet turgut gibi insanları
o mehmet turgut ki
işsiz olmaktan başka suçu yoktu
işsiz parasız evsiz-barksız
ve aslanın kafesine girdiğini farketmeyecek
kadar uykusuz...
o mehmet turgut ki
libya’ya gitmek için sıra bekleyen bir
kunuri aslanıydı
adana’nın girne yolunda bir lunaparkta
buldular parçalanmış vücudunu...
sade adana’nın girne yolunda değil
roma’da da böyle
oyalamak için işsiz yığınlarını
ve belki de azalsın diye işsizlerin sayısı
o zamanın gazetesi
ve hürriyet’i olan coliseum stadyomunda
aslanlara atarlardı sen gibi ben gibi
mehmet turgut gibi insanları...
ama ali adındaki
o kendi de müebbete mahkum aslan
aslanlar akıllanıyorlar mı nedir
yemedi kardeşim yemedi
kore gazisi mehmet turgut’un göğsündeki
silver star nişanını!
romalılar aslanlara atarlarmış hıristiyanları.
o hıristiyanlar ki
romalılardan daha dürüst, daha düzgün, daha uygar bir
düzene
inanmaktan başka suçları yoktu...
romalılar oyalamak için işsiz yığınlarını
o zamanın gazetesi
ve hürriyet’i olan coliseum stadyomunda
aslanlara atarlarmış sen gibi ben gibi
mehmet turgut gibi insanları
o mehmet turgut ki
işsiz olmaktan başka suçu yoktu
işsiz parasız evsiz-barksız
ve aslanın kafesine girdiğini farketmeyecek
kadar uykusuz...
o mehmet turgut ki
libya’ya gitmek için sıra bekleyen bir
kunuri aslanıydı
adana’nın girne yolunda bir lunaparkta
buldular parçalanmış vücudunu...
sade adana’nın girne yolunda değil
roma’da da böyle
oyalamak için işsiz yığınlarını
ve belki de azalsın diye işsizlerin sayısı
o zamanın gazetesi
ve hürriyet’i olan coliseum stadyomunda
aslanlara atarlardı sen gibi ben gibi
mehmet turgut gibi insanları...
ama ali adındaki
o kendi de müebbete mahkum aslan
aslanlar akıllanıyorlar mı nedir
yemedi kardeşim yemedi
kore gazisi mehmet turgut’un göğsündeki
silver star nişanını!
bir can yucel siiri,
alnımda bir ağustos böceği
yapraktan bedenim
ağaçtan bademim
bu zincirinden boşanmış poyrazda
uçuyoruz dolunaya doğru
yel yepelek yelken kürek
uçuyoruz ağaçlar evler duvarlar
uçuyoruz peribacaları
allaha emanet kula selamet
toprak da ayaklandı
bahçeler tarlalar
çiçekleri sarı yeşilleriyle
ardımızdan kızlan daki yel değirmenleri
alavra da doludizgin yaban eşekleri
burunlar koylar bükler
dağlarda ki devanaları
balıkaşıran da kopuyoruz anakaradan
uçuyoruz mehtapta
acemaşıran faslı okumaya dolunayda
alnımda bir ağustos böceği
yapraktan bedenim
ağaçtan bademim
bu zincirinden boşanmış poyrazda
uçuyoruz dolunaya doğru
yel yepelek yelken kürek
uçuyoruz ağaçlar evler duvarlar
uçuyoruz peribacaları
allaha emanet kula selamet
toprak da ayaklandı
bahçeler tarlalar
çiçekleri sarı yeşilleriyle
ardımızdan kızlan daki yel değirmenleri
alavra da doludizgin yaban eşekleri
burunlar koylar bükler
dağlarda ki devanaları
balıkaşıran da kopuyoruz anakaradan
uçuyoruz mehtapta
acemaşıran faslı okumaya dolunayda
bir can yucel siiri,
pencerelerin kenarından
sarkmış tül perdeleri
pembe evin
uçup uçup yüz sürüyorlar
karşı tepedeki manastırın selvilerine
rüzgãƒâ¢rla eğilip doğruldukça
sardunyalar, biberiyeler,
hiç korkma
karada ölüm yok oğlum sana bugün
leylekler daldı birden göğün acentasına
gidip-gelme almak üzere güneye hicret
sen de gel diyorlar kanatlarıyla,
el sallıyorum ben de yattığım yerden
leyleklere leylim-leylim
diye diye
güneşle karışık bir esinti geçiyor şakağımdan
uzatıyorum elimi denizden yeni çıkmış senin serinliğine,
göğsümün, karnımın, kasıklarımın, bacaklarımın
tüyleri kamaşıyor sevinçten
uyanıyoruz sonra
dizine yatırıp beni çingene benlerimi sıkıyorsun
gümüşlü zurnası dikiliyor havaya çeribaşının
işıklar bir bahriye çiftetellisi çalıyor yüzümde
hay allah
yine tutuldum galiba
derken bir aşk çocuğu doğuyor
çırpınan denizin karnından
bu şiir
ağlarken gülüyor
ve ağlıyor gülerek
tuzlu damlalarıyla güneşin,
sözcükler yanıp yanıp söerken
körpecik teninde
uzaylardan aparttığım yıldız bitleriyle.
pencerelerin kenarından
sarkmış tül perdeleri
pembe evin
uçup uçup yüz sürüyorlar
karşı tepedeki manastırın selvilerine
rüzgãƒâ¢rla eğilip doğruldukça
sardunyalar, biberiyeler,
hiç korkma
karada ölüm yok oğlum sana bugün
leylekler daldı birden göğün acentasına
gidip-gelme almak üzere güneye hicret
sen de gel diyorlar kanatlarıyla,
el sallıyorum ben de yattığım yerden
leyleklere leylim-leylim
diye diye
güneşle karışık bir esinti geçiyor şakağımdan
uzatıyorum elimi denizden yeni çıkmış senin serinliğine,
göğsümün, karnımın, kasıklarımın, bacaklarımın
tüyleri kamaşıyor sevinçten
uyanıyoruz sonra
dizine yatırıp beni çingene benlerimi sıkıyorsun
gümüşlü zurnası dikiliyor havaya çeribaşının
işıklar bir bahriye çiftetellisi çalıyor yüzümde
hay allah
yine tutuldum galiba
derken bir aşk çocuğu doğuyor
çırpınan denizin karnından
bu şiir
ağlarken gülüyor
ve ağlıyor gülerek
tuzlu damlalarıyla güneşin,
sözcükler yanıp yanıp söerken
körpecik teninde
uzaylardan aparttığım yıldız bitleriyle.
bir can yucel siiri,
her donkişotun bir yeldeğirmeni vardır
benim ki heybeli’de
yarı yarıya yıkık
üstünde
kırmızı üstüne beyaz beyaz harflerle
kocaman
türkiye halk bankasi
yazılı
vallahi billahi de
beş kuruş almadım o reklam için
her donkişotun bir yeldeğirmeni vardır
benim ki heybeli’de
yarı yarıya yıkık
üstünde
kırmızı üstüne beyaz beyaz harflerle
kocaman
türkiye halk bankasi
yazılı
vallahi billahi de
beş kuruş almadım o reklam için
bir can yucel siiri,
ne zaman mühürdara gelirsem çinden
bir güzel susmak geliyor içimden
bir kız sevmistim gıllıgışlı
yuvamı yapan bir kırlangıçtı
ne zaman mühürdara gelirsem çinden
bir güzel susmak geliyor içimden
bir kız sevmistim gıllıgışlı
yuvamı yapan bir kırlangıçtı
bir can yucel siiri,
ustamız eluard’ın izinden
kan yasası bu insanın:
üzümden şarap yapacaksın
çakmak taşından ateş
ve öpücüklerden insan!
can yasası bu insanın:
savaşlara yoksulluklara
ve binbir belaya karşın
ille de yaşayacaksın!
us yasası bu insanın:
suyu şavka döndürüp
düşü gerçeğe çevirip
düşmanı dost kılacaksın!
anayasası bu insanın
emekleyen çocuktan
uzayda koşana dek
yürürlükte her zaman
ustamız eluard’ın izinden
kan yasası bu insanın:
üzümden şarap yapacaksın
çakmak taşından ateş
ve öpücüklerden insan!
can yasası bu insanın:
savaşlara yoksulluklara
ve binbir belaya karşın
ille de yaşayacaksın!
us yasası bu insanın:
suyu şavka döndürüp
düşü gerçeğe çevirip
düşmanı dost kılacaksın!
anayasası bu insanın
emekleyen çocuktan
uzayda koşana dek
yürürlükte her zaman
bir can yucel siiri,
çekirgeydi raşko’nun elindeki güvercin
raşko’da mengeneydi, bu beynimizde kalsın!
çekmişler ıstor diye muhribin dumanını
çekirgeydi raşko’nun elindeki güvercin
raşko’da mengeneydi, bu beynimizde kalsın!
çekmişler ıstor diye muhribin dumanını
bir can yucel siiri,
sen çaldıkça teodorakis
bir mor yağıyor üstüme...
dudaklarım öpüşmekten mosmor...
bir putum sanki ilahilerle
denize fırlatılmış
ve bir deniz yağıyor üstüme
bakma sen sevgili teodorakis
açgözlü güvercinlerin didiştiklerine!
avluların o en çakırkeyiflisine
mısır daneleri gibi serpilmişler ama
mısır danesi değil ki bu adalar
ne de biz güverciniz...
sekerek o güneş güzeli çakılların üzerinden
çıplak ayaklarımızın su sesleriyle
birbirimize
ve kendimize
bilakis
sen çaldıkça teodorakis
bir mor yağıyor üstüme
sen çaldıkça teodorakis
bir mor yağıyor üstüme...
dudaklarım öpüşmekten mosmor...
bir putum sanki ilahilerle
denize fırlatılmış
ve bir deniz yağıyor üstüme
bakma sen sevgili teodorakis
açgözlü güvercinlerin didiştiklerine!
avluların o en çakırkeyiflisine
mısır daneleri gibi serpilmişler ama
mısır danesi değil ki bu adalar
ne de biz güverciniz...
sekerek o güneş güzeli çakılların üzerinden
çıplak ayaklarımızın su sesleriyle
birbirimize
ve kendimize
bilakis
sen çaldıkça teodorakis
bir mor yağıyor üstüme
bir can yucel siiri,
akdeniz yaraşıyor sana
yıldızlar terler ya sen de terliyorsun
aynı ıslak pırıltı burun kanatlarında
hiç dinmiyor motorların gürültüsü
köpekler havlıyor uzaktan
demin bir çocuk havladı
fatmanım cumbadan çarşaf silkiyor yine
ali dumdum anasına sövüyor saatlerdir
denizi tokmaklıyor balıkçılar
bu sesler işte sessizliğini büyüten toprak
o sesinin sardunyalar gibi konuşkan sessizliği
hayatta yattık dün gece
üstümüzde meltem
kekik kokuyor ellerim hala
senle yatmadım sanki
dağları dolaştım
ben senden öğrendim deniz yazmayı
elimden düşmüyor mavi kalem
bir tirandil çıkar gibi sefere
okula gidiyor öğretmenim
ben de ardından açılıyorum
bir poyraz çizip deftere
bir ada var sırf ebabil
dönüyor dönüyor başımda
senle yaşadığım günler
gümüş bir çevre oldu ömrüm
değince güneşine
neden sonra buldum o kaçakçı mağarasını
gözlerim kamaşınca senden
ölüm belki sularından kaçırdığım
o loş suda yıkanmaktır
durdukça yosundan yeşil
kulaç attıkça mavi
ben düzde sanırdım yıkıntım
örenim alkolik asarım
mutun doruğundaymışım meğer
senle çıkınca anladım
eski yunan atları var hani
yeleleri bükümlü
gün inerken de öyle
ağaçtan izdüşümleriyle
yürüyor balan tepeleri
yürüyor bölük bölük can
toplu bir güzelliğe doğru
kadınım yaraşıyorsun sen akdenize
akdeniz yaraşıyor sana
yıldızlar terler ya sen de terliyorsun
aynı ıslak pırıltı burun kanatlarında
hiç dinmiyor motorların gürültüsü
köpekler havlıyor uzaktan
demin bir çocuk havladı
fatmanım cumbadan çarşaf silkiyor yine
ali dumdum anasına sövüyor saatlerdir
denizi tokmaklıyor balıkçılar
bu sesler işte sessizliğini büyüten toprak
o sesinin sardunyalar gibi konuşkan sessizliği
hayatta yattık dün gece
üstümüzde meltem
kekik kokuyor ellerim hala
senle yatmadım sanki
dağları dolaştım
ben senden öğrendim deniz yazmayı
elimden düşmüyor mavi kalem
bir tirandil çıkar gibi sefere
okula gidiyor öğretmenim
ben de ardından açılıyorum
bir poyraz çizip deftere
bir ada var sırf ebabil
dönüyor dönüyor başımda
senle yaşadığım günler
gümüş bir çevre oldu ömrüm
değince güneşine
neden sonra buldum o kaçakçı mağarasını
gözlerim kamaşınca senden
ölüm belki sularından kaçırdığım
o loş suda yıkanmaktır
durdukça yosundan yeşil
kulaç attıkça mavi
ben düzde sanırdım yıkıntım
örenim alkolik asarım
mutun doruğundaymışım meğer
senle çıkınca anladım
eski yunan atları var hani
yeleleri bükümlü
gün inerken de öyle
ağaçtan izdüşümleriyle
yürüyor balan tepeleri
yürüyor bölük bölük can
toplu bir güzelliğe doğru
kadınım yaraşıyorsun sen akdenize
bir can yucel siiri,
düş bir yaş dalından düşerse
nereye düşer hiç düşündünüz mü?
yerde bir iz kalmayacak mı izdüşüm?
düşen yaş dalından düşünce
düş bir yaş dalından düşerse
nereye düşer hiç düşündünüz mü?
yerde bir iz kalmayacak mı izdüşüm?
düşen yaş dalından düşünce
gecen hafta sessiz sedasiz aramizdan ayrilan turk caz sanatcisi,
1951’de istanbul’da doğan sanatçı, 1974 yılında, isviçre’de caz şarkıcılığına başladı.
daha sonra norveç’de çalışmalarını sürdüren sanatçı, 1977’de türkiye’ye döndü ve çeşitli festifvallerde yeraldı.
1979’da new york’a gitti ve burada şan eğitimi aldı.
ruacan adlı bir de plak yapan ruacan, 1982’de yeniden türkiye’ye döndü ve kültür bakanlığı adına, çin ve abd’de konserler verdi.
bilgi üniversitesi müzik bölümünde dersler veren sanatçı, kanser tedavisi görüyordu
1951’de istanbul’da doğan sanatçı, 1974 yılında, isviçre’de caz şarkıcılığına başladı.
daha sonra norveç’de çalışmalarını sürdüren sanatçı, 1977’de türkiye’ye döndü ve çeşitli festifvallerde yeraldı.
1979’da new york’a gitti ve burada şan eğitimi aldı.
ruacan adlı bir de plak yapan ruacan, 1982’de yeniden türkiye’ye döndü ve kültür bakanlığı adına, çin ve abd’de konserler verdi.
bilgi üniversitesi müzik bölümünde dersler veren sanatçı, kanser tedavisi görüyordu
nisan 1932 yılında doğan karakoç’un şiir merakı küçük yaşlardan gelmektedir. şiire merakının bir sebebi de ailesinde dedesi, babası ve kardeşlerinin şair olmasıdır. ilk yazdığı şiirleri 2 kitap olacak hacimde iken beğenmeyip yaktı ve 1958 yılından itibaren yazdıklarını 1964 yılında ”hasana mektuplar" ismi altında kitap haline getirdi. 1958 yılında bulunduğu kasabada belediye mesul muhasibi olarak memuriyete girdi ve 1981 mart ayında emekli oldu.
şiirlerinde esas unsur olarak insanı ele alan şair, şiirleri yüzünden otuza yakın mahkemeye verildi fakat hepsinden beraat etti. 1985 yılından beri gazetecilik yapan karakoç, bir ara politikaya girdi ve ayrıldı.
şiirlerinde esas unsur olarak insanı ele alan şair, şiirleri yüzünden otuza yakın mahkemeye verildi fakat hepsinden beraat etti. 1985 yılından beri gazetecilik yapan karakoç, bir ara politikaya girdi ve ayrıldı.
yazılarında ve siyasal yaşamında batı uygarlığının bütünüyle benimsenmesini, türkçülüğü ve liberal düşünceyi savunan düşünür ve siyaset adamıdır. 1869 yılında şuşa-karabağda doğdu. ilköğrenimden sonra, annesinin çabasıyla rus gymnasiumuna gönderildi. batılı düşüncelerle tanıştığı bu okulu bitirdikten sonra, hukuk, tarih ve siyasal bilimler eğitimi gördüğü parise gitti (1888). üniversite yıllarında hocası ernest renandan etkilendi. pariste tanıştığı cemaleddin afgani onun islamiyete ilişkin düşüncelerini etkiledi. üniversite öğrenciliği sırasında la nouvelle revue, revue bleu gibi dergilerde yazıları yayımlandı.
ağaoğlunun fransada bulunduğu yıllar onun özellikle fransız devriminin getirdiği düşüncelere yakınlaşmasına, batılı liberal kavram ve değerleri incelemesine olanak verdi.
1894te azerbeycana döndü. irşad, terakki, fuyuzat gazetelerini yayımladı. ittihad ve terakkinin yayın organı olan şura-yı ümmete yazılar yazdı. bu dönemde temel olarak rusya müslümanlarının birliği ve kültürel gelişmesi doğrultusunda mücadele verdi. çarlığın baskısına karşı difai adlı bir gizli cemiyet kurdu. üzerindeki baskılar yoğunlaşınca, 1909da ailesiyle birlikte istanbula göç etti.
ii. meşrutiyet döneminde ağaoğlu, dağılan osmanlı imparatorluğunda milliyetçilik açısından en geç kalan türklerin, varlıklarını sürdürebilmek için milli şuur kazanmalarının zorunlu olduğu görüşüne, türkçülük akımına bağlandı. bu dönemde ziya gökalple birlikte "türkleşmek, islamlaşmak, muasırlaşmak" biçiminde ifade edilen düşüncenin, daha çok türkçü ve çağdaşlaşmacı yönüne ağırlık verdi. ağaoğlu için türkçülük siyasal bir programdan çok, ulusun kurtuluşunu sağlayacak birleşmenin temel kültürel harcı idi.
1911de türk yurdu cemiyetinin kurucuları arasında yer aldı. cemiyetin yayın organı türk yurdu dergisinde yayımladığı "türk alemi", "osmanlı inkılabının şarktaki tesiratı", "islamda davayı milliyet" gibi yazı dizileri ilgi uyandırdı. babanzade ahmed naim ve süleyman nazif gibi islamcı ve osmanlıcı yazarlarla giriştiği tartışmada türkçülükle islamın çelişmediğini kanıtlamaya çalıştı. o sıralarda, ittihatçı eğilimlerin söz sahibi olmaya başladığı darülfununda rus dili ve türk tarihi hocalığı yapmaya başladı. 1914te afyonkarahisar mebusluğuna seçildi. 1915te ittihat ve terakkinin genel merkez üyesi oldu. 1917 ekim devriminden sonra kafkas orduları siyasi müşaviri olarak rusyaya gitti. geri döndüğünde ingilizler tarafından tutuklandı ve maltaya sürüldü.
1921de serbest bırakılınca anadoluya geçen ağaoğlu ankara hükümetince matbuat umum müdürlüğü görevine getirildi. 1930da cumhuriyetçi serbest fırkanın kuruluşuna katıldı. partinin programı ve tüzüğünün oluşturulmasına önemli katkısı oldu. serbest fırka kendisini feshedince çoğu kurucuların aksine eski partisine dönmedi. 1933te akanı gazetesini çıkardı. chpye muhalif bir çizgi izleyen gazeteyi kısa süre sonra kapatmak zorunda kaldı.
cumhuriyet döneminde gerek chp içindeki tutumunda, gerekse kadro hareketini temsil eden şevket süreyya aydemir ile giriştiği tartışmada, ağaoğlunun batılı parlamenter düzene yakınlığı ve "bütüncü" toplumsal anlayışlara karşı, batılı anlamda birey özgürlüğüne dayalı toplumsal ve iktisadi görüşleri ağırlık kazanmıştır. gazete yazılarını topladığı "devlet ve fert" (1933) adlı kitabı ve bir ütopya denemesi olan "serbest insanlar ülkesinde" (1930) bu açıdan önem taşır. 19 mayıs 1939da istanbulda öldü.
ağaoğlunun fransada bulunduğu yıllar onun özellikle fransız devriminin getirdiği düşüncelere yakınlaşmasına, batılı liberal kavram ve değerleri incelemesine olanak verdi.
1894te azerbeycana döndü. irşad, terakki, fuyuzat gazetelerini yayımladı. ittihad ve terakkinin yayın organı olan şura-yı ümmete yazılar yazdı. bu dönemde temel olarak rusya müslümanlarının birliği ve kültürel gelişmesi doğrultusunda mücadele verdi. çarlığın baskısına karşı difai adlı bir gizli cemiyet kurdu. üzerindeki baskılar yoğunlaşınca, 1909da ailesiyle birlikte istanbula göç etti.
ii. meşrutiyet döneminde ağaoğlu, dağılan osmanlı imparatorluğunda milliyetçilik açısından en geç kalan türklerin, varlıklarını sürdürebilmek için milli şuur kazanmalarının zorunlu olduğu görüşüne, türkçülük akımına bağlandı. bu dönemde ziya gökalple birlikte "türkleşmek, islamlaşmak, muasırlaşmak" biçiminde ifade edilen düşüncenin, daha çok türkçü ve çağdaşlaşmacı yönüne ağırlık verdi. ağaoğlu için türkçülük siyasal bir programdan çok, ulusun kurtuluşunu sağlayacak birleşmenin temel kültürel harcı idi.
1911de türk yurdu cemiyetinin kurucuları arasında yer aldı. cemiyetin yayın organı türk yurdu dergisinde yayımladığı "türk alemi", "osmanlı inkılabının şarktaki tesiratı", "islamda davayı milliyet" gibi yazı dizileri ilgi uyandırdı. babanzade ahmed naim ve süleyman nazif gibi islamcı ve osmanlıcı yazarlarla giriştiği tartışmada türkçülükle islamın çelişmediğini kanıtlamaya çalıştı. o sıralarda, ittihatçı eğilimlerin söz sahibi olmaya başladığı darülfununda rus dili ve türk tarihi hocalığı yapmaya başladı. 1914te afyonkarahisar mebusluğuna seçildi. 1915te ittihat ve terakkinin genel merkez üyesi oldu. 1917 ekim devriminden sonra kafkas orduları siyasi müşaviri olarak rusyaya gitti. geri döndüğünde ingilizler tarafından tutuklandı ve maltaya sürüldü.
1921de serbest bırakılınca anadoluya geçen ağaoğlu ankara hükümetince matbuat umum müdürlüğü görevine getirildi. 1930da cumhuriyetçi serbest fırkanın kuruluşuna katıldı. partinin programı ve tüzüğünün oluşturulmasına önemli katkısı oldu. serbest fırka kendisini feshedince çoğu kurucuların aksine eski partisine dönmedi. 1933te akanı gazetesini çıkardı. chpye muhalif bir çizgi izleyen gazeteyi kısa süre sonra kapatmak zorunda kaldı.
cumhuriyet döneminde gerek chp içindeki tutumunda, gerekse kadro hareketini temsil eden şevket süreyya aydemir ile giriştiği tartışmada, ağaoğlunun batılı parlamenter düzene yakınlığı ve "bütüncü" toplumsal anlayışlara karşı, batılı anlamda birey özgürlüğüne dayalı toplumsal ve iktisadi görüşleri ağırlık kazanmıştır. gazete yazılarını topladığı "devlet ve fert" (1933) adlı kitabı ve bir ütopya denemesi olan "serbest insanlar ülkesinde" (1930) bu açıdan önem taşır. 19 mayıs 1939da istanbulda öldü.
gercek adi esmeray dirikerdir,
esmeray 1950’de istanbulda doğdu. 1960 yılında istanbul şehir tiyatrosu’na girdi ve çocuk bölümü’nde ilk defa sahneye çıktı ve 1965 yılına kadar da burada çalıştı. daha sonra sırasıyla dormen, sırasıyla avni dilligil, özlem, özlem taşdelenler, sezer sezin tiyatroları’nda oyunculuk yaptı. 1974 yılında “mart bakanı” adlı oyunla tiyatrolara veda etti.
müziğe, neriman altındağ tüfekçi’nin yönettiği koroda amatörce başladı. 1974’de ilk ve son kez düzenlenen “1. toplu iğne beste yarışması”nda, eşi şemi diriker’in bestesi olan “unutama beni” ile aldığı birinci oldu. aynı yıl profesyonel olarak ilk defa küçük bebek belediye gazinosu’nda sahneye çıktı.
trt’nin düzenlediği yarışmada birinci olmasına rağmen “unutama beni”yi televizyon ekranlarından seslendiremeyen esmeray, bu plaktan sonra yaptığı 45’liklerle de trt denetimi’ne takıldı.
1977 yılında yaptığı “gel teskere” plağıyla ikinci çıkışını yaptı. ve sonraki yıllarda da asker şarkıları söylemeye devam edip halkın gönlünde sağlam bir yer edindi. bugüne kadar 9 adet 45’lik, 4 adet lp ve 1 adet kaset (kağıt mendil) çalışması yaptı, 1986’da sahne çalışmalarına son verdi. “alıştık artık” adlı tv programında uzun süre ayşegül-ali atik’le birlikte rol aldı. son olarak 1995 yılında nedim saban tiyatrosu’nda “oscar” adlı oyun ile tekrar tiyatroya döndü. 2000 yılında yayınlanan “eski dostlar” albümüyle tekrar müzik dünyasın aadım attı. esmeray, yakalandığı kanserden kurtulamayarak 25 mart 2002 tarihinde öldü.
gel tezkere
gel tezkere, gel tezkere bitsin bu gurbet
evde baban anan yüzüne hasret
yolunu gözleyen yarin yüzüne hasret
bir yıl oldu davul zurna yolcu ettik seni
duvarın üstüne astık yırtık resmini
hiç gam yemem yaş dolsa da görür gözlerim
vatan borcu namus borcu derim beklerim
gel tezkere gel tezkere bitsin bu hasret
evde anan baban yüzüne hasret
mektup geldi selamın var yaşlı babana
bacı kardaş muhtar emmi garip anana
koca öküz, sarı dana nasibin almış
mektubunda söz etmemiş bir yarin kalmış
gel tezkere gel tezkere bitsin bu hasret
yolunu bekleyen yarin yüzüne hasret
çeşmelerde odalarda adın okunur
okundukça yüreğime hancer sokulur
seni anmak günah değil, kırk kat ellere
söyleyemem ben derdimi kendime bile
gel tezkere gel tezkere bitsin bu hasret
evde baban anan bacın yüzüne hasret
esmeray 1950’de istanbulda doğdu. 1960 yılında istanbul şehir tiyatrosu’na girdi ve çocuk bölümü’nde ilk defa sahneye çıktı ve 1965 yılına kadar da burada çalıştı. daha sonra sırasıyla dormen, sırasıyla avni dilligil, özlem, özlem taşdelenler, sezer sezin tiyatroları’nda oyunculuk yaptı. 1974 yılında “mart bakanı” adlı oyunla tiyatrolara veda etti.
müziğe, neriman altındağ tüfekçi’nin yönettiği koroda amatörce başladı. 1974’de ilk ve son kez düzenlenen “1. toplu iğne beste yarışması”nda, eşi şemi diriker’in bestesi olan “unutama beni” ile aldığı birinci oldu. aynı yıl profesyonel olarak ilk defa küçük bebek belediye gazinosu’nda sahneye çıktı.
trt’nin düzenlediği yarışmada birinci olmasına rağmen “unutama beni”yi televizyon ekranlarından seslendiremeyen esmeray, bu plaktan sonra yaptığı 45’liklerle de trt denetimi’ne takıldı.
1977 yılında yaptığı “gel teskere” plağıyla ikinci çıkışını yaptı. ve sonraki yıllarda da asker şarkıları söylemeye devam edip halkın gönlünde sağlam bir yer edindi. bugüne kadar 9 adet 45’lik, 4 adet lp ve 1 adet kaset (kağıt mendil) çalışması yaptı, 1986’da sahne çalışmalarına son verdi. “alıştık artık” adlı tv programında uzun süre ayşegül-ali atik’le birlikte rol aldı. son olarak 1995 yılında nedim saban tiyatrosu’nda “oscar” adlı oyun ile tekrar tiyatroya döndü. 2000 yılında yayınlanan “eski dostlar” albümüyle tekrar müzik dünyasın aadım attı. esmeray, yakalandığı kanserden kurtulamayarak 25 mart 2002 tarihinde öldü.
gel tezkere
gel tezkere, gel tezkere bitsin bu gurbet
evde baban anan yüzüne hasret
yolunu gözleyen yarin yüzüne hasret
bir yıl oldu davul zurna yolcu ettik seni
duvarın üstüne astık yırtık resmini
hiç gam yemem yaş dolsa da görür gözlerim
vatan borcu namus borcu derim beklerim
gel tezkere gel tezkere bitsin bu hasret
evde anan baban yüzüne hasret
mektup geldi selamın var yaşlı babana
bacı kardaş muhtar emmi garip anana
koca öküz, sarı dana nasibin almış
mektubunda söz etmemiş bir yarin kalmış
gel tezkere gel tezkere bitsin bu hasret
yolunu bekleyen yarin yüzüne hasret
çeşmelerde odalarda adın okunur
okundukça yüreğime hancer sokulur
seni anmak günah değil, kırk kat ellere
söyleyemem ben derdimi kendime bile
gel tezkere gel tezkere bitsin bu hasret
evde baban anan bacın yüzüne hasret
26.05.1964te istanbulda doğdu. marmara üniversitesi basın yayın yüksekokulunu bitirdi. profesyonel müzik çalışmalarına grup yoruma katılarak başladı. bir süre istanbul üniversitesi devlet konservatuarına devam etti. ayrıca özel şan dersleri aldı. yorumla birlikte berivan-haziranda ölmek zor ve türkülerle albümlerinde çalıştı. 1989da tuncay akdoğanla birlikte yorumdan ayrıldı.
10.01.1990da tuncay akdoğan ve ismail ilknurla birlikte kızılırmakı kurdu. kızılırmakla birlikte şu ana kadar on üç albüm çıkardı. yurtiçi ve yurtdışında sayısız konserlere çıktı. çeşitli gazete ve dergilerde haftalık yazıları yayınlandı.
kızılırmakla çalışmalarını sürdürürken bir yandan da solo çalışmalar yaptı. 1990-1992 yılları arasında ankara birlik tiyatrosu tarafından sahnelenen pir sultan abdal oyununun müziklerini yapan kızılırmakın bu oyuna diğer katkısı, tuncay akdoğanın (anlatıcı-ozan) ve ilkay akkayanın (pir sultanın eşi ballıhan) oyuncu olarakta sahnede yer almasıydı.
1991 yılında tarık akan ve füsun demirelin oynadığı "bir küçük bulut" filminin müziğini yaptı.
kızılırmakla birlikte başka birçok oyun müziği yapan akkaya 2003te zafer diperin sahnelediği talan adlı oyunda da rol aldı. mayıs 2005te nazım hikmetin şeyh bedreddin destanı adlı şiiri oyunlaştırılmış şekilde sahnelendi. bu oyunun müziklerini de kızılırmak yaptı. oyun küba’da sahnelendi; ayrıca ilkay akkaya ve kızılırmak küba kültür bakanlığı davetlisi olarak havana şehrinde konser verdi.
birçok müzisyenin ve grubun albümlerine konuk sanatçı olarak destek verdi. ilk solo albümü olan "kül" ü 1999da yayınladı. yine 1999da "salkım söğüt" adlı ortak bir çalışmada yer aldı. daha sonra 2001de "unutma" adlı ikinci solo albümü yayınlandı. "salkım söğüt 4" de 2002 yılında yayınlandı. üçüncü solo albümü olan "yine" 2003 yılında yayınlandı. son solo albümü olan "yalnız" da aralık 2005te dinleyicileriyle buluştu.
10.01.1990da tuncay akdoğan ve ismail ilknurla birlikte kızılırmakı kurdu. kızılırmakla birlikte şu ana kadar on üç albüm çıkardı. yurtiçi ve yurtdışında sayısız konserlere çıktı. çeşitli gazete ve dergilerde haftalık yazıları yayınlandı.
kızılırmakla çalışmalarını sürdürürken bir yandan da solo çalışmalar yaptı. 1990-1992 yılları arasında ankara birlik tiyatrosu tarafından sahnelenen pir sultan abdal oyununun müziklerini yapan kızılırmakın bu oyuna diğer katkısı, tuncay akdoğanın (anlatıcı-ozan) ve ilkay akkayanın (pir sultanın eşi ballıhan) oyuncu olarakta sahnede yer almasıydı.
1991 yılında tarık akan ve füsun demirelin oynadığı "bir küçük bulut" filminin müziğini yaptı.
kızılırmakla birlikte başka birçok oyun müziği yapan akkaya 2003te zafer diperin sahnelediği talan adlı oyunda da rol aldı. mayıs 2005te nazım hikmetin şeyh bedreddin destanı adlı şiiri oyunlaştırılmış şekilde sahnelendi. bu oyunun müziklerini de kızılırmak yaptı. oyun küba’da sahnelendi; ayrıca ilkay akkaya ve kızılırmak küba kültür bakanlığı davetlisi olarak havana şehrinde konser verdi.
birçok müzisyenin ve grubun albümlerine konuk sanatçı olarak destek verdi. ilk solo albümü olan "kül" ü 1999da yayınladı. yine 1999da "salkım söğüt" adlı ortak bir çalışmada yer aldı. daha sonra 2001de "unutma" adlı ikinci solo albümü yayınlandı. "salkım söğüt 4" de 2002 yılında yayınlandı. üçüncü solo albümü olan "yine" 2003 yılında yayınlandı. son solo albümü olan "yalnız" da aralık 2005te dinleyicileriyle buluştu.
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?