müzeyyen senar dan "ah bu gönül arz eder seni seni yaaaaaaaarrrr seeeeeniiii" kısmını nameli olarak dinlediğiniz zaman bir insanın aşıkına olan seslenişinin nasıl böyle canı gönülden ve nasıl bu kadar nazenin bir şekilde dile getirilebildiğine içiniz bir daha titremeden edemiyorsunuz.
günümüzde ise: seni istiyorum seherim/aç bacaklarını yeterim/içimdeki aşk hep sana aksın isterim/merak etme boşalmadan geri çekerim/ şeklindedir istek ve arzular.
selvi boylu al yazmalı değil hiçbirşey. sen de başını alıp gitme diyemiyoruz hiçkimseye çünkü daha otobüse el sallarlen telefonumuz çalıyor:”abi naaber naapıyosun akşama?” “sevgilimi yolcu ettim yalnız başıma kalıp boğaz görmeyen balkonumda sigara içip uzaklara bakıcam–karşı apartmana–” diyemiyorsunuz. baksanız da karşı aparmandaki hafif etine dolgun komşu kızı eşofmanından tangasını sıyırtmış olarak akşamın bi vakti cam siliyor. tövbe tövbe deyip içeri giriyorsunuz. cam silen bitiyor “cam” den olmadık bi arkadaş çıkıyor karşınıza. kalbimden kalbine yok bile kinim/bence artık sen de herkes gibisin dediği gibi ustanın diyemiyoruz kimseye çünkü “herkes gibi olmayan” kimsemiz yok maalesef.
güneşte çayını demleyeceğiniz bir damla gözyaşını değil sadece kirpiklerini ıslak görmemek için düzene çomak sokabileceğimiz kim kaldı–angelina jolie ve brad pitt hariç?? onlar bile çoluğa çocuğa karıştılar, married with children’daki al bundy gibi hayal edin bakalım bir o hoş adamı.
artık tamirci dükkanlarına gelen arabalardan saçlarını savurarak inmiyor kızlar ki o çıraklar işçiliklerini unutarak bir an kirli kapkara ellerini o aslan yelesi gibi savrulan saçları okşarken hayal etsin. o tamirci çıraklarının, o internet kafe çalışanlarının, o küçük ve orta ölçekli işletmelerin dükkan bekleyen oğullarının hepsi nette polis asker doktor mühendis çünkü. sanal olanı gerçek sanmaya devam ederek geçiyor ömrümüz. istanbul istanbul olalı ya da eskişehir eskişehir olalı ya da elazığ elazığ olalı hiç böyle keder göremiyor artık. olsa olsa bir iki sms sürüyor kederlerimiz.
sistem diyorum aşık olmamıza müsaade etmiyor. müsaade sizin buyrun deneyin.
güneşte çayını demleyeceğiniz bir damla gözyaşını değil sadece kirpiklerini ıslak görmemek için düzene çomak sokabileceğimiz kim kaldı–angelina jolie ve brad pitt hariç?? onlar bile çoluğa çocuğa karıştılar, married with children’daki al bundy gibi hayal edin bakalım bir o hoş adamı.
artık tamirci dükkanlarına gelen arabalardan saçlarını savurarak inmiyor kızlar ki o çıraklar işçiliklerini unutarak bir an kirli kapkara ellerini o aslan yelesi gibi savrulan saçları okşarken hayal etsin. o tamirci çıraklarının, o internet kafe çalışanlarının, o küçük ve orta ölçekli işletmelerin dükkan bekleyen oğullarının hepsi nette polis asker doktor mühendis çünkü. sanal olanı gerçek sanmaya devam ederek geçiyor ömrümüz. istanbul istanbul olalı ya da eskişehir eskişehir olalı ya da elazığ elazığ olalı hiç böyle keder göremiyor artık. olsa olsa bir iki sms sürüyor kederlerimiz.
sistem diyorum aşık olmamıza müsaade etmiyor. müsaade sizin buyrun deneyin.
tavşan kanı çay boğaz manzarasından bile keyifliydi. herkes dışarılara atmıştı kendini. hatta bir de dayanamayıp boğazdan atmak isteyen oldu
bariyerlerin arkasına geçmiş bir kişi köprü trafiğini bir süre durdurdu ama neyse ki ikna edildi de trajedi yaşanmadı. biz de çayımızı kumpirimizi ve waffleımızı yedikten sonra karnımız tok sırtımız pek ayrıldık mekandan.
bugüne kadar hiç utandırmadı beni istanbul; boğazıyla, istiklal’iyle, köprü trafiğiyle, yemeğiyle içmeğiyle hep beklediğimden bir fazlası çıktı. sanırım bu gidişle çıkmaya da devam edecek.
bekle beni istanbul!
bariyerlerin arkasına geçmiş bir kişi köprü trafiğini bir süre durdurdu ama neyse ki ikna edildi de trajedi yaşanmadı. biz de çayımızı kumpirimizi ve waffleımızı yedikten sonra karnımız tok sırtımız pek ayrıldık mekandan.
bugüne kadar hiç utandırmadı beni istanbul; boğazıyla, istiklal’iyle, köprü trafiğiyle, yemeğiyle içmeğiyle hep beklediğimden bir fazlası çıktı. sanırım bu gidişle çıkmaya da devam edecek.
bekle beni istanbul!
kesildi. sesler kesildi. bilmemkaç watt gücündeki on yüz bin seçim arabası hoparlörü kadar gürültülüyken hayat. sinemada dolby stereodan en yüksek patlama sesinin ardından. tıs. hepsi bitti.
sessizliğe alışmak zor. yalnızlık ise tevekkül. iç organları eskir mi insanın. beynimde öyle bir yıpraşıklık hissi. doktor açsa içimi “ayy sizin içiniz çürümüş deyip kapatacak”. hani halk arasında bıçağı vurmuş geri dikmiş derler ya. öyle.
bir yerlerde küçük su döküyor birileri. bir yerlerde sevişme sonrası su dökünüyor başkaları. bir çocuk su çiçeği döküyor. duyamıyorum.
muz muydu karnı yarık yapılan sebze patlıcanlı süt müydü çocukken sınava giderken babamın bana bir tostçuda içirdiği.
serbest yüzüyorum fikirlerimde. dünya ismim gibi “upside down” oldu. köklerim dışarda kaldı. fotosentez yapamıyorum. “foto”(ışık)suz, “sen”siz, tez(acil)siz. herşey yavaş.
su altı kamerası gibiyim. görüntü var ses yok. sular altında kalmış gibi “hasan”ım “keyf”im. gerçekçi değil hiçbirşey hayatta. kendimi ekip yabancı birini biçiyorum alüvyonlu bir toprakta. ırmağımın deltasından denize karışıyorum. karıştığım denizlerde boğazlar itilafçıların elinde.
sevgim pişmiş fırında daha tazeyken askeriyenin bayatlama odalarında bekletiliyor. sonradan kesip yiyebilene aşkolsun. sevilmeme gelince o tam bir muamma. aşure ayında doğsaydım bundan iyiydi.
“nane limon kabuğu” diye şarkı yapan bir adam vardı. öldü.
sessizliğe alışmak zor. yalnızlık ise tevekkül. iç organları eskir mi insanın. beynimde öyle bir yıpraşıklık hissi. doktor açsa içimi “ayy sizin içiniz çürümüş deyip kapatacak”. hani halk arasında bıçağı vurmuş geri dikmiş derler ya. öyle.
bir yerlerde küçük su döküyor birileri. bir yerlerde sevişme sonrası su dökünüyor başkaları. bir çocuk su çiçeği döküyor. duyamıyorum.
muz muydu karnı yarık yapılan sebze patlıcanlı süt müydü çocukken sınava giderken babamın bana bir tostçuda içirdiği.
serbest yüzüyorum fikirlerimde. dünya ismim gibi “upside down” oldu. köklerim dışarda kaldı. fotosentez yapamıyorum. “foto”(ışık)suz, “sen”siz, tez(acil)siz. herşey yavaş.
su altı kamerası gibiyim. görüntü var ses yok. sular altında kalmış gibi “hasan”ım “keyf”im. gerçekçi değil hiçbirşey hayatta. kendimi ekip yabancı birini biçiyorum alüvyonlu bir toprakta. ırmağımın deltasından denize karışıyorum. karıştığım denizlerde boğazlar itilafçıların elinde.
sevgim pişmiş fırında daha tazeyken askeriyenin bayatlama odalarında bekletiliyor. sonradan kesip yiyebilene aşkolsun. sevilmeme gelince o tam bir muamma. aşure ayında doğsaydım bundan iyiydi.
“nane limon kabuğu” diye şarkı yapan bir adam vardı. öldü.
m si büyük harfle yazılanı ve "tırii em" diye okunanı bir migros mağazasının üzerinde yazılınca bir 31 aralık günü akşamın 5 inde bizi bu "tırii em" li migrosa sürükleyen ve yolda ordaki mezeler daha tazedir edalarıyla bizi delirten mal arkadaşımızı migrosun meze reyonunun tabii ki o saate kadar talan edilidiğini gördükten arabamızın lastiği patladıktan ve mezesiz kaldıktan sonraki linç girişimimizi getiriyor aklıma.
kırmızı stilettolar ve mor çiçekli elbise. uysa da uymasa da. hani pet shop boys un domino dancing klibindeki kızın elbisesi vardır ya onun gibi.
saçlar dağıtılmış rüzgarlara bırakılmış. topuklar yüksek boy uzun. sevgili namzeti ister yakından yürüsün. ister karşı kaldırımdan. parfümün kokusu orayı da tutar. ama sarılaydım beline karşı kaldırımdan olmaz.
havuza falan gidilirse banu alkan bikinisi mevcut. kocaman beyaz çerçeveli güneş gözlükleri -çalıntı espri ile- sizinkisi lcd mi plasma mı sorusunu akla getirmeli.
kot ya da herhangi düşük bel bir pantolon. henüz hooker tattoo yapılmadık bölgeyi ortada bırakmış. adı üstünde bu dövmeyi yaptırmak da yakışık almıyor artık. başka yerler ve çareler bulunmalı. kız kolunda damga olmalı.
akşam sigara inceliğinde siyah topuklular. bırak da sarılayım ayaklarına kum gibi kum gibi ezip geç olayından. üstünde dizüstü bi elbise ile dizüstüme gel. etek sarı. sen etekten.
yanıp sönen ışıklarda kıvrılan beller. hip hop hip hop eden kalçalar. tek tek tequila shotlar. sonunda bak bu sözlerin lafta kalırsa senin o tabiini tabiini yerimler.
google da bulunan ev anahtarları. gece bilimum sessiz harflerle konuşma imkanı. bolca n ve m kullanılmalı. arada önüne sesli harf eklenmiş h harfi de bulundurulmalı. armut dalda kız balkonda sallanmalı. balkon yani açık hava zihinleri açar.
ertesi gün ertesi gün derken o günün sabahıdır artık. uyanılmalı. ama nasıl. yatakta kahvaltı iyi gider. taze uyanmış beden üstü bir buçuk şeftalili dondurma. varsa çikolata sos da damlatılmalı. tutunca ellerini ölesim gelir.
son olarak spor ayakkabı ve kot pantolon. gelse de gitmese mi arada bir mi gelse. aman yolla beyoğlu na yolla. aşkın uygarlığımıza uyarlanmış tarifi bu. uysa da uymasa da.
saçlar dağıtılmış rüzgarlara bırakılmış. topuklar yüksek boy uzun. sevgili namzeti ister yakından yürüsün. ister karşı kaldırımdan. parfümün kokusu orayı da tutar. ama sarılaydım beline karşı kaldırımdan olmaz.
havuza falan gidilirse banu alkan bikinisi mevcut. kocaman beyaz çerçeveli güneş gözlükleri -çalıntı espri ile- sizinkisi lcd mi plasma mı sorusunu akla getirmeli.
kot ya da herhangi düşük bel bir pantolon. henüz hooker tattoo yapılmadık bölgeyi ortada bırakmış. adı üstünde bu dövmeyi yaptırmak da yakışık almıyor artık. başka yerler ve çareler bulunmalı. kız kolunda damga olmalı.
akşam sigara inceliğinde siyah topuklular. bırak da sarılayım ayaklarına kum gibi kum gibi ezip geç olayından. üstünde dizüstü bi elbise ile dizüstüme gel. etek sarı. sen etekten.
yanıp sönen ışıklarda kıvrılan beller. hip hop hip hop eden kalçalar. tek tek tequila shotlar. sonunda bak bu sözlerin lafta kalırsa senin o tabiini tabiini yerimler.
google da bulunan ev anahtarları. gece bilimum sessiz harflerle konuşma imkanı. bolca n ve m kullanılmalı. arada önüne sesli harf eklenmiş h harfi de bulundurulmalı. armut dalda kız balkonda sallanmalı. balkon yani açık hava zihinleri açar.
ertesi gün ertesi gün derken o günün sabahıdır artık. uyanılmalı. ama nasıl. yatakta kahvaltı iyi gider. taze uyanmış beden üstü bir buçuk şeftalili dondurma. varsa çikolata sos da damlatılmalı. tutunca ellerini ölesim gelir.
son olarak spor ayakkabı ve kot pantolon. gelse de gitmese mi arada bir mi gelse. aman yolla beyoğlu na yolla. aşkın uygarlığımıza uyarlanmış tarifi bu. uysa da uymasa da.
atatürk öldü. yüreğimde yaşamıyor. insanın annesi babası falan ölürse yüreğinde yaşamaya devam eder. bir ulusun kuruluş ve kurtuluşunda liderlik etmiş bir asker ve devlet adamı insanların yüreğinde yaşamaz.
içi boşaltılmış büstleri ve heykelleri ile bayrağı atatürk taşıyamaz. 71 sene önce ölmüş ve bize yapmamız gerekenleri satır aralarında da değil bizzat satır satır anlatmış bir lidere daha ne kadar sırtımızı dayayabiliriz?
mezarından kalkıp gelip bugünleri görse der hüngür hüngür ağlarız. atam sen kalk da ben yatam der yine ona bel bağlarız. hayır atatürk kalkmasın yattığı yerden! kemikleri bile kalmamıştır zaten nereye kalkacak! sağlam kafalı, sağlam vücutlu, fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür, zeki çevik ve ahlaklı değil miyiz hepimiz? neden o ölmüşken kalksın da sapasağlam biz yatalım? neden sen kalk da ben yatam kolaylığına girişiyoruz? bütün bir 70 milyonluk millet herkes yatacak atatürk kalkıp yerimize çalışacak di mi!
iki boyutlu resimleriyle kandırdınız bizi atatürk’ün. bütün ilkokul hayatım boyunca mustafa kemal’in hayatındaki en önemli şeylerin kargalar olduğunu sanarak büyüdüm. sonra da adının mustafa’yken mustafa kemal olması! aman ne önemli! bu adam kaç dil biliyordu? ömründe hangi kitapları okudu? nelere kafa yordu? zamanının hangi liderlerine gıpta etti? kimi örnek aldı? kimden nefret etti? kime taptı?
yok annesi istememiş de babası bilmemne okuluna yollamış da! bir büyük devlet adamı hatta düşünür için ne basit hayat hikayesi!
içi boşaltılırken kenarları kıyıları boşaltmayı da ihmal etmemişler. atatürk cumhuriyet’i kurdu! yok deve! tek başına mı karar verdi? mesela ne bileyim tayyip erdoğan bugün yatıyor gece ve sabaha diyor ki ben türkiye’ye monarşi kuracağım. arayın basını gelsin. açıklama yapacağım! olabilir mi böyle bir şey?!
nerde arkasındaki kadim türk ordusu? nerde silah arkadaşları dediğimiz paşalar generaller? ya da nerde aksi sesler? cumhuriyeti kim kaybetmiş de biz bulduk efendi diye meclisi inletenler?
cumhuriyet kurmayı da bir kişiye endekslerseniz millet amerikalarda 4 temmuz’da sokaklara dökülürken, burda bir milletin tüm evlatları anası bacısı çoluk çocuğuyla tırnaklarıyla söke söke kazanmış iken bu zaferi, sadece askeri erkan (a nın üstünde inceltme işareti var), mülki idare amirleri, bir kaç sivil toplum örgütü, lise ve ilkoöretim okullarından sabah körü zorla getirilmiş öğrenciler, madalyasını gururla ama bir o kadar da buruklukla taşıyan gaziler bir de mahallede dükkanını erken açmış esnaf katılır 29 ekim törenlerine.
cumhuriyeti biz kurduk sizler yaşatacaksınız derken her 29 ekim’de liselerarası kompozisyon ve resim yarışmalarında klasik topraktaki kan gölüne aksi düşmüş ay yıldızlı resimlerle ve “atam izindeyiz ama izini sürerken köpek gibi burnumuzu yere sürtmekten imtina ediyorduk, o yüzden bir kaç tane alman kurdu ile ingiliz av köpeği aldık. kızmamışsındır herhalde!” temalı yazılarla geçiştirilmesini istememişti herhalde atatürk!
atatürk! sen öldün! bunu uzatmaya, sündürmeye, sürdürmeye gerek yoktur. kurulmuş olanın taşının üstüne bir taş daha eklemediğimiz gibi bazı yerlerde de taş taş üstünde bırakmadığımız için biz beceremedik kalkın gelin siz devam edin diye gelmiş geçmiş devlet adamlarına yalvarmak ayıbı bizim olsun.
sen kalkma atam yatağından! bize senin gibi rahat etmek düşmez! bir millete bir kere liderlik ettin bu sana 7 kat cennette 7 kere hacca gitmiş gibi sevap sağlamıştır zaten eğer vaad edilen buysa. bırak kendi çamurumuzda biz debelenelim. indirt resimlerini heykellerini müzelerden sanat galerilerinden. sanatı ve politikayı ve kutlamaları artık kendi ayaklarımız üzerinde durarak yapalım bir zahmet!
sırtımızı bir 71 sene daha sana dayayarak değil!
içi boşaltılmış büstleri ve heykelleri ile bayrağı atatürk taşıyamaz. 71 sene önce ölmüş ve bize yapmamız gerekenleri satır aralarında da değil bizzat satır satır anlatmış bir lidere daha ne kadar sırtımızı dayayabiliriz?
mezarından kalkıp gelip bugünleri görse der hüngür hüngür ağlarız. atam sen kalk da ben yatam der yine ona bel bağlarız. hayır atatürk kalkmasın yattığı yerden! kemikleri bile kalmamıştır zaten nereye kalkacak! sağlam kafalı, sağlam vücutlu, fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür, zeki çevik ve ahlaklı değil miyiz hepimiz? neden o ölmüşken kalksın da sapasağlam biz yatalım? neden sen kalk da ben yatam kolaylığına girişiyoruz? bütün bir 70 milyonluk millet herkes yatacak atatürk kalkıp yerimize çalışacak di mi!
iki boyutlu resimleriyle kandırdınız bizi atatürk’ün. bütün ilkokul hayatım boyunca mustafa kemal’in hayatındaki en önemli şeylerin kargalar olduğunu sanarak büyüdüm. sonra da adının mustafa’yken mustafa kemal olması! aman ne önemli! bu adam kaç dil biliyordu? ömründe hangi kitapları okudu? nelere kafa yordu? zamanının hangi liderlerine gıpta etti? kimi örnek aldı? kimden nefret etti? kime taptı?
yok annesi istememiş de babası bilmemne okuluna yollamış da! bir büyük devlet adamı hatta düşünür için ne basit hayat hikayesi!
içi boşaltılırken kenarları kıyıları boşaltmayı da ihmal etmemişler. atatürk cumhuriyet’i kurdu! yok deve! tek başına mı karar verdi? mesela ne bileyim tayyip erdoğan bugün yatıyor gece ve sabaha diyor ki ben türkiye’ye monarşi kuracağım. arayın basını gelsin. açıklama yapacağım! olabilir mi böyle bir şey?!
nerde arkasındaki kadim türk ordusu? nerde silah arkadaşları dediğimiz paşalar generaller? ya da nerde aksi sesler? cumhuriyeti kim kaybetmiş de biz bulduk efendi diye meclisi inletenler?
cumhuriyet kurmayı da bir kişiye endekslerseniz millet amerikalarda 4 temmuz’da sokaklara dökülürken, burda bir milletin tüm evlatları anası bacısı çoluk çocuğuyla tırnaklarıyla söke söke kazanmış iken bu zaferi, sadece askeri erkan (a nın üstünde inceltme işareti var), mülki idare amirleri, bir kaç sivil toplum örgütü, lise ve ilkoöretim okullarından sabah körü zorla getirilmiş öğrenciler, madalyasını gururla ama bir o kadar da buruklukla taşıyan gaziler bir de mahallede dükkanını erken açmış esnaf katılır 29 ekim törenlerine.
cumhuriyeti biz kurduk sizler yaşatacaksınız derken her 29 ekim’de liselerarası kompozisyon ve resim yarışmalarında klasik topraktaki kan gölüne aksi düşmüş ay yıldızlı resimlerle ve “atam izindeyiz ama izini sürerken köpek gibi burnumuzu yere sürtmekten imtina ediyorduk, o yüzden bir kaç tane alman kurdu ile ingiliz av köpeği aldık. kızmamışsındır herhalde!” temalı yazılarla geçiştirilmesini istememişti herhalde atatürk!
atatürk! sen öldün! bunu uzatmaya, sündürmeye, sürdürmeye gerek yoktur. kurulmuş olanın taşının üstüne bir taş daha eklemediğimiz gibi bazı yerlerde de taş taş üstünde bırakmadığımız için biz beceremedik kalkın gelin siz devam edin diye gelmiş geçmiş devlet adamlarına yalvarmak ayıbı bizim olsun.
sen kalkma atam yatağından! bize senin gibi rahat etmek düşmez! bir millete bir kere liderlik ettin bu sana 7 kat cennette 7 kere hacca gitmiş gibi sevap sağlamıştır zaten eğer vaad edilen buysa. bırak kendi çamurumuzda biz debelenelim. indirt resimlerini heykellerini müzelerden sanat galerilerinden. sanatı ve politikayı ve kutlamaları artık kendi ayaklarımız üzerinde durarak yapalım bir zahmet!
sırtımızı bir 71 sene daha sana dayayarak değil!
google da bulunamayacak 3 şey:
1. iyi aile kızı
2. sexsiz aşk
3. arabanın kayığ anahtarları
1. iyi aile kızı
2. sexsiz aşk
3. arabanın kayığ anahtarları
eğer 3 ü bir arada şeyleri seviyorsanız ki ben sevmem-sütünü şekerini ve kahve miktarını birilerinin sizin için hazırladığı karışımları- tüm kadınların da böyle bir eğitimden aşçı/orospu/hanımefendi geçmesini isteyebilirsiniz. raflarda bu işlevlerin dozajları değişik miktarlarda ayarlanmış kızlar bulmak mevcuttur. asıl sorum neden biz erkeklerden paraya gelince donald trumph, zekaya gelince bill gates, babalığa gelince brad pitt, poker masasına gelince daniel craig, yatak meselesine gelince peter north olmalarını istemiyoruz da her türlü süklüm ve de püklüm ve de parasız ve de kötü sevişen kötü araba kullanan hatta ağzı kokan hallerine bile aldırmadan aşık olabiliyoruz?
ayrıca mutfakta orospu olabilmenin kimseye bi zararı olmamaktadır.
ayrıca mutfakta orospu olabilmenin kimseye bi zararı olmamaktadır.
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?