selvi boylu al yazmalı değil hiçbirşey. sen de başını alıp gitme diyemiyoruz hiçkimseye çünkü daha otobüse el sallarlen telefonumuz çalıyor:”abi naaber naapıyosun akşama?” “sevgilimi yolcu ettim yalnız başıma kalıp boğaz görmeyen balkonumda sigara içip uzaklara bakıcam–karşı apartmana–” diyemiyorsunuz. baksanız da karşı aparmandaki hafif etine dolgun komşu kızı eşofmanından tangasını sıyırtmış olarak akşamın bi vakti cam siliyor. tövbe tövbe deyip içeri giriyorsunuz. cam silen bitiyor “cam” den olmadık bi arkadaş çıkıyor karşınıza. kalbimden kalbine yok bile kinim/bence artık sen de herkes gibisin dediği gibi ustanın diyemiyoruz kimseye çünkü “herkes gibi olmayan” kimsemiz yok maalesef.
güneşte çayını demleyeceğiniz bir damla gözyaşını değil sadece kirpiklerini ıslak görmemek için düzene çomak sokabileceğimiz kim kaldı–angelina jolie ve brad pitt hariç?? onlar bile çoluğa çocuğa karıştılar, married with children’daki al bundy gibi hayal edin bakalım bir o hoş adamı.
artık tamirci dükkanlarına gelen arabalardan saçlarını savurarak inmiyor kızlar ki o çıraklar işçiliklerini unutarak bir an kirli kapkara ellerini o aslan yelesi gibi savrulan saçları okşarken hayal etsin. o tamirci çıraklarının, o internet kafe çalışanlarının, o küçük ve orta ölçekli işletmelerin dükkan bekleyen oğullarının hepsi nette polis asker doktor mühendis çünkü. sanal olanı gerçek sanmaya devam ederek geçiyor ömrümüz. istanbul istanbul olalı ya da eskişehir eskişehir olalı ya da elazığ elazığ olalı hiç böyle keder göremiyor artık. olsa olsa bir iki sms sürüyor kederlerimiz.
sistem diyorum aşık olmamıza müsaade etmiyor. müsaade sizin buyrun deneyin.
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?