confessions

ali biberon

- Yazar -

  1. toplam entry 651
  2. takipçi 1
  3. puan 52188

üstündeki kiyafetin orjinalligini sorgülayan insan

ali biberon
öncelikle şerefsiz ve daha sonra sırasıyla " the best of küfür’s " serisinden seçilecek küfürlerle süslenecek insandır. bu arkadaşın her giydiği orijinal kulvarına girdiğinden, karşısındakinin de üstündeki, altındakini ve görünmeyenini sorgulama isteğini kendinde bulur. fakat arkadaşını kıracağından ve inciteceğinden bihaber olan bu insanın aklı fikri orijinallik ve marka olduğundan, bunları düşünmesi imkânsızdır.

bir de bunun bir diğer versiyonu vardır. giydikleri orijinal kulvarına girmediği halde, karşındakinin giydiklerinin, çıkardıklarının orijinallik muhasebesini yapar. kendinden o kadar emindir ki, sahte malını orijinal gibi gösterir ve arkadaşını göt etmeye, ezmeye çalışır.

kısacası bu iki tür de şerefsizlik sıfatını birebir tanımlayan insanlardır.

sıçarım sözlüğüne hemen eve gel

ali biberon
bir anne repliğidir. ayrıca sözlüğü çok seven yazara, sözlüğü hiç sevmeyen annesi tarafından söylenen ve akabinde hemen eve gelmesini emreden cümledir.

—alo!
—he anne!
—nerdesin sen?
—arkadaştayım anne. sözlükte yazıyorum?
—sıçarım sözlüğüne hemen eve gel. adi herif.
—of anne ya

kullandigi parfümle erkeğini etkileyen kadın

ali biberon
kesinlikle tapılası kadındır. çünkü ancak güzel ve akıllı bir kadın, tenine ve vücuduna yakışacak, yakışan kokuyu kestirebilir, erkeklerin burnuna sunabilir.

evet, benim yaşım genç olmasına rağmen, 40lı yaşlarda birine önceden güzelliği ile şimdi de kullandığı ve adını bilmediğim ama deliler gibi de öğrenmek istediğim parfümle beni etkilemiş, beni benden alıp götürmüştür. canım feda olsun. âmin.

türk tiyatrosunun acımasızlığı

ali biberon
" lüküs hayat " oyunundaki zihni göktay’ın elindeki feneri yanındaki arkadaşı göstererek " bak bu residence. burada 1+1 stüdyo tipi daire; 600 milyar, sen şehir tiyatrolarında 7 yıl yemeden içmeden çalışsan yine alamazsın " demesi ve hemen arkasından rol arkadaşının " bırak 7 seneyi 7 sülalem çalışsa alamayız onu " demesiyle türk tiyatrosunun acımasızlığını bir kere daha ortaya koymuştur. evet, türk tiyatroları maalesef karın doyurmuyor. işin muhasebe kısmına baktığınız zaman, sahne kirası, ışık, teknik ekip, kostüm, makyaj, oyunca parası, ıvırıydı zıvırıydı dediğiniz zaman çok kabarık bir hesap çıkıyor.

en güzelinden size şöyle bir hesap yapayım da bilginiz olsun. harbiye açık hava tiyatrosunun sahne kirası nerden baksanız 32.000 ytl. dünkü lüküs hayat oyununda biletler 7,5 liradan satıldı ki bunun öğrencisi de var. harbiye açık hava tiyatrosu 5500 kişi kapasiteli bir yer. dünkü oyun tamamıyla doluydu. bir tane bile yer yoktu. harbiye açık hava tiyatrosundaki oturma yerleri dışında üst katlardaki bekleme yerleri, yandaki büyük merdiven boşluklarını da sayarsak bu sayı nerden baksanız 7.000’e yaklaşır. tamam. öyle, böyle, şöyle kapasite 7.000 e kadar çıkıyor. lüküs hayat gibi geniş kadrolu bir yapımda nerden baksanız;

20 oyuncu
teknik ekip
müzikal ekip ( 7 – 8 kişi )
sahne kirası


ve bunun gibi sayamadığım bir sürü çalışan var. çarp 7,5 ytl’lik bileti ( bak herkesi tam olarak sayıyorum ) 7000 kişi ile. etti mi sana 52,5 milyar. çıkar 32 milyarı. kaldı mı sana 20,5 milyar.10 kâğıt müzikal ekibe ver. çünkü bu bir müzikal oyun. kaldı mı sana 10,5 milyar. at 5 kâğıt da teknik ekibe. kaç lira kaldı 5,5 milyarlar lira. ıvırıydı zıvırıydı, makyajıydı, getiriydi götürüydü, görünmeyen masraflar da 2 milyar de. bak en azından hesaplıyorum. ne kadar kaldı? 3,5 milyar lira.3,5 milyarı böl 20’ye 175 ytl. bir oyun başına, masraflar en azından, en görünmezinden hesaplandığın da 175 ytl kalıyor. eski para 175 milyon, yeni para 175 ytl. ikisi de aynı. fakat lüküs hayat, yine lüküs hayat.

bu adam şimdi hangi parayla karnını doyuracak, bir dahaki oyuna istekli hazırlanacak, moral bulacak, kirasını, giderini ödeyecek? işi hesaba vurduğumuz da her şey ne kadar da acımasız oluyor öyle değil mi?

mike tramp

ali biberon
olağanüstü sesini " when the children cry " şarkısında keşfettiğim, keşke daha önceden keşfetseydim dediğim, hem yakışıklı, adam gibi adam, eşi benzeri olmayan ses. son cümleye dikkat et. " eşi benzeri olmayan " dedim. çünkü o kadar ses dinledim ki, beni etkileyen nadir seslerden. hatta liste başı. bir de zaman geçtikçe ses çatallaşmıyor

pink floyd a laf atan birinin carpılması

ali biberon
yakınımda görmedim ama mutlaka dünyada yaşanmış bir olaydır. orada, burada, barlarda, sözlüklerde, ortamlarda ilgi çekebilmek için, hiçbir müzik bilgisi olmadan pink floyd a sarf ettiği aşağılık ötesi laflardır. kendi türk rock müziği tarihini bilmeden yabancı grupların daha ilk mtv ekranlarında görünmesi ile onlara özenen ve taklit eden rock dinleyicisiyim diye geçinen türk kızları,
allah’ınçarpılmayı hak edenler listesinin baş sırasındadır. zira şu yakın günlerde youtube’da kur’an a küfredip yaratığa dönüşen kızdan sonra,
" fuck the pink floyd, only greenday" diyen birinin allah tarafından çarpılıp ebediyete intikal eden birisinin videosunu izlememeniz kaçınılmazdır.

şimdi öyle bir ülkede yaşıyoruz ki, insanlar düşüncelerini açıklamaya korkar hale gelmiş. açıklayanlar ise, bazı barikatçılar tarafından engellenmektedir. önce iyi okumak ve sonra iyi anlamak lazım. kıçtan okunan her şey, maalesef kıçtan anlaşılmaktadır. bir insana, bir yazara, bir meslektaşa veya herhangi birine önyargı ile yaklaşırsanız, onun demek istediklerinden ve anlatmaya çalıştıklarından gram bir şey anlamazsınız.

hal böyle iken, " pink floyd " gibi olağanüstü bir gruba laf atanın, laf sokanın, sevmeyenin çarpılmaması imkânsız gibi bir durumdur. çarpılmayan da mucize gibi gözükmektedir. ama asıl mucize hala onların hayatta yaşamalarıdır, çarpılmamaları değil.

bir şeye laf atmış olmak için atan, laf sokmaya çabalayan, kendince ( en sevmediğim kelime ile kurcam cümleyi, af görün ) ayar verdiğini zanneden, bu doğuştan ayarı almış zihniyetler, bırakın rock müziği, türkçe pop’tan ötesini dinleyemezler.

müzik evrenseldir ve bazı kabul gören değerler vardır. pink floyd, dünya çapında kimsenin yapmadığı müziği, sözü, besteyi kurguyu yapan bir gruptur. bu grubu sevmeyen insanın, çarpılmasından ziyade önce insan olup olmadığını bir sormak isterim.

özenti bir rock grubu dinleyicisi olan bir özenti rocker olmaktansa, ölmeyi tercih ederim. ülkemizde o kadar çok özenti rock grubunu temsil eden o kadar çok özenti rock dinleyicisi var ki, bunların önüne geçilmesi imkânsız hale gelmiş.

kalkıp da bana dark side of the moon gibi bir albüm yapmış, milyonlar satmış ve hala satılmaya devam eden bir albümü, bir " the wall " u yapıp yeri yerinden oynatan bir grubu ve bunun gibi daha saysam da kapasitelerinin yetmeyeceği birçok şarkı, albüm ve konseri yapan bir gruba sen kimsin ki laf atabilirsin?

pink floyd’un müziğinden anlamamak onu sevmemek değil. anlamadığı şeyi sevmeyen insanlardan nefret ederim, edeceğim de. öğrenmeye, dinlemeye çalışmaması çok acı. kimse kimseye zorla bir şey sevdirmiyor ama diyorum ya, bu grup öyle senin dinlediğin, ses yarışmalarında birinci olmuş, eşcinsel tokmakçıları ile bir yerlere gelen grup değil.

adsl

ali biberon
türkiye’nin en yavaş internetidir. 2003–2004 yılları arasında tam bir sene boyunca test edip kullandığım ve rezalet ötesi bulduğum internet şebekesi. oturduğumuz yerde " internete ne ile bağlanıyorsun " sorusuna " adsl ile " dediğim zaman büyük bir vurgun yaşanmıştı karşı tarafta, " o ne be " gibisinden. o kadar vurgun yaşanmasına hiçte gerek olmayan bir hadiseymiş. çünkü ben bu kadar yavaş, bu kadar teknik desteği az ve ilgisiz bir internet kurumu görmedim. kurum derken aslında telekom’u kastettim. çünkü o iboşlar getirdi bu illeti buraya.

ilk çıktığında modemleri 110$ gibi uçuk fiyatlardan satıyorlardı ama gel zaman git zaman, şimdi almayanı dövüyorlar. bir kere bu, bir adsl kullanıcısı için az da olsa incitici bir yara. internet kesildiği zaman sebebini " avrupa yakasında genel arıza var " diyip kesip atan ", teknik servis göndermeye üşenen ve üstüne üstlük " geldik biz siz yoktunuz " diye yalan atabilen eleman sıfatlı insanlara da sahiptirler. adsl’den önce tam 2000 yılından beri kablonet kullandım. kablonet’ten adsl’e geçiş sebebim sadece ve sadece ev taşımamızdan ve merakımdan dolayı idi. yoksa rahat mı batıyor bana? lanet olsun değiştirdiğime de.

adsl modemlerin genelinde mi bilmem ama ilk çıkan modemleri kurduğumuz zaman, yani service pack 1 zamanında, worm blaster diye bir virüs daha kurulur kurulmaz, bilgisayarın içine geçiyordu. yani bu ileride güvenlik açığı vermeye, internet’ten sürekli kopmaya ve hızın yavaşlamasına sebep oluyordu. verdiği 512kb’lık bağlantının yarısı kadar hız vermeyen bir adsl şebekesi idi telekom. fakat sonradan adsl yi bıraktıktan sonra düşündüm ki, ya bunlar daha yeni kuruldu, yeni yeni yerleşecekler, ağ şebekeleri genişleyecek, verdikleri hızın da haklarını verecekler. bok verdiler.2004’te adsl ile sözleşmemi bitirdim ve tekrar kablonet’e geçtim. geçtiğim zamanlarda, teyzemlerdeki bilgisayar adsl idi. ordan yine adsl yi test ettim. ya kardeşim 1024kb bağlantıya öküz gibi para alıyorsunuz fakat dial-up bağlantı kadar değeriniz yok ki, benim anlamadığım nokta da bu.

kesinlikle ve kesinlikle kimseye adsl’i tavsiye etmiyorum.
senin hala 10 nisan 2007 yılında bile verdiğin 1024 kb hızın, ilk kurulduğun gün ki gibi yavaşsa ben o modeme de, şebekeye de, adsl i türkiye ye getiren zihniyetin suratına tükürürüm.

kablonet

ali biberon
uydu bağlantıyı, adsl’i sitip atan tek ve gerçek internet şebekesi.2000 yılından beri gururla kullandığım ve hiçbir sorun yaşamadığım bağlantı şekli. ya kelimeler kifayetsiz kalıyor bu internet türünü halledince.

soruyorum ya buradan tüm türk internet kullanıcılarına!

hangizin gece 2’de 3’te bağlantısı koptuğu zaman evinize kullandığınız internetin teknik servisleri, hiç üşenmeden ve hiçbir ücret almadan geliyor?

soruyorum ya buradan tüm türk internet kullanıcılarına tekrar?

hanginiz, kullandığınız internete verdiğiniz paranın hakkını sonuna kadar alıyor?


kablonet farklı bir bakış açısı. kablonet’in de tabii ki bazı sorunları oldu vakti zamanında. uzanların elinde idi ve kimse ilgilenmiyordu müşteriler ile, sallıyorlardı. ama o zamanları çabuk atlattılar. kullandığım 1024kb bağlantı telekomonun nerdeyse 3–4 mega bitlik ( gerçi telekomun öyle bir bağlantısı yok ama ) eşit geliyor. bandwith’i bu kadar geniş bir internet ağı görmedim ben. uydu tipi bağlantı da kullandık vakti zamanında ama onda da türkiye genelinde bazı kısıtlamalar olduğu için tadı maalesef tam çıkamıyor.

kablonet’i alacaksanız ethernet tipi almanızı tavsiye ederim. çünkü usb bağlantılarının hiçbirine güvenmiyorum, güvenemiyorum. ethernet internet akışını çok iyi düzeyde kontrol eden ve hızınıza hız katan bir bilgisayar çıkışıdır. usb, ethernet kadar hızlı değildir.

kablonet modemini de motorola’nın veya netmaster’ın son modemlerinden tavsiye ederim. internet hızınızdan tam verim alabilmek için, aldığınız veya alacağınız modeminde internet açıkken verebileceği hız çok önemli.

ve bir nokta daha var. onu kesinlikle unutmayalım. türkiye’de bağlan demeden bağlanan tek internet kablonet’tir.adsl gibi, masaüstü’nden tıkla, kullanıcı adı, parola vs. gibi şeyler yoktur.çıkarken modemi kapatmak veya açmak gibi de.

converse ve dar paca pantolon ilişkisi

ali biberon
anlam verilemeyen ve nereye baksanız aynı türlerden yüzlerce görebileceğiniz olaydır. ki bu tarz yapan insan hiç mi düşünmez dışarıdan nasıl gözüküyorum diye. tamam. dar paça giymenin de bir stili vardır. bazıları giyiyor, çok sevdiği, bittiği converse’i dışarıdan palyaço ayakkabısı gibi duruyor ve beni giydiğim converse’den soğutup, içinde giymediğim yüzlerce ayakkabının bulunduğu ayakkabı dolabına kaldırmama sevk ediyor.

nwo

ali biberon
97–98 senelerinde babamın rakıyla benim de soğuk kola ile eşlik ederek izlediğimiz, babamın balık ayıklarken " hulk’a bak, köpeğin evladı nasıl vurdu adama " dediği, bir zamanların zevkli vakit geçirme programıydı. babamla yıllar sonra öğrendik ki, yumruklar gerçek değilmiş.
26 /

neden bekliyorsun?


bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?

üye ol