son aylarda kalitesi iyice düşmüştü, sahibinin fenerbahçeli olması sebebi ile yanlı tutumlarına bir çok kez şahit olmuşluğum da vardır. işten çıkartılan kişiler birleşip bir spor kanalı daha kurabilirler acun abilerinden yardım alarak.
sabah işe giderken dinlediğim radyoda spiker (bkz: yaşar kurt) - fırt emin parçasını çalıp bu parçaya ismini veren olayı anlatmaya başladı. sözde bir paraşütçü uçaktan atlıyormuş her zamanki rutin şekilde, fakat bir gün sen gel gör ki atladığında aklını kaçırmış o günden sonra taksimde aklını kaybetmiş bir vatandaş olarak yaşamını sürdürmüş. kısa bir araştırma sonucu herkesin kendi kafasına göre anlattığını farkettim. belki resmi sayfası değil ama https://plus.google.com/104152262200373137759/posts/BJYtQBqHLfo bu sayfadan bir hikaye buldum ve bana daha inandırıcı geldi, tabii ki değişik rivayetlerde bu anlatılan fırt emin kardeşimizin kore savaşında öldüğü de söyleniyor, fakat o bana pek mantıklı gelmedi. büyük ihtimalle ölmedi ama kaza onun psikolojisini bozdu ve olaylar aynen şu şekilde gelişti ;
fırt emin'in gerçek hikayesi
fırt emin mahellemizde 40 yaşlarında bir adamdı.her zaman kalın kumaştan bir takım elbise giyerdi, gömleğinin yakası açıktı, ince, uzun bir adamdı.o zamanlar mahallede herkes onu severdi.cana yakındı anlayacağınız.biz, meraklı gençler de onun varlığından haberdardık.sigara içtiğini bilirdim.bir gün kadıköy'den eve geliyordum;
-sene 1988, istanbul yeni tiyatro genel sanat yönetmeniyim ve sabaha kadar tevfik gelenbe tiyatrosu binası'nda dekor hazırlamışız.çok yorgunum ve bir an önce eve gidip uyumak istiyorum.kadıköy'de deniz, lacivert; gün bir kış günü.dışarda sabah ayazı var ama otobüse binince hemen ısınıyorum. -
otobüs, durağın birinde durdu ve fırt emin, otobüse bindi.çok şaşırdım.' aa! işte fırt emin bu!' dedim içimden.koltuğunun altında bir kaç gazete vardı, okunmuş.sanırım o günün gazeteleriydi ve onları okumuş, belliydi, profesör gibi çılgın, gezgin gibi bilgin bir tipi vardı.sonunda merakıma yenilip yanına gittim.
"sana neden fırt emin diyorlar? dedim.
o da " emin bey olduğum zamanlar da oldu" diye şaşırtıcı bir cevap verdi.sonra anlatmaya devam etti.
"ben asker'de topçuydum.topçu deyip geçme piyadenin babasıdır."
bana top çeşitlerinden söz etti.ben o zaman 20 yaşındaydım ve kızıl saçlı, yeşil gözlü bir sevgilim vardı.oyunda o da oynuyordu.daha doğrusu birlikte oynuyorduk, hem de oyunun yönetmenliğini yapıyordum.sonra kore savaşı'na topçu olarak katıldığını söyledi.bir gün hem topları hem de topçuları uçaktan aynı anda ormanın üstüne atmışlar.bunlar yere indikten sonra topları kurup bir çok atış yapmışlar.bir ara kırık kolundan bahsetti, bir gün savaş alanında topun geri gelmesiyle kolu kırılmış.sonra emin bey'i tokyo'ya, hastaneye göndermişler.60 gün orada yatmış, kolunu askıya almışlar.hastaneden taburcu olunca askerlerle gemiye bindirilmiş ve uzun bir deniz seyahatinden sonra izmir'e varmış.izmir'de çoşkuyla karşılanmışlar, adeta bir şenlik gibiymiş.izmir'de yemişler içmişler, eğlenmişler, kimse onlardan para almamış.
bir kaç gün sonra emin bey istanbul'a gelmiş.emin bey'lik sona ermiş.istanbul'da elektrikçiliği öğrenmiş.ben onun istanbul'daki hayatını biliyorum.en azından yaşattığı efsaneleri.zihinsel engelli iki çocuğu vardı.eşi de rahatsızdı.parayı alkole verirdi, parası biterdi.arada bizim elektrikler giderdi ve fırt emin sorunu çözerdi.meğersem bilerek elektrikleri bozup babamdan konyak almasını istermiş.ancak o zaman elektriği geri getirirmiş.işe bak!sonra aradan zaman geçti.onu bir daha hiç göremedim.daha sonra öğrendim ki hayatını kaybetmiş, çok üzüldüm.ama gidişinin nedenini inanın ben de bilmiyorum.
fırt emin'in hayatını şiirsel bir anlatım ile kaleme aldım.o zamanlar sahneye koymak istediğim bir oyunun karakteri olacaktı fırt emin.hala arşivimde durur.sene 1991 , odamdayım, gitar çalıyorum, mevsimlerden yaz, hava sıcak ve şarkı yazmak istiyorum.ve birden aklıma fırt emin geldi.onun hikayesinden esinlenerek şarkı sözleri yazdım.fır emin hayattan sadece bir fırt almıştı.şarkıya onun ismini vermeye karar verdim.bir şarkı ismi için zor bir şeçimdi.ama onun adını ölümsüzleştirmek istiyordum, belki de hikayesini.
hayattan bir fırt çekti ve gitti fırt emin.
fırt emin'in gerçek hikayesi
fırt emin mahellemizde 40 yaşlarında bir adamdı.her zaman kalın kumaştan bir takım elbise giyerdi, gömleğinin yakası açıktı, ince, uzun bir adamdı.o zamanlar mahallede herkes onu severdi.cana yakındı anlayacağınız.biz, meraklı gençler de onun varlığından haberdardık.sigara içtiğini bilirdim.bir gün kadıköy'den eve geliyordum;
-sene 1988, istanbul yeni tiyatro genel sanat yönetmeniyim ve sabaha kadar tevfik gelenbe tiyatrosu binası'nda dekor hazırlamışız.çok yorgunum ve bir an önce eve gidip uyumak istiyorum.kadıköy'de deniz, lacivert; gün bir kış günü.dışarda sabah ayazı var ama otobüse binince hemen ısınıyorum. -
otobüs, durağın birinde durdu ve fırt emin, otobüse bindi.çok şaşırdım.' aa! işte fırt emin bu!' dedim içimden.koltuğunun altında bir kaç gazete vardı, okunmuş.sanırım o günün gazeteleriydi ve onları okumuş, belliydi, profesör gibi çılgın, gezgin gibi bilgin bir tipi vardı.sonunda merakıma yenilip yanına gittim.
"sana neden fırt emin diyorlar? dedim.
o da " emin bey olduğum zamanlar da oldu" diye şaşırtıcı bir cevap verdi.sonra anlatmaya devam etti.
"ben asker'de topçuydum.topçu deyip geçme piyadenin babasıdır."
bana top çeşitlerinden söz etti.ben o zaman 20 yaşındaydım ve kızıl saçlı, yeşil gözlü bir sevgilim vardı.oyunda o da oynuyordu.daha doğrusu birlikte oynuyorduk, hem de oyunun yönetmenliğini yapıyordum.sonra kore savaşı'na topçu olarak katıldığını söyledi.bir gün hem topları hem de topçuları uçaktan aynı anda ormanın üstüne atmışlar.bunlar yere indikten sonra topları kurup bir çok atış yapmışlar.bir ara kırık kolundan bahsetti, bir gün savaş alanında topun geri gelmesiyle kolu kırılmış.sonra emin bey'i tokyo'ya, hastaneye göndermişler.60 gün orada yatmış, kolunu askıya almışlar.hastaneden taburcu olunca askerlerle gemiye bindirilmiş ve uzun bir deniz seyahatinden sonra izmir'e varmış.izmir'de çoşkuyla karşılanmışlar, adeta bir şenlik gibiymiş.izmir'de yemişler içmişler, eğlenmişler, kimse onlardan para almamış.
bir kaç gün sonra emin bey istanbul'a gelmiş.emin bey'lik sona ermiş.istanbul'da elektrikçiliği öğrenmiş.ben onun istanbul'daki hayatını biliyorum.en azından yaşattığı efsaneleri.zihinsel engelli iki çocuğu vardı.eşi de rahatsızdı.parayı alkole verirdi, parası biterdi.arada bizim elektrikler giderdi ve fırt emin sorunu çözerdi.meğersem bilerek elektrikleri bozup babamdan konyak almasını istermiş.ancak o zaman elektriği geri getirirmiş.işe bak!sonra aradan zaman geçti.onu bir daha hiç göremedim.daha sonra öğrendim ki hayatını kaybetmiş, çok üzüldüm.ama gidişinin nedenini inanın ben de bilmiyorum.
fırt emin'in hayatını şiirsel bir anlatım ile kaleme aldım.o zamanlar sahneye koymak istediğim bir oyunun karakteri olacaktı fırt emin.hala arşivimde durur.sene 1991 , odamdayım, gitar çalıyorum, mevsimlerden yaz, hava sıcak ve şarkı yazmak istiyorum.ve birden aklıma fırt emin geldi.onun hikayesinden esinlenerek şarkı sözleri yazdım.fır emin hayattan sadece bir fırt almıştı.şarkıya onun ismini vermeye karar verdim.bir şarkı ismi için zor bir şeçimdi.ama onun adını ölümsüzleştirmek istiyordum, belki de hikayesini.
hayattan bir fırt çekti ve gitti fırt emin.
karşılık beklemeden yapılan, sonuca ulaşamayacağını bildiğin halde kendi özünü asla kaybetmeme şeklidir.
ay sonu gelip borçları kapattıktan sonra yeni borçlarla birlikte kamçılı hayvan kıvamına gelmemizi sağlayan atasözümüz.
eğitim denen şeyin sadece okulda ezberlemekle alınacağını zanneden, bu zamana kadar oluşturulmuş yasalar kurallar çerçevesinde bir şeyler yapılıp onun dışında hiç bir sonuç alınamayacağına inanan dünyaya at gözlüğüyle bakan insanlarımızın az fakat onların yalakası olan kişilerin fazla olmasındandır.
en kısa zamanda olması gereken uygulama.
aslanım
arkadaşım
arkadaşım
sözlüğü bana tavsiye edip, üye olmama sebep olan ve birkaç kere de entry girmem için beni uyaran kıymetli abim.
bir hevesle alıp kenara koyacaksanız ki büyük olasılıkla öyle olacak vereceğiniz paraya yazık. sonra oturduğunuz sitenin güvenliğine güvenip bisiklet park alanına koyuyorsunuz ve 5-6 ay sonra baktığınızda orada olmadığını görüyorsunuz, geriye kalan sadece verdiğiniz paraya acıyan minik yüreğiniz.
biri bana bu filmin http://www.imdb.com/title/tt2631186/ nasıl olup da imdb'den 8.6 aldığını açıklasın. (bkz: #1103029) filmindeki saçmalıkları sıralamıştım fakat bu filmde mantıklı olan tek şey var o da insanların hintli olduğu ve aynen hindistandaki gibi şarkılar söyleyip komik danslar yaptıkları. onun dışındaki hiç bir şey akıl karı değil. biz türk milleri olarak tüm film sektörünün şuanda izlediği yolu 20 yıl önce bitirdik fakat dünya o zamanlar bize hazır değilmiş.
saf saf konuşmayın yok öyle biri. bunların hepsi bir rüya.
8k derken bence abartıyorsun biraz sevgili adminciğim. 80 desen oluru var. fakat tema ve renkler çok yerinde göz yormuyor sanki extra bir iq kazandırıyor.
herkesin büyük bir hayranlık içinde izleyip methiyeler dizdiği fakat benim filmi izlerken mantık hataları içinde boğulduğum ve filmden hiç zevk almayarak tamamen saçmalıklar dizisi olduğuna kanaat getirdiğim film. saçmalıkları da teker teker sıralayacağım...
1. kahramanımız leonardo bıçkın delikanlılık zamanlarında bir kızılderili bacımıza imam nikahı kıyıp zevcesi yaptıktan sonra nur topu gibi bir evlatları oluyor fakat sonrasında (çok fazla takip etmedim ama karısını mı öldürmüş köyünü mü yakmış tam anlamadım filmi izlerken başka alemlere daldığımdan dolayı) çocuğunu kendi belli bir yaşa gelip toplum içine çıkartıyor, tabii herkes bunla dalga geçiyor üstüne geliyor falan filan. bu çocuk da pek içine kapanık düzgün ingilizcesi de yok tabii leo abimiz onu her ne kadar toplum içine çıkartsa da çocuk ne hikmetse hala anaokulu ingilizcesinde. neyse buraları geçelim esas konumuz bir insana devasa boyutlarda ayı saldırıyor üstüne çıkıyor tüm kemiklerini kırıyor öldü sanıp hayvancağız gibidor ama bu leo abimiz tarkan filmlerinden fırlamış gibi son bir hareketle çekiyor tüfeği vuruyor ve ayı onun üstüne düşüyor bu her zamanki bildik senaryolardan.
2. leo abimizi buluyorlar üstünde en az 500 kiloluk hayvan var bu nerden nefes alıyor o yarlarla nasıl geriye kalan kemikleri de kırılmıyor hayretler içersinde izleyip gözümün önüne sürekli tarkan kara şovalyeye karşı filmindeki sahneler geliyor. var mı arkadaşım böyle bir olay bana bir açıklayın? yıllarca tarkan, karamurat filmleriyle büyüdük kimsenin mi aklına gelmedi o filmler?
3. sonrasında abimizi bulup çekip alıyorlar ayının altından yaralara pansuman yapmaya başlıyorlar ama o yarıkların her biri kemiklere kadar girmiş, ve biri varki adamın ses tellerini bile almış götürmüş leo abimiz konuşamıyor bile. ama tıp o zamanlar çok gelişmiş iğne iplikle her şey çözülebiliyor. adamı sarıp sarmalıyorlar iyileşecek diyorlar. ve ne hikmetse adam biraz kötüleşir gibi olsa da iyileşmeye başlıyor sanki. ama bunlar da size çok saçma gelmiyor muarkadaşlar? gelmiyo rmu dediniz? tamam devam ediyorum.
4. arada geçen diyalogları zor şartları atlıyorum. sonunda en kötü adam ve kızılderili evladımızla birlikte bir sübyan daha leo abimizle kalıp ölümünü bekleyecekler. ama adam dayanamıyor leoyu öldürüp kısa zamanda yolunu bulacak. ama bizim bıçkın kızılderili tüm planlarını alt üst edip kendini öldürtüyor ve ilahi bir güçle leo abimize can geliyor. işte en can alıcı yerler de aslında buradan sonra başlıyor. çok dikkat ettim adamın bir bacağı kırık ve ayağı ters dönmüş ne kımıldatabiliyor ne de acı çekmeden bir anı geçer o şekildeyken. ama abimiz öyle mi sürünerek, tıpkı bir sürüngen gibi evladının ölüsü başında ölümü beklerken ilahi adalet ona ölmemesini tıpkı bir sürüngen gibi yaşayabileceğini ve intikamını alabileceğini kulağına fısıldıyor eksi bilmem kaç derecede donmak üzereyken.
5.leo abimiz artık ne kadar süre süründü ne kadar süre avlandı karnını doyurdu ben inanın o kısmını hiç hatırlamıyorum fakat karşı buzlu ortamlardan güneşin açtığı hayatın cıvıl cıvıl olduğu mekanlara kadar gittiğini biliyorum. lan sen sakatsın ayağının ters dönmesini bırak vücudunun her yeri yara bere içinde sesin çıkmıyor nasıl yemek buluyorsun nasıl balık tutuyorsun be vicdansız? adam sürünerek yüzerek yerlilerden kaçtı ya dumur oldum ben ne diyeceğimi bilemedim.
6.sonrası nispeten biraz daha mantıklı geldi o zamanlar söylemiştim tıp o kadar ileri ki bir yerli çadırında yakılan otla hem kafa bulunuyor hem de yaralar tedavi oluyordu. işte o sahnede tarkan filmlerinin birinde kaynar suyun içine gece sakat halde girip sabah dipçik gibi çıkan tarkan geldi aklıma gözlerim doldu. ulan tarkan bunu yıllar önce yapmıştı sonunda dünya türkün gücünü gördü diyerek gözlerimdeki yaşları silip mantıksızlıkları mantığımla çözmeye devam ettim.
7.o ayağı kırık olan ve normal şartlarda o bacağın kesilip atılması gereken yerde üstüne basıp seksek oynayacak kıvama geldi leo. ve intikam çanları tüm düşmanları için çalmaya başlamıştı, çünkü ona evini açan deli yürek dizisindeki kuşçu abimiz gibi olan kızılderili abimize kıymışlardı. o da ona kıyanların ç.künü kestirdi tecavüze uğramak üzere olan bir kızılderili kadına. orada bir iyilik yapıp pusuda bekledi onun karşılığı için ve spoiler veriyorum, sonunda o kurtardığı kadının babası bizim leoyu kurtarıyordu.
ben çok sıkıldım, anlatırken bile izlemekten fazla sıkıldım. bu adam bu filmdeki oyunculuğu ile oscar aldı, yoksa filmin senaryosu çok b.ktandı be arkadaşlar.
1. kahramanımız leonardo bıçkın delikanlılık zamanlarında bir kızılderili bacımıza imam nikahı kıyıp zevcesi yaptıktan sonra nur topu gibi bir evlatları oluyor fakat sonrasında (çok fazla takip etmedim ama karısını mı öldürmüş köyünü mü yakmış tam anlamadım filmi izlerken başka alemlere daldığımdan dolayı) çocuğunu kendi belli bir yaşa gelip toplum içine çıkartıyor, tabii herkes bunla dalga geçiyor üstüne geliyor falan filan. bu çocuk da pek içine kapanık düzgün ingilizcesi de yok tabii leo abimiz onu her ne kadar toplum içine çıkartsa da çocuk ne hikmetse hala anaokulu ingilizcesinde. neyse buraları geçelim esas konumuz bir insana devasa boyutlarda ayı saldırıyor üstüne çıkıyor tüm kemiklerini kırıyor öldü sanıp hayvancağız gibidor ama bu leo abimiz tarkan filmlerinden fırlamış gibi son bir hareketle çekiyor tüfeği vuruyor ve ayı onun üstüne düşüyor bu her zamanki bildik senaryolardan.
2. leo abimizi buluyorlar üstünde en az 500 kiloluk hayvan var bu nerden nefes alıyor o yarlarla nasıl geriye kalan kemikleri de kırılmıyor hayretler içersinde izleyip gözümün önüne sürekli tarkan kara şovalyeye karşı filmindeki sahneler geliyor. var mı arkadaşım böyle bir olay bana bir açıklayın? yıllarca tarkan, karamurat filmleriyle büyüdük kimsenin mi aklına gelmedi o filmler?
3. sonrasında abimizi bulup çekip alıyorlar ayının altından yaralara pansuman yapmaya başlıyorlar ama o yarıkların her biri kemiklere kadar girmiş, ve biri varki adamın ses tellerini bile almış götürmüş leo abimiz konuşamıyor bile. ama tıp o zamanlar çok gelişmiş iğne iplikle her şey çözülebiliyor. adamı sarıp sarmalıyorlar iyileşecek diyorlar. ve ne hikmetse adam biraz kötüleşir gibi olsa da iyileşmeye başlıyor sanki. ama bunlar da size çok saçma gelmiyor muarkadaşlar? gelmiyo rmu dediniz? tamam devam ediyorum.
4. arada geçen diyalogları zor şartları atlıyorum. sonunda en kötü adam ve kızılderili evladımızla birlikte bir sübyan daha leo abimizle kalıp ölümünü bekleyecekler. ama adam dayanamıyor leoyu öldürüp kısa zamanda yolunu bulacak. ama bizim bıçkın kızılderili tüm planlarını alt üst edip kendini öldürtüyor ve ilahi bir güçle leo abimize can geliyor. işte en can alıcı yerler de aslında buradan sonra başlıyor. çok dikkat ettim adamın bir bacağı kırık ve ayağı ters dönmüş ne kımıldatabiliyor ne de acı çekmeden bir anı geçer o şekildeyken. ama abimiz öyle mi sürünerek, tıpkı bir sürüngen gibi evladının ölüsü başında ölümü beklerken ilahi adalet ona ölmemesini tıpkı bir sürüngen gibi yaşayabileceğini ve intikamını alabileceğini kulağına fısıldıyor eksi bilmem kaç derecede donmak üzereyken.
5.leo abimiz artık ne kadar süre süründü ne kadar süre avlandı karnını doyurdu ben inanın o kısmını hiç hatırlamıyorum fakat karşı buzlu ortamlardan güneşin açtığı hayatın cıvıl cıvıl olduğu mekanlara kadar gittiğini biliyorum. lan sen sakatsın ayağının ters dönmesini bırak vücudunun her yeri yara bere içinde sesin çıkmıyor nasıl yemek buluyorsun nasıl balık tutuyorsun be vicdansız? adam sürünerek yüzerek yerlilerden kaçtı ya dumur oldum ben ne diyeceğimi bilemedim.
6.sonrası nispeten biraz daha mantıklı geldi o zamanlar söylemiştim tıp o kadar ileri ki bir yerli çadırında yakılan otla hem kafa bulunuyor hem de yaralar tedavi oluyordu. işte o sahnede tarkan filmlerinin birinde kaynar suyun içine gece sakat halde girip sabah dipçik gibi çıkan tarkan geldi aklıma gözlerim doldu. ulan tarkan bunu yıllar önce yapmıştı sonunda dünya türkün gücünü gördü diyerek gözlerimdeki yaşları silip mantıksızlıkları mantığımla çözmeye devam ettim.
7.o ayağı kırık olan ve normal şartlarda o bacağın kesilip atılması gereken yerde üstüne basıp seksek oynayacak kıvama geldi leo. ve intikam çanları tüm düşmanları için çalmaya başlamıştı, çünkü ona evini açan deli yürek dizisindeki kuşçu abimiz gibi olan kızılderili abimize kıymışlardı. o da ona kıyanların ç.künü kestirdi tecavüze uğramak üzere olan bir kızılderili kadına. orada bir iyilik yapıp pusuda bekledi onun karşılığı için ve spoiler veriyorum, sonunda o kurtardığı kadının babası bizim leoyu kurtarıyordu.
ben çok sıkıldım, anlatırken bile izlemekten fazla sıkıldım. bu adam bu filmdeki oyunculuğu ile oscar aldı, yoksa filmin senaryosu çok b.ktandı be arkadaşlar.
nimetle şaka olmaz diyip surata bir şaplağın oturtulmasına sebep olunan eylem.
yalan söylemeyi bir sanat haline getirmiş insan tipidir.
10 yıldır bir fiil kullandığım, yaptığım her işlemin çocuk oyuncağı gibi geldiği ve herkesin kolaylıkla öğrenebileceğini sandığım fakat aslında öyle olmayan ve çevremizdeki insanların 'hadi şu fotoğrafıma bir fotoşop yap da kafamızı bulalım' şeklinde goy goyuna maruz kaldığım bilgisayar programı.
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?