şiir

2 /
varsildakiyokluk
budur:
yalniz bir opera
ölü bir yılan gibi yatıyordu aramızda
yorgun, kirli ve umutsuz geçmişim
oysa bilmediğin birşey vardı sevgilim
ben sende bütün aşklarımı temize çektim

imrendiğin, öfkelendiğin
kızdığın, ya da kıskandığın diyelim
yani yaşamışlık sandığın
geçmişim
dile dökülmeyenin tenhalığında
kaçırılan bakışlarda
gündeliğin başıboş ayrıntılarında
zaman zaman geri tepip duruyordu.
ve elbet üzerinde durulmuyordu.
sense kendini hala hayatımdaki herhangi biri sanıyordun,
biraz daha fazla sevdiğim, biraz daha önem verdiğim.
başlangıçta doğruydu belki.
sıradan bir serüven, rastgele bir ilişki gibi başlayıp,
günden güne hayatıma yayılan, varlığımı ele geçiren,
büyüyüp kök salan bir aşka bedellendin.
ve hala bilmiyordun sevgilim
ben sende bütün aşklarımı temize çektim
anladığındaysa yapacak tek şey kalmıştı sana
bütün kazananlar gibi
terk ettin.

yaz başıydı gittiğinde, ardından,
senin için üç lirik parca yazmaya karar vermistim.
kimsesiz bir yazdı. yoktun. kimsesizdim.
çıkılmış bir yolun ilk durağında bir mevsim bekledim durdum.
çünkü ben aşkın bütün çağlarından geliyordum.
sanırım lirik sözcüğü en çok yüzüne yakışıyordu
yüzündeki kuşkun kedere, gür kirpiklerinin altından
kısık lambalar gibi ışıyan gözlerine
çerçevesine sığmayan
munis, sokulgan, hüzünlü resimlerine
lirik sözcüğü en çok yüzüne yakışıyordu.

yaz başıydı gittiğinde. sersemletici bir rüzgar gibi geçmişti mayıs.
seni bir şiire düşündükçe
kanat gibi, tüy gibi, dokunmak gibi
ucucu ve yumuşak şeyler geliyordu aklıma.
önceki şiirlerimde hiç kullanmadığım bu sözcük
usulca düşüyordu bir kağıt aklığına,
belkide ilk kez giriyordu yazdıklarıma, hayatıma.
yaz başıydı gittiğinde. bir aşkın ilk günleriydi daha.
aşk mıydı, değil miydi? bunu o günler kim bilebilirdi?
’eylül’de aynı yerde ve aynı insan olmamı isteyen’ notunu buldum kapımda.
altına saat: 16.00 diye yazmıştın, ve 16.04’tü onu bulduğumda.
daha o gün anlamalıydım bu ilişkinin yazgısını
takvim tutmazlığını
aramızda bir düşman gibi duran zamanı
daha o gün anlamalıydım
benim sana erken
senin bana geç kaldığını.

gittin. koca bir yaz girdi aramıza. yaz ve getirdikleri.
döndüğünde eksik, noksan bir şeyler başlamıştı.
sanki yaz, birbirimizi görmediğimiz o üç ay,
alıp götürmüştü bir şeyleri hayatımızdan, olmamıştı, eksik kalmıstı.
kırılmış bir şeyi onarır gibi başladık yarım kalmış arkadaşlığımıza.
adımlarımız tutuk, yüreğimiz çekingen, körler gibi tutunuyor, dilsizler gibi
bakışıyorduk.
sanki ufacık bir şey olsa birbirimizden kaçacaktık.
fotoromansız, trüksüz, hilesiz, klişesiz bir beraberlikti bizimki.
zamanla gözlerimiz açıldı, dilimiz çözüldü güvenle ilerledik birbirimize.
gittin. şimdi bir mevsim değil, koca bir hayat girdi aramıza.
biliyorum ne sen dönebilirsin artık, ne de ben kapıyı açabilirim sana.
şimdi biz neyiz biliyor musun?
akıp giden zamana göz kırpan yorgun yıldızlar gibiyiz.
birbirine uzanamayan
boşlukta iki yalnız yıldız gibi
acı çekiyor ve kendimize gömülüyoruz
bir zaman sonra batık bir aşktan geriye kalan iki enkaz olacağız yalnızca
kendi denizlerimizde sessiz sedasız boğulacağız
ne kalacak bizden?
bir mektup, bir kart, birkaç satır ve benim şu kırık dökük şiirim
sessizce alacak yerini nesnelerin dünyasında
ne kalacak geriye savrulmuş günlerimizden
bizden diyorum, ikimizden
ne kalacak?

şimdi biz neyiz biliyor musun?
yıkıntılar arasında yakınlarını arayan öksüz savaş çocukları gibiyiz.
umut ve korkunun hiçbir anlam taşımadığı bir dünyada
bir şey bulduğunda neyi, ne yapacağını bilmeyen çocuklar gibi
ve elbet biz de bu aşkta büyüyecek
her şeyi bir başka aşka erteleyeceğiz.

kış başlıyor sevgilim
hoşnutsuzluğumun kışı başlıyor
bir yaz daha geçti hiçbir şey anlamadan
oysa yapacak ne çok şey vardı
ve ne kadar az zaman
kış başlıyor sevgilim
iyi bak kendine
gözlerindeki usul şefkati
teslim etme kimseye, hiçbir şeye
upuzun bir kış başlıyor sevgilim
ayrılığımızın kışı başlıyor
giriyoruz kara ve soğuk bir mevsime.

kitaplara sarılmak, dostlarla konuşmak,
yazıya oturup sonu gelmeyen cümleler kurmak,
camdan dışarı bakıp puslu şarkılar mırıldanmak....
böyle zamanlarda her şey birbirinin yerini alır
çünkü her şey bir o kadar anlamsızdır
içimizdeki ıssızlığı dolduramaz hiçbir oyun
para etmez kendimizi avutmak için bulduğumuz numaralar
bir aşkı yaşatan ayrıntları nereye saklayacağınızı bilemezsiniz
çıplak bir yara gibi sızlar paylastığımız anlar,
eşyalar gözünüzün önünde durur birlikte yarattığınız alışkanlıklar
korkarsınız sözcüklerden, sessizlikten de; bakamazsınız aynalara,
çağrışımlarla ödeşemezsiniz.

dışarda hayat düşmandır size
içeride odalara sığamazken siz, kendiniz
bir ayrılığın ilk günleridir daha
her şey asılı kalmıştır bitkisel bir yalnızlıkta
gün boyu hiçbir şey yapmadan oturup
kulak verdiğiniz saat tiktakları
kaplar tekin olmayan göğümüzü
geçici bir dinginlik, düzmece bir erinç
suyu boşalmış bir havuz, fişten çekilmiş bir alet kadar tehlikesiz
bakınıp dururken duvarlara
boş bir çuval gibi, çalmayan bir org gibi, plastik bir çicek,
unutulmuş bir oyuncak, eski bir çerçeve gibi, hani,
unutsam eşyanın gürültüsünü, nesnelerin dünyasında
kendime bir yer bulsam, dediğimiz zamanlar gibi
kendimizin içinden yeni bir kendimiz çıkarmaya zorlandığımız anlar gibi
yeni bir iklime, yeni bir kente, bir tutkunluk haline, bir trafik kazasına,
başımıza gelmiş bir felakete, iskenceye çekilmeye, ameliyata alınmaya
kendimizi hazırlar gibi.

yani dayanmak ve katlanmak için silkelerken bütün benliğimizi
ama öyle sessiz baktığımız duvarlar gibi olmaya çalışırken,
ve kazanmış görünürken derinliğimizi
ne zaman ki, yeniden canlanır bağışlamasız belleğimizde
bir anın, yalnızca bir anın bütün bir hayatı kapladığı anlar
o tiktaklar kadar önemsiz kalır şimdi
hayatımıza verdiğimiz bütün anlamlar
göremeseniz de, bilirsiniz
hiç yakın olmamışsınızdır intihara bu kadar.

bana zamandan söz ediyorlar
gelip size zamandan söz ederler
yaraları nasıl sardığından, ya da her şeye nasıl iyi geldiğinden.
zamanla ilgili bütün atasözleri gündeme gelir yeniden.
hepsini bilirsiniz zaten, bir işe yaramadığını bildiğiniz gibi.
dahası onalar da bilirler.
ama yine de güç verir bazı sözler, sözcükler, öyle düşünürler.
bittiğine kendini inandırmak, ayrılığın gerçeğine katlanmak, sırtınızdaki
hançeri çıkartmak, yüreğinizin unuttuğunuz yerleriyle yeniden karşılaşmak
kolay değildir elbet.
kolay değildir bunlarla baş etmek, uğruna içinizi öldürmek.
zaman alır.
zaman alır sizden bunların yükünü
o boşluk dolar elbet, yaralar kabuk bağlar, sızılar diner, açılar dibe
çöker.
hayatta sevinilecek şeyler yeniden fark edilir.
bir yerlerden bulunup yeni mutluluklar edinilir.
o boşluk doldu sanırsınız
oysa o boşluğu dolduran eksilmenizdir.

gün gelir bir gün
başka bir mevsim, başka bir takvim, başka bir ilişkide
o eski ağrı
ansızın geri teper.
dilerim geri teper.
yoksa gerçekten bitmissinizdir.

zamanla yerleşir yaşadıkların, yeniden konumlanır, çoğalır anlamları, önemi
kavranır.
bir zamanlar anlamadan yaşadığın şey, çok sonra değerini kazanır.
yokluğu derin ve sürekli bir sızı halini alır.
oysa yapacak hiçbir şey kalmamıştır artık
mutluluk geçip gitmiştir yanınızdan
her şeye iyi gelen zaman sizi kanatır
ölmuş saadeti karşılaştır yaşayan mutsuzlukla
günlerin dökümünü yap
benim senden, senin benden habersiz alıp verdiklerini
kim bilebilir ikimizden başka?
sözcüklerin ve sessizliklerin yeri iyi ayarlanmış
bir ilişkiyi, duyguların birliğini,
bir aşkı beraberlik haline getiren kendiliğindenliği
yani günlerimiz aydınlıkken kaçırdığımız her şeyi bir düşün
emek ve aşkla güzelleştirilmiş bir dünya
şimdi ağır ağır batıyor ve yokluğa karışıyor
orada olmuş saadeti karşılaştır yaşayan mutsuzlukla
bunlar da bir işe yaramadıysa
demek yangından kurtarılacak hiçbir şey kalmamış aramızda.

bu şiire başladığımda nerde,
şimdi nerdeyim?
solgun yollardan geçtim.
bakışımlı mevsimlerden
ikindi yağmurlarını bekleyen
yaz sonu hüzünlerinden
gün günden puslu pencerelere benzeyen gözlerim
geçti her cağın bitki örtüsünden
oysa şimdi içimin yıkanmış taşlığından
bakarken dünyaya
yangınlarla bayındır kentler gibiyim:
çicek adlarını ezberlemekten geldim
eski şarkıları, sarhoşların ve suçluların
unuttuklarını hatırlamaktan
uzun uzak yolları tarif etmekten
haydutluktan ve melankoliden
giderken ya da dönerken atlanan esiklerden
duyarlığın gece mekteplerinden geldim
bütünlemeli çocukluklarıyla geçti
gençliğimin rüzgara verdiğim yılları
gökummaların ve içdökmelerin vaktinden geldim.

bu şiire başladığımda nerde,
şimdi nerdeyim?
yaram vardı, bir de sözcükler
sonra vaat edilmiş topraklar gibi
sayfalar ve günler
işık istiyordu yalnızlığım
kötülükler imparatorluğunda bir tek şiir yazmayı biliyordum
ilerledikçe...kaybolup gittin bu şiirin derinliklerinde
aşk ve acı usul usul eriyen bir kandil gibi söndü daha şiir bitmeden.
karardı dizeler.
aşk...bitti. soldu şiir.

büyük bir şaşkınlık kaldı o fırtınalı günlerden
daha önce de başka şiirlerde konaklamıştım
ağır sınavlar vermiştim değişen ruh iklimlerinde
ask yalnız bir operadır, biliyordum:
operada bir gece uyudum, hiç uyanmadım.
barbarların seyrettiği trapezlerden geçtim
her adımda boynumdan bir fular düşüyordu
el kadar gökyüzü mendil kadar ufuk
birlikte çıkalan yolların yazgısıdır:
eksiliyorduk
mataramda tuzlu suyla, oteller kentinden geldim
her otelde biraz eksilip, biraz artarak
yani çoğalarak
tahvil ve senetlerini intiharlarla değiştirenlerin
birahaneler ve bankalar üzerine kurulu hayatlarında
ağır ve acı tanıklıklardan
geçerek geldim. terli ve kirliydim.
sonra tımarhanelerde tımar edilen ruhum
maskeler ve çiçekler biriktiriyordu
linç edilerek öldürülenlerin hayat hikayelerini de...
korsan yazıları, kara şiirleri, gizli kitapları
ve açık hayatları seviyordu.
buraya gelirken
uzun uzak yollar için her menzilde at değiştirdim
atlarla birlikte terledim yolları ve geceleri
ödünç almadım hiç kimseden hicbir şeyi
çıplak ve sahici yaşayıp çıplak ve sahici ölmek için panayır yerleri...
panayır yerleri...
ölü kelebekler...
ölü kelebekler...
sonra dünyanın bütün sinemalarında bütün filmleri seyrettim.

adım onların adının yanına yazılmasın diye
acı çekecek yerlerimi yok etmeden
acıyla baş etmeyi öğrendim.
yoksa bu kadar konuşabilir miydim?
ipek yollarında kuzey yıldızı
aşkın kuzey yıldızı
sanırsın durduğun yerde
ya da yol üstündedir
oysa çocukluktan kalma gökyüzünde hileli zar
ölü yanardağlar, ölü yıldızlar
ve toy yaşın bilmediği hesap: ışık hızı.

aşkın bir yolu vardır
her yaşta başka türlü geçilen
aşkın bir yolu vardır
her yaşta biraz gecikilen
gökyüzünde yalnız bir yıldız arar gözler
gözlerim
aşkın kuzey yıldızıdır bu
yazları daha iyi görülen
ben, öteki, bir diğeri ona doğru ilerler
ilerlerim
zamanla anlarsın bu bir yanılsama
ölü şairlerin imgelerinden kalma
sen de değilsin. o da değil
kuzey yıldızı daha uzakta
yeniden yollara düşerler
düşerim
bir şiir yaşatır her şeyi yaşamın anlamı solduğunda
ben yoluma devam ederim. bitmemiş bir şiirin ortasında
darmadağınık imgeler, sözcükler ve kafiyeler
yaşamsa yerli yerinde
yerli yerinde her şey
şimdi her şey doludizgin ve çoğul
şimdi her şey kesintisiz ve sürekli bir devrim gibi
şimdi her şey yeniden
yüreğim, o eski aşk kalesi
yepyeni bir mazi yarattı sözcüklerin gücünden
dönüp ardıma bakıyorum
yoksun sen
ey sanat! her şeyi hayata dönüştüren.

murathan mungan
darkofdirt
şiirlerde en büyük eksik kan

bizler inanmayanın inanır gibi yaptıklarını okuyoruz!

şair oysa yazdıgında aynı zamanda yanar ve ölür işte bu şiirler onun en büyük anlatıcılarıdır

şiir okumak ve begenmek cok zor,o kadar sıkıcı ki bu benzemeye calısmak ve bu ögretmekten yoksun ve bir dolu bogucu aktarım bazen begenmek için sadece tebessüm ettirmesini beklemek zorunda bırakıyor!...

işte türkiyedeki şiir....

melankomik
an gelir, duygularınız öyle yoğunlaşır ki, sizi kontrol etmeye, beyninizin içinde karmaşık kompozisyonlar oluşturmaya başlar. ve başlarsınız yazmaya..her kelime bir sonrakiyle, her satır bir alttakiyle birleştikçe kaybolup gidersiniz o hikayenin içinde. siz hiç durup kontrol etmeden yazarsınız ama son satırı yazarken de anlarsınız onun son olduğunu. sonra durup bakarsınız bir kaç sayfa dolusu cümleye. şiir.. tekrar hayran olursunuz..
firambogaz
cahit sıtkı taranci’nin bir şiiri...

şiir

kızoğlan kız güzelliğinde şiir;
hem sevgili hem dost hem anne yüzü.
hala beni mest ettiği gecedir
sanırım hem yeryüzü hem gökyüzü.

mecnunum: şikayet etmem leyla’dan;
başıma ne dertler açtığı halde.
ne mümkün vazgeçsin bu sevdadan?
bir kerre karar kıldık bu hayalde.
firambogaz
’bir mutluluk hastalığıdır şiir.kırılan dalın türküsüdür.

bana her çeşidinden şiirler getir yolcu! temiz tertemiz olalım,serin sepserin olayım.burkulursam burkulayım.

saparsan sen sap ey iç temizliği!’

zerkalo
kelime seçme sanatı.her yiğidin harcı olmayan sanat.


ne sabahı göreyim, ne sabah görüneyim!
gündüzler size kalsın, verin karanlıkları.
islak bir yorgan gibi, sımsıkı bürüneyim.
örtün, üstüme örtün, serin karanlıkları.

n.f.k.

elma sekeriiii
kırdın mı incittin mi birilerini?

kimleri kazandım, yitirdiklerim kimler.

kendimi yeniledim mi yazdıklarımda?

yeniden düşünmeliyim

dostluklarımı, ilişkilerimi

gözlerim çocukluk fotoğraflarında mi kaldı

yitirdim mi yoksa masumiyetimi?

borçlarımı ödedim mi?

doğru seçtim mi soruların fiillerini?

tırnaklarım kesilmiş, dişlerim fırçalanmış, saçlarım taranmış, giysilerim ütülü, odam düzenli mi?



geri verdim mi aldıklarımı: aşkları, dostlukları, sevgileri, güvenleri, bağları,kitaplara, sayfalara, satırlara borcumu ödedim mi?

yokladım mi duygularımı

hala sevebiliyor muyum insanları?

ovmalı gümüşleri, bakırlarımı; cila geçmeli ahşaplarıma ovmalı umutları

saklı tutmalı gelecek inancını, yarınları eksik etmemeli ağzımızdan



ey uzak akrabalarım, üvey aşklarım

mevsim sonu dostlarım, işporta mali ayrılıklar

arkadaş ölümleri, dost hançerleri, talan ettiğimiz zumlalar

gece telefonları, issiz konuşmalar

mağrur incelikler, vurgun yemiş ilişkiler

uçurum duygusuyla yaşadığımız hayat ey

o kadar çok anlattım ki

kendime kaldım anlatmaktan...



bunaldım kendisiyle boğuşmasını

başkalarında çözmeye çalışan insanlardan

usandım sözcük oynamalarından, tılsımlı sıfatlardan,

ofset duyarlılıklardan

kaç zamandır duru, yalın, çalışkan, iyi insanlar özlüyorum ’içtenliğin’ yada ’dünya görüsünün’ kirletmediği

kendime bir yeni yıl kartı yazarak bunları diliyorum

aranıp duruyorum adresini yitirdiğim insanları vitrin camlarına yansıyan yüzlerde



bilmiyorum kalmış midir adresini yüzlerinde taşıyan insanlar

hala bir umut var midir?

çıkmaz bir sokağa benzeyen bu avare avunması vitrinlerde

ne çıkmaz sokaktayım nede mutsuz

sadece rüzgarlardan daha güçlü olmak istiyorum o kadar

açık denizlerde nice yolculuklara yelken açarken

kış güneşinin mutlu ettiği bir kedi gibi mutlu, emin, tasasız

sere serpe ve keyifli olmak tek isteğim ve dileğim senin ve benim, yani bizim için...

bgat
zorlama kelime yığınlarının ötesinde yetenekli zihinlerin duygularıyla yaratıldıkları zaman okunması en zevkli olan yazın türüdür. dolayısıyla herkes şiir yazabilir ama şair olamaz.
forlindon
nazım hikmetin şiir için yazdığı şiir :
ak bir karanfil gibi çatlayınca çekirdek
atom bahçelerine yürüyünce aydınlık
yalnız meraklıları değil bütün insanlık
şiirin aynasında kendini seyredecek...
2 /

neden bekliyorsun?


bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?

üye ol