en cok begendigim gazeteci, yazar insan. harika belgeselleri vardir. sesi cok etkileyicidir butun bunlarin en guzel orneklerini sari zeybekte de gorebiliriz.
can dündar
ah!yollara cıkmak lazım simdi.geride tukenmez krizler, nafile rutinler, virane iliskiler bırakarak,yelkenleri sisirmek lazım.doldurup bavula ertelenmis coskuları , ruzgerları sırtlamak,martıların pesine dusup asfalt bilmez topraklar kosmak lazım.serseri bir sisede imkansız bir mektup olup mechul kıyılara vurmak lazım...ah!gokten yıldız yagıyordur oralarda dallar hazdan kırılıyordur.simdi uzaklarda olmak lazım...
ahmet hakan’ın kendisi hakkında hürriyet’teki köşesinde 13 kasım 2006 tarihli ve kendim ettim kendim buldum başlıklı yazısı şu şekildedir:
eğer can dündar olsaydım, işim çok kolay olurdu:
bir yandan ecevit’in cenazesinde "aileye yakın gazeteci" sıfatıyla protokolün en mahrem bölümünde yer alıp mavi gömleğimle taziyeleri kabul ederdim.
diğer yandan "said-i nursi belgeseli çekeceğim" diyerek "nurculuk" için atan yürekleri ele geçirirdim.
bir yandan "muhalif duruşlu / pek hoş bakışlı" vicdanlı bir adam görüntüsü verirdim, bir yandan da "sarı zeybek" türküsü söyleyip kemalist gönüllerde taht kurardım.
eğer can dündar olsaydım, işim gerçekten çok kolaydı:
bir yanım "ankara" der, öbür yanım "istanbul" derdi.
böylece hem kekeç dostum olurdu, hem özdemir ince.
hem erdoğan güvenirdi bana, hem inönü.
"ne sihirdir ne keramet" der, atatürk ile vahdettin’i bir potada eritip vahdet-i vücut eylerdim.
eğer can dündar olsaydım...
biraz tüccar olurdum ama tüccarlığımı asla göstermezdim.
keskin bir muhalifmişim gibi yapardım ama gata’nın "cennet kapısı"ndan çıkmaya da hak kazanırdım.
ama işte görüyorsunuz ki "ince bir taktik adamı" olmak yerine, tuttum köşeli mi köşeli bir polemik canavarı oldum.
not: katılıyorum.
edit: (eksi oy veren arkadaşa) bilader bu başlık "can dündar severlerinin buluşma noktası" değildir. kendisi hakkında olumsuz ve olumlu görüşler paylaşılabilir ve insanlar da kendi yorumlarını saygı sınırlarını aşmadan belirtebilir. neyine eksi oy verirsin, anlamış değilim.
eğer can dündar olsaydım, işim çok kolay olurdu:
bir yandan ecevit’in cenazesinde "aileye yakın gazeteci" sıfatıyla protokolün en mahrem bölümünde yer alıp mavi gömleğimle taziyeleri kabul ederdim.
diğer yandan "said-i nursi belgeseli çekeceğim" diyerek "nurculuk" için atan yürekleri ele geçirirdim.
bir yandan "muhalif duruşlu / pek hoş bakışlı" vicdanlı bir adam görüntüsü verirdim, bir yandan da "sarı zeybek" türküsü söyleyip kemalist gönüllerde taht kurardım.
eğer can dündar olsaydım, işim gerçekten çok kolaydı:
bir yanım "ankara" der, öbür yanım "istanbul" derdi.
böylece hem kekeç dostum olurdu, hem özdemir ince.
hem erdoğan güvenirdi bana, hem inönü.
"ne sihirdir ne keramet" der, atatürk ile vahdettin’i bir potada eritip vahdet-i vücut eylerdim.
eğer can dündar olsaydım...
biraz tüccar olurdum ama tüccarlığımı asla göstermezdim.
keskin bir muhalifmişim gibi yapardım ama gata’nın "cennet kapısı"ndan çıkmaya da hak kazanırdım.
ama işte görüyorsunuz ki "ince bir taktik adamı" olmak yerine, tuttum köşeli mi köşeli bir polemik canavarı oldum.
not: katılıyorum.
edit: (eksi oy veren arkadaşa) bilader bu başlık "can dündar severlerinin buluşma noktası" değildir. kendisi hakkında olumsuz ve olumlu görüşler paylaşılabilir ve insanlar da kendi yorumlarını saygı sınırlarını aşmadan belirtebilir. neyine eksi oy verirsin, anlamış değilim.
ahmet hakan’ın sanırım kendisine karşı bir husumeti var. şöyle ki bugünkü yazısının insan merak eder başlığı altında şöyle diyor:
insan merak eder
can dündar dünkü yazısının sonunu şu cümleyle bağlamış:
"günümüzde insan en çok amerika’nın ’ilımlı islam müslüman ağı’ oluşturmak için maddi olarak desteklediği aydınları, akademisyenleri, toplumsal önderleri, gazeteci ve yazarları merak ediyor."
doğru vallahi...
ben de çok merak ediyorum amerika’nın ’ilımlı islam’ için kimleri yemlediğini...
ama benim merak ettiğim bir konu daha var:
acaba can dündar, "ilımlı abdullah gül" portresinin oluşumuna katkıda bulunmak maksadıyla hazırladığı "abdullah gül belgeseli" için ne kaptı?
can dündar’ın dediği gibi...
insan merak ediyor.
insan merak eder
can dündar dünkü yazısının sonunu şu cümleyle bağlamış:
"günümüzde insan en çok amerika’nın ’ilımlı islam müslüman ağı’ oluşturmak için maddi olarak desteklediği aydınları, akademisyenleri, toplumsal önderleri, gazeteci ve yazarları merak ediyor."
doğru vallahi...
ben de çok merak ediyorum amerika’nın ’ilımlı islam’ için kimleri yemlediğini...
ama benim merak ettiğim bir konu daha var:
acaba can dündar, "ilımlı abdullah gül" portresinin oluşumuna katkıda bulunmak maksadıyla hazırladığı "abdullah gül belgeseli" için ne kaptı?
can dündar’ın dediği gibi...
insan merak ediyor.
yazıları kadar muhteşem sesi ile yüreğimize dokunabilen can çocuk..
"aynı kafa"daki erkekleri üniversiteye alırken başı örtülü diye kızları almamak, kadını erkekten ayrı yere oturtan softalarınkine benzer bir ayrımcılıktır. insan haklarına aykırı bu yaklaşımla kadını örtünmeye zorladığına inanılan erkekler ödüllendirilirken, "mağdur" cezalandırılıyor..
çok güzel bir yaklaşım...
çok güzel bir yaklaşım...
"benim türbanlı öğrencilerim oldu; şimdi de okurlarım var.
çoğu, araştırmada çıktığı gibi, varlıklı, en az lise tahsilli, şehirli, genç kadınlar...
eşleri, artık onlar sayesinde iş buluyor, ama kendileri hâlâ üniversitesiz, işsiz durumdalar.
örtülerinden dolayı kendilerini eğitim hakkından mahrum bırakanlar kadar, kendilerini değil örtülerini (ya da eşlerini) taltif edenlerin de onlara parya rolü biçtiğinin, çözüm yerine siyasi rant peşine düştüğünün farkındalar.
ilkin "islamcı feministler"de baş gösteren bu rahatsızlığın yakında daha da yaygınlaşacağına ve burada kadınlar arasında bir çıkar birliği oluşacağına inanıyorum.
yeter ki, dışlamak yerine kazanmayı deneyelim."
demiş..
çoğu, araştırmada çıktığı gibi, varlıklı, en az lise tahsilli, şehirli, genç kadınlar...
eşleri, artık onlar sayesinde iş buluyor, ama kendileri hâlâ üniversitesiz, işsiz durumdalar.
örtülerinden dolayı kendilerini eğitim hakkından mahrum bırakanlar kadar, kendilerini değil örtülerini (ya da eşlerini) taltif edenlerin de onlara parya rolü biçtiğinin, çözüm yerine siyasi rant peşine düştüğünün farkındalar.
ilkin "islamcı feministler"de baş gösteren bu rahatsızlığın yakında daha da yaygınlaşacağına ve burada kadınlar arasında bir çıkar birliği oluşacağına inanıyorum.
yeter ki, dışlamak yerine kazanmayı deneyelim."
demiş..
bir zamanlar çok sevdiğim çok takdir ettiğim yazarlardan biriydi kendileri.ama 22 temmuz seçimleri öncesi gazete köşesinde akp iktidarına söven seçimler olduktan sonra 180 derece dönüş yaparak akpye göz kırpan yazılar yazmağa başladı yetmiyormuş gibi onlarla ilgili belgeseller bile hazırlayan insan
eğer ;
onu hatırladıkta başı göğe ermişçesine ya da asansör boşluğuna düşmüşçesine ürperiyorsa yüreğiniz... ömrü saatlere sıkışmış bir kelebek telaşıyla o hüzünden bu neşeye konup kalkıyorsanız gün boyu nedensiz... ve her konduğunuzda diğerini iple çekiyorsanız bu hislerin... onunlayken pervaneleşen yelkovanlar, onsuz mıhlanıp kalıyorsa yerine, bir akrep kadar hain...
sınıfta, büroda, yolda, yatakta içiniz içinize sığmıyor, ondan söz edilince yüzünüz, sizden habersiz, mis kokulu bir ekmek dilimi gibi kızarıyor, mahcup somurtuyor veya muzip sırıtıyorsa,
ve o, her durduğunuz yerde duruyor,
her baktığınız yerden size bakıyor, siz keyiflendikçe gülüp,
hüzünlendikçe ağlıyorsa...
dünyanın en güzel yeri onun yaşadığı yer, en güzel kokusu
bedenindeki ter, en dayanılmaz duygusu gözlerindeki kederse...
hayat onunla güzel ve onsuz müptezelse... elmalar pembe, kiremitler pembe, gökyüzü, yeryüzü,
onun yüzü pembeyse, kışlar ilkbaharsa, yazlar ilkbahar, güzler ilkbahar...
her şiirde anlatılan oysa... her filmin kahramanı o...
her roman ondan söz ediyor, her çiçek onu açıyorsa...
bir anlık ayrılık, bir ömür gibi geliyor ve gider gitmez
özlem saç diplerinizden çekiştirip beyninizi acıtıyorsa,
iştahınız kapanıyor, iştahınız açılıyor, iştahınız şaşırıyorsa...
iştahınız, hasret acısında bile karşı konulmaz bir tat buluyorsa...
eliniz telefonda yaşıyor, işaret parmağınızla ha bire onu tuşluyor, dara düştüğünüzde kapıyı çalanın
o olduğunu adınız gibi biliyorsanız... mütemadi bir sarhoşluk halinde, her çalan telefona o diye atlıyor, vitrindeki her giysiyi ona yakıştırıyor, konuşan birini dinlerken "keşke o anlatsa" diye iç geçiriyorsanız...
kokusu burnunuzdan, sureti gözünüzden, sesi kulağınızdan, teni aklınızdan silinmiyorsa bir türlü...
özlemi, sol memenizin altında tek nüsha bir yasak yayın gibi taşıyorsanız gün boyu...
hem kimseler duymasın, hem cümle alem bilsin istiyorsanız...
onsuz geceler ıssız, sokaklar öksüzse... ayrılık ölüme,
vuslat sehere denkse...
gamze gamze tebessüm de onun içinse, alev alev öfke de;
bunca tavır, onca sabır ve nihayetsiz kahır hep onun yüzü suyu hürmetine...
uğruna ödenmeyecek bedel, gidilmeyecek yol, vazgeçilmeyecek konfor yoksa...
dışarıda yer yerinden oynuyor ve "içeri"de bu sizi zerrece ilgilendirmiyorsa, nedensiz küsüyor, sebepsiz affediyorsanız ve bütün bu hallerinize siz bile akıl erdiremiyorsanız kaybetme korkusu, kavuşma sevincinden ağır basıyorsa ve aşk, gurura baskın çıkıyorsa bu yüzden her daim... gece yarısı kadim bir dost gibi kucaklayan tanıdık bir şarkı,
bütün acı sözleri unutturmaya yetiyorsa...
her gidişte ayaklarınız "geri dön" diye yalpalıyorsa ve siz kendinize rağmen dönüyorsanız,
sınırsız, sabırsız, doyumsuz bir tutkuyla...
...o halde bugün sizin gününüz!..
"çok yaşa"yın ve de "siz de görün"üz.
can dündar
onu hatırladıkta başı göğe ermişçesine ya da asansör boşluğuna düşmüşçesine ürperiyorsa yüreğiniz... ömrü saatlere sıkışmış bir kelebek telaşıyla o hüzünden bu neşeye konup kalkıyorsanız gün boyu nedensiz... ve her konduğunuzda diğerini iple çekiyorsanız bu hislerin... onunlayken pervaneleşen yelkovanlar, onsuz mıhlanıp kalıyorsa yerine, bir akrep kadar hain...
sınıfta, büroda, yolda, yatakta içiniz içinize sığmıyor, ondan söz edilince yüzünüz, sizden habersiz, mis kokulu bir ekmek dilimi gibi kızarıyor, mahcup somurtuyor veya muzip sırıtıyorsa,
ve o, her durduğunuz yerde duruyor,
her baktığınız yerden size bakıyor, siz keyiflendikçe gülüp,
hüzünlendikçe ağlıyorsa...
dünyanın en güzel yeri onun yaşadığı yer, en güzel kokusu
bedenindeki ter, en dayanılmaz duygusu gözlerindeki kederse...
hayat onunla güzel ve onsuz müptezelse... elmalar pembe, kiremitler pembe, gökyüzü, yeryüzü,
onun yüzü pembeyse, kışlar ilkbaharsa, yazlar ilkbahar, güzler ilkbahar...
her şiirde anlatılan oysa... her filmin kahramanı o...
her roman ondan söz ediyor, her çiçek onu açıyorsa...
bir anlık ayrılık, bir ömür gibi geliyor ve gider gitmez
özlem saç diplerinizden çekiştirip beyninizi acıtıyorsa,
iştahınız kapanıyor, iştahınız açılıyor, iştahınız şaşırıyorsa...
iştahınız, hasret acısında bile karşı konulmaz bir tat buluyorsa...
eliniz telefonda yaşıyor, işaret parmağınızla ha bire onu tuşluyor, dara düştüğünüzde kapıyı çalanın
o olduğunu adınız gibi biliyorsanız... mütemadi bir sarhoşluk halinde, her çalan telefona o diye atlıyor, vitrindeki her giysiyi ona yakıştırıyor, konuşan birini dinlerken "keşke o anlatsa" diye iç geçiriyorsanız...
kokusu burnunuzdan, sureti gözünüzden, sesi kulağınızdan, teni aklınızdan silinmiyorsa bir türlü...
özlemi, sol memenizin altında tek nüsha bir yasak yayın gibi taşıyorsanız gün boyu...
hem kimseler duymasın, hem cümle alem bilsin istiyorsanız...
onsuz geceler ıssız, sokaklar öksüzse... ayrılık ölüme,
vuslat sehere denkse...
gamze gamze tebessüm de onun içinse, alev alev öfke de;
bunca tavır, onca sabır ve nihayetsiz kahır hep onun yüzü suyu hürmetine...
uğruna ödenmeyecek bedel, gidilmeyecek yol, vazgeçilmeyecek konfor yoksa...
dışarıda yer yerinden oynuyor ve "içeri"de bu sizi zerrece ilgilendirmiyorsa, nedensiz küsüyor, sebepsiz affediyorsanız ve bütün bu hallerinize siz bile akıl erdiremiyorsanız kaybetme korkusu, kavuşma sevincinden ağır basıyorsa ve aşk, gurura baskın çıkıyorsa bu yüzden her daim... gece yarısı kadim bir dost gibi kucaklayan tanıdık bir şarkı,
bütün acı sözleri unutturmaya yetiyorsa...
her gidişte ayaklarınız "geri dön" diye yalpalıyorsa ve siz kendinize rağmen dönüyorsanız,
sınırsız, sabırsız, doyumsuz bir tutkuyla...
...o halde bugün sizin gününüz!..
"çok yaşa"yın ve de "siz de görün"üz.
can dündar
gazeteci, yazar, unutulmaz belgesellere imza atan ve bir o kadar da $air...
(bkz: aç gözlerini)
en sevdiğin elbiseni giydim
bu gece kokunu sürdüm
solgun yüzünü okşadım
sessizce saçlarından öptüm
yazdığın mektupları okudum
kana kana su içer gibi
plaklarını çaldım ah!
en çok o şarkıda özledim seni.
issızlık kapıyı çaldı, açmaya korktum
gece yarısı
şehir uykuya daldı, baktım dışarıya
katran karası
rüzgar telaşla kokunu getirdi bana
aldım koynuma
buseni hafızamdan koparıp
iliştirdim dudaklarıma
üşüdüm karanlıkta
tenine dokundum hissetsin diye
aç gözlerini
erguvanlarına su verdim
içerken benimle konuştular
yastığını okşadım, kokladım
anılar uçuştular
soluğun saçlarımı yaladı sanki yine
bir meltem gibi
teninin kokusu karıştı kokuma
yakıştılar
boğuldum karanlıkta
yanı başımdasın benden çok
uzaklarda
ellerimi tut dokun bana
aç gözlerini.
attım kendimi caddelere
yeşil ceketin sardı beni
yürüdüm üstüne karanlığın korkusuz
tuttum ellerini.
can dündar
(bkz: aç gözlerini)
en sevdiğin elbiseni giydim
bu gece kokunu sürdüm
solgun yüzünü okşadım
sessizce saçlarından öptüm
yazdığın mektupları okudum
kana kana su içer gibi
plaklarını çaldım ah!
en çok o şarkıda özledim seni.
issızlık kapıyı çaldı, açmaya korktum
gece yarısı
şehir uykuya daldı, baktım dışarıya
katran karası
rüzgar telaşla kokunu getirdi bana
aldım koynuma
buseni hafızamdan koparıp
iliştirdim dudaklarıma
üşüdüm karanlıkta
tenine dokundum hissetsin diye
aç gözlerini
erguvanlarına su verdim
içerken benimle konuştular
yastığını okşadım, kokladım
anılar uçuştular
soluğun saçlarımı yaladı sanki yine
bir meltem gibi
teninin kokusu karıştı kokuma
yakıştılar
boğuldum karanlıkta
yanı başımdasın benden çok
uzaklarda
ellerimi tut dokun bana
aç gözlerini.
attım kendimi caddelere
yeşil ceketin sardı beni
yürüdüm üstüne karanlığın korkusuz
tuttum ellerini.
can dündar
aşki aşagidaki dizelerle budur işte dedirtecek kadar guzel anlatan gazeteci, yazar.
askın acı hali
tam göğsünün ortasında bir yerin acıyacak...
evinin seni içine sığdıramayacak kadar dar olduğunu fark edeceksin...
sokağa fırlayacaksın...
sokaklar da dar gelecek...
tıpkı vücudunun yüreğine dar geldiği gibi...
ne denizin mavisi açacak içini, ne pırıl pırıl gökyüzü....
kendini taşıyamayacak kadar çok büyüyecek, bir yandan da kaybolacak
kadar
küçüleceksin...
birileri sana bir şeyler anlatacak durmadan...
"önemli olan sağlık."
"yaşamak güzel."
"boş ver, her şey unutulur."
sen hiçbirini duymayacaksın...
gözyaşlarından etrafı göremez hale geleceksin...
ondan ölmesini isteyecek kadar nefret edecek, az sonra kollarında ölmek isteyecek kadar çok seveceksin...
hep ondan bahsetmek isteyeceksin...
"ölüme çare bulundu" ya da "yarın kıyamet kopacakmış" deseler başını
kaldırıp "ne dedin?" diye sormayacaksın...
yalnız kalmak isteyeceksin...
hem de kalabalıkların arasında kaybolmak...
ikisi de yetmeyecek...
geçmişi düşüneceksin...
neredeyse dakika dakika...
ama kötüleri atlayarak...
onunla geçtiğin yerlerden geçmek isteyeceksin...
gittiğin yerlere gitmek...
bu sana hiç iyi gelmeyecek...
ama bile bile yapacaksın...
biri sana içindeki acıyı söküp atabileceğini söylese, kaçacaksın...
aslında kurtulmak istediğin halde, o acıyı yaşamak için direneceksin...
hayatının geri kalanını onu düşünerek geçirmek isteyeceksin...
aksini iddia edenlerden nefret edeceksin...
herkesi ona benzetip...
kimseyi onun yerine koyamayacaksın...
hiçbir şey oyalamayacak seni...
ilaçlara sığınacaksın...
birkaç saat kafanı bulandıran ama asla onu unutturmayan...
sadece bir müddet buzlu camın arkasından seyrettiren...
bütün şarkılar sizin için yazılmış gibi gelecek...
boğazın düğümlenecek, dinleyemeyeceksin...
uyumak zor, uyanmak kolay olacak...
sabahı iple çekeceksin...
bazen de "hiç güneş doğmasa" diyeceksin...
ne geceler rahatlatacak seni ne gündüzler...
ölmeyi isteyip, ölemeyeceksin...
belki çivi çiviyi söker diye can havliyle önüne çıkana sarılmak
isteyeceksin...
nafile...
düşüncesi bile tahammül edilmez gelecek...
rüyalar göreceksin, gerçek olmasını istediğin...
her sıçrayarak uyandığında onun adını söylediğini fark edeceksin...
telefonun çalmasını bekleyeceksin...
aramayacağını bile bile...
her çaldığında yüreğin ağzına gelecek...
ağlamaklı konuşacaksın arayanlarla...
yüreğin burkulacak...
canın yanacak...
bir daha sevmemeye yemin edeceksin...
hayata dair hiçbir şey yapmak gelmeyecek içinden...
onun sesini bir kez daha duymak için yanıp tutuşacaksın...
defalarca aradığı günlerin kıymetini bilmediğin için kendinden nefret
edeceksin...
yaşadığın şehri terk etmek isteyeceksin...
onunla hiçbir anının olmadığı bir yerlere gidip yerleşmek...
ama bir umut...
onunla bir gün bir yerde karşılaşma umudu...
bu umut seni gitmekten alıkoyacak...
gel gitler içinde yaşayacaksın...
buna yaşamak denirse...
razı mısın bütün bunlara...?
hazır mısın sonunda ölüp ölüp dirilmeye...?
o halde aşık olabilirsin ...
askın acı hali
tam göğsünün ortasında bir yerin acıyacak...
evinin seni içine sığdıramayacak kadar dar olduğunu fark edeceksin...
sokağa fırlayacaksın...
sokaklar da dar gelecek...
tıpkı vücudunun yüreğine dar geldiği gibi...
ne denizin mavisi açacak içini, ne pırıl pırıl gökyüzü....
kendini taşıyamayacak kadar çok büyüyecek, bir yandan da kaybolacak
kadar
küçüleceksin...
birileri sana bir şeyler anlatacak durmadan...
"önemli olan sağlık."
"yaşamak güzel."
"boş ver, her şey unutulur."
sen hiçbirini duymayacaksın...
gözyaşlarından etrafı göremez hale geleceksin...
ondan ölmesini isteyecek kadar nefret edecek, az sonra kollarında ölmek isteyecek kadar çok seveceksin...
hep ondan bahsetmek isteyeceksin...
"ölüme çare bulundu" ya da "yarın kıyamet kopacakmış" deseler başını
kaldırıp "ne dedin?" diye sormayacaksın...
yalnız kalmak isteyeceksin...
hem de kalabalıkların arasında kaybolmak...
ikisi de yetmeyecek...
geçmişi düşüneceksin...
neredeyse dakika dakika...
ama kötüleri atlayarak...
onunla geçtiğin yerlerden geçmek isteyeceksin...
gittiğin yerlere gitmek...
bu sana hiç iyi gelmeyecek...
ama bile bile yapacaksın...
biri sana içindeki acıyı söküp atabileceğini söylese, kaçacaksın...
aslında kurtulmak istediğin halde, o acıyı yaşamak için direneceksin...
hayatının geri kalanını onu düşünerek geçirmek isteyeceksin...
aksini iddia edenlerden nefret edeceksin...
herkesi ona benzetip...
kimseyi onun yerine koyamayacaksın...
hiçbir şey oyalamayacak seni...
ilaçlara sığınacaksın...
birkaç saat kafanı bulandıran ama asla onu unutturmayan...
sadece bir müddet buzlu camın arkasından seyrettiren...
bütün şarkılar sizin için yazılmış gibi gelecek...
boğazın düğümlenecek, dinleyemeyeceksin...
uyumak zor, uyanmak kolay olacak...
sabahı iple çekeceksin...
bazen de "hiç güneş doğmasa" diyeceksin...
ne geceler rahatlatacak seni ne gündüzler...
ölmeyi isteyip, ölemeyeceksin...
belki çivi çiviyi söker diye can havliyle önüne çıkana sarılmak
isteyeceksin...
nafile...
düşüncesi bile tahammül edilmez gelecek...
rüyalar göreceksin, gerçek olmasını istediğin...
her sıçrayarak uyandığında onun adını söylediğini fark edeceksin...
telefonun çalmasını bekleyeceksin...
aramayacağını bile bile...
her çaldığında yüreğin ağzına gelecek...
ağlamaklı konuşacaksın arayanlarla...
yüreğin burkulacak...
canın yanacak...
bir daha sevmemeye yemin edeceksin...
hayata dair hiçbir şey yapmak gelmeyecek içinden...
onun sesini bir kez daha duymak için yanıp tutuşacaksın...
defalarca aradığı günlerin kıymetini bilmediğin için kendinden nefret
edeceksin...
yaşadığın şehri terk etmek isteyeceksin...
onunla hiçbir anının olmadığı bir yerlere gidip yerleşmek...
ama bir umut...
onunla bir gün bir yerde karşılaşma umudu...
bu umut seni gitmekten alıkoyacak...
gel gitler içinde yaşayacaksın...
buna yaşamak denirse...
razı mısın bütün bunlara...?
hazır mısın sonunda ölüp ölüp dirilmeye...?
o halde aşık olabilirsin ...
(bkz: mustafa)
yaptigi film(mustafa) yuzunden cokca ele$tiriye maruz kalan gazeteci.
her $eyden once ben henuz filmi izlemedim ama can dundari izledim, hem de senelerdir izledim, okudum. mustafa kemal ataturk ezberini bozan bir film yapmi$ diyorlar, ataturkumuzu okul bahcesindeki bust olmaktan cikartmi$, ete kemige burundurup insan halini anlatmi$, helal olsun. bize tanri ataturk degil, sen ben gibi hatalari olan yanli$lari olan, her $eyden once hasta olan, aksiran, tiksiran bir ataturk lazim. o zaman anlayabiliriz ki ulu onderin yaptiklari mucize degil, bir insanin yapabilecekleri. o zaman anlayabiliriz ki o gun yapilanlar yeniden yapilabilir. bir ataturkun gelmesi cok cok cok zor bunu kabul ediyorum ama imkansiz degil.
can dundar filminde ezber bozmu$, ataturku insanla$timi$, cok da iyi yapmi$.
her $eyden once ben henuz filmi izlemedim ama can dundari izledim, hem de senelerdir izledim, okudum. mustafa kemal ataturk ezberini bozan bir film yapmi$ diyorlar, ataturkumuzu okul bahcesindeki bust olmaktan cikartmi$, ete kemige burundurup insan halini anlatmi$, helal olsun. bize tanri ataturk degil, sen ben gibi hatalari olan yanli$lari olan, her $eyden once hasta olan, aksiran, tiksiran bir ataturk lazim. o zaman anlayabiliriz ki ulu onderin yaptiklari mucize degil, bir insanin yapabilecekleri. o zaman anlayabiliriz ki o gun yapilanlar yeniden yapilabilir. bir ataturkun gelmesi cok cok cok zor bunu kabul ediyorum ama imkansiz degil.
can dundar filminde ezber bozmu$, ataturku insanla$timi$, cok da iyi yapmi$.
ben kendisine mustafa belgeseli ile ilgili olarak özdemir asaftan şu dizeleri armağan ediyorum.
"senden yana olanların da sana karşı olanların da bir değeri yok,seni anlamadıkça"
"senden yana olanların da sana karşı olanların da bir değeri yok,seni anlamadıkça"
ankara cumhuriyet ba$savciligi tarafindan hakkinda soru$turma ba$latilan ki$i. sebebi de mustafa isimli belgesel niteligindeki filmde mustafa kemal ataturku cok sigara ve icki icen birisi olarak gostermesi, kadina fazlaca du$kun birisi olarak lanse etmesi ve filme mustafa kemal ataturkun ismini vermesi.
http://tinyurl.com/82kwhh
http://tinyurl.com/82kwhh
(bkz: uzaklar)
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?