hayatınızı, aşklarınızı, işinizi, evinizi paylaştığınız insanoğlu!
çok değerlidirler.
dostluk
saate bakmaksızın kapısını çalabileceği bir dostu olmalı insanın...
"nereden çıktın bu vakitte"dememeli,
bir gece yarısı telaşla yataktan fırladığında;
"gözünün dilini"bilmeli;
dinlemeli sormadan,söylemeden anlamalı...
arka bahçede varlığını sezdirmeden,mütemadiyen dikilen vefalı bir ağaç gibi
köklenmeli hayatında;
sen,her daim onun orada durduğunu hissetmelisin.
ihtiyaç duyduğunda gidip müşfik gövdesine yaslanabilmeli.
kovuklarına saklanabilmelisin.
kucaklamalı seni güvenli kolları.
dalları bitkin başına omuz,
yaprakları kanayan ruhuna merhem olmalı...
en mahrem sırlarını verebilmeli,
en derin yaralarını açıp gösterebilmelisin;
gölgesinde serinlemelisin sorgusuz sualsiz...
onca dalkavuk arasında bir tek o,
sözünü eğip bükmeden söylemeli,
yanlış anlaşılmayacağını bilmeli.
alkışlandığında değil sadece,
asıl yuhalandığında yanında durup koluna girebilmeli.
övmeli alem içinde,baş başayken sövmeli
ve sen öyle güvenmelisin ki ona,
övdüğünde de sövdüğünde de bunun iyilikten olduğunu bilmelisin,
"hak ettim" diyebilmelisin.
teklifsiz kefili olmalı hatalarının;
günahlarının yegane şahidi...
seni senden iyi bilen,sana senden çok çok güvenen bir sırdaş...
gözbebekleri bulutlandığında yaklaşan fırtınayı sezebilmelisin.
ve sen ağladığında,onun gözünden gelmeli yaş...
can dündar
"nereden çıktın bu vakitte"dememeli,
bir gece yarısı telaşla yataktan fırladığında;
"gözünün dilini"bilmeli;
dinlemeli sormadan,söylemeden anlamalı...
arka bahçede varlığını sezdirmeden,mütemadiyen dikilen vefalı bir ağaç gibi
köklenmeli hayatında;
sen,her daim onun orada durduğunu hissetmelisin.
ihtiyaç duyduğunda gidip müşfik gövdesine yaslanabilmeli.
kovuklarına saklanabilmelisin.
kucaklamalı seni güvenli kolları.
dalları bitkin başına omuz,
yaprakları kanayan ruhuna merhem olmalı...
en mahrem sırlarını verebilmeli,
en derin yaralarını açıp gösterebilmelisin;
gölgesinde serinlemelisin sorgusuz sualsiz...
onca dalkavuk arasında bir tek o,
sözünü eğip bükmeden söylemeli,
yanlış anlaşılmayacağını bilmeli.
alkışlandığında değil sadece,
asıl yuhalandığında yanında durup koluna girebilmeli.
övmeli alem içinde,baş başayken sövmeli
ve sen öyle güvenmelisin ki ona,
övdüğünde de sövdüğünde de bunun iyilikten olduğunu bilmelisin,
"hak ettim" diyebilmelisin.
teklifsiz kefili olmalı hatalarının;
günahlarının yegane şahidi...
seni senden iyi bilen,sana senden çok çok güvenen bir sırdaş...
gözbebekleri bulutlandığında yaklaşan fırtınayı sezebilmelisin.
ve sen ağladığında,onun gözünden gelmeli yaş...
can dündar
dostluk dostluk dostluk... ahmet telli demistir ya bence en güzelini..
hic özlemedim seni
özlemek dostluktandir
dostlugundan öte
bulmaliyim seni...
hic özlemedim seni
özlemek dostluktandir
dostlugundan öte
bulmaliyim seni...
dostluk lekesiz bir gökyüzünden,
bereketli kılmak için insanın
tarlasına inen yağmurdur.
bereketli kılmak için insanın
tarlasına inen yağmurdur.
payla$abilmektir.
dostluk:arkadaşlığın en üst versiyonun adıdır.en güvenilen,en değer verilen,en özel insandır sizin için dost.hatta bazen anneden sonra gelir.yanında ağlarken bile mutlu hissedersiniz.hani dost diye birşey olmasa neredeyse ruh ikizinizdir.sirtinizdan vurduğunda ana baba acısı gibi koyar insana.kocaman bir parça söküp alır hayatınızdan.hatırlamak canınızı acıtır.çirkin gelir dostsuz herşey.çok arkadaş gelir geçer.o kadar gelip geçen arasından hep en değerli seçilir.biri gider biri gelir ama "keşke gitmese" dir.özlenir.düşündükçe çirkinleşir geçmiş.
karşınızdaki kişiyle,aynı noktaya farklı açılardan bakıp onunla ortak paydada buluşabilmektir.
karsinizdaki kisinin kendini degil de, kimi zamanlarda sizi de dusundugu; "kaybetmemek isteminden" kurula gelmis bir insan tavridir. arkadaslarin her zaman kaybolabilecegi, herkesin sizi arkadan vurabilecegi anlarda size kalkan olacak insanin varoldugu bu yerkurede, tek "arkanizi donebileceginiz" yasayan insan kisisidir.
seni sen olduğun için seven insanlarla arkadaşlığın üst seviyesine çıkma durumu.
içinde kopan fırtınaların dışa vuramadıgı zamanlar sanki dudaklarından dökülen kelimeleri okuyormuşcasına hislerini okuyabilen nadide insandır dost.işte o zaman anlarsın birinin seni gerçekten düşündügünü.ve sevinirsin.
(bkz: dost)
günlüklerden sıkılmıştı artık sonunda.
bir yerlere saçma sapan kişisel şeyler karalamak yetmiyordu içini boşaltmak için. ne yapacağını şaşırmış, öylece oturdu defterinin başında.
birden aklına geliverdi günlüğünden de yaşlı hatıraları.
geri dönmek istedi onlara bir an, çok küçük bir an ama.
o kadar garipti ki, o dönemde yaşadığı bütün duygular doluvermişti içine o saniyede; özlemişti…
haziran ne kadar güzeldir, kimileri doğar, kimileri doğanın yaşamına girer…
kızın canı o haziran sabahı da sıkkındı gerçi, günün ona neler getireceğinden habersiz…
rutin yaşam;
sabah duşları,
öğleden sonra buluşmaları,
akşam migros’ları…
her rutinden daha farklıydı aslında bu üç öğün; kız, onlar olmadan aç kalacağının farkında değildi.
bir dostla başlamıştı her şey.
ilkin, dostu olacağını bilmeden çağırdı yanına, ukalaca.
geldi yanına ikircikli, merhabalaştılar, akşam görüşelim dedi kız, tamam dedi.
akşam oldu, şans eseri gördüler birbirlerini…
o gün bugündür, yaz geceleri onların oyuncağı oldu, iki kardeşin paylaştığı gibi…
“ne yıldızı yahu, ankara’ da yıldız mı olur? geceleri üç beş bir şeyler parlar, biri de ay zaten…” diyerek izlerlerlerdi gecenin göğsünü ve baygın baygın yatarlardı güneşin kavurucu sıcağında, ellerinde biralarla.
kızın bir kağıdı, bir kalemi, bir de kayığı vardı. kalemiyle çizmişti bu kayığı defterinin sayfalarına. her yerde o vardı zaten; havada, karada, suda, uzayda…
yazıp dururdu, saçma ya da anlamlı, fark etmeden.
ilk okutacağı insan da, yaz şansının ona getirdiği rüzgar parçasıydı.
dost demeye çekinmiyordu ona artık.
o dost, kıza öyle bir armağan verdi ki, hayatının sonuna kadar unutamayacağı, vaz geçemeyeceği, hayatının bir parçası olacak ve ona her kapıyı açtıracak bir anahtar, bir kaynak tutuşturdu ellerine; mavi kitaptı bu.
hediyelerin en kutsalı, yolların en gizemlisi, en güçlü silah ve en şefkatli anne sevgisi, bilgiyi gösterdi ona; onu -uzay gemisi mi desem belediye otobüsü mü, bilemediğim- kayığına bindirdi ve sularında özgürce kürek çekmesini söyledi ona, ağzını bile kıpırdatmadan.
inanılmaz bir şehvet, anlatılmaz bir tutkuydu bu. yüreğinin içini doldulan bir şelale gibi akıyordu bilgiler damarlarında, ve sürekli yenileniyordu soruları, sorguları kızın, her yeni soluğunda.
sonra bir karanlık aylar çemberi geldi ki, sorma. belli etmediğini sanıyordu küçük, kimseye içindeki büyük karaltıları. kız görüyordu ama çocuğun kara gözlerinden. o gözler öyle kara, öyle saydamdı ki, kız baktı mı, aklından geçeni, geçmeyeni görürdü; anlatmasına gerek yoktu yani, anlıyordu onu…
bu durakta fazla durmayalım, otobüs çoktan geçip gitti bile. o otobüsler gibi ikisinin de hayatından pek çok şey geldi ve geçti. ama hiçbiri için “keşke olmasaydı” demedi ikisi de. yaşadıkları birer deneyim; yıkılışlarla gelen kuvvet, kuvvetlerle gelen özgürlüklerdi çünkü. gün geçtikçe birbirlerine benzemeye başladı bu farklı anaların iki –öz kardeşi.
bir gün bir ayrılık çattı kapılarına, göz yumdular hayatın oyunlarına, açıktıklarında birbirlerini görmek umuduyla…
bir yerlere saçma sapan kişisel şeyler karalamak yetmiyordu içini boşaltmak için. ne yapacağını şaşırmış, öylece oturdu defterinin başında.
birden aklına geliverdi günlüğünden de yaşlı hatıraları.
geri dönmek istedi onlara bir an, çok küçük bir an ama.
o kadar garipti ki, o dönemde yaşadığı bütün duygular doluvermişti içine o saniyede; özlemişti…
haziran ne kadar güzeldir, kimileri doğar, kimileri doğanın yaşamına girer…
kızın canı o haziran sabahı da sıkkındı gerçi, günün ona neler getireceğinden habersiz…
rutin yaşam;
sabah duşları,
öğleden sonra buluşmaları,
akşam migros’ları…
her rutinden daha farklıydı aslında bu üç öğün; kız, onlar olmadan aç kalacağının farkında değildi.
bir dostla başlamıştı her şey.
ilkin, dostu olacağını bilmeden çağırdı yanına, ukalaca.
geldi yanına ikircikli, merhabalaştılar, akşam görüşelim dedi kız, tamam dedi.
akşam oldu, şans eseri gördüler birbirlerini…
o gün bugündür, yaz geceleri onların oyuncağı oldu, iki kardeşin paylaştığı gibi…
“ne yıldızı yahu, ankara’ da yıldız mı olur? geceleri üç beş bir şeyler parlar, biri de ay zaten…” diyerek izlerlerlerdi gecenin göğsünü ve baygın baygın yatarlardı güneşin kavurucu sıcağında, ellerinde biralarla.
kızın bir kağıdı, bir kalemi, bir de kayığı vardı. kalemiyle çizmişti bu kayığı defterinin sayfalarına. her yerde o vardı zaten; havada, karada, suda, uzayda…
yazıp dururdu, saçma ya da anlamlı, fark etmeden.
ilk okutacağı insan da, yaz şansının ona getirdiği rüzgar parçasıydı.
dost demeye çekinmiyordu ona artık.
o dost, kıza öyle bir armağan verdi ki, hayatının sonuna kadar unutamayacağı, vaz geçemeyeceği, hayatının bir parçası olacak ve ona her kapıyı açtıracak bir anahtar, bir kaynak tutuşturdu ellerine; mavi kitaptı bu.
hediyelerin en kutsalı, yolların en gizemlisi, en güçlü silah ve en şefkatli anne sevgisi, bilgiyi gösterdi ona; onu -uzay gemisi mi desem belediye otobüsü mü, bilemediğim- kayığına bindirdi ve sularında özgürce kürek çekmesini söyledi ona, ağzını bile kıpırdatmadan.
inanılmaz bir şehvet, anlatılmaz bir tutkuydu bu. yüreğinin içini doldulan bir şelale gibi akıyordu bilgiler damarlarında, ve sürekli yenileniyordu soruları, sorguları kızın, her yeni soluğunda.
sonra bir karanlık aylar çemberi geldi ki, sorma. belli etmediğini sanıyordu küçük, kimseye içindeki büyük karaltıları. kız görüyordu ama çocuğun kara gözlerinden. o gözler öyle kara, öyle saydamdı ki, kız baktı mı, aklından geçeni, geçmeyeni görürdü; anlatmasına gerek yoktu yani, anlıyordu onu…
bu durakta fazla durmayalım, otobüs çoktan geçip gitti bile. o otobüsler gibi ikisinin de hayatından pek çok şey geldi ve geçti. ama hiçbiri için “keşke olmasaydı” demedi ikisi de. yaşadıkları birer deneyim; yıkılışlarla gelen kuvvet, kuvvetlerle gelen özgürlüklerdi çünkü. gün geçtikçe birbirlerine benzemeye başladı bu farklı anaların iki –öz kardeşi.
bir gün bir ayrılık çattı kapılarına, göz yumdular hayatın oyunlarına, açıktıklarında birbirlerini görmek umuduyla…
çok bulunan varlıklar değildir. aman ha buldunuzmu bırakmayın.
dostluğu en iyi anlatan söz "en sahici dostluklar ortak varlıklar üzerine değil, ortak yoksunluklar üzerine kurulanlardır.".
insanın hayatını anlamlı kılan yegane şeydir. aşk da bir yere kadarmış gibi gelir bana zaman zaman. mesela bugün iki hakiki dostuma sayfalar uzunluğunda hayatımın son dönemlerini anlatan, onları updated kılan bir e-posta gönderdim. yazarken karşımda olduklarını hayal ederek, o an anlattıklarıma ne tepkiler vereceklerini, yüzlerindeki çizgilerin alacakları şekilleri bilerek yazdım.
dost dediğin böyle bir şey sonuçta. seni yargılamadan, sadece dinleyerek, günahlarınla/sevaplarınla& doğrularınla/yanlışlarınla seni anlayarak,yargılamayarak, empati kurarak ve her şeye rağmen seni severek/anlayarak koşulsuz dinleyen/dinleyebilen az sayıdaki insan grubu. iyiki varlar böyle insanlar/ iyiki olacaklar bi şekilde. mesafelere, herkesin dert edindiği onca probleme rağmen, derdini/tasanı anlamaya yönelik çaba gösterebilen, sevincinle gözlerinin taa içi parlayan nadir insanlar olarak hayatımızda dostlar olduğu sürece, mücadeleye devam bebeğim.
sonrası gelsin, hayat bildiği gibi gelsin.
dost dediğin böyle bir şey sonuçta. seni yargılamadan, sadece dinleyerek, günahlarınla/sevaplarınla& doğrularınla/yanlışlarınla seni anlayarak,yargılamayarak, empati kurarak ve her şeye rağmen seni severek/anlayarak koşulsuz dinleyen/dinleyebilen az sayıdaki insan grubu. iyiki varlar böyle insanlar/ iyiki olacaklar bi şekilde. mesafelere, herkesin dert edindiği onca probleme rağmen, derdini/tasanı anlamaya yönelik çaba gösterebilen, sevincinle gözlerinin taa içi parlayan nadir insanlar olarak hayatımızda dostlar olduğu sürece, mücadeleye devam bebeğim.
sonrası gelsin, hayat bildiği gibi gelsin.
sevinçleri ikiye katlayan acıları bölen,sadece özel insanlarla yaşanabilecek kavramdır.
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?