8 ekim 2005 gunu pankreas kanserinden olen dunyaca unlu fransiz filozofu.derrida,felsefi sistemini deconstruction yani yapisokumu ismiyle tanimlar.bu terimle bize aslinda sunu gosterir: o, klasik avrupa dusunce yapisini (construction) sokup (de-construction) ondaki malzemeyle yeni, daha kullanisli bir yapi kurmak (re-construction) uzere tarihsel anlam evrelerine geri donusler yapar.
dunya,derrida icin okunacak bir`text’(metin) idi.iste tam da bu,`dunya’yi ve `hayat’i bu manada anlama gayretinde,`text’i `textil’ (dokuma veya orme)ile baglayip birlestirmeyi zorunlu kilar ve deconstruction terimi kapali anlamini bu orme ve sokme edimi icinde aciga vurmaya baslar. `dunya’ ve `hayat’i ve elbette sosyal ve politik yapilari da,bir tersinden bir duzunden sokmek ve ormek suretiyle anlamaya baslariz; bu,alfabeyi sokmemize benzer.
derrida’nin `deconstruction’ (sokme) terimi kendinden acik bir sekilde `other’i (otekini) gerektirir. bu kavramlastirmada klasik `benmerkezci’(egosantrik) avrupa bakis acisi tersine cevrilir.karsindakini anlamak icin `ben’den (ego’dan) vazgecmek zorunludur.bati toplumunun temel sorunlarindan biri,`ben’den hareket edip farkli olani, farkli kulturel yapilari `ben’in kategorileriyle damgalama bagnazligiydi.oysa ki ona gore var olan her kulturel yapi benzersiz nitelikleri uzerinde tasir. o biricikligi anlamak icin,hic olmazsa bir sureligine,`ben’ bakis acisindan vazgecmek kosuldur.
`deconstruction’terimi,`destruction (yikma, tahrip etme) terimi ile esanlamli degildir.’deconstruction’,karsinda durani anlama,anlamaya gayret etme ediminin adidir.’destruction’ise birinin bir digeri uzerinde acikca ustunluk kurma tarzini ifade eder.
jacques derrida
geliştirdiği “yapısökümcü” okuma yöntemiyle yepyeni bir düşünme olanağının kapılarını aralayan, post-yapısalcı felsefe çerçevesinin kuruluşunda çok önemli bir yeri bulunan cezayir doğumlu fransız felsefeci. derrida’nın hemen bütün metinlerinde kendisini gösteren egemen düşünce, batı felsefesi geleneğinin yapısökümcü bakış açısından sonuna dek sorgulanmasıdır. bu anlamda ilk iş olarak batı felsefesini köküne dek sarmış olduğunu düşündüğü bulunuş metafiziği varsayımının yapısının sökülmesine yönelen derrida, söz konusu varsayım aracılığıyla kendisiyle özdeş dolaysız bir yaşantı a 1am olarak doğruluk yaşantısının değerinin kesinlendiği, buna bağlı olarak da konuşmaya geleneksel olarak yazı önünde hep varlıkbilgisel bir öncelik ve üstünlük tanındığı saptamasında bulunur. konuşma ile yazı arasındaki ayrımın ancak öteki’nin şiddet kullanılarak dışlanması yoluyla yapılabileceğini ileri süren derrida, öteki’ne şiddet uygulanmasına olanak tanımayacak yepyeni bir dil anlayışı geliştirme amacındadır. bu yeni dilin en belirgin özelliği, ayrımın özdeşliğe indirgenemiyor oluşuna bağlı olarak farklı bir etik ve siyasal sorumluluk anlayışını savunuyor oluşudur. derrida’nın yazıla rında ele alınan felsefe sorunlarını tam olarak kavrayabilmek için, öncelikle kant, hegel, marx, nietzsche, husserl, heidegger, levinas, sausssure ve daha birçok filozofun düşünceleriyle tanışık olmak zorunludur.
böyle bir tanışıklığın olmayışı, çoğunluk olduğu üzere, derrida’yı anlamaya çalışan okurları derrida’ nın metinlerindeki felsefe devinilerini izleyemediklerinden ötürü çok güç bir durumda bırakmaktadır. derrida’ya göre yapısöküm bir okuma tekniği olmaktan çok “bütünüyle öteki” olana yaklaşmanın, dolayısıyla da baştan olanaksız bir deneyimi ortaya çıkarmanın bir yoludur. bir bütün olarak derrida’nın düşünsel konumu, bu anlamda felsefece düşünmenin metafizik dilinin eleştirisi yoluyla düzenli olarak yinelenen dogmacı varsayımlardan kurtarılmasının amaçlandığı hegel sonrası son derece üretken açılımlara konu felsefe çerçevesine yerleştirilebilir. kuşkusuz metafiziksel dogmacılıktan kaçınma arayışı, izleri kant’ın eleştirel felsefesi ile ingiliz deneyciliği’ne, hatta belli bakımlardan descartes’a dek sürülebilir olması nedeniyle yeni bir şey değildir. ancak metafiziksel dogmacılığı eleştirmek ile metafızik dilini eleştirmek bir ve aynı şey değildir. hegel sonrası felsefe dönemiyle birlikte dili sorgulamak batı filozofları için sürekli üzerinde durulan bir izlek konumuna gelmiştir. sorun bu biçimde konduğunda, derrida ilk bakışta pragmacı ve mantıkçı olgucu düşünce hareketleriyle yakın bir yere yerleştirilebilir gibi görünse de derrida’nın felsefece ilgilerinin geliştiği çerçevenin kıta yönelimli olması böyle bir girişime pek olanak tanımayacaktır. ilk yazılarında derrida, kendi içinde tutarlı bir anlamlandırma çabası olan husserlci görüngübilim izlencesine derinden bağlıdır. buna karşı, husserl’in teksesli dil ülküsünü yeniden canlandırdığını gerekçe göstererek, görüngübilim yönteminin son çözümlemede doğruluğun bulunuş olarak değerlendirilmesi sayıltısından, yani bildik geleneksel metafizikten kurtulamadığı eleştirisinde bulunur. belli ölçülerde, aşağı yukarı aynı temeller üzerinde heidegger de husserl’i eleştirmiştir. derrida, husserl’e yönelttiği eleştirileri, buna bağlı olarak da ortaya attığı savları pek çok bakımdan olurlamakla birlikte heidegger’in vardığı kimi sonuçlara katılmamaktadır. nitekim yazılarında sık sık yeniden döndüğü, heidegger’in felsefenin sonuna gelinen bir dönemde düşünmenin ödevini tanımlama ekseni doğrultusundaki girişimine karşı can alıcı önemi bulunan bir takım sorular ortaya atar. sonraki dönemine karşılık gelen yazılarında heidegger, dilin insana ait bir şey olmadığını, tersine insanın dile ait bir şey olduğunu öne sürer; bu anlamda insan dili değil dil insanı konuşuyordur. bir başka açıdan söylenecek olursa, heidegger’e göre geleneksel olarak savunulanın tam tersine düşüncenin dili belirlemesinden çok dilin düşünceyi belirlemesi söz konusudur. heidegger’in bu saptamalarının ışığı altında derrida, yapısökümün ödevini aydınlığa kavuşturabileceği bir zemin bul muş gibidir. nitekim derrida’nın kullandığı “yapısöküm” terimi (diconstruction) doğrudan doğruya heidegger’in varlık ile zaman’da (1927) kullandığı almanca destruktion teriminin fransızca’ya çevirisidir. heidegger’in temel savına göre, “varlığın utku” olarak zamanı doğru bir biçimde düşünme ödevi, metafizik kavramların tarihinin, özellikle de aristoteles, descartes ve kant’taki zaman tasarımlarının destrüktion’u ile olanaklıdır ancak. buna karşı heidegger destrüktion’u asla “geriye tek bir iz kalmayacak biçim de ortadan kaldırmak” olarak anlamaz. nitekim metafizik tarihi, bir yapının yerinden oynatılamayacak denli sağlam bir biçimde yerleşmesinden (daha sonra ,gestell, ya da “çatı”, diye adlandırır heidegger bunu) meydana gelmektedir. bu anlamda destruktion heideggerci anlamıyla düşünceye yerleşen her türden yapının gevşetilip zayıflatılmasıdır daha çok. derrida, heidegger’in terimi bu özel anlam da kullanışını geliştirdiği yöntemin adı yapacak denli önemli görmesine karşın, yine de heidegger’in destrüktion anlayışının da son çözümlemede bulunuş metafıziğinin izlerini taşıdığının açıkça görüldüğünü belrtmektedir. özellikle heidegger’in varlıkların varlığı’nın sözünü dile getireceğini öngördüğü sahici şiir dilinin metafizik tarihinin bütünüyle destrüktion’una yol açacağı umudunu dile getirdiği yerler, derrida’nın kuşkuyla yaklaşılması gerektiğini düşündüğü özel yapısöküm alanlarıdır. nitekim derrida için heidegger’in umduğunun ya da varsaydığının tersine, düşüncenin başlayabileceği ya da yeniden oraya geri dönebileceği bir başlangıç noktası ya da konumu yoktur. böyle bır başlangıca duyulan yersiz “nostalji” ya da yitirilmiş geçmişe duyulan özlem değme bir bulunuş metafıziği örneğidir. derrida için batı metafiziği tarihi eninde sonunda doğruluğun gerçek paradigması olarak kendiliğin bulunuşunu olurlayan bir dizi girişimden oluşmaktadır. bu geleneğin tam göbeğinde, kendi bulunuşunu kendisine ancak dil yoluyla gösterebilen bir varlık olarak “insan” tanımı yer almaktadır. varlıklar arasında insana tanınan bu özel yere inanç, derrida’ya göre asla temellendirilebilecek bir şey değildir. (hiçbir düşünce, “düşünüyorum” düşüncesi bile, kendisini kendisine dolaysız bir biçimde sunamaz. derrida’nın bu temel çıkışı, neden dil izleğini bırakıp yazı izleğiyle düşünmeye yöneldiğini de açıklamaktadır. kendiliğin bulunuşunun değerini tam olarak kesinlemek için, batı filozofları geleneksel olarak düşüncenin dile ne ölçüde bağımlı olduğu sorusunu göz ardı etmişlerdir. ne var ki bu temel gerçek öyle kolaylıkla hasır altı edilebilecek gibi değildir derrida’ya göre; platon’dan rousseau’ya, oradan da hegel’e gelinene değin hemen bütün filozoflar, düşüncenin kendiliğinden kendisine açık seçik olduğu bir ideal dil ile bu teksesli ve özgün “düşünce dili”nin kendisine çevrilebileceği bir ikincil dil arasında bir ayrıma gitmişlerdir. buna göre, konuşma dilindeki sözcükler hiçbir aracıya konu olmaksızın doğrudan düşüncenin anlatımıdırlar; çünkü onlar yalnızca konuşulduklarında vardırlar, dahası söylendiklerinde konuşanın içinde duyulabilmektedirler. buna karşı yazı dilindeki sözcükler, onları dile getiren konuşmacı ortadan kaybolduğunda dahi işlevlerini yerine getirebildiklerinden, düşünceye dışsaldırlar. konuşma bu anlam da doğrudan doğruya düşüncenin gövdelenmesiyken, yazı yalnızca konuşmanın ikincil bir göstergesidir.derrida’nın gözünde filozofların bu temel yaklaşımı, kendiliğin bulunuşunu sağlama almak adına anlamlandırmanın maddiliğini unutmak gibi çok önemli bir yanlış doğurmuştur. bu hiç de dayanıklı olmayan uslamlama çatısı altında, batı filozofları kendi “sesçil” yazılarının abecesinin sesçil olmayan avrupa dışı dillere göre felsefı bakımdan daha üstünlüklü bir konumda bulunduğunu varsayar olmuşlardır. ne var ki sesçil yazıyı sesçil kılanın ne olduğu, sesçil olmayan yazıyı sesçil yazıdan neyin ayırdığı öyle hiç de kolayca yanıtlanabilir bir soru değildir. daha da önemlisi, derrida’nın söylediği gibi, salt düşüncenin anlatımı ya da dışa vurumu olacak ideal saltıklıkta bir dil tasarlamak olanaksızdır. bir başka deyişle, derrida’ya göre “konuşma” ile “yazı” arasında geçmişte sıkça yapıldığı gibi keskin bir ayrıma gitmenin sağlam bir temeli yoktur. bu saptamadan harekede derrida, bulunuş metafiziginin “söz-egemen” ya da “ses-egemen” temellerinin yapısökümüne yönelmektedir. konuşmanın yazı üzerindeki sıradüzensel üstünlüğü kendisini batı metafıziğinin üstüne kurulduğu sayısız sıradüzenli karşıtlıklarda göstermektedir. derrida’nın bu karşıt ikiliklere ilişkin olarak yapmak istediği, kimi yorumcularının belirttiği üzere, karşıtlıkta yer alan terimlerin yerlerini değiştirerek aralarında kurulu bulunan öncelik/ sonralık ya da üstünlük/alçaklık değerlemelerini tersyüz etmek değildir yalnızca. burada amaçlanan batı düşüncesinin üstüne kurulduğu bu temel karşıtlıkların mantığının yapısını bütünüyle sökerek bir daha kullanılamaz hale getirmektir. demek ki derrida’nın açıklamasına göre, konuşma/yazı ayrımının savunulamaz oluşu yazı kavramını da en az konuşma kadar kendisine kuşkuyla yaklaşılması gereken bir kavram kılmaktadır. öte yandan, yazı yine de ötekiliği simgeleyen temel beti olarak işlevini yerine getirmeyi sürdürmektedir. derrida’ya göre bu nedenle, heidegger’in ileri sürdüğü gibi, düşünmenin ödevinin “dili dil olarak dile taşımak ya da dile getirmek” olması oldukça anlaşılır bir şeydir. nitekim bu bağlamda heideggerci bir düşünce çizgisi izleyen yapısökümün temel ödevi de “yarıyı yazı olarak yazıya taşımak ya da getirmektir”. burada dikkat edilmesi gereken nokta, bulunuş metafiziğinin yapısını sökmek için öncelikle düşüncenin kendisini yazı olarak açığa vurmasının gereğidir. o nedenle yapısökümcü söz dağarında “yazı” kavramı kesinlikle salt arı düşüncelerin kayda alınması demek değildir. nitekim derrida bu noktanın ne denli önemli olduğunu vurgulamak için “arke_yazı” kavramı diye yeni bir yazı anlayışı betimleme yoluna gitmiştir. buna göre, arkhe’siz (yanı “kökensiz”) bir düşüncenin özniteliğini différence (“ayıram”) oluşturmaktadır. diffrence en genel anlamda, her şeye “ilk” olan ya da her şeyin “merkez”inde duran düşünülebilecek her türden terimi adlandırmanın olanaksızlığını adlandırmaktadır. metafızik olmayan, metafizikten başka bir düşünce olanağının önünü açmak için, yazının, kendinde bulunan bır “anlam” ya da “doğru dile getirme amacı güdüşüyle tanımlanan metafizik dilinin bütün metafizik içerimlerinden tümüyle kurtarılması zorunludur. bu sonuca ulaşmak için derrida, bir dizi değişik yazma stratejisi geliştirmiştir. bu stratejilerden biri, kendi içinde bütünlüklü tek bir kitap olarak okunmaya izin vermeyecek biçimde aynı metinde sonsuz sayıda metin üretmektir. nitekim derrida glas (matem çanı, 1974) adlı yapıtını, bu biçimde parçalara ayırarak, bir anlamda parçalayarak yazmıştır. kitabın ana yapısı, ilk sütunda hegel’in (giz, örtü) anlayışıyla ilişkili çeşitli konuların incelendiği, ilk sütunun tam yanına yerleştirilen ikincisindeyse genet’nin yazılarında düzenli olarak karşılaşılan bir giz türü olarak jean genet’nin imzasının çok yönlü bir incelemesinin yapıldığı iki ayrı sütundan oluşmaktadır. glas üzerine söylenebilecek bir dolu şey olmakla birlikte, bunlardan ula ki en önemlisi, kitabın sartre’ın aziz genet adlı incelemesinde yarı hegelci bir gözle genet’nın yazılarını özetlemış olmasından duyulan rahatsızlıkla genet’nin yazılarını kurtarmak adına uygulanmış bır yapısöküm örneği olarak okunabileceğidir. jderrida’ nın sıkça başvurduğu bır başka yapısöküm stratejisi de geleneksel gösterge kavramını özellikle sorunsallaştırmak amacıyla tasarlanmış différance gibi birtakım metinsel imler üretmektir. bu imler yalnızca birer yeni sözdük geliştirme arayışına karşılık gelmezler, çünkü bunlar ne sözlüktürler ne de gösterge (örneğin fransızca’da “ayrım” anlamına gelen différence sözcüğünden bozmadır); bunlar daha çok anlaşılırlığa karşı kendi dirençlerine ya da korunaklarına dikkat çeken, an tam anlamıyla belirlenemeyen yapısökümcü ifadelerdir. différance “varlık” türünden her hangi bir şey üzerine enson sözün söylenemezliğini açığa vuruyor olması, kimi yapısöküm yorumcularınca “olumsuzlamacı tanrı bilim” biçiminde yorumlanması sonucunu doğurmuştur. derrida aralarında görünen yakınlığın kaçınılmaz olduğunu, ama bu ikisini, yani yapısöküm ile olumsuzlamacı tanrıbilimi eşitlemenin bulunuş metafiziğinin kendinden geçirici yaşantısını yeniden kesinlemek anlamına geleceğini bildirmektedir. bunun yerine derrida, bütün deneyimlerin gelecekte neler olacağını bilen bir peygamberlik konumuna indirgemeksizin “şimdi ile burada bulunma”yı kesintiye uğratan, yapısı sökülemez mesihvari bir söz verme ile yapılandırıldığını ileri sürmüştür. belki de bu noktada, herakleitos’un oluşu kesinleyişi dc derrida’nın söz verme yaşantısına değgin açıklaması aynı düzlemde düşünülürse, herakleitos’un “oluş” anlayışı derrida’nın différance’ la demek istediğine en yakın düşünsel konum olarak değerlendirilebilir. bu tür bir herakleitos okuması, derrida’nın açıkça yapısökümcü yönlerini heidegger’in göz ardı ettiğini düşündüğü nietzsche’nin yazılarında da bulunabilir. heıdegger’e göre, nitzsche’nin metinleri tek bir anda tek bir düşünürün tekil düşüncelerini yansıtmaktadır. derrida, heidegger’in bu savına nietzsche’nin yazma biçeminin değişik yönlerine dikkat çekerek karşı çıkar. buna göre, nietzsche belli bir anlamı ya da doğruyu dile getirmek yerine, yazılarında daha çok alışıldık geleneksel yorumlama kaynaklarını baştan boşa çıkaran metinsel sorunsalları gündeme getirmiştir. derrida bu düşüncesini mahmuzlar netzsche’nin biçemleri adlı çalışmasında, nictzsche’nin metinlerinde yer yer geçen “şemsiyemi unutmuşum” tümcesinin yorumlama bakımından üzerine “karar verilemez” oluşuna parmak basarak tanıılamaktadır. burada gösterilmeye çalışılan, bırakın metnin tek bır anlamı olmasını, metinde karşılaşılan herhangi bir “şey”in dahi bir özdeşliği olmadığıdır. bu düşünce uyarınca derrida, nıetzsche’nin metinleri demek yerine “nietzsche’nin imzaları” demeyi daha uygun bulmaktadır. bunun yanında derrida, nietzsche’nin biçemlerini çoğaltmanın doğruluğunu savunmakla birlikte, nietzsche’ nin birtakım anlam hareketlerine ilişkin belli çekinceler koymaktan da geri kalmaz. sözgelimi derrida’ya göre “kadın” sözcüğü nietzsche’de “doğru olmayan” ın eğretilemesi olarak geçmektedır hep. bu yüzden, nietzsehe’nın metinlerınde “kadın” sözcüğünün geçtiği yerler derrida için yapısöküme alınması gereken özel yerlerdir. ayrıca nietzsche’de karşılaşılan anlam hareketlerinin yol açtığı şiddete de dikkat çeken derrida, aşırılığın mantığını şeyleştirmeden aşırı uç konumların taşıdığı yıkıcı gizilgücü patlatacak bir stratejinin arayışı içindedir. bu açıdan bakıldığında yapısöküm sıyasal olan üzerine düşünmenin bir yolu olarak da değerlendirilebilir.
nitekim daha ilk yazılarından başlayarak derrida’nın adalet ile şiddet arasındaki ilişkiyle ilglendiği üstünden atlanamayacak bir olgudur. derrida’nın başlıca yapıtları zaman dizinsel olarak şunlardır: l’écriture et la différance (yazı ve ayrım, 1967); la voix de la phénomene (ses ve görüngü, 1967); de la grammatalogie ( yazıbilime dair, 1967); marges de la phlisohie(felsefenin kıyıları, 1972); la disémination (yayılım/saçılma, 1972); positions (konumlar, 1972); glas (matem çanı, 1974)l’archéologie du frivol(sıradan şevlerin kazıbilimi, 1976); le vérité en peinture (resimde doğruluk, 1978); la carte postale de socrate a freud et de la(sokrates’ten freud ıle ötesine kartpostallar, 1980):spurs, nietzsche’s style (mahmuzlar: nıetzsche’nin biçemleri, 1981, ikidilli basım); psyché (psykhe, 1987): de l!esprit (tin üzerine, 1989); limited inc. (limitet a.ş., 1990) ve l’autre cap (otekinin kulağı, 1991).
felsefe sözlüğü - a.baki güçlü; erkan uzun; serkan uzun; ü.hüsrev yoksal, bilim ve sanat yayınları
böyle bir tanışıklığın olmayışı, çoğunluk olduğu üzere, derrida’yı anlamaya çalışan okurları derrida’ nın metinlerindeki felsefe devinilerini izleyemediklerinden ötürü çok güç bir durumda bırakmaktadır. derrida’ya göre yapısöküm bir okuma tekniği olmaktan çok “bütünüyle öteki” olana yaklaşmanın, dolayısıyla da baştan olanaksız bir deneyimi ortaya çıkarmanın bir yoludur. bir bütün olarak derrida’nın düşünsel konumu, bu anlamda felsefece düşünmenin metafizik dilinin eleştirisi yoluyla düzenli olarak yinelenen dogmacı varsayımlardan kurtarılmasının amaçlandığı hegel sonrası son derece üretken açılımlara konu felsefe çerçevesine yerleştirilebilir. kuşkusuz metafiziksel dogmacılıktan kaçınma arayışı, izleri kant’ın eleştirel felsefesi ile ingiliz deneyciliği’ne, hatta belli bakımlardan descartes’a dek sürülebilir olması nedeniyle yeni bir şey değildir. ancak metafiziksel dogmacılığı eleştirmek ile metafızik dilini eleştirmek bir ve aynı şey değildir. hegel sonrası felsefe dönemiyle birlikte dili sorgulamak batı filozofları için sürekli üzerinde durulan bir izlek konumuna gelmiştir. sorun bu biçimde konduğunda, derrida ilk bakışta pragmacı ve mantıkçı olgucu düşünce hareketleriyle yakın bir yere yerleştirilebilir gibi görünse de derrida’nın felsefece ilgilerinin geliştiği çerçevenin kıta yönelimli olması böyle bir girişime pek olanak tanımayacaktır. ilk yazılarında derrida, kendi içinde tutarlı bir anlamlandırma çabası olan husserlci görüngübilim izlencesine derinden bağlıdır. buna karşı, husserl’in teksesli dil ülküsünü yeniden canlandırdığını gerekçe göstererek, görüngübilim yönteminin son çözümlemede doğruluğun bulunuş olarak değerlendirilmesi sayıltısından, yani bildik geleneksel metafizikten kurtulamadığı eleştirisinde bulunur. belli ölçülerde, aşağı yukarı aynı temeller üzerinde heidegger de husserl’i eleştirmiştir. derrida, husserl’e yönelttiği eleştirileri, buna bağlı olarak da ortaya attığı savları pek çok bakımdan olurlamakla birlikte heidegger’in vardığı kimi sonuçlara katılmamaktadır. nitekim yazılarında sık sık yeniden döndüğü, heidegger’in felsefenin sonuna gelinen bir dönemde düşünmenin ödevini tanımlama ekseni doğrultusundaki girişimine karşı can alıcı önemi bulunan bir takım sorular ortaya atar. sonraki dönemine karşılık gelen yazılarında heidegger, dilin insana ait bir şey olmadığını, tersine insanın dile ait bir şey olduğunu öne sürer; bu anlamda insan dili değil dil insanı konuşuyordur. bir başka açıdan söylenecek olursa, heidegger’e göre geleneksel olarak savunulanın tam tersine düşüncenin dili belirlemesinden çok dilin düşünceyi belirlemesi söz konusudur. heidegger’in bu saptamalarının ışığı altında derrida, yapısökümün ödevini aydınlığa kavuşturabileceği bir zemin bul muş gibidir. nitekim derrida’nın kullandığı “yapısöküm” terimi (diconstruction) doğrudan doğruya heidegger’in varlık ile zaman’da (1927) kullandığı almanca destruktion teriminin fransızca’ya çevirisidir. heidegger’in temel savına göre, “varlığın utku” olarak zamanı doğru bir biçimde düşünme ödevi, metafizik kavramların tarihinin, özellikle de aristoteles, descartes ve kant’taki zaman tasarımlarının destrüktion’u ile olanaklıdır ancak. buna karşı heidegger destrüktion’u asla “geriye tek bir iz kalmayacak biçim de ortadan kaldırmak” olarak anlamaz. nitekim metafizik tarihi, bir yapının yerinden oynatılamayacak denli sağlam bir biçimde yerleşmesinden (daha sonra ,gestell, ya da “çatı”, diye adlandırır heidegger bunu) meydana gelmektedir. bu anlamda destruktion heideggerci anlamıyla düşünceye yerleşen her türden yapının gevşetilip zayıflatılmasıdır daha çok. derrida, heidegger’in terimi bu özel anlam da kullanışını geliştirdiği yöntemin adı yapacak denli önemli görmesine karşın, yine de heidegger’in destrüktion anlayışının da son çözümlemede bulunuş metafıziğinin izlerini taşıdığının açıkça görüldüğünü belrtmektedir. özellikle heidegger’in varlıkların varlığı’nın sözünü dile getireceğini öngördüğü sahici şiir dilinin metafizik tarihinin bütünüyle destrüktion’una yol açacağı umudunu dile getirdiği yerler, derrida’nın kuşkuyla yaklaşılması gerektiğini düşündüğü özel yapısöküm alanlarıdır. nitekim derrida için heidegger’in umduğunun ya da varsaydığının tersine, düşüncenin başlayabileceği ya da yeniden oraya geri dönebileceği bir başlangıç noktası ya da konumu yoktur. böyle bır başlangıca duyulan yersiz “nostalji” ya da yitirilmiş geçmişe duyulan özlem değme bir bulunuş metafıziği örneğidir. derrida için batı metafiziği tarihi eninde sonunda doğruluğun gerçek paradigması olarak kendiliğin bulunuşunu olurlayan bir dizi girişimden oluşmaktadır. bu geleneğin tam göbeğinde, kendi bulunuşunu kendisine ancak dil yoluyla gösterebilen bir varlık olarak “insan” tanımı yer almaktadır. varlıklar arasında insana tanınan bu özel yere inanç, derrida’ya göre asla temellendirilebilecek bir şey değildir. (hiçbir düşünce, “düşünüyorum” düşüncesi bile, kendisini kendisine dolaysız bir biçimde sunamaz. derrida’nın bu temel çıkışı, neden dil izleğini bırakıp yazı izleğiyle düşünmeye yöneldiğini de açıklamaktadır. kendiliğin bulunuşunun değerini tam olarak kesinlemek için, batı filozofları geleneksel olarak düşüncenin dile ne ölçüde bağımlı olduğu sorusunu göz ardı etmişlerdir. ne var ki bu temel gerçek öyle kolaylıkla hasır altı edilebilecek gibi değildir derrida’ya göre; platon’dan rousseau’ya, oradan da hegel’e gelinene değin hemen bütün filozoflar, düşüncenin kendiliğinden kendisine açık seçik olduğu bir ideal dil ile bu teksesli ve özgün “düşünce dili”nin kendisine çevrilebileceği bir ikincil dil arasında bir ayrıma gitmişlerdir. buna göre, konuşma dilindeki sözcükler hiçbir aracıya konu olmaksızın doğrudan düşüncenin anlatımıdırlar; çünkü onlar yalnızca konuşulduklarında vardırlar, dahası söylendiklerinde konuşanın içinde duyulabilmektedirler. buna karşı yazı dilindeki sözcükler, onları dile getiren konuşmacı ortadan kaybolduğunda dahi işlevlerini yerine getirebildiklerinden, düşünceye dışsaldırlar. konuşma bu anlam da doğrudan doğruya düşüncenin gövdelenmesiyken, yazı yalnızca konuşmanın ikincil bir göstergesidir.derrida’nın gözünde filozofların bu temel yaklaşımı, kendiliğin bulunuşunu sağlama almak adına anlamlandırmanın maddiliğini unutmak gibi çok önemli bir yanlış doğurmuştur. bu hiç de dayanıklı olmayan uslamlama çatısı altında, batı filozofları kendi “sesçil” yazılarının abecesinin sesçil olmayan avrupa dışı dillere göre felsefı bakımdan daha üstünlüklü bir konumda bulunduğunu varsayar olmuşlardır. ne var ki sesçil yazıyı sesçil kılanın ne olduğu, sesçil olmayan yazıyı sesçil yazıdan neyin ayırdığı öyle hiç de kolayca yanıtlanabilir bir soru değildir. daha da önemlisi, derrida’nın söylediği gibi, salt düşüncenin anlatımı ya da dışa vurumu olacak ideal saltıklıkta bir dil tasarlamak olanaksızdır. bir başka deyişle, derrida’ya göre “konuşma” ile “yazı” arasında geçmişte sıkça yapıldığı gibi keskin bir ayrıma gitmenin sağlam bir temeli yoktur. bu saptamadan harekede derrida, bulunuş metafiziginin “söz-egemen” ya da “ses-egemen” temellerinin yapısökümüne yönelmektedir. konuşmanın yazı üzerindeki sıradüzensel üstünlüğü kendisini batı metafıziğinin üstüne kurulduğu sayısız sıradüzenli karşıtlıklarda göstermektedir. derrida’nın bu karşıt ikiliklere ilişkin olarak yapmak istediği, kimi yorumcularının belirttiği üzere, karşıtlıkta yer alan terimlerin yerlerini değiştirerek aralarında kurulu bulunan öncelik/ sonralık ya da üstünlük/alçaklık değerlemelerini tersyüz etmek değildir yalnızca. burada amaçlanan batı düşüncesinin üstüne kurulduğu bu temel karşıtlıkların mantığının yapısını bütünüyle sökerek bir daha kullanılamaz hale getirmektir. demek ki derrida’nın açıklamasına göre, konuşma/yazı ayrımının savunulamaz oluşu yazı kavramını da en az konuşma kadar kendisine kuşkuyla yaklaşılması gereken bir kavram kılmaktadır. öte yandan, yazı yine de ötekiliği simgeleyen temel beti olarak işlevini yerine getirmeyi sürdürmektedir. derrida’ya göre bu nedenle, heidegger’in ileri sürdüğü gibi, düşünmenin ödevinin “dili dil olarak dile taşımak ya da dile getirmek” olması oldukça anlaşılır bir şeydir. nitekim bu bağlamda heideggerci bir düşünce çizgisi izleyen yapısökümün temel ödevi de “yarıyı yazı olarak yazıya taşımak ya da getirmektir”. burada dikkat edilmesi gereken nokta, bulunuş metafiziğinin yapısını sökmek için öncelikle düşüncenin kendisini yazı olarak açığa vurmasının gereğidir. o nedenle yapısökümcü söz dağarında “yazı” kavramı kesinlikle salt arı düşüncelerin kayda alınması demek değildir. nitekim derrida bu noktanın ne denli önemli olduğunu vurgulamak için “arke_yazı” kavramı diye yeni bir yazı anlayışı betimleme yoluna gitmiştir. buna göre, arkhe’siz (yanı “kökensiz”) bir düşüncenin özniteliğini différence (“ayıram”) oluşturmaktadır. diffrence en genel anlamda, her şeye “ilk” olan ya da her şeyin “merkez”inde duran düşünülebilecek her türden terimi adlandırmanın olanaksızlığını adlandırmaktadır. metafızik olmayan, metafizikten başka bir düşünce olanağının önünü açmak için, yazının, kendinde bulunan bır “anlam” ya da “doğru dile getirme amacı güdüşüyle tanımlanan metafizik dilinin bütün metafizik içerimlerinden tümüyle kurtarılması zorunludur. bu sonuca ulaşmak için derrida, bir dizi değişik yazma stratejisi geliştirmiştir. bu stratejilerden biri, kendi içinde bütünlüklü tek bir kitap olarak okunmaya izin vermeyecek biçimde aynı metinde sonsuz sayıda metin üretmektir. nitekim derrida glas (matem çanı, 1974) adlı yapıtını, bu biçimde parçalara ayırarak, bir anlamda parçalayarak yazmıştır. kitabın ana yapısı, ilk sütunda hegel’in (giz, örtü) anlayışıyla ilişkili çeşitli konuların incelendiği, ilk sütunun tam yanına yerleştirilen ikincisindeyse genet’nin yazılarında düzenli olarak karşılaşılan bir giz türü olarak jean genet’nin imzasının çok yönlü bir incelemesinin yapıldığı iki ayrı sütundan oluşmaktadır. glas üzerine söylenebilecek bir dolu şey olmakla birlikte, bunlardan ula ki en önemlisi, kitabın sartre’ın aziz genet adlı incelemesinde yarı hegelci bir gözle genet’nın yazılarını özetlemış olmasından duyulan rahatsızlıkla genet’nin yazılarını kurtarmak adına uygulanmış bır yapısöküm örneği olarak okunabileceğidir. jderrida’ nın sıkça başvurduğu bır başka yapısöküm stratejisi de geleneksel gösterge kavramını özellikle sorunsallaştırmak amacıyla tasarlanmış différance gibi birtakım metinsel imler üretmektir. bu imler yalnızca birer yeni sözdük geliştirme arayışına karşılık gelmezler, çünkü bunlar ne sözlüktürler ne de gösterge (örneğin fransızca’da “ayrım” anlamına gelen différence sözcüğünden bozmadır); bunlar daha çok anlaşılırlığa karşı kendi dirençlerine ya da korunaklarına dikkat çeken, an tam anlamıyla belirlenemeyen yapısökümcü ifadelerdir. différance “varlık” türünden her hangi bir şey üzerine enson sözün söylenemezliğini açığa vuruyor olması, kimi yapısöküm yorumcularınca “olumsuzlamacı tanrı bilim” biçiminde yorumlanması sonucunu doğurmuştur. derrida aralarında görünen yakınlığın kaçınılmaz olduğunu, ama bu ikisini, yani yapısöküm ile olumsuzlamacı tanrıbilimi eşitlemenin bulunuş metafiziğinin kendinden geçirici yaşantısını yeniden kesinlemek anlamına geleceğini bildirmektedir. bunun yerine derrida, bütün deneyimlerin gelecekte neler olacağını bilen bir peygamberlik konumuna indirgemeksizin “şimdi ile burada bulunma”yı kesintiye uğratan, yapısı sökülemez mesihvari bir söz verme ile yapılandırıldığını ileri sürmüştür. belki de bu noktada, herakleitos’un oluşu kesinleyişi dc derrida’nın söz verme yaşantısına değgin açıklaması aynı düzlemde düşünülürse, herakleitos’un “oluş” anlayışı derrida’nın différance’ la demek istediğine en yakın düşünsel konum olarak değerlendirilebilir. bu tür bir herakleitos okuması, derrida’nın açıkça yapısökümcü yönlerini heidegger’in göz ardı ettiğini düşündüğü nietzsche’nin yazılarında da bulunabilir. heıdegger’e göre, nitzsche’nin metinleri tek bir anda tek bir düşünürün tekil düşüncelerini yansıtmaktadır. derrida, heidegger’in bu savına nietzsche’nin yazma biçeminin değişik yönlerine dikkat çekerek karşı çıkar. buna göre, nietzsche belli bir anlamı ya da doğruyu dile getirmek yerine, yazılarında daha çok alışıldık geleneksel yorumlama kaynaklarını baştan boşa çıkaran metinsel sorunsalları gündeme getirmiştir. derrida bu düşüncesini mahmuzlar netzsche’nin biçemleri adlı çalışmasında, nictzsche’nin metinlerinde yer yer geçen “şemsiyemi unutmuşum” tümcesinin yorumlama bakımından üzerine “karar verilemez” oluşuna parmak basarak tanıılamaktadır. burada gösterilmeye çalışılan, bırakın metnin tek bır anlamı olmasını, metinde karşılaşılan herhangi bir “şey”in dahi bir özdeşliği olmadığıdır. bu düşünce uyarınca derrida, nıetzsche’nin metinleri demek yerine “nietzsche’nin imzaları” demeyi daha uygun bulmaktadır. bunun yanında derrida, nietzsche’nin biçemlerini çoğaltmanın doğruluğunu savunmakla birlikte, nietzsche’ nin birtakım anlam hareketlerine ilişkin belli çekinceler koymaktan da geri kalmaz. sözgelimi derrida’ya göre “kadın” sözcüğü nietzsche’de “doğru olmayan” ın eğretilemesi olarak geçmektedır hep. bu yüzden, nietzsehe’nın metinlerınde “kadın” sözcüğünün geçtiği yerler derrida için yapısöküme alınması gereken özel yerlerdir. ayrıca nietzsche’de karşılaşılan anlam hareketlerinin yol açtığı şiddete de dikkat çeken derrida, aşırılığın mantığını şeyleştirmeden aşırı uç konumların taşıdığı yıkıcı gizilgücü patlatacak bir stratejinin arayışı içindedir. bu açıdan bakıldığında yapısöküm sıyasal olan üzerine düşünmenin bir yolu olarak da değerlendirilebilir.
nitekim daha ilk yazılarından başlayarak derrida’nın adalet ile şiddet arasındaki ilişkiyle ilglendiği üstünden atlanamayacak bir olgudur. derrida’nın başlıca yapıtları zaman dizinsel olarak şunlardır: l’écriture et la différance (yazı ve ayrım, 1967); la voix de la phénomene (ses ve görüngü, 1967); de la grammatalogie ( yazıbilime dair, 1967); marges de la phlisohie(felsefenin kıyıları, 1972); la disémination (yayılım/saçılma, 1972); positions (konumlar, 1972); glas (matem çanı, 1974)l’archéologie du frivol(sıradan şevlerin kazıbilimi, 1976); le vérité en peinture (resimde doğruluk, 1978); la carte postale de socrate a freud et de la(sokrates’ten freud ıle ötesine kartpostallar, 1980):spurs, nietzsche’s style (mahmuzlar: nıetzsche’nin biçemleri, 1981, ikidilli basım); psyché (psykhe, 1987): de l!esprit (tin üzerine, 1989); limited inc. (limitet a.ş., 1990) ve l’autre cap (otekinin kulağı, 1991).
felsefe sözlüğü - a.baki güçlü; erkan uzun; serkan uzun; ü.hüsrev yoksal, bilim ve sanat yayınları
mimarlıkta da tarz olmuş yapı sökümün felsefi söylemcisi. bu felsefenin mimarlıktaki izlerini eisenman, hadid, himmelblau, koolhas, libeskind gibi mimarların yapılarında görebiliriz. bu akımın mimarlıktaki asıl yansıması da felsefenin özü gereği her tür yapısal durumu kapatmadan çıplaklığı ve çarpıklığıyla sunup, eylem-çeper çakışmasını çeşitli kombinasyonlar ve yeni eylem-çeperler yaratarak yeni durumlar ortaya çıkarması şeklinde olmuştur. fakat kapitalizmin şekilcilik merakı, devamlı eski şekilleri tüketip yenileri araması, ya da eski şekilleri tekrar pazar nesnesi haline getirmesi merakı ile bu akım bir moda haline gelmiştir bile. gerek mimarlıkta gerek sinemada, kapitalizmin bu herşeyin üstünü kapatma ve kendine alet etme durumu sanırım dekonstrüktivizm ile ulaşılması hayal edilen durumları çok da başarılı gözükmüyor ve yerini başka şeylere bırakıyor gibi şu an.
yapısökümcülüğün kurucusu cezayir doğumlu fransız filozof. metnin dışında hiçbir şey yoktur ünlü argümanının sahibi.
fransız filozof. 20.yyda geliştirdiği özgün yaklaşımı ile çığır açmış aydın. deconstruction (yapıbozum) teriminin izinde felsefi sistemini kuran derrida batı felsefesinin temel ikiliklerini (özne-nesne, günah-sevap, söz-yazı..vs) yapı sökümüne uğratma peşindedir. etkilidir, önemlidir. türkiyede son 5 yıldır yaygın olarak tanındı ve okunuyor.
Anlamın sonsuz devam eden bir oyun olduğunu iddia eden fakat bu iddiası tarafımdan sert şekilde reddedilmiş yapısökümcü filozof.
Düşüncelerinde, cezayirde doğup yahudi bir fransız olmasının etkileri görülür. Çevresi için kendisi sürekli 'bir başkası' olmuştur. Muhtemelen bu yüzden metinlerinde sürekli 'ötekiye' bir atıf vardır.
2004te pankreas kanseri sebebiyle vefat etmiştir. Yanılmıyorsam uluslararası felsefe okulunun kurucu başkanıydı.
Düşüncelerinde, cezayirde doğup yahudi bir fransız olmasının etkileri görülür. Çevresi için kendisi sürekli 'bir başkası' olmuştur. Muhtemelen bu yüzden metinlerinde sürekli 'ötekiye' bir atıf vardır.
2004te pankreas kanseri sebebiyle vefat etmiştir. Yanılmıyorsam uluslararası felsefe okulunun kurucu başkanıydı.
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?