fuzuli

0 /
chaconne
bir basina yasamayi secmis, bagdatta yasayan- gecimini padisaha dizdigi methiyelerle saglayan, parasi gelmedi mi gocunan, zamaninda kadri kiymeti bilinmemis ve fakat gunumuzde en cok okunan divan edebiyati sairlerinin basini ceken buyuk sair.
uc nokta
dortluklerinden bir orn.

ilim kesbiyle paye-i rif-at
bir hayali muhal imis ancak
ask imis her ne var alemde
ilim bir kiyl-u kal imis ancak
made in heaven
fuzuli adini,kendi siirlerinin baskalarininkilerle,baskalarinin siirlerinin de kendisininkilerle karsilastirilmasi icin aldigini,boyle bir takma adi kimsenin begenmeyecegini dusundugunden kullandigini, farsca divan’inin girisinde aciklar. ama ise yaramayan,gereksiz gibi anlamlara gelen fuzulî sozcugunun baska bir anlami da erdemdir.onun bu iki kasit anlamdan yararlanmak amacini guttugunu ileri surenler de vardir.
darth sidious


turk divan sairi. temelini bireysel duygu ve sevgide bulan bir siir anlayisini gelistirmistir. gercek adi mehmed b. suleyman’dir. kerbelâ’da dogdu, dogum yili kesinlikle bilinmiyorsa da, kimi kaynaklara gore 1480 dolaylarindadir. 1556’da kerbelâ’da oldu. yasami, ozellikle genclik donemi ve ogrenimi konusunda yeterli bilgi yoktur. siirde "fuzûlî" adini, kendi siirlerinin baskalarininkilerle, baskalarinin siirlerinin de kendisininkilerle karsilastirilmasi icin aldigini, boyle bir takma adi kimsenin begenmeyecegini dusundugunden kullandigini, farsca divan’inin girisinde aciklar. ama "ise yaramayan", "gereksiz" gibi anlamlara gelen "fuzûlî" sozcugunun baska bir anlami da "erdem"dir. onun bu iki kasit anlamdan yararlanmak amacini guttugunu ileri surenler de vardir. fuzûlî’nin yasami konusunda bilgi veren kaynaklar birbirini tutmamakta, genellikle soylenceyle gercegi ayirma olanagi bulunmamaktadir. onunla ilgili guvenilir bilgiler, yapitlarinin incelenmesinden, kimi siirlerinin aciklanisindan kaynaklanmaktadir. bunlardan anlasildigina gore fuzûlî iyi bir ogrenim gormus, ozellikle islam bilimleri, tasavvuf, iran edebiyati konularinda calismalar yapmistir. siirlerinde gorulen kavramlardan simya, gokbilim konulariyla ilgilendigi, islam ulkelerinde pek yaygin olan ve gelecekteki olaylari bildirmeyi amaclayan "gizli bilimler"le iliskili bulundugu anlasilmaktadir. islam bilimleri icinde hadis, fikih, tefsir ve kelam uzerinde durdugu, gene yapitlarinda yer alan kavramlarin incelenmesinden ortaya cikmaktadir. turkce, arapca, farsca divanlarinda bulunan siirleri, bu uc dili de cok iyi kullandigini, onlarin butun inceliklerini kavradigini gostermektedir. yapitlari incelendiginde iran sairlerinden hâfiz, turk sairlerinden de nesîmî, nevâî ve necati’yi izledigi, onlarin siir anlayisini, duygu ve dusuncelerini benimsedigi gorulur. inanc bakimindan fuzûlî, sii mezhebine baglidir. on iki imam’a karsi derin bir sevgisi vardir. butun yasamini kerbelâ’da, siiler’ce kutsal sayilan topraklar uzerinde gecirmesi, asagi yukari butun siirlerinde tasavvuftan kaynaklanan bir sevgiyi, bir uzuntuyu islemesi, kerbelâ olayiyla ilgili agitlari, seriat’in katiligina karsi cikisi bu nedenlerdir. ancak ali’ye bagliligi, ali’nin tanrisal bir varlik oldugu gorusunu savunan ve islam ulkelerinde galiye (asirilik) diye nitelenen inancla ilgili degildir. ona gore ali erdemli, gonul bilgisiyle dolu, olgun, yetkin bir kisidir ve peygamber’den sonra imam (halife) olmasi gereken kimsedir. bu gorusu benimsemeye, islam ulkelerinde, mufaddila (erdeme bagli olma) denir. fuzûlî de bu erdemden yana olanlar arasindadir. ona gore ali erdem bakimindan, butun halifelerden ve peygamber’in yakinlarindan (sahabe) ustundur. bu konudaki inancini hadîkatu’s-suedâ ("mutlularin bahcesi") adli yapitinda butun acikligiyla ortaya koymustur. turkce ve farsca divanlarinda ali ve onun soyundan gelen imamlara bagliligini konu edinen bircok siir vardir. bir aralik bagdat’i ele geciren ismail safevi’ye yazdigi ovgunun kaynagi da bu sevgidir. fuzûlî’nin, gecimini kerbelâ, necef ve bagdat’ta bulunan on iki imam’la ilgili vakiflarin gelirlerinden sagladigi farsca divan’indaki "durr-i sadef-i sidk cenâb-i mutevelli" (dogruluk sedefinin incisi yuce gorevli) dizesiyle baslayan siirden anlasilmaktadir. fuzûlî, yasadigi donemin gelenegine uyarak, bagdat’i ele geciren osmanli padisahi kanuni sultan suleyman’a ve rustem pasa, mehmed pasa, ibrahim bey, cafer bey gibi devlet buyuklerine ovguler yazmistir. fuzûlî’nin butun yaratici gucu, yasam ve evren anlayisini, insanla ilgili dusuncelerini sergiledigi siirlerinde gorulur. ona gore siirin ozunu sevgi, temelini bilim olusturur. "bilimsiz siir temelsiz duvar gibidir, temelsiz duvar da degersizdir" anlayisindan yola cikarak sevgiyi evrenin ozunu kuran bir oge diye anlar, bu nedenle "evrende ne varsa sevgidir, sevgi disinda kalan bilim bir dedikodudur" yargisina varir. sevginin yaninda, siirin orgusunu butunluge kavusturan ikinci oge uzuntudur, sevgiliye kavusma ozleminden, ondan ayri kalistan kaynaklanan uzuntu. uzuntunun, ayrilik acisinin, kavusma ozleminin odaklastigi baslica yapiti leylâ ile mecnun’dur. burada seven insan, butun varligiyla kendini sevdigi kimseye adamistir, ancak sevilen kimsede yogunlasan sevgi tanrisal varligi erek edinmis derin bir ozlem niteligindedir. sevilen insan bir arac, onun varliginda gorunus alanina cikan tanri, tek erektir. fuzûlî, bu konuda yeni-platonculuk’tan beslenen tasavvufun insan-tanri anlayisina bagli kalarak, varlik birligi gorusunu islemistir. ona gore gercek varlik tanri’dir, butun nesneler ve onlari kusatan evren tanri’nin bir gorunus alanidir. bu nedenle yaratilis, tanrisal varligin gorunus alanina cikisi, bir isik (nûr) olan "tanri ozu’nden disa tasmasidir (sudûr); "zihî zâtin nihân u ol nihandan mâsivâ peydâ" (senin ozun gizlidir, bu gorunen evren o gizli ozunden var olmustur). fuzûlî’nin anlayisina gore insan "seven bir varlik"tir, bu sevgi tanri ile insan arasindaki bagin ozunu olusturur, ayrica insanin tanri’ya yaklasmasini saglar. bu nedenle de yalniz insan sevebilir. varlik turlerinin en yetkini, en olgunu olan insan tanri’nin goren gozu, konusan dili, duyan kulagidir. insanda tanri istenci disinda bir eylemi gerceklestirme olanagi yoktur. insan biri govde, oteki ruh olmak uzere iki ayri ozden kurulu bir varliktir. govdenin toprak, yel (hava), od (ates) ve su gibi dort olusturucu ogesi vardir. ruh ise tanrisaldir, govdede, gene tanri buyruguyla bir sure kaldiktan sonra, kaynagina, tanrisal evrene donecektir, bu nedenle olumsuzdur. insanin yeryuzunde yasadigi surece ruhunun kutsalligina yarasir bicimde davranmasi, dogruluk, iyilik, erdem, guzellik gibi degerlerden ayrilmamasi, ozunu bilgiyle suslemesi gerekir. fuzûlî, "maarif" adini verdigi gonul bilgisini kisinin ozunu isiklandirmasi icin bir kaynak diye yorumlar, "ey guzel zâtin maârif birle tezyîn edegor" dizesiyle bu konudaki gorusunu aciklar. onun ahlâkla ilgili goruslerinin temelini kuran dogruluk, iyilik ve erdem gibi uc ogedir. bu uc ogenin karsiti baski (zulm), ikiyuzluluk (riyâ) ve bilgisizliktir (cehl). "selâm verdim rusvet degildir deyu almadilar" diye baslayan sikayet-nâme’sinde caginin yolsuzluklarini, ahlaka, islâm dininin ozune aykiri davranislari sergilenirken, turkce divan’inda da "zalimin zulm ile akce toplayip yardim edermis gibi baskalarina dagittigini, oysa cennete rusvetle girilmeyecegi" anlamindaki dizelere genis yer verir. ona gore bu yeryuzu bir alisveris yeridir, herkes elindekini ortaya doker. bilgiyi seven erdem ve beceriyi, dunyayi seven de altini, gumusu sergiler: dehr bir bâzârdir her kim metâin arz eder ehl-i dunya sîm u zer ehl-i huner fazl u kemal fuzûlî, inanc konusunda da erdemin, dogrulugun, kuran’in ozune bagli kalmanin geregini savunur. ona gore oruc, namaz, zekât gibi gorevler gosteris icin degil, kisinin ozunu kotulukten arindirmak, olgunlastirmak icindir. oysa icinde yasanan cagin insani islâm dininin temel ilkelerini bir cikar araci olarak kullanmakta, gerceginden uzaklastirmaktadir. bu nedenle islam’in ozunden ayrilmak istemeyen bir kimsenin uygulamasi gereken yontem "namaz ehline uyma, onlar ile durma oturma" biciminde ozetlenebilir. fuzûlî’nin dili azeri soyleyisidir, ozellikle nevâî ve nesîmî’yi animsatan bir nitelik tasir. siirde uyumu saglayan oge genellikle, sozcukler arasinda ses benzerliginden kaynaklanir. aruz olcusune uymayan turkce sozcuklerde gorulen uzatma ve kisaltmalar arapca ve farsca sozcuklerle uyum icine girer. dilde biri ses uyumu, oteki anlam olmak uzere iki temel oge dizeler arasinda, ses uyumuna dayanan baglantidir. farsca’nin siire daha yatkin bir dil oldugunu, turkce siir soylemenin guclugunu ileri surmesine karsilik, turkce siirlerinde daha cok basarili olmustur. hadikatu’s-suedâ adli yapitinda siir soylemeye pek elverisle olmayan turkce’yi basariyla kullanacagini, bu dili guclu, elverisli bir siir durumuna getirecegini ileri suren fuzûlî’de halk dilinde gecen sozcukler, deyimler, atasozleri onemli bir yer tutar. kimi siirlerinde kuran ve hadisler’den alintilarla dizenin anlami guclendirilir. divan siirinin butun olculerini, bicimlerini kullanan fuzûlî’nin yaratici gucu, dusunce derinligi, soyleyis akiciligi daha cok gazellerinde gorulur. kerbelâ olayiyla ilgili siirlerinde uzuntuyu cok genis boyutlar icinde ele alarak siirinin butunune yayar, inanan, seven insani bir "aci ceken varlik" olarak gosterir. bu tur siirlerinde sevgi ve ask birbirini butunleyen iki oge niteligine burunur. leylâ ile mecnun adli yapitinda islenen derin ozlem, ayriliktan duyulan aci, agit ozelligi tasiyan siirlerinde olum karsisinda duyulan derin sarsintiya donusur. siir, fuzûlî icin, dusunceleri, duygulari ortaya koymaya, insani anlatmaya, kimi sorunlari sergilemeye yarayan bir yaratidir. siir, yalniz siir olsun diye soylenmez, bir varlik gorusunu dile getirmeyi amaclar. siiri olusturan ozlu ve anlamli sozdur, soz ile kisi kendini ortaya koyar. ote yandan soz bir yaratma ogesidir:"bû ne sirdir kim eder her lahza yoktan vâr soz". soz, onu soyleyenle baglantilidir, onun bulundugu bilgi ve duygu asamasini, deger basamagini gosterir. artiran soz kadrini sidk ile kadrin artirir kim ne mikdâr olsa ehlin eyler ol mikdâr soz dizelerinde sergilenen dusunceye gore sozun degerini artiran kendi degerini artirir, kisinin kendi neyse soyledigi sozle aciga vurdugu da odur. soz kisinin aynasidir. fuzûlî, kendinden sonra gelen turk divan sairleri arasinda bâkî, ruhî, nâilâ, nesâti, nedim ve seyh galib gibi sevgiyi siirlerinin odagi durumuna getiren sairleri etkilemistir. ote yandan kimi alevi ozanlarca da bir "inanc ulusu" olarak benimsenmis, saygi gormustur.
kaynak: kimkimdir.gen.tr
serco
yasami uzerine cok fazla bilgi olmayan divan sairi. bagdat yakinlarinda hille veya kerbela’da dogdugu tahmin edilmektedir. asil adi mehmet’tir. dogum tarihinin bilinmemesine karsin, olum tarihi 1556 yilidir.
" selam verdim, rusvet degil deyu almadilar" diyerek sarayda donen hile hurdayi okurlariyla paylasmistir.
olu beden
"söylesem tesiri yok,
sussam gönül razı değil"
diyerek,beni fena vuran,düşlere,dillere,herşeye tercüman.
öyledir ki,leyla ile mecnunu yıllarca bir aşk hikayesi olarak kalmış, kimse açıp da okumamıştır.
ve fuzuli aşıktır ki,aşk olmuştur artık benliği,yüce aşkı bulamadan.
phoebus
ey fuzuli bir * için düştün gurbete
* serindir * derindir sefa verir millete
ye kebabı iç şarabı vur kabak gibi *
sen bu kafayla * gidersin cennete

şeklindeki dörtlüğün ona ait olduğunu merak ettiğim eğer gerçekten onunda 440 sene önce bu küfürlerin nasil varolacağına şaşırdığım yazar

not:bunu ben uydurmadım ona göre eksi düğmesi lütfen..
utopya
asil ismi fuzuli olmayip mahlasi fuzuli olan divan edebiyatının tahtindaki sairlerden biridir. mahlasi bile onun yetenegini gosterecek derecededir. bir anlami gereksiz, bir diger anlami da erdem sahibi kisi demektir. bu mahlasini koyarken kimsenin mahlasini secmeyecegini cunku herkesin ilk anlami gereksizi anlayacagini dusunmustur.
fuzuli’nin özellikle sikayetnamesi cok etkileyicidir. donemin siyasetini de çok iyi ifade etmektedir. fuzuli bagdat’da maddi durumu zor bir sekilde yasamaktadir. devletinden yardim istemistir. devrin padisahi kanuni, fuzuli’yi fark ederek ona maas baglanmasini ister. ve fuzuli’yi istanbul’a çagirir. fuzuli de maasini almak icin istanbul’a gider. fakat sarayin kapisindan iceri bile alinmaz. ve bunun uzerine o mukemmel sikayetnameyi yazmistir.
‘selam verdim rusvet degildir diye almadilar. hukum gosterdim, faydasizdir diye iltifat etmediler.’
sikayetname’nin devami; dedim, dediler gibi karsilikli konusma seklinde yazilmistir ki bu konusma siyasi dunyadaki sevimsizligin, bencilligin caglar atlasa da karakterini korudugunu gostermektedir...
leyla ile mecnun eserini anlatmaya guc yetmez. fuzuli yeterince guzel anlatmis zaten ve o kadar da guzel anlatmis ki evrensel nitelikte bir eser yaratmistir. okunmasi zordur fakat okuyunca gercekten cok etkileyicidir. tabii ki eski turkcesini okuyan pek bir sey anlayamaz ama cevirileri de asliyla yarisabilir guctedir.
‘bildim ki nihan bela imis ask, bir dertli macera imis ask.’ –fuzuli-
fnacar
dostum alem seninçün ger olur düşmen bana.
gam degil zira yetersin dost ancak sen bana.
dizelerinin sahibi divan edebiyatının büyük şairi.
ruhi ile arasında şu olayın geçtiği anlatılır.
bir gün fuzuli ile ruhi yolda yürürken ruhi uzanmış bir köpek görür ve şöyle der:"bu köpek fuzuli"
fuzuli kinayeyi anlar ve şöyle der:
"vur kıçına tekmeyi çıksın ruhi"
deltanous
fuzuli 15. yüzyıl divan şairidir. mutasavvıftır. müthiştir ,yeteneklidir. eserlerini ilk okumaya başladığınızda hakkında hiçbir şey bilmiyorsanız aman tanrım bu adam nelerden bahsediyor böyle diyebileceğiniz ancak onu tanıdıkça eserlerinin tek bir tema üzerine kurulu olması dolayısıyla dilini çok rahat anlayabileceğiniz bir kişidir.
başlıca eserleri
1)beng ü bade
2)su kasidesi
3)hadikatü’s süeda(kerbela olayını anlatır.)
4)şikayetname
5)leyla vü mecnun
6)divan( türkçe arapça farsça olmak üzere 3 tanedir.)
7)kırk hadis tercümesi
hsynsyh
kasîde der na’t-i hazret-i nebevî (su kasidesi)
saçma ey göz eşkden gönlümdeki odlara su

kim bu denlü dutuşan odlara kılmaz çâre su

(ey göz! gönlümdeki (içimdeki) ateşlere göz yaşımdan su saçma ki, bu kadar (çok) tutuşan ateşlere su fayda vermez.)

âb-gûndur günbed-i devvâr rengi bilmezem

yâ muhît olmış gözümden günbed-i devvâra su

(şu dönen gök kubbenin rengi su rengi midir; yoksa gözümden akan sular, göz yaşları mı şu dönen gök kubbeyi
kaplamıştır, bilemem..)

zevk-ı tîğundan aceb yoh olsa gönlüm çâk çâk

kim mürûr ilen bırağur rahneler dîvâra su

(senin kılıca benzeyen keskin bakışlarının zevkinden benim gönlüm parça parça olsa buna şaşılmaz. nitekim akarsu da
zamanla duvarda, yarlarda yarıklar meydana getirir.)

vehm ilen söyler dil-i mecrûh peykânun sözin

ıhtiyât ilen içer her kimde olsa yara su

(yarası olanın suyu ihtiyatla içmesi gibi, benim yaralı gönlüm de senin ok temrenine, ok ucuna benzeyen kirpiklerinin
sözünü korka korka söyler.)

suya virsün bâğ-bân gül-zârı zahmet çekmesün

bir gül açılmaz yüzün tek virse min gül-zâra su

(bahçıvan gül bahçesini sele versin (su ile mahvetsin), boşuna yorulmasın; çünkü bin gül bahçesine su verse de senin
yüzün gibi bir gül açılmaz.)

ohşadabilmez gubârını muharrir hattuna

hâme tek bahmahdan inse gözlerine kara su

(hattatın beyaz kâğıda bakmaktan, kalem gibi, gözlerine kara su inse (kör olsa, kör oluncaya kadar uğraşsa yine de)
gubârî (yazı)sını, senin yüzündeki tüylere benzetemez. )

ârızun yâdıyla nem-nâk olsa müjgânum n’ola

zayi olmaz gül temennâsıyla virmek hâra su

(senin yanağının anılması sebebiyle kirpiklerim ıslansa ne olur, buna şaşılır mı? zira gül elde etmek dileği ile dikene
verilen su boşa gitmez.)

gam güni itme dil-i bîmârdan tîgun dirîğ

hayrdur virmek karanu gicede bîmâra su

(gamlı günümde hasta gönlümden kılıç gibi keskin olan bakışını esirgeme; zira karanlık gecede hastaya su vermek hayırlı
bir iştir.)

ıste peykânın gönül hecrinde şevkum sâkin it

susuzam bir kez bu sahrâda menüm-çün ara su

(gönül! onun ok temrenine benzeyen kirpiklerini iste ve onun ayrılığında duyduğum hararetimi yatıştır, söndür. susuzum
bu defa da benim için su ara.)

men lebün müştâkıyam zühhâd kevser tâlibi

nitekim meste mey içmek hoş gelür hûş-yâra su

(nasıl sarhoşa şarap içmek, aklı başında olana da su içmek hoş geliyorsa, ben senin dudağını özlüyorum, sofular da
kevser istiyorlar.)

ravza-i kûyuna her dem durmayup eyler güzâr

âşık olmış galibâ ol serv-i hoş-reftâra su

(su, her zaman senin cennet misâli mahallenin bahçesine doğru akar. galiba o hoş yürüyüşlü, hoş salınışlı; serviyi
andıran sevgiliye aşık olmuş.)

su yolın ol kûydan toprağ olup dutsam gerek

çün rakîbümdür dahı ol kûya koyman vara su

(topraktan bir set olup su yolunu o mahalleden kesmeliyim, çünkü su benim rakibimdir, onu o yere bırakamam.)

dest-bûsı ârzûsıyla ger ölsem dostlar

kûze eylen toprağum sunun anunla yâra su

(dostlarım! şayet onun elini öpme arzusuyla ölürsem, öldükten sonra toprağımı testi yapın ve onunla sevgiliye su
sunun.)

serv ser-keşlük kılur kumrî niyâzından meger

dâmenin duta ayağına düşe yalvara su

(servi kumrunun yalvarmasından dolayı dikbaşlılık ediyor. onu ancak suyun eteğini tutup ayağına düşmesi (yalvarıp aracı
olması bu dikbaşlılığından) kurtarabilir.)

ıçmek ister bülbülün kanın meger bir reng ile

gül budağınun mizâcına gire kurtara su

(gül fidanı bir hile ile (meşhur gül ve bülbül efsanesindeki gibi yine) bülbülün kanını içmek istiyor; bunu
engelleyebilmek için suyun gül dallarının damarlarına girerek gül ağacının mizacını değiştirmesi gerekir.)

tıynet-i pâkini rûşen kılmış ehl-i âleme

ıktidâ kılmış târîk-i ahmed-i muhtâr’a su

(su hz. muhammed’in (s.a.v) yoluna uymuş (ve bu hâli ile) dünya halkına temiz yaratılışını açıkça göstermiştir.)

seyyid-i nev-i beşer deryâ-ı dürr-i ıstıfâ

kim sepüpdür mucizâtı âteş-i eşrâra su

(ınsanların efendisi, seçme inci denizi (olan hz. muhammed’in s.a.v) mucizeleri kötülerin ateşine su serpmiştir.)

kılmağ içün tâze gül-zârı nübüvvet revnakın

mu’cizinden eylemiş izhâr seng-i hâra su

(katı taş, peygamberlik gül bahçesinin parlaklığını tazelemek için (ve onun) mucizesinden dolayı su meydana
çıkarmıştır.)

mu’cizi bir bahr-ı bî-pâyân imiş âlemde kim

yetmiş andan min min âteş-hâne-i küffara su

(hz. peygamberimiz’in mûcizeleri dünyada uçsuz bucaksız bir deniz gibi imiş ki, ondan (o mucizelerden), ateşe tapan
kâfirlerin binlerce mâbedine su ulaşmış ve onları söndürmüştür.)

hayret ilen barmağın dişler kim itse istimâ

barmağından virdügin şiddet günü ensâr’a su

(mihnet günü ensâr’a parmağından su verdiğini (bir mucize olarak parmağından su akıttığını) kim işitse hayret ile (şaşa
kalarak) parmağını ısırır.)

dostı ger zehr-i mâr içse olur âb-ı hayât

hasmı su içse döner elbette zehr-i mâra su

(dostu yılan zehri içse (bu zehir onun dostu için) âb-ı hayat olur. aksine düşmanı da su içse (o su, düşmanına) elbette
yılan zehrine döner.)

eylemiş her katreden min bahr-ı rahmet mevc-hîz

el sunup urgaç vuzû içün gül-i ruhsâra su

(abdest (almak) için el uzatıp gül (gibi olan) yanaklarına su vurunca (sıçrayan) her bir su damlasından binlerce rahmet
denizi dalgalanmıştır.)

hâk-i pâyine yetem dir ömrlerdür muttasıl

başını daşdan daşa urup gezer âvâre su

(su ayağının toprağına ulaşayım diye başını taştan taşa vurarak ömürler boyu, durmaksızın başıboş gezer.)

zerre zerre hâk-i dergâhına ister sala nûr

dönmez ol dergâhdan ger olsa pâre pâre su

(su, onun eşiğinin toprağına zerrecikler halinde ışık salmak (orayı aydınlatmak) ister. eğer parça parça da olsa o
eşikten dönmez.)

zikr-i na’tün virdini dermân bilür ehl-i hatâ

eyle kim def-i humâr içün içer mey-hâra su

(sarhoşlar içkiden sonra gelen bat adrysını gidermek için nasıl su içerlerse, günahkârlar da senin na’tının zikrini
dillerinde tekrarlamayı (dertlerine) derman bilirler.)

yâ habîballah yâ hayre’l beşer müştakunam

eyle kim leb-teşneler yanup diler hemvâra su

(ey allah’ın sevgilisi! ey insanların en hayırlısı! susamışların (susuzluktan dudağı kurumuşların) yanıp dâimâ su
diledikleri gibi (ben de) seni özlüyorum.)

sensen ol bahr-ı kerâmet kim şeb-i mi’râc’da

şebnem-i feyzün yetürmiş sâbit ü seyyâra su

(sen o kerâmet denizisin ki mi’râc gecesinde feyzinin çiyleri sabit yıldızlara ve gezegenlere su ulaştırmış.)

çeşme-i hurşîdden her dem zülâl-i feyz iner

hâcet olsa merkadün tecdîd iden mimâra su

(kabrini yenileyen (tamir eden) mimara su lazım olsa, güneş çeşmesinden her an bol bol saf, tatlı ve güzel su iner.)

bîm-i dûzah nâr-ı gam salmış dil-i sûzânuma

var ümîdüm ebr-i ihsânun sepe ol nâra su

(cehennem korkusu, yanık gönlüme gam ateşi salmış, (ama) o ateşe, senin ihsan bulutunun su serpeceğinden ümitliyim.)

yümn-i na’tünden güher olmış fuzûlî sözleri

ebr-i nîsândan dönen tek lü’lü şeh-vâra su

(seni övmenin bereketinden dolayı fuzûlî’nin (alelâde) sözleri, nisan bulutundan düşüp iri inciye dönen su (damlası)
gibi birer inci olmuştur.)

hâb-ı gafletden olan bîdâr olanda rûz-ı haşr

eşk-i hasretden tökende dîde-i bîdâra su

(kıyamet günü olduğu zaman, gaflet uykusundan uyanan düşkün (yahut aşık) göz, (sana duyduğu) hasretten su (gözyaşı)
döktüğü zaman,)

umduğum oldur ki rûz-ı haşr mahrûm olmayam

çeşm-i vaslun vire men teşne-i dîdâra su

(o mahşer günü, güzel yüzüne susamış olan bana vuslat çeşmenin su vereceğini, beni mahrum bırakmayacağını ummaktayım.)


0 /

neden bekliyorsun?


bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?

üye ol