confessions

tayfa75

- Yazar -

  1. toplam entry 2868
  2. takipçi 2
  3. puan 64072

four seasons in one day

tayfa75
nefis bir crowded house parçası.
aynı zamanda lie to me 1. sezon 10. bölüm sonunda çalınır kulaklarımıza.


four seasons in one day
lying in the depths of your imagination
worlds above and worlds below
sun shines on the black clouds hanging over the domain

even when you’re feeling warm
the temperature could drop away
like four seasons in one day

smiling as the shit comes down
you can tell a man from what he has to say
everything gets turned around
and i will risk my neck again, again

you can take me where you will
up the creek and through the mill
like all the things you can’t explain
four seasons in one day

blood dries up
like rain, like rain
fills my cup
like four seasons in one day

doesn’t pay to make predictions
sleeping on an unmade bed
finding out wherever there is comfort there is pain
only one step away
like four seasons in one day

blood dries up
like rain, like rain
fills my cup
like four seasons in one day

http://tinyurl.com/3pehe3y adresinden kulak verebilirsiniz.

independence

tayfa75
istediğini alamayınca ağlıyor kendisi. ama çok çabuk pes ediyor. biraz çaba gösterse; neler olabilir kim bilebilir!


-independence- (#1050422) merhaba. seks yapalim mi?
(31.05.2012 14:01:34)

tayfa75->independence: als pls! :)
bir de
öptm kib bye
ahahahaha
(31.05.2012 14:02:13)

-independence- :(
(31.05.2012 14:03:08)




inanalım soğuk mevsimin başlangıcına

tayfa75
ve bu benim
yalnız bir kadın,soğuk bir mevsimin eşiğinde,
yeryüzünün kirlenmiş varlığını anlamanın başlangıcında
ve gökyüzünün yalın ve hüzünlü umutsuzluğu
ve bu beton ellerin güçsüzlüğü

zaman geçti
zaman geçti ve saat dört kez çaldı
dört kez çaldı
bugün aralık ayının yirmi biridir
ben mevsimlerin gizini biliyorum
ve anların sözlerini anlıyorum
kurtarıcı mezarda uyumuştur
ve toprak, ağırlayan toprak,
dinginliğe bir belirtidir.

zaman akıp geçti ve saat dört kez çaldı

sokakta rüzgar esiyor
sokakta rüzgar esiyor
ve ben çiçeklerin çiftleşmesini düşünüyorum
cılız, kansız saplarıyla goncaları,
ve bu veremli yorgun zamanı
ve bir adam ıslak ağaçların yanından geçiyor
damarlarının mavi urganı
ölü yılanlar gibi boynunun iki yanından
yukarı süzülmüşler
ve allak bullak şakaklarında o kanlı heceyi
yineliyorlar
-selam
-selam
ve ben çiçeklerin çiftleşmesini düşünüyorum.

soğuk bir mevsimin eşiğinde
aynaların ağıtı topluluğunda
ve uçuk renkli deneyimlerin yaslı toplantısında
ve suskunluğun bilgisiyle döllenmiş bu günbatımında

gitmekte olan o kimseye böyle
dayançlı
ağır
başıboş
nasıl dur emri verilebilir.
o adama nasıl diri olmadığı söylenebilir, hiçbir zaman diri olmadığı.

sokakta rüzgar esiyor
inzivanın tekil kargaları
sıkıntının yaşlı bahçelerinde dönüyorlar
ve merdivenin
yüksekliği ne de hakirdir.

onlar bir yüreğin tüm saflığını
kendileriyle masallar sarayına götürdüler
ve şimdi artık
nasıl birisi dansa kalkacak
ve çocukluk saçlarını
akan sulara dökecek
ve sonunda koparıp kokladığı elmayı
ayakları altında ezecek?

sevgili, ey biricik sevgili
ne de çok kara bulut var güneşin konukluğunu bekleyen.

uçuş düşüncesinden bir yoldaydı sanki bir gün o kuş belirdi
sanki yeşil hayal çizgilerindendi
esintinin şehvetinde soluyan o taze yapraklar
sanki
pencerenin lekesiz belleğinde yanan o mor yalaz
lambanın masum düşüncesinden başka bir şey değillerdi.

sokakta rüzgar esiyor
bu yıkımın başlangıcıdır
senin ellerinin yıkıldığı gün de rüzgar esiyordu
sevgili yıldızlar
kartondan yapılı sevgili yıldızlar
gökyüzünde, yalan esmeye başlayınca
artık yenik peygamberlerin surelerine nasıl sığınılabilir?
biz binlerce bin yıllık ölüler gibi birbirimize varırız ve o zaman
güneş cesetlerimizin boşa gitmişliğini yargılayacak.

ben üşüyorum
ben üşüyorum ve sanki hiçbir zaman ısınmayacağım
sevgili, ey biricik sevgili, "o şarap meğer kaç yıllıkmış?"
bak burada
zaman nasıl da ağır
ve balıklar nasıl da benim etlerimi kemiriyorlar
neden beni hep deniz diplerinde tutuyorsun?

ben üşüyorum ve sedef küpelerden nefret ediyorum
ben üşüyorum ve biliyorum
yabanıl bir gelinciğin tüm kızıl evhamlarından
birkaç damla kandan başka
hiçbir şey arda kalmayacak.
çizgileri bırakacağım
sayı saymasını da bırakacağım
ve sınırlı geometrik biçimler arasından
enginin duyumsal düzlemlerine sığınacağım
ben çıplağım, çıplağım, çıplak
sevgi sözcükleri arasındaki duraksamalar gibi çıplak
ve tüm yaralarım benim aşktandır
aşktan, aşktan, aşktan.
ben bu başıboş adayı
okyanus devriminden geçirmişim
ve dağ patlamasından.
ve paramparça olmak o birleşik varlığın giziydi
en değersiz zerresinden güneş doğdu.

selam ey masum gece!

selam ey gece, ey çöl kurtlarının gözlerini
inanın ve güvenin kemiksi oyluklarına dönüştüren!
ve senin pınarının kıyısında, söğütlerin ruhları
baltaların sevecen ruhlarını kokluyorlar
ben düşüncelerin, sözlerin, ve seslerin aldırmazlık dünyasından geliyorum

ve bu dünya yılan yuvasına benzerdir
ve bu dünya
öyle insanların adım sesleriyle doludur ki
seni öpüyorken
kafalarında seni asacakları urganı örüyorlar.

selam ey masum gece!

pencereyle görmek arasında
her zaman bir aralık var.

niçin bakmadım?
bir adamın ıslak ağaçların arasından geçtiği zamanki gibi...

niçin bakmadım?
annem o gece ağlamıştı sanırım
benim acıya ulaştığım ve dölün biçimlendiği gece
benim akasya başaklarına gelin olduğum gece
isfahan’ ın mavi fayans tınlamasıyla dolduğu gece
ve benim yarı yanım olan kimse, benim dölümün içine dönmüştü
ve ben onu aynada görüyordum
ayna gibi duru ve aydındı
ve ansızın çağırdı beni
ve ben akasya başaklarının gelini oldum.
annem o gece ağlamıştı sanırım.

bu tıkalı küçük pencereye nasıl da boş bir aydınlık uğradı
niçin bakmadım?
tüm mutluluk anları biliyorlardı
senin ellerinin yıkılacağını
ve ben bakmadım
ta ki saatin penceresi
açıldı ve o üzgün kanarya dört kez öttü
dört kez öttü
ve ben o küçük kadınla karşılaştım
gözleri, simurgların boş yuvaları gibiydi
baldırlarının kımıltısında giderken sanki
benim görkemli düşümün kızlığını
kendisiyle götürüyordu gecenin yatağına.

acaba saçlarımı yeniden
rüzgarda tarayacak mıyım?
acaba bahçelere menekşe ekecek miyim
ve sardunyaları
pencere ardındaki gökyüzüne koyacak mıyım?
dans edecek miyim yeniden bardaklar üstünde?
kapı zili acaba beni
yeniden sesin bekleyişine doğru götürecek mi?

"bitti artık" dedim anneme
"hep düşünmeden önce olur olanlar
"gazeteye başsağlığı ilanı vermeliyiz" dedim

boş insan
güvenle dolu, boş insan
bak dişleri nasıl
çiğnerken marş söylüyor
ve gözleri nasıl
yırtıyor dikizlerken
ve o nasıl ıslak ağaçların yanından geçiyor
dayançlı,
ağır,
başıboş.

saat dörtte,
damarlarının mavi urganı
ölü yılanlar gibi iki yanından boynunun
yukarı süzülmüş oldukları an
ve allak bullak şakaklarında o kanlı heceyi
yineliyorken
-selam
-selam
sen o dört su lalesini
kokladın mı hiç?....

zaman geçti
zaman geçti ve gece akasyanın çıplak dallarına düştü
gece pencere camlarının ardında kayıyor
ve soğuk diliyle
geçmiş günün artıklarını içine çekiyor.

ben nereden geliyorum?
ben nereden geliyorum?
böyle bulaşmışım gecenin kokusuna?
mezarının toprağı tazedir hala
o iki genç yeşil elin mezarını söylüyorum...

ne de sevecendin ey sevgili, ey biricik sevgili!
ne de sevecendin yalan söylerken
ne de sevecendin aynaların gözkapaklarını kapatırken
ve avizeleri
tel saplarından koparırken
ve acımasız karanlıkta beni aşk otlaklarına götürürken
ta ki uykusuzluğun yangınının uzantısı o şaşkın buğu uyku çimenlere otururdu
ve o karton yıldızlar
sonsuzun çevresinde dönerlerdi.
sözü neden sesli söylediler?
bakışı neden görüşmenin evinde konuk ettiler
neden okşayışı
kız oğlan kız saçların arına götürdüler?
bak burada nasıl
sözle konuşanın
bakışla okşayanın
ve okşayışla ürkmekten dinenin canı,
sanı direklerinde
çarmıha gerilmiştir.
ve gerçeğin beş harfi olan
senin beş parmağının dalı
onun yanaklarında nasıl iz bırakmıştır!

suskunluk nedir, nedir, nedir ey biricik sevgili?
suskunluk nedir söylenmemiş sözlerden başka
ben susuyorum fakat serçelerin dili
doğa şöleninin akan sözcüklerinin yaşam dilidir
serçelerin dili yani; bahar. yaprak. bahar.
serçelerin dili yani; meltem. koku. meltem.
serçelerin dili fabrikada ölüyor.

bu kimdir, bu sonsuzluğun caddesi üstünde
tevhit anına doğru yürüyen
ve her zamanki saatini
matematiğin eksiltmeler ve ayırmalar mantığıyla kuran
bu kimdir bu, horozların ötüşünü
gündüzün yüreğinin başlangıcı diye bilmeyen
kahvaltı kokusu başlangıcı diye bilen
kimdir bu, başında aşk tacı taşıyan
ve gelinlik giysileri içinde çürüyen.

demek sonunda güneş
aynı zamanda
umutsuz kutuplarının ikisine birden ışımadı.
sen mavi fayans tınlamasından boşaldın.

ve ben öyle doluyum ki sesimin üzerinde namaz kılıyorlar...

mutlu cenazeler
üzgün cenazeler
suskun düşünür cenazeler
güler yüzlü, güzel giysili, obur cenazeler
belirli saatlerin duraklarında
ve geçici ışıkların kuşkulu zemininde
ve boşunalığın çürük meyvelerini satın alma peşinde...
ah,
kavşaklarda ne insanlar var olayları merak ediyorlar
ve bu, dur düdüklerinin sesi
zamanın dişlisinin altında bir adamın ezilmesi
gerektiği, gerektiği, gerektiği bir anda
ıslak ağaçların yanından geçen adam...

ben nereden geliyorum?

"bitti artık" dedim anneme,
"hep düşünmeden önce olur olanlar
"gazeteye başsağlığı ilanı vermeliyiz" dedim

selam sana ey yalnızlığın garipliği
odayı sana bırakıyorum
kara bulutlar her zaman çünkü
arınmanın yeni ayetlerinin peygamberleridir
ve bir mumun şahadetinde
apaydın bir giz var onu
o sonuncu ve o en uzun yalaz biliyor

inanalım
soğuk mevsimin başlangıcına inanalım
düş bahçelerinin yıkıntılarına inanalım
işsiz devrik oraklara
ve tutsak tanelere.
bak nasıl da kar yağıyor...

belki de gerçek o iki genç eldi, o iki genç el
durmadan yağan karın altında gömülmüş olan
ve bir dahaki yıl, bahar
pencerenin arkasındaki gökyüzüyle seviştiğinde
ve teninde fışkırdıklarında
uçarı yeşil saplı fıskiyeler,
çiçek açacak olan o iki genç el sevgili, ey biricik sevgili

inanalım soğuk mevsimin başlangıcına.

(kış 1965)


(bkz: furuğ ferruhzad)
(bkz: yaralarım aşktandır)

yeniden doğuş

tayfa75
...............................................ibrahim golestan’ a

tüm varlığım benim, karanlık bir ayettir
seni, kendinde tekrarlayarak
çiçeklenmenin ve yeşermenin sonsuz seherine götürecek

ben bu ayette seni ah çektim, ah
ben bu ayette seni
ağaca ve suya ve ateşe aşıladım

yaşam belki
uzun bir caddedir, her gün filesiyle bir kadının geçtiği
yaşam belki
bir urgandır, bir adamın daldan kendini astığı
yaşam belki okuldan dönen bir çocuktur
yaşam belki, iki sevişme arası rehavetinde yakılan bir sigaradır
ya da birinin şaşkınca yoldan geçişi
şapkasını kaldırarak
başka bir yoldan geçene anlamsız gülümsemeyle "günaydın" diyen

yaşam belki de o tıkalı andır
benim bakışımın, senin buğulu gözlerinde kendini paramparça yıktığı

ve bir duyumsama var bunda
benim ay ve karanlığın algısıyla birleştireceğim.

yalnızlık boyutlarındaki bir odada
aşk boyutlarındaki yüreğim
kendi mutluluğunun sade bahanelerini seyreder
saksılarda çiçeklerin güzelim yok oluşunu
ve senin bahçemizde diktiğin fidanı
ve bir pencere boyutlarında öten
kanarya ötüşlerini

ah...
budur benim payıma düşen
budur benim payıma düşen
bir perde asılmasının benden aldığı gökyüzüdür
benim payıma düşen, terk edilmiş merdivenlerden inmektir
ve ulaşmaktır bir şeylere çürüyüşte ve gurbette
benim payıma düşen, anılar bahçesinde hüzünlü gezintidir

ve "ellerini
seviyorum" diyen
sesin hüznünde ölmektir

ellerimi bahçeye dikiyorum
yeşereceğim, biliyorum, biliyorum, biliyorum
ve kırlangıçlar mürekkepli parmaklarımın çukurunda
yumurtlayacaklardır

küpeler takacağım kulaklarıma
iki kızıl kirazdan
ve tırnaklarımı papatya çiçekyaprağıyla süsleyeceğim
bir sokak var orada
aynı karışık saçları, ince boyunları ve sıska bacaklarıyla
küçük bir kızın masum gülüşlerini düşünüyorlar
bir gece
rüzgarın alıp götürdüğü.

bir sokak var benim yüreğimin
çocukluk mahallesinden çaldığı
zaman çizgisinde bir oylumun yolculuğu
ve bir oylumla gebe bırakmak zamanın kuru çizgisini
bilinçli bir imgenin oylumu
aynanın konukluğundan dönen

ve böylecedir
birisi ölür
ve birisi yaşar
hiçbir avcı,
çukura dökülen hor bir arkta inci avlamayacaktır

ben hüzünlü küçük bir periyi biliyorum
okyanusta yaşayan
ve yüreğini tahta bir kavalda
usul usul çalan
küçük hüzünlü bir peri
geceleri bir öpücükle ölen
ve sabahları bir öpücükle yeniden doğacak olan

(bkz: furuğ ferruhzad)
(bkz: yaralarım aşktandır)

zapiski iz podpolya

tayfa75
-----------------------------spoiler----------------------------:

iki kere iki dördün yetkinliğine inanırım, ama en çok övülmeye değer bir şey varsa, o da iki kere ikinin beş etmesidir. (sayfa49)

-----------------------------spoiler----------------------------

yağmur

tayfa75
çağımın aklında plastik çiçekler açıyor,
gülüyor ve seviniyorlar buna. oysa yağmur
durmadan yağıyor. biz bir odanın ışığını
açana dek yağacakmış.
iki kişilik bir sessizliği buluşturana dek,
bir ritmin içinde tekrar. yağacakmış, hayatı
oluşturana dek, tekrar.
sık sık camdan dışarıya bakıyorsun, odaların dışına
kaçıyorsun, kalmak istediğin bir yerin yokmuş,
içindeki ses kaygıyla tanıştırıyormuş seni.
yağmur: sessizliğinizin huzursuzluğunuzun sesi
diyormuş size. yankılanıyormuş yağmur:
ömrün bir şey anlatıyor sana, ama sen anlamıyorsun!
yağmur durmadan yağıyormuş:
hiçbir şey rastgele değildir.
hiçbir şey rastgele değildir.

(bkz: birhan keskin)

o günler

tayfa75
yaralarım aşktandır içerisinde yer alan bir furuğ ferruhzad şiiri.

o günler geçip gitti.
o iyi günler,
o sağlıklı, dolu günler
o pullarla kaplı gökyüzü
o kiraz dolu dallar
o sarmaşıkların yeşil sığınağında birbirine yaslanan evler
o haylaz uçurtma damları
o akasyaların kokusundan başı dönen sokaklar.

o günler geçip gitti.
o günler, kirpiklerimin arasından
şarkılarımın hava dolu kabarcıklar gibi kaynadığı,
gözümün, üzerine kaydığı her şeyi
taze süt gibi içtiği günler
gözbebeklerimin ortasında sanki
coşkun sevinçli bir tavşan vardı
yaşlı güneşle her sabah
giderdi arayışın bilinmeyen kırlarına
geceler dalardı karanlığın ormanlarına.

o günler geçip gitti.
o karlı suskun günler,
camın arkasından, sıcak odada,
her an dışarıya dalardım
benim olan temiz kar, yumuşacık yün gibi
usulca yağardı
köhne ahşap merdivenlere
gevşek çamaşır ipine
yaşlı çamların saçlarına
ve ben yarını düşünürdüm, ah,
yarın,
o kaygan beyaz oylum
büyükannenin çarşafının hışırtısıyla başlardı
ve onun karışık gölgesinin belirmesiyle
kapı aralığında
-ansızın kendini ışığın soğuk duygusuna bırakırdı-
ve güvercinlerin başıboş uçuşlarının deseninde
pencerenin renkli camlarında başlardı
yarın...

kürsünün sıcaklığı uyuklatırdı
ben hızlıca ve sakınmasız
annemin bakışlarından uzak, iptal çizgilerini
eski okul ödevlerimden silerdim.
kar dindiğinde
dolaşırdım bahçede hüzünlü
kuru yasemin saksılarının dibinde
ölü serçelerimi gömerdim.

o günler geçip gitti.
o çekicilik ve şaşkınlık günleri
o uyku ve uyanıklık günleri
o günler, her gölgenin bir gizi vardı
her kapalı kutu bir hazine saklardı
sandık odasının her köşesi, öğlen sessizliğinde
sanki başka bir dünyaydı
kimse karanlıktan korkmazdı
gözlerimde bir kahraman vardı.

o günler geçip gitti.
o bayram günleri...
o güneş ve çiçek beklentisi
o hoş koku titreşimleri
kışın son sabahında kenti
ziyaret eden
çöl nergislerinin suskun ve utangaç yığınında
yeşil lekelerin uzun caddesindeki seyyar şarkıcı sesleri...

kapalı çarşı başıboş kokular içinde yüzerdi
keskin kahve ve balık kokusu
çarşı ayaklar altında ezilir, süner, karışırdı yolun tüm anlarına
ve uyuklardı oyuncak bebeklerin gözleri dibinde...
çarşı anneydi,
akıcı renkli oylumlara doğru hızla giden
ve geri dönen
hediye paketleri ve dolu filelerle
çarşı yağmurdu yağan, yağan, yağan

o günler geçip gitti.
o gövdenin gizlerine gözlerin daldığı
o mavi damarların güzelliğiyle, çekingen tanışma günleri
bir el tek bir çiçekle
bir duvar arkasından çağırırdı
öteki eli
ve küçük mürekkep lekeleri,
bu karmakarışık, acıklı ürkek elin üzerinde,
ve aşk
utangaç bir selamla kendini anlatırdı.

sıcak dumanlı gün ortasında
biz aşkımızı sokağın tozunda okurduk
biz pisi çiçeklerinin sade diliyle tanışıktık
biz yüreklerimizi masum sevecenlikler bahçesine götürürdük
ve ağaçlara borç verirdik
ve top, öpücük iletileriyle ellerimizde dönerdi
ve aşktı, avlunun karanlığındaki o karışık duygu
ansızın
bizi kuşatırdı
ve çekiverirdi kendine doğru, solukların, yürek atışlarının ve
.............................................gizli gülümsemelerin yakıcı yığınında

o günler geçip gitti.
o günler güneşte çürüyen otlar gibi
güneşin ışımasında çürüdüler
ve yittiler akasya kokusundan başı dönen o sokaklar
dönüşümsüz yolların gürültülü kalabalığında.
ve yanaklarını
sardunya çiçek yapraklarıyla süsleyen o kız, ah
şimdi yalnız bir kadındır
şimdi yalnız bir kadındır.
28 /

neden bekliyorsun?


bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?

üye ol