confessions

salavin

- Yazar -

  1. toplam entry 609
  2. takipçi 1
  3. puan 23604

dolmuşta incem deme şekilleri

salavin
tiyatrocu nilgün belgün’ün içimdeki kadın kitabından :

"...yine bir gün, sanıyorum, taksim’den dolmuşa bindim şişli’ye geliyorum. yanımda bir rum kadın oturuyor. şoföre;
- ah şoför bey; ko bana burada, dedi.
şoför;
- şimdi olmaz madam, trafik var burada, dedi.
- ah vre kale, sen ne huysuz adamsın; bana ko burda diyorum dinlemiyorsun beni.
- şimdi olmaz madam, sana koyucam ama ilerde.
kadın iyice kızdı;
- ben sana ko diyorum bana sisli’de, sen koyuyorsun bana taksim’de!..."

necip fazıl kısakürek

salavin
üstad necip fazıl kısakürek’i lise bir talebesiyken tanıdım. suyun bu tarafında olup da onu tanımamak, şiirlerini okumamak ne dereceye kadar mümkün olabilirdi ki!... babamın kitaplığında türk edebiyatı dergisinin 1980-1983 yılları arasındaki sayılarının ciltleri vardı. 83 yılında kaybettiğimiz üstad, hayatının son yıllarında her ay bu dergiye bir şiirini gönderiyor ve bu şiir derginin ilk sayfasında yayınlanıyordu. ’evim’, ’hasret’, ’dua’, ’sabır’, ’çocuk’, ’aralık kapı’, ’geliyorum’ ve ’geçilmez’ o dönemde dergide okuduğum şiirlerden bazıları.

***

’çile’ isimli, bütün şiirlerini topladığı şiir kitabını, lise sonun yaz tatilinde, henüz ankara’ya gitmemişken satın almış ve okumuştum. çok iyi hatırlıyorum: 1992 senesinin temmuz ayı. liseyi bitirmişim, üniversite sınavına girmişim ve sonuçların açıklanmasını beklemekteyim. divriği’de büyük ablamın düğünü oluyor. düğün için kiralanan ve iade edilmesi gereken gelinliğin sivas’a götürülmesi gerekiyor. bu iş için, divriği’den sivas’a geliyorum. gelinliği bıraktıktan sonra kepenek caddesindeki okullar kitabevi’ne gidip kitaplara bakıyorum. o zamana kadar, üstad necip fazıl, şiirlerini kasetlerden sürekli dinlediğim, evimizdeki türk edebiyatı dergilerinin ciltlerinde son şiirlerini defalarca okuduğum, hatta kendi sesimden bu şiirleri kasete aldığım, gençliğe hitabesini odamın duvarlarına astığım ama ne yazık ki bir kitabını baştan sona okumamış olduğum biri.

’çile’yi ve birkaç başka kitabını okullar kitapevi’nden işte o gün satın alarak, üstad’ın külliyatına ’merhaba’ demiştim.

***

‘çile’, şiir hakkındaki düşüncelerimi tümüyle değiştiren bir kitaptı. artık, ’örtülü ve estetik mesaj’ veren şiirleri seviyordum. zaten evde necip fazıl’ın kendi sesinden okuduğu şiirleri bulunan bir kasetim vardı. bu kaseti çok sık dinlerdim. dolayısıyla ’çile’deki şiirlere kulak aşinalığım vardı. lisedeyken siyah kaplı çizgisiz bir defterim vardı. bu deftere okuduğum kitaplardan notlar alırdım. ’çile’ kitabında beğendiğim pek çok şiiri de bu deftere yazmıştım. ’sakarya türküsü’, ’çile’, ’destan’, ’muhasebe’, ’zindandan mehmede mektup’, ’kaldırımlar’ başta olmak üzere, ’ölüler’, ’o’na’, ’mezar’, ’inanmaz’, ’aç kapıyı’, ’benim nefsim’, ’işim acele’, ’surda bir gedik açtık’, ’en yakın’, ’o erler ki’, ’onun sanatı’, ’uyumak istiyorum’, ’onun ümmetinden ol’, ’son sığınak’ ve ’tabut’ defterime ve ruhuma yazdığım şiirlerden birkaçı.

***

çile’den sonra, saf dini bağlılığın heyecanıyla necip fazıl’ın tüm eserlerini okumaya başladım. ’kafa kağıdı’, ’cinnet mustatili’, ’başmakalelerim-1’, ’doğru yolun sapık kolları’, ’son devrin din mazlumları’, ’tasavvuf bahçeleri’ ve ’reis bey’ ankara’ya gitmeden önce -henüz 17 yaşımdayken- okuduğum diğer kitaplar.

***

üniversite tahsili için ankara’ya geldiğimde başka şairlerle tanıştım: sezai karakoç, ismet özel, cahit zarifoğlu, erdem beyazıt, osman sarı, akif inan vs. ama yine de necip fazıl’a olan sevgim ve ilgim azalmamıştı. ’çile’yi yeniden okudum. peygamber efendimizin hayatını anlattığı ’esselam’ isimli 63 şiirden oluşan kitabı hayranlıkla okudum. her biri ayrı tarzda yazılmış, her biri birbirinden güzel 63 şiir... ayrıca, ’öfke ve hiciv’ adı verilen, üstad’ın hayattayken kitaplarına almadığı, gazete ve dergi köşelerinde yazılıp kalmış şiirlerinin derlendiği şiir kitabını da okudum. bu kitaptaki ’süleymanname’, ’menderes’, ’of aman!’ ’varan 1-2-3’, ’halimiz’, ’oy’, ’paşa’ şiirleri hafızamda iz bırakanlardan.

***

şiir kitaplarından başka üstadın 14 tiyatro eserinden 13’ünü yine fakülte dönemimde okudum. üniversitede okuduğum diğer kitapları ise ’tanrı kulundan dinlediklerim’, ’aynadaki yalan’, ’babıâli’, ’dünya bir inkılap bekliyor’ ve ’batı tefekkürü ve islam tasavvufu’. üniversite bittikten sonra ise, 13 kitaptan oluşan ’raporlar’ını okudum.

***

bu arada üstad hakkında yazılan yazılar ve kitaplar da ilgimi çekiyordu. mustafa miyasoğlu’nun yazdığı ’necip fazıl kısakürek’, ihsan kurt’un yazdığı ’çiledeki insan necip fazıl’, yazarlar birliği ile 100. yıl üniversitesi’nin birlikte hazırladıkları ’bütün yönleriyle necip fazıl’, kadir mısıroğlu’nun yazdığı ’üstad necip fazıl’a dair’ ve yalçın turgut balaban’ın ’yaşayan necip fazıl’, üstad hakkında okuduğum başlıca kitaplar.

ilk üç kitapta üstadın dava ve sanat adamlığı övülüyordu. kadir mısıroğlu’nun kitabında ise, üstadın insani zaafları üzerinde duruluyor, teşrik-i mesaiden doğan bazı hoş olmayan anılar anlatılarak, üstü kapalı hatta üstü açık bir dille üstad yeriliyordu.

***

üstad necip fazıl kısakürek, en çok kitabını okuduğum ikinci yazardır. (ilki aziz nesin’dir.) toplam 40 kitabını okumuşum. ’çile’ elbette bu 40 kitaplık külliyatın zirvesinde bulunuyor. çünkü, necip fazıl benim ruhuma ve kalbime çile’deki şiirleriyle nüfuz etti.

***

necip fazıl kısakürek, benim nazarımda hem büyük bir şair, hem de büyük bir önderdi. gençliğimde, onun kitaplarını, şiirlerini “itaat eder gibi” okur; onun gelmesini arzuladığı ’gençliğin’ bir ferdi olabilmek için çabalardım. müthiş bir türkçesi vardı... müthiş bir zekası vardı... zekasını kalemini oynatırken müthiş kullanıyordu. ondan etkilenmemek, ona gıpta etmemek mümkün değildi. ilk yazılarımı ona öykünerek yazmaya çalışmıştım. necip fazıl; adeta beynimin ve kalbimin tam orta yerine bağdaş kurup oturmuştu. hayata tamamen onun kitaplarının penceresinden bakıyordum. tasavvufa sadece o kabul ediyor, seviyor diye ilgi duyuyordum. mevdudi’yi, hamidullah’ı, süleyman ateş’i, hayrettin karaman’ı ve diğerlerini eleştirdiği için, bende onları sevmiyor ve eleştiriyordum. hücrelerime kadar girmişti adeta. onun kitaplarını okumak bana büyük zevk veriyordu. arka arkaya kitaplarını okuyordum.

sonra, dünya görüşüm biraz esnekleşti. bir insan olarak en büyük erdemin dünyaya nizam vermek değil önce kendini adam etmek olduğunu kavradım. bir yazarı çok sevmenin, akıllı bir iş olmadığını da… başka pencereler, başka kapılar olduğunu gördüm. necip fazıl’ın penceresi zengin bir dünyaya açılıyordu ama yine de manzarası asla değişmiyordu. büyüdükçe, yeni manzaralar, yeni yüzler aramaya başladım. necip fazıl’la bağımı koparmıştım. o artık benim için; saygıyla yad ettiğim, hayırla andığım, okumakla iftihar ettiğim bir gençlik hatırası...

okuduğum bir kitabının sayfa arasına şunları yazmıştım: ’necip fazıl, insanı düşünmeye değil, boyun eğmeğe zorluyor...’

***

söyleyeceğim son söz şudur: üstad necip fazıl, fikir ve ruh binamın inşasında, şahsiyetimin yoğrulmasında büyük emeği olan ancak artık uzaktan baktığım, hayırla andığım bir gençlik hatırasından ibaret büyük bir şahsiyettir.

tikky

salavin
bilgi sözlük sayesinde ne olduğunu öğrendiğim ve yazılanları okuyunca "oh be ben tikky değilmişim, zaten olmam da imkansız" diye durduk yere sevinmeme ve mutlu olmama neden olan "şey".

yokun altıncı kati

salavin
master ve doktora tezlerinin bulunduğu kat, master ve doktora öğrencilerinin tez yazma sürecinde en az bir defa gidip gördükleri ve araştırmacılara gösterilen ilgiden şaşırıp "ne oldum delisi" hallerine büründükleri efsanevi kat.

büyük ve küçük yazar farkı

salavin
büyük yazar ile küçük yazar arasında kanımca şu fark vardır: büyük yazarların kişileri (kahramanları) saydam değildir, karışıktır; kolay kategorize edilemez, derinliklidir. küçük yazarlar ise kişileri kabaca iki sınıfa ayırır ve eserini bu iki zıt kutup arasındaki didişme üzerine inşa eder. büyük yazar, ele aldığı kişiyi eserin başından sonuna kadar anlamaya, analiz etmeye, deşmeye çabalar; küçük yazar ise kişisini pek sathi ele alır, belli klişelere oturtarak daha kolaycı bir yol benimser. büyük yazar, öğrenci edalıdır, dikte edilecek doğruları yoktur, okurla birlikte bir şeyleri anlamaya, öğrenmeye heveslidir. küçük yazar ise öğretmen edalıdır, her şeyin doğrusunu bildiğini ve –daha da kötüsü- sadece kendisinin bildiğini sanır, bu yüzden eseri, dünya görüşünü (ideolojisi, dini vs.) tebliğ eden bir araçtan farksızdır.

(ha unutmadan “bütün genellemeler yanlıştır” aforizmasını herkesçe görülecek bir yere not etmek de elzemdir şüphesiz.)

ahmet hakan

salavin
bazen ahmet hakan’ı türkiye’de seven tek kişinin ben olduğumu düşünüyorum. şimdiye dek, bir dostum dışında, ne gazetelerde, ne de özel sohbetlerimde, ahmet hakan hakkında olumlu bir laf edene rastlamadım.

evvela, içinden çıktığı kesim (artık bu kesime ne isim vermeli bilemem, islamcı, muhafazakar, dinci, sağcı vs.), ahmet hakan’ı sevmiyor ve bir açığını yakaladıklarında deli danalar gibi seğirtip cümle aleme ifşa etmek için çabalıyor. yeni şafak, vakit gazeteleri bu işin öncüsü görünümünde.

şu an içinde yer aldığı kesim (hürriyet gazetesinin temsil ettiği zihniyet) de, ahmet hakan’ı kabullenmiş, bağrına basmış değil. her an dışarı atılabilir bir ur gibi değerlendirilmekte. ciddiye alınıyor ama ciddiye alınmıyor gibi yapılıyor, görmezden geliniyor. “istenmeyen ve her an gitmesi beklenen misafir” gibi.

ahmet hakan, “arada kalmış” bir isim. “arada kalmak” sözünü, ne yapacağını bilememek, hangi tarafa geçeceğini bilememek anlamında kullanmıyorum. ahmet hakan, bilinçli olarak “arada kalmış” bir görüntü çiziyor. bu görüntüyü önemsiyorum. çünkü ben de, sonuç itibariyle “arada kalmış” bir insanım. ahmet hakan’ı sevmemin altında, bu özdeşliğin payı büyüktür.

ahmet hakan’ın yaşadığı dönüşümü çok önemsiyorum. belki çok abartılı bir teşbih olacak ama, türkiye’nin 150 yıllık çağdaşlaşma serüveninin, tüm iyi ve kötü yanlarıyla, sancılarıyla, başarılarıyla, aksaklıklarıyla; ahmet hakan’ın yaşadığı dönüşüme denk düştüğünü gözlemliyorum. bu anlamda ahmet hakan’ın şahsında türkiye’yi izliyorum.

bugün köşe yazarı ahmet hakan’ın iki cephesi var. birincisi, içinde çıktığı kesimi şiddetle eleştiren aydınlık bir vicdan. ikincisi, magazine batmış bir polemikçi. ahmet hakan’ın birinci cephesini ne kadar önemsiyorsam, ikinci cephesini de o kadar gereksiz buluyorum. iclal aydın’la, haşmet babaoğlu’yla, lerzan mutlu’yla, gülben ergen’le girdiği polemiğin; o’nun bence çok önemli birinci cephesini gölgede bıraktığını düşünüyorum ve bu yazılara bir anlam da veremiyorum.

ahmet hakan’ın, islamcı kesimin açmazlarını, yanlışlarını, çelişkilerini ortaya koyduğu yazıları çok çok önemli. bir özeleştiriye kapı açabilse daha da önem kazanacak ama şimdilik bu mümkün görünmüyor. her ideolojik kesim gibi islamcı kesim de, özeleştiri yapmaktan çok, kendisini eleştirene saldırmayı tercih ediyor ve ezber bozan her düşünceye karşı tavır alıyor.

ben, kendi adıma ahmet hakan’ların çoğalmasını istiyorum. sözgelimi, atatürkçülerin de bir ahmet hakan’ı olmalı. atatürk’ü putlaştırdık, donuklaştırdık, zorla sevdirmeye kalktık, bu yanlış demeli. milliyetçilerin de ahmet hakan’ı olmalı. terörist öldürmekle terör bitmez demeli, diyebilmeli. sosyal demokratların da ahmet hakan’ı olmalı. biz, sosyal demokrasiyi değil, militarist-devletçi sistemi savunmuşuz, aklımıza başımıza alalım, yoksa bu millet bizi sittin sene iktidara getirmez demeli. sosyalistlerin de… af edersiniz onlar da ahmet hakan bol. hepsi senden benden daha liberal.

ismet özel

salavin
sosyalist bir dünya görüşüne sahipken, 70’li yıllarda islam’ı kendine hayat nizamı olarak seçenlerden. dönüş sonrası yazdığı yazılar ve kitaplar, islamcı çevrede epey ses getirmiş. nesirleri de en az şiirleri kadar karışık olan ismet özel’in birkaç kitabını da okumuştum. ’taşları yemek yasak’, ’surat asmak hakkımız’, ’cuma mektupları-1’, ’şiir okuma kılavuzu’, ’üç mesele’ ve ’waldo sen neden burada değilsin’ şairin okuduğum kitapları. ismet özel’i öğrenciliğimin bir ankara kışında kızılay’daki tobb binasında dinlemiştim. çok kötü konuşuyordu. türkçesi berbattı. üstelik biraz ukala tavırlı, biraz küstahçaydı.

şiirlerini ilk okuduğumda bu adam ne anlatıyor böyle diye çok şaşırmıştım. o ana dek bildiğim, okuduğum, tat aldığım şiir kalıplarının tamamen dışındaydı şiiri. kendi sesinden okuduğu şiir kasetini dinleyene kadar ismet özel, bahçe kapısının yüz metre ötesinde beklediğim bir evden ibaretti. şiir kasetini defalarca dinledim. yurtta elime teyp geçtiği her an onun şiir kasetini koyar, onu anlamaya, tat almaya çalışırdım. bir zaman geldi, onu anlamaktan vazgeçtim. sadece tat almak için dinlemeye başladım. şiirindeki iç musikiyi yakalamaya uğraştım. zamanla onu sevdikçe, onu anladığımı da fark ettim. ’erbain’ adını verdiği şiir kitabını işte bu dinlemeler sonunda baştan sona okumuştum.

ismet özel’in kasetinden dinlediğim her şiirini çok severim. o yüzden sevdiğim şiirleri diye bir ayrım yapmayacağım. sadece kasetten dinleye dinleye kalbime nüfuz eden şu mısraları alıntı yapmak istiyorum:

’azıcık gece alayım yanıma yalnız / serçelerin uykusuna yetecek kadar gece / böcekler için rutubet / örümcekler için kuytu / biraz da sabah sisi / yabani güvercin kanatları renginde / biz artık bunlar olarak gidiyoruz / eylesin neyleyecekse şehrin insanı / şehrin insanı, şehrin insanı, şehrin / bozuk paraların insanı, sivilcelerin’

’küfre yaklaştıkça inancım artıyor’

’bakın yaklaşıyor yaklaşmakta olan / bakın yaklaşıyor yaklaşmakta olan / bakın yaklaşıyor / yazık / şairler kadar cesur değilim’

’insanlar hangi dünyaya kulak kesilmişse öbürüne sağır’

’mürekkebin utandığını gördüm / basılı kağıtlarda’

’gazeteler tutuklamış dünya kelimesini / o dünyadan, o şiirden öc almalı demektir’

’çanlar sussun her yerde / çanlar sustu / ve fakat binlerce yılın yabancısı bir ses değdi minarelere / tanrı uludur, tanrı uludur / polistir babam / cumhuriyetin bir kuludur’

’gelin, bir pazarlık yapalım sizinle ey insanlar / bana kötü, bana terkettiğiniz düşünceleri verin / o vazgeçtiğiniz günler, eski yanlışlarınız / ah, ne aptalmışım dediğiniz zamanlar / onları verin, yakınmalarınızı...’

’o zaman belki çocuklar / zabıtalardan daha çoktu’

’kelimeleri kalmamış / fiyatları sormaktan / saçları taranılmaktan usanmışlar’.

murtaza

salavin
orhan kemal’in ünlü roman kahramanı, fabrikanın bekçisi, "almışım kurs, görmüşüm terbiye, siz de alsaydınız kurs, görseydiniz terbiye, konuşmazdınız böyle cayil cayil" repliğinin sahibi.

neden bekliyorsun?


bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?

üye ol