ekim ortasında yapılan birleşmiş milleter insan hakları komisyonu delegeleri seçiminde çin ve rusya koltuk kazanmışlar.
insan hakları di mi uygurlara yapılanlar? kendi halkına yaptığı zulümler? sadece son zamanlarda değil yaklaşık 1 asırdır süren din, gelenek, batı hakkında düşünen herkesi madenlerde çalıştırmak? çinli olmayan herkesin soyunu kurutmak, bunu da kimyasallar, silah ve işkenceyle yapmak?
rusya'ya ne demeli? daha ağustos ayında zehirli dartla muhalif öldürdüler mk. ukrayna'nın ağzına sıçtılar, sivil filan demeden her yeri bombaladılar suriye'de. kendi içlerindeki kırgız, dağistan gibi bölgelerde uyguladıkları baskı ve zulümler gırla.
geçen gün modern amerika tarihini yazarken, bu iki ülkenin perde önünde amerika'ya karşıt olduğunu söylemiştim. ama perde arkasında aynı insan düşmanlığı, aynı tarikat. bu sefer gomünist kardeşlerime uygun söyleyelim, aynı bokun kırmızısı.
ve bu iki ülke, şu anda birleşmiş milletlerin gündemine gelen, dünyadaki insan hakları ihlallerini oylayacaklar.
modern çin tarihi yazısı geliyor, ama ondan önce. bu birleşmiş milletlerin özeti.
https://cynicaljaded.files.wordpress.com/2012/08/tumblr_m6e7ocrzp91rpt6neo1_1280.jpg
bu topluluk kurulduğundan beridir dünyanın burnu boktan kurtulmadı. ama bm'ymiş nato'ymuş siksokmuş bunlar hiç önemli değil aslında. iki taraf var; insandan yana olanlar ve insana düşman olanlar.
ve hangisinin organize olduğunu biliyorsunuz. siz hiç "organize iyilik örgütü" duydunuz mu yani?
bonus puan: birleşmiş milletler logosunda neden antartika ya da kuzey kutbu yok?
cevabı ne yazık ki sadece benim yazdıklarımı okuyarak çözülecek bir şey değil. yolunuz açık, merakınız bol olsun. takıldığınız yerde joker hakkı mesaj atın.
aslında yıllardır kendimi suçlu hissederek yaptığım bir şeydi; sokakta sigara içmeyen birisini çok zorladığına eminim dumanın.
ama işte gel gör ki bunu "kirinivirkte maske tikmiyilirrr" diye yapınca çok absürt kaçıyor. neden mi? çünkü bu meselenin ilk başlarında "sigara içenler daha hafif atlatıyor / yakalanmıyorlar" diye bir iddia ortaya atılmıştı. sonra bu iddiayı çürütemediler. (bir teoriyi çürütmek-çürütememek nedir şurada yazdım: (bkz: bilimsel yöntem) )
şimdiki bulgular ne mi diyor? bir şey demiyor valla. DSÖ denen kolpacı sürüsü "yani sigara içenler daha fazla elini yüzüne götürüyor, ondan daha çok bulaşabilir gibi geliyor bize" ve "yani bunların ciğerleri yorgun, covid de ciğere saldırıyor, herhalde daha kötü atlatırlar sanıyoruz" diyor.
bir de. bir yasağın keyfi olduğunu nasıl anlarsınız biliyor musunuz? yasanın kapsadığı alan ne kadar muallak bırakılmışsa, o yasa o kadar keyfidir. "Yarından itibaren tüm illerde vatandaşların yoğun olduğu cadde ve sokak, durak gibi alanlarda sigara içme yasağı getirilecek".
yani nerede sigara içilmeyecekmiş? nereden zabıta geçiyorsa kıps kıps.
maskeyi de çenenizin altına indirmeyin sigara içerken. şöyle yapın.
edit: imla filan :(
ama işte gel gör ki bunu "kirinivirkte maske tikmiyilirrr" diye yapınca çok absürt kaçıyor. neden mi? çünkü bu meselenin ilk başlarında "sigara içenler daha hafif atlatıyor / yakalanmıyorlar" diye bir iddia ortaya atılmıştı. sonra bu iddiayı çürütemediler. (bir teoriyi çürütmek-çürütememek nedir şurada yazdım: (bkz: bilimsel yöntem) )
şimdiki bulgular ne mi diyor? bir şey demiyor valla. DSÖ denen kolpacı sürüsü "yani sigara içenler daha fazla elini yüzüne götürüyor, ondan daha çok bulaşabilir gibi geliyor bize" ve "yani bunların ciğerleri yorgun, covid de ciğere saldırıyor, herhalde daha kötü atlatırlar sanıyoruz" diyor.
bir de. bir yasağın keyfi olduğunu nasıl anlarsınız biliyor musunuz? yasanın kapsadığı alan ne kadar muallak bırakılmışsa, o yasa o kadar keyfidir. "Yarından itibaren tüm illerde vatandaşların yoğun olduğu cadde ve sokak, durak gibi alanlarda sigara içme yasağı getirilecek".
yani nerede sigara içilmeyecekmiş? nereden zabıta geçiyorsa kıps kıps.
maskeyi de çenenizin altına indirmeyin sigara içerken. şöyle yapın.
edit: imla filan :(
abd'nin yeni başkanı bizi sevmiyor gibi şeyler söylüyorduk; o seçildikten sonra bu yükselir gibi geliyordu çoğu kişiye. ammaaa damadın saraydan adam döve döve çıkması bir anda kurun düşmesine, ve hatta düzenli olarak düşmesine yol açtı.
sahne önünde olan olaylar bunlar tabi. benim görüşüm ise, ülkemizin ne yazık ki bağımsız olmamasından ötürü; yeni başkanın ilk müdaheleleri bunlar.
şu sayacaklarım olurken, doların bir günden daha uzun süre düşmesi mümkün mü sizce?
- ülkenin ekonomi bakanı belli değil
- amerikanın başına tr'den hoşlanmayan bir başkan geçmiş
- amerikalı bir firma kovuk aşısını bulmuş
- tr merkez bankası başkanının, ekonomi bakanından dayak yediği iddiaları var
- tr merkez bankası başkanının, kasa tamtakır dediğine dair iddialar var
- ülkeye pandemi konusunda kimsenin güveni yok
- bildiğim kadarıyla yeni açılan bir fabrika, bir girişim, bir karlı anlaşma filan da yok
buna rağmen ülkenin parası, amerikan doları karşısında değer kazanıyor.
ekonominin hayali bir ürün üzerinden dönen bir mastürbasyon olduğundan bahsetmiştik - ve ekonomi hiç sebepsiz bir şekilde, amerikaya rağmen iyiye gidiyorsa ordan bir bokluk çıkacaktır arkadaş. bunu ortadoğuda bin kere gördük:
- kaddafi öldürülürken, ülkesi ortadoğu ve afrikadaki en zengin ülkeydi ve yoksulluk sınırı altında yaşayan kişi sayısı hollanda'dan daha azdı.
- mübarek istifa ederken, son yıllarda inanılmaz büyük gsmh artışı vardı, ama eşit dağılmıyordu.
- saddam hüseyin'in öldürüldüğü yıl, ırak gsmh'sı 50% arttı
- tunus lideri ben ali kovulmadan önce, her yıl büyüyen bir ekonomi ve azalan işsizlik vardı.
yani ortadoğu coğrafyasında ekonomi bir gösterge değil, bir araçtır. birini göndermek isterler, hop ekonomiyi batırırlar. başka birisini lider yapmak isterler, o belediye başkanı olduktan sonra ekonomi iyiye gitmeye başlar vs. vs.
dolayısıyla bugünkü düşen kur'un içinden civciv mi çıkacak kuş mu çıkacak ne olacak daha sonra göreceğiz. imamson olur, kılıçdarson olur bir "kukla"yı getirmenin yolunu yapıyorlar.
sahne önünde olan olaylar bunlar tabi. benim görüşüm ise, ülkemizin ne yazık ki bağımsız olmamasından ötürü; yeni başkanın ilk müdaheleleri bunlar.
şu sayacaklarım olurken, doların bir günden daha uzun süre düşmesi mümkün mü sizce?
- ülkenin ekonomi bakanı belli değil
- amerikanın başına tr'den hoşlanmayan bir başkan geçmiş
- amerikalı bir firma kovuk aşısını bulmuş
- tr merkez bankası başkanının, ekonomi bakanından dayak yediği iddiaları var
- tr merkez bankası başkanının, kasa tamtakır dediğine dair iddialar var
- ülkeye pandemi konusunda kimsenin güveni yok
- bildiğim kadarıyla yeni açılan bir fabrika, bir girişim, bir karlı anlaşma filan da yok
buna rağmen ülkenin parası, amerikan doları karşısında değer kazanıyor.
ekonominin hayali bir ürün üzerinden dönen bir mastürbasyon olduğundan bahsetmiştik - ve ekonomi hiç sebepsiz bir şekilde, amerikaya rağmen iyiye gidiyorsa ordan bir bokluk çıkacaktır arkadaş. bunu ortadoğuda bin kere gördük:
- kaddafi öldürülürken, ülkesi ortadoğu ve afrikadaki en zengin ülkeydi ve yoksulluk sınırı altında yaşayan kişi sayısı hollanda'dan daha azdı.
- mübarek istifa ederken, son yıllarda inanılmaz büyük gsmh artışı vardı, ama eşit dağılmıyordu.
- saddam hüseyin'in öldürüldüğü yıl, ırak gsmh'sı 50% arttı
- tunus lideri ben ali kovulmadan önce, her yıl büyüyen bir ekonomi ve azalan işsizlik vardı.
yani ortadoğu coğrafyasında ekonomi bir gösterge değil, bir araçtır. birini göndermek isterler, hop ekonomiyi batırırlar. başka birisini lider yapmak isterler, o belediye başkanı olduktan sonra ekonomi iyiye gitmeye başlar vs. vs.
dolayısıyla bugünkü düşen kur'un içinden civciv mi çıkacak kuş mu çıkacak ne olacak daha sonra göreceğiz. imamson olur, kılıçdarson olur bir "kukla"yı getirmenin yolunu yapıyorlar.
daha dün biden hakkında yazarken iki kere "aşı hemencecik bulunur" demiştim.
şansa yaşıyoruz valla.
tüm dünyaya hayırlı olsun aşımız, azıcık şaşırtın lan bizi. madde madde bu haberdeki kolpaları diziyorum. kaynak ny times.
- yıl sonuna kadar 15-20 milyon kişiye kadar hazır olabilirmiş, ama daha bu ilk sonuçları olduğu için 2 ay veri toplamaları gerekiyormuş bir yandan. kasım ayındayız.
- devlet 1.9 milyar dolar yardım önermiş ama pfizer reddetmiş. o olay da, operation warpspeed diye bir şey: devlet yatırımı yapıyor sonra halka bedavaya dağıtıyor hazır olunca. bunu hayrına mı reddeti pfizer? tabi ki hayır.
- virüsün engellemediği 90% için ne olmuş ne bitmiş açıklamamışlar. kovid mi olmuş, ne kadar ağır geçirmiş filan "şimdilik" bilmiyoruz.
- test, 44 bin kişilik gruptan 164 kişi kovid olana kadar sürecekmiş. bu oran da insanların %0.3'ü demek. şu anda kaç kişi covid olmuş peki? o yok.
- bu aşılar çok soğukta tutulmalıymış. ayrı bir haber yapmışlar, "nasıl -80 derecede aşı muhafaza edilir ve yapılır" diye. bu aşıyı çözüp mü kullanıcaz, çözersek 100 derece farkta nasıl olacak atıyorum ekvatorda filan bunları bilmiyorum.
ay'da bulunan şifalı su gibi bir çözümden iyidir.
karamsarlığa kapılmayın bu arada! hani beklediğimiz şyler ama gerçekten bu virrüs belasından kurtuluruz yakında. başka bir bela gelmesin de inşallah.
şansa yaşıyoruz valla.
tüm dünyaya hayırlı olsun aşımız, azıcık şaşırtın lan bizi. madde madde bu haberdeki kolpaları diziyorum. kaynak ny times.
- yıl sonuna kadar 15-20 milyon kişiye kadar hazır olabilirmiş, ama daha bu ilk sonuçları olduğu için 2 ay veri toplamaları gerekiyormuş bir yandan. kasım ayındayız.
- devlet 1.9 milyar dolar yardım önermiş ama pfizer reddetmiş. o olay da, operation warpspeed diye bir şey: devlet yatırımı yapıyor sonra halka bedavaya dağıtıyor hazır olunca. bunu hayrına mı reddeti pfizer? tabi ki hayır.
- virüsün engellemediği 90% için ne olmuş ne bitmiş açıklamamışlar. kovid mi olmuş, ne kadar ağır geçirmiş filan "şimdilik" bilmiyoruz.
- test, 44 bin kişilik gruptan 164 kişi kovid olana kadar sürecekmiş. bu oran da insanların %0.3'ü demek. şu anda kaç kişi covid olmuş peki? o yok.
- bu aşılar çok soğukta tutulmalıymış. ayrı bir haber yapmışlar, "nasıl -80 derecede aşı muhafaza edilir ve yapılır" diye. bu aşıyı çözüp mü kullanıcaz, çözersek 100 derece farkta nasıl olacak atıyorum ekvatorda filan bunları bilmiyorum.
ay'da bulunan şifalı su gibi bir çözümden iyidir.
karamsarlığa kapılmayın bu arada! hani beklediğimiz şyler ama gerçekten bu virrüs belasından kurtuluruz yakında. başka bir bela gelmesin de inşallah.
selam arkadaşlar, bir süredir amerikan seçim sonuçlarına ağladığım için shdksdf şaka şaka biraz neler olacak neler bitecek görelim diye bekledim. amerika'nın 46. başkanı olan joe biden hakkında biraz bilinmeyenlerden, biraz da 2021'de onu ve dünyayı ne bekliyor ondan bahsedelim.
ön not; bulduklarımla ilgili kaynaklarımın çoğu reddit ve özellikce r/conspiracy'den geliyor. adamlar seçilene kadar beklemiş sonra muhalefet yapmış, tıpkı bizim muhalefet gibi.
başlamadan önce, amerikan başkanının konfeti patlarken korkudan altına sıçışına gülerek başlayalım:
halbuki amerika ne babayiğitler gördü.
amerikan seçimleri ile ilgili yazdığım yazıda değindiğim gibi, joe biden 47 yıldan beri amerikan siyasetinin içinde olan biri insan. tabi bu kadar sürede at izi it izine karıştığından unutulmuş bir olay: bu adam daha önce amerikan başkanı olmaya çalıştı.
1988 yılında, demokrat partiden başkan adayı olabilmek için yarışa giren biden, aynı sene ingiltere'nin işçi partisi başkanının seçim konuşmasını jest ve mimiklerine kadar çalınca hayalleri sekteğe uğruyor.
tabi o zamanki amerikan medyası adamı araştırmaya devam etmiş. okulda okurken sürekli araştırma konusu olan makaleleri birebir kopyala yapıştır yapıyormuş. bir röportajda gazeteciler bu sahteciliği sormuşlar; o da başlamış bol keseden atmaya. demiş ki, benim iq'um sizden yüksek anlamazsınız, ben 3 tane okul bitirdim (yandal yaptı), okulu ilk 50%'de tamamladım (85 kişide 76. oldu) gibi gibi şeyler. atıp yalanlanıyor.
daha sonra da baktı bu bokları çeviremeyecek, aday adaylığından çekiliyor. öyle bir loser.
bu saydığım özellikler, kendini yukarıdan görme ama loserlık filan tanıdık geliyor mu? bildğiniz trump valla. tabi o seçimden bu yana 30 yıl geçmiş, hiç bahsi geçmiyor bunların. özellikle ana akım, yan akım, soyal filan her cins medyada, şartlar ne gerektiriyorsa o gösteriliyor.
burada bir medya parantezi açalım. aşağıdaki grafik, insanların oy verdiği partilere göre, medyaya güven endeksi.
cumhuriyetçiler, özellikle trump'ın seçilip ortamlarda "feyk haberrrr" diye bağırmasından sonra, medyaya güvenmeyi bıraktılar. diğer taraftan körü körüne inanan insanlara da bu yukarıda söylediğim haberleri göstermiyor bu medyacırıspılar.
parantezi kapatalım. dediğim gibi biden aslında diploması olmayan başkan diyebiliriz, dünyada tek kıps kıps. bunun dışında trump ile aynı kalıp, aynı döküm.
ne kadar aynı, ne kadar paraya tapan kafada olduklarını şöyle anlatayım. diyorlar ya trump virüsü sallamadı, ekonomik kriz var, biden kaynakları sağlığa yatıracak diye?
aşı başlığında konuşmuştuk, devlet 4 milyar dolar masraf yapıyor aşı araştırmalarını teşvik için diye. peki başkanlık seçimleri için 2020 yılında, yani covid'in hüküm sürdüğü bu saçma zamanda harcanan para ne kadar?
14 milyar dolar.
yani bu virrüs bokunun bitişinin önündeki engel para, imkan, kimin başkan olduğu değil arkadaşlar. bekledikleri şey, insanları kontrol edebileceklerinden emin olmaları. o anda direk virüsün aşısı da çıkar, bir anda mutasyon geçirir zararsız olur, ay'da buldukları su virüsleri öldürüyor çıkar vs. vs.
o değil biden'dan girdik nerelere geldik, biden'a bağlıyorum. trump seçilseydi eğer bu adamların uğraşıp duracakları bir 4 yıl daha olacaktı. planlarını uygularken ülkeyi inatla kapatmayan bir başkan, gidip rusyayı yalayan bir tiple boğuşacaklardı. ama şimdi oğlunu ukraynalı fahişelerle devlet sırrı konuşmaya gönderen biden, bu "mutlak kontrol" sürecini çok hızlandıracak.
belki de bu adamın yemin ettiğinin bir hafta içerisinde aşıyı verirler piyasaya. "aşı psikolojisi hassas bünyelerde şiddeti tetikliyor" diye silahları toplarlar. biden kalp krizi geçirir, whore of babylon ve kapanış. (psikolojisi hassas bünye derken, 10 aydır eve kapatılıp insan ve güneş görmeyen bizlerden bahsediyorum).
amerika'nın 46. başkanı insanlığa hayırlı olur umarım. yaşlılıktan iki füze atmayı unutsa gene kar ne diyeyim.
ön not; bulduklarımla ilgili kaynaklarımın çoğu reddit ve özellikce r/conspiracy'den geliyor. adamlar seçilene kadar beklemiş sonra muhalefet yapmış, tıpkı bizim muhalefet gibi.
başlamadan önce, amerikan başkanının konfeti patlarken korkudan altına sıçışına gülerek başlayalım:
halbuki amerika ne babayiğitler gördü.
amerikan seçimleri ile ilgili yazdığım yazıda değindiğim gibi, joe biden 47 yıldan beri amerikan siyasetinin içinde olan biri insan. tabi bu kadar sürede at izi it izine karıştığından unutulmuş bir olay: bu adam daha önce amerikan başkanı olmaya çalıştı.
1988 yılında, demokrat partiden başkan adayı olabilmek için yarışa giren biden, aynı sene ingiltere'nin işçi partisi başkanının seçim konuşmasını jest ve mimiklerine kadar çalınca hayalleri sekteğe uğruyor.
tabi o zamanki amerikan medyası adamı araştırmaya devam etmiş. okulda okurken sürekli araştırma konusu olan makaleleri birebir kopyala yapıştır yapıyormuş. bir röportajda gazeteciler bu sahteciliği sormuşlar; o da başlamış bol keseden atmaya. demiş ki, benim iq'um sizden yüksek anlamazsınız, ben 3 tane okul bitirdim (yandal yaptı), okulu ilk 50%'de tamamladım (85 kişide 76. oldu) gibi gibi şeyler. atıp yalanlanıyor.
daha sonra da baktı bu bokları çeviremeyecek, aday adaylığından çekiliyor. öyle bir loser.
bu saydığım özellikler, kendini yukarıdan görme ama loserlık filan tanıdık geliyor mu? bildğiniz trump valla. tabi o seçimden bu yana 30 yıl geçmiş, hiç bahsi geçmiyor bunların. özellikle ana akım, yan akım, soyal filan her cins medyada, şartlar ne gerektiriyorsa o gösteriliyor.
burada bir medya parantezi açalım. aşağıdaki grafik, insanların oy verdiği partilere göre, medyaya güven endeksi.
cumhuriyetçiler, özellikle trump'ın seçilip ortamlarda "feyk haberrrr" diye bağırmasından sonra, medyaya güvenmeyi bıraktılar. diğer taraftan körü körüne inanan insanlara da bu yukarıda söylediğim haberleri göstermiyor bu medyacırıspılar.
parantezi kapatalım. dediğim gibi biden aslında diploması olmayan başkan diyebiliriz, dünyada tek kıps kıps. bunun dışında trump ile aynı kalıp, aynı döküm.
ne kadar aynı, ne kadar paraya tapan kafada olduklarını şöyle anlatayım. diyorlar ya trump virüsü sallamadı, ekonomik kriz var, biden kaynakları sağlığa yatıracak diye?
aşı başlığında konuşmuştuk, devlet 4 milyar dolar masraf yapıyor aşı araştırmalarını teşvik için diye. peki başkanlık seçimleri için 2020 yılında, yani covid'in hüküm sürdüğü bu saçma zamanda harcanan para ne kadar?
14 milyar dolar.
yani bu virrüs bokunun bitişinin önündeki engel para, imkan, kimin başkan olduğu değil arkadaşlar. bekledikleri şey, insanları kontrol edebileceklerinden emin olmaları. o anda direk virüsün aşısı da çıkar, bir anda mutasyon geçirir zararsız olur, ay'da buldukları su virüsleri öldürüyor çıkar vs. vs.
o değil biden'dan girdik nerelere geldik, biden'a bağlıyorum. trump seçilseydi eğer bu adamların uğraşıp duracakları bir 4 yıl daha olacaktı. planlarını uygularken ülkeyi inatla kapatmayan bir başkan, gidip rusyayı yalayan bir tiple boğuşacaklardı. ama şimdi oğlunu ukraynalı fahişelerle devlet sırrı konuşmaya gönderen biden, bu "mutlak kontrol" sürecini çok hızlandıracak.
belki de bu adamın yemin ettiğinin bir hafta içerisinde aşıyı verirler piyasaya. "aşı psikolojisi hassas bünyelerde şiddeti tetikliyor" diye silahları toplarlar. biden kalp krizi geçirir, whore of babylon ve kapanış. (psikolojisi hassas bünye derken, 10 aydır eve kapatılıp insan ve güneş görmeyen bizlerden bahsediyorum).
amerika'nın 46. başkanı insanlığa hayırlı olur umarım. yaşlılıktan iki füze atmayı unutsa gene kar ne diyeyim.
(not, henüz foto filan eklemedim. belki de eklerim zaman bulursam, ama şimdilik düzyazı tamamen)
uyarı: bu yazı çok uzun olacak, tarihe alternatif bir bakış açısı sunacak ancak sindirmesi zor ya da bazı yerleri absürt gelebilir. yazının sonlarında din konusu da giriyor işin içine ve bence en önemli kısım orası, ama sizi din tutuyorsa haberiniz olsun. benim tavsiyem bu yazdıklarımı baştan sonra masal gibi okuyun, kasmayın kendinizi ve en sonda karar verin bu masalda gerçeklik payı olabilir mi diye.
daha başlarken, spoiler gibi bütün bu yazının özetini vereyim. abd başkanlık seçimlerinde biden seçildikten sonra covid bitecek.
her şey aslında paranın bulunuşuna kadar dayanıyor, ama bizim irdeleyeceğimiz bölüm, aşağı yukarı 2. dünya savaşından sonra bugüne kadar olan kısım.
hiroşima ve nagasaki'ye atılan atom bombaları ile savaş bitmiş, hitler kafasına sıkmış, rusya palazlanmış ve nispeten yeni kurulmuş amerika'nın uzun süre sonra ilk kez aktif bir savaşı kalmamış. ortada mahvolmuş ülkeler, bitmiş bir ekonomik sistem var dünya çapında. bunlar tabi biz sıradan halk için, yoksa kastettiğim dünyadaki bütün zenginlik, bir kaç yerde toplanmış durumda. isviçre, vatikan, kayıp nazi altınları filan bunlar hep bir kaç kişinin tekelinde. bu durumun yarattığı sıkıntılar, aslında bugüne kadar çektiğimiz çoğu felaket ve ölümün sebebi. konumuz başkanlık seçimleri, o yüzden uzatmadan bir "para nedir nasıl çalışır"ı açıklıyorum.
para, takas kavramını herkesin üzerinde anlaştığı bir standarda oturtan icat. artık fasülye karşılığı oküz almak zorunda değilsin, direk altın sikke veriyorsun. başkasına da fasülyeni satıyorsun altın alıyorsun. insanlık ya parayı bulacaktı, ya da 100 kişilik köylerde "herkes bir işin ucundan tutarak" yaşayacaklardı.
insanlık parayı seçti. çünkü çok büyük kolaylık. fakat tabi herkes sürekli cebinde altın taşıyor, bunlar kayboluyor-çalınıyor-insanlar birbirini öldürüyor. biri çıkıyor diyor ki "hacılar siz altınlarınızı bana verin, ben saklıyım bunları, size de senet vereyim."
halk diyor "vat dı fak is senet?"
cevap veriyor bana o kağıdı getirince, size orada yazan kadar altınınızı vereceğim. böylece hiç cebinizde taşımanıza gerek olmayacak, ya da yarım altına bir şey alabileceksiniz. ve başlıyor ilk banka olarak himet vermeye.
bankalar kadar insanlığa zararlı bir başka oluşum var mı bilmiyorum, ama özünde çok gerekli bir sistem ne yazık ki. çünkü insanların bazıları kötü. ve fakat, bu kötü insanlar bankaların başına gelince ne oluyor?
bankalar, elinde olandan daha fazla altın kağıdı basmaya başlıyor. 100 tane altın varken kasabada, 1000 altınlık kağıt dolaşıyor yani. sonra bir gün tabi ki yakalanıyorlar, ve tahminim linç ediliyorlar. yüzyıllar içinde nasıl değiştiğine değinmeyeceğim, tarih kısmı bu kadar.
paranın şu anda çalışma şekli de şu. (çoğu) devlet, ülkesindeki piyasaya bakıyor. bu ülkenin çalışmaya düzgün devam edebilmesi için, 0'dan büyük bir enflasyon olması gerekiyor. yani eksi enflasyona dünya çapında geçildiği zaman, çok büyük sıkıntılar doğabilir. ki şu anda çoğu avrupada bir çok ülke negatif faiz ve enflasyonda.
bir de bilmeniz gerekeni insan sayısı arttıkça enflasyon düşüyor. yukarıdaki gibi bir örnek vermek gerekirse; ortada 100 altın var ve 100 kişi var. bu kişiler evlendi çocukları oldu, artık 100 altın ve 150 kişi var. artık bir tas yemek 1 altın olamaz, çünkü o zaman çocuk aç kalıyor ve bir yemek 0.66 altın oluyor. bunun sonucu olarak eğer piyasadaki üretim artışı, insan artışına denk düşmezse, para değer kaybediyor, deflasyon oluyor.
umarım güzelce anlatabilmişimdir. e devletler bakıyor durdukları yerde zarara giriyorlar, üretimi teşvik etmeye başlıyorlar. daha çok fabrika, daha çok çocuk işçi, daha çok vergi (ya da devletin geliri). buraya kadar da hadi dayandık ama buradan sonra dananın kuyruğu kopuyor arkadaşlar. mantık ceketinizi asın gelin.
teknoloji ilerledikçe, ford gibi puştlar, kanban gibi tipler çıkıyor. bu insanlar fabirakalar kuruyor, ve 2 milyon kişilik tatlış bir ülke, atıyorum dünyanın tişört üretme merkezi oluyor. ayda 500 bin tişört üretebiliyorlar. eh, 1 yıl gibi kısa bi sürede tüm dünya'ya yetecek kadarını ürettik. devam mı?
tabi ki devam, çünkü para çok tatlı. ürettikçe üretiyor, sattıkça satıyor, o sattıkları atık mı olmuş, satılmayanlar yanmış mı bitmiş mi umrunda değil. dediğim gibi, bazı insanlar kötü.
evvettt para hakkında bu kadar yeter, tekrar sahnemize dönelim: ikinci dünya savaşı sonrası, ekonomi bitmiş, bütün para birkaç yerde toplanmış. bu çok zenginler bakıyor ki, "zenginlikleri 5 para etmez dünyada herkes fakir olunca". adam gidip altın verip araba alamıyor artık, çünkü karşısındaki ekmek istiyor. fırıncı desen o da aynı. napsak napsak diyorlar ve tüm dünyayı kalkındırmaya karar veriyorlar. kalkmak derken, ass up tits down pozisyonu diyorum.
1945'te seçilen truman, avrupa'nın ekonomisinin şahlanması için truman yardımlarını yapıyor. bu yardımlar "dünya üzerindeki tüm demokratik ülkelere" veriliyor ve "dışarıdan gelen tehditlere karşı korunması" için kullanılıyor. ahahhs kılıfı beğendim, özetle para saçıyorlar.
parayı saçanlar kimler mi? rotschildler filan. eski, ingiltere ve anakara avrupasında kurulmuş bu gruplar, bütün devletleri kıskıvrak yakalamış durumda. sert bir giriş oldu, hemen açıklayayım.
yukarıda devletlerin enflasyonu kontrol etmek zorunda olduğunu söylemiştim. bunun için en kolay yöntem devletin para basması. ve fakat, devletlerin para basma yetkisi yok, bunlar merkez bankalarına ait ve merkez bankaları da özel. sahipleri de yukarıdaki aileler. devlet gidiyor "bana 1 trilyon ver", ve bu adamlar parayı basıp develete borç olarak veriyor.
devlet alıyor bunu bankalara dağıtıyor, sisteme öyle sokmuş oluyor. yoksa gidip küçük esnafa sana bana 1000 lira vermiyor yani. e tabi bankaları yukarıda konuştuk, ne yapıyorlardı? olmayan parayı veriyorlar insanlara. bunu günümüzde de yapıyorlar; ve her 1 tl için tam 7 tl borç verme hakları var.
ha bir de, bu bankaların sahipleri de yukarıdaki aileler. yani devletleri taşaklarından yakalayan bu pislikler, hem dünyaya para veriyor hem de bu paradan 8-10 kat daha da para kazanıyor.
"bu kadar boktan bir şey nasıl olmuş insanlar nasıl izin vermiş" diyebilirsiniz; haklısınız. amerikan iç savaşı da tam olarak bu yüzden yapılmış bir savaştır. kölelik filan onlar hollywood uydurması yani. savaşı çıkartıyorlar, ve sonra da savaşı finanse etmek için bir "bankalar birliği" kuruyorlar. bu birlik sonra federal reserve yani onların merkez bankası oluyor. bu bankalar birliğindeki bankalar kimin mi? bazı ailelerin.
truman, demokratik ülkelere para saçarken, bu paralar da bu ailelerden geliyor, onlar çoook çok zenginleşiyor.
daha sonra eisenhower geliyor, komunizmin yayılmasını engellemek amacıyla çalışıyor. kömünüst ajanda dediğimiz de, bu zengin ailelerin sözünün geçmediği yerler farkındaysanız: çin, rusya filan. daha önemlisi, bu "ürettikçe daha çok üretelim, onlar sattıkça daha çok kazanalım" gibi kapitalist olmayan ülkeler. hani komünisty değil de, anladınız.
ondan sonra ise kennedy geliyor, jfk reis. bu kennedyler aslında yüzyıllardır amerikan siyasetinin içindeler ve aileleri biliyorlar. jfk denen babayiğit ise çıkıyor isim vermeden diyor ki "bu ülkede gizli kapaklı işler dönüyor, ben bunlara izin vermeyeceğim". suikaste kurban gidiyor.
yerine lindson johnson geliyor. bu adam vietnam savaşına giriyor. bir de "büyük toplum" diye bir idealden bahsediyor ve yoksulluğa savaş açıyor. evet, yoksulluk; halbuki tüm dünyaya para saçıyorlardı? işte, kendilerine borç aldırttırarak saçıyorlardı onu ve insanlar fakirleşti.
yerine gelen nixon, tam bir "haydi insanlara havucu gösterelim" dönemi yaşatıyor amerikan halkına. vietnam savaşı bitiyor, kansere karşı savaş açıyor, çevreyi koruma kanununu çıkartıyor, ay'a gittiğinin videoları basına sızıyor.
bu arada halk tarafında ne oluyor? işte hippiler, woodstock, boomer jenerasyonu filan. bize hep geyik olarak "boomerlar çok zengin yha" ya da "onların zamanında çok ucuzmuş her şey" diyorlar. ama ben açıkçası çok zengin bir boomer hiç görmedim. o dönemde her şey ucuz evet, ama çok bir şey de yok aslında. teknoloji filan zaten de, hani çok insan da yok, kasabalarda bir araba bir ev hayat geçiyor, çeşitlilik sıfıra yakın.
çünkü en büyük sıkıntı ne biliyor musunuz? bütün bu tepedeki ailelerin ellerindeki para, dünyadaki altınla sınırlı. tamam, 8'e 10'a katlıyor, ama en azından bir sınırı var. bu nixon denen kukla, 1973 yılında paranın altın eşdeğerliğini kaldırıyor.
bu da, abd parasının aslında bir kağıt parçasına dönüşmesi demek oluyor. işte bu noktada, artık tamamen hayali borçlar, uydurma miktarlar, gerçek dünyada hiç bir değeri olmayan şeyler ortada dolanıyor.
ve insanlık borçlanıyor. her yeni doğan bebek hayata 39 bin dolar borçlu başlıyor hatta. artık insanların bir sürü şeyi var, ama değerli hiç bir şeyi yok. on bin kağıt parçasına araba alıyor, onu sekiz bine satıyor ve hop daha da borçlanıyor.
kime borçlandıklarını biliyorsunuz.
nixon'dan sonra gelen gerald ford, ekonomik krizle ve yüksek enflasyonla boğuşuyor. e ama ekonomik kriz neden? çünkü bu noktada artık insanların çoğalma hızı, üretimin artış hızına yetişemiyor. yani bugün 100 gömlek ve 10 insan varsa, yarın 1000 gömlek ve 11 insan oluyor. sayılar da bu kadar abartı bu arada, çünkü para artık tamamen hayali bir şey olduğu için, bunu kullanmayı bilenler zengin oluyor. warren buffet'lar boklar püsürler bunlar işte. bence aynı zamanda boomerlar zengin algısının oluşmasına sebep veren de bunun gibiler. halbuki bu adamlar boomer sayılmaz bile.
bu borç sisteminde adamlar "madem para hayal, madem borç yalan" diyip gidiyorlar 10 milyon kredi çekiyorlar, bunla yatırım yapıyorlar. seneye 11 milyon doları oluyor havadan çünkü üretim manyak gibi artıyor, yatırım yaptığı şirket durduğu yerde büyüyor adeta. bir de, bu adam borçlu olduğu için vergi ödemiyor desem? bankalara 10 milyon borcu olduğu için 0 vergi vereceği 1 milyon dolar kazancı var.
bu noktada amerikan halkının havuçla imtihanı sürüyor. takip eden jimmy carter ve ronald reagan tatlış insan hakları filan fıstık havalarındalar, esas olarak soğuk savaşı bitirmeye çalışıyorlar. çünkü aileler baktı orada milyarlık çin, milyonluk rusya öylece bekliyor sağılmak için.
ve en sonunda soğuk asvaşın bitişiyle, savaşçı amerikan prenses ay pardon presidentleri dönemi başlıyor. taa baba bush zamanından bahsediyoruz. savaş en karlı iş tüm dünyada, tarihin ilk başından beri. çünkü birine başka birini öldürtmen için çok para harcaman lazım. bu noktayı unutmayın, döneceğiz: çok para ile neler yapılır.
bu karlı sistemde aileler parayı kırıyor tabi ki gene. amerika füze üreticek parayı nereden bulacak yoksa?
en tehlikeli dönemler bu dönemler işte. ki siz bakmayın yakın zamanda çıkan bu sjw tayfasına, bunların tamamı amerikanın bekası için yapılan savaşlara alkış tutan tipler. çok sevilen obama bile binlerce çocuğun kanını elinde bulunduran bir şerefsiz.
internetin çıkışı ve yaygınlaşmasıyla, artık sanal para üretmek çok daha kolay hale geliyor. hayali ihracat fila gibi şeyler zaten, ama artık ben internet üzerinden emeğimi tüm dünyaya satabilir hale geliyorum. artık pazarım mizuri eyaletindeki şirin kasabam değil, tüm dünya.
2016'ya gelene kadar internetin gelişimi bir de "teknoloji devleri" oluşturdu. bunlar hem medya, hem de gerçek anlamıyla teknoloji alanındaki kişiler. bill gates, elon musk, jeff bezos gibiler. bunlar da baya baya zengin durumdalar, ama farkettiyseniz bunlar sadece sistemin içindeki parayı toplayan adamlar.
yani tepedeki aileler, bunlardan kat kat daha zengin. ama bu küçük balıkların çok önemli bir avantajı var, dünyayı yavaş yavaş ele geçiriyorlar. bu yüzden onlar da artık bu dünyayı yönetme pastasında söz sahibi. rotschild 50 milyon dolar öneriyorsa, bill de 50 önerebiliyor.
bu niye önemli: ne kadar para olursa olsun bir şeyi yapmayacak insanlar var. bu insanlar iyi insanlar. kalanlar için ise, o işi daha ucuza yapacak birini elbet bulabiliyorlar.
bu tepedeki aileler, küçükleri de öyle toplantılarına filan almaya başlıyorlar arada. onları kullanıyorlar, gaz veriyorlar ve istedikleri şeyleri yapmak için araç olarak kullanıyorlar.
ve geldik 2016 yılına. bu yılda trump bir şekilde seçiliyor. ve en azından seçim dönemindeyken, trump gerçekten troll bir aday. karşısında hillary gibi yıllarca ailelerin elinde büyümüş bir kişi varken kazanması imkansız. ama oluyor bir şekilde. ben kendi yarattıkları sistemin açığını rusların filan bulduğundan şüpheleniyorum. çok da önemli değil zaten.
seçildikten hemen sonra trump'ı da ele geçirdiler, ya da en azından kendisi de bir "küçük balık" sayılabileceği için bir miktar bağlantıları vardır belki. komik olan, bu adam tam bir andaval. yıllardır süren havuç yedirttikleri halk bir anda sağa sola sataşan, sürekli isyanlar çıkan saçma sapan bir yere dönüştü. bu cibiliyetsiz dışarda savaşlardan vazgeçmedi uzunca süre, başka ülkelere pirim verdi. çünkü kendisi bir vizyonsuz ve 3-5 milyonun ötesini göremiyor.
günümüze kadar geldik. yukarıda saydığım, trump hariç tüm başkanların mason loncasına üyelikleri ve/veya bir bağlantıları var. ya doğrudan üst kademedeler, ya da bilmemne kilisesi sekti gibi isimleri olan abuk subuk mini loncalarına gidiyorlar.
bu mason loncası ise tepedeki ailelerin loncaları. yani, uzun süredir para sayesinde dünyayı yönetenler, her şekilde her yeri kontrol ediyorlar. bağlantıları uzun uzun ve tek tek yazdım bu noktada, kanıtlarıyla.
şimdi din konusuna girmemiz gerekiyor. ama öncesinde; çok paranız olsaydı ne yapardınız? hayal gücünüz ne kadar geniş olursa olsun, bu adamların elindeki para miktarıyla ve dolayısıyla yaptıklarıyla ölçüşemezsiniz.
peki, herhangi bir para miktarı için ahlaki ya da insani değerlerinizden ödün verir misiniz?
bu adamlar o yolu çoktan geçmiş durumdalar. yaptıkları iğrençlikler insan kaçakçılığı, tecavüz, çocuk tacizi, insan öldürme, kan içme gibi şeyler. bunların hepsinin de kanıtları var, hangi tarikatta kim nasıl yakalanmış diye. "yok o loncadaki münferit bir olay" diyorsanız bilemem.
peki bu adamlar bunu neden yapıyor? bakın burada açıkçası benim iki tane cevabım var sadece. bir - açgözlülük, iki - saf kötülük. ve bu kadar çok acı çekilirken hala daha vazgeçmeyenler benim nezdimde kötüdür.
peki bu adamlar kötü, e o zaman bizi niye öldürmüyorlar? cevap: öldüremiyorlar. bizi yaratan gücün ne olduğunu düşünüyorsunuz ya da inanıyor musunuz bilemem, ama şu yukarıda saydığım asırlardır süren kötü niyetin hala daha insanlığı yokedemediği bana çok zor geliyor. soğuk savaşta bir adamın düğmeye basmasına bakardı halbuki, gerçekten kötü olsalardı.
ama bu adamlar sadece kötü değil, bu adamlar satanist. şeytana tapıyorlar ve amaçları şeytanın amaçları. kovulurken şeytan diyor ki "ben bütün bu insanları ayartacağım, sen de göreceksin". yaratıcımıza olan garezini, insanların tamamını ayarttığı gün çıkartacak.
ve o gün hiç gelmeyecek aslında, çünkü bu dünyaya biz hakim kılındık ve o ne kadar çok uğraşırsa uğraşsın beyhude. her şey yaratıcımızın istediği gibi istediği zaman bitecek.
haa ama bu kötülük, bu iğrenç varlıklar vazgeçmiyor görüyorsunuz. bu adamların kazanmasının yolunu açıklıyorum. eğer bu tuzaklara düşmezsek, hepimiz için umut var. bu adamlar
1) din tamamen unutulursa
2) insanlar tamamen, ayaklanamayacak şekilde köleleştirilirse
kazanacak. daha henüz 1'e ulaşmaları çok zor, ve onun yolu 2'den geçiyor. şu anda bir olay olduğunda, bu olayın kötüler tarafından mı yapıldığını anlamak istiyorsanız sadece bu soruyu sorun: sonunda biz birazcık daha mı köle olacağız?
kölelik aracı = para bu arada. bütün bu covid pandemisi aslında ekonominin sıçışı konusunda panik olmamızı engelliyor. pek çok insan, yıllar önce "2020'de bu ekonomik sistem patlayacak" diyordu, ve patladı. covid süreci bittikten sonra nasıl bir ekonomik sisteme uyanacağımız, tamamen meçhul. ve daha kötüsü, bu ekonomik sistem mümkün olduğunda insanları köleleştirmek üzerine olacak.
evrensel asgari ücret gibi
bitcoin ya da değil, kripto teknoloji gibi
vatandaş bilgilerini bulunduran çip gibi
her yerde seni takip eden kameralar için gerekli internet altyapısı (5g) gibi
facebook hesabı şart olan sanal gerçeklik gibi
cashless society - parasız toplum gibi
bu saydığım şeyler ve çok daha fazlası için gerektiğinde covid'i kullandılar, kullanıyorlar ve kullanacaklar. şu anda herkesin tek tip olması için maskeleri verdiler, insanları birbirinden uzakta ve kimseye güvenmeden, yalnız yaşamaya itiyorlar.
yeni ekonomik sistemi hazır ettikleri anda, bu covid süreci de bitecek. ve bu sistem, biden'ın seçilmesiyle ortaya çıkacak. eminim bu adam yemin törenini yaptıktan 1 hafta içinde aşı bulunacak.
bill gates'in aşı fetişi neden zannediyorsunuz?
ya da insana takılan ilk mikroçipi, paypal'ın kurucusunun kurması tesadüf mü?
tek istediğim sizden, covid adı altında hangi özgürlüklerinizden feragat ettiğimize dikkat edelim. bunun dışında buraya kadar okuduysanız çok teşekkürler, güvenli günler diliyorum. aman şeytana uymayın.
uyarı: bu yazı çok uzun olacak, tarihe alternatif bir bakış açısı sunacak ancak sindirmesi zor ya da bazı yerleri absürt gelebilir. yazının sonlarında din konusu da giriyor işin içine ve bence en önemli kısım orası, ama sizi din tutuyorsa haberiniz olsun. benim tavsiyem bu yazdıklarımı baştan sonra masal gibi okuyun, kasmayın kendinizi ve en sonda karar verin bu masalda gerçeklik payı olabilir mi diye.
daha başlarken, spoiler gibi bütün bu yazının özetini vereyim. abd başkanlık seçimlerinde biden seçildikten sonra covid bitecek.
her şey aslında paranın bulunuşuna kadar dayanıyor, ama bizim irdeleyeceğimiz bölüm, aşağı yukarı 2. dünya savaşından sonra bugüne kadar olan kısım.
hiroşima ve nagasaki'ye atılan atom bombaları ile savaş bitmiş, hitler kafasına sıkmış, rusya palazlanmış ve nispeten yeni kurulmuş amerika'nın uzun süre sonra ilk kez aktif bir savaşı kalmamış. ortada mahvolmuş ülkeler, bitmiş bir ekonomik sistem var dünya çapında. bunlar tabi biz sıradan halk için, yoksa kastettiğim dünyadaki bütün zenginlik, bir kaç yerde toplanmış durumda. isviçre, vatikan, kayıp nazi altınları filan bunlar hep bir kaç kişinin tekelinde. bu durumun yarattığı sıkıntılar, aslında bugüne kadar çektiğimiz çoğu felaket ve ölümün sebebi. konumuz başkanlık seçimleri, o yüzden uzatmadan bir "para nedir nasıl çalışır"ı açıklıyorum.
para, takas kavramını herkesin üzerinde anlaştığı bir standarda oturtan icat. artık fasülye karşılığı oküz almak zorunda değilsin, direk altın sikke veriyorsun. başkasına da fasülyeni satıyorsun altın alıyorsun. insanlık ya parayı bulacaktı, ya da 100 kişilik köylerde "herkes bir işin ucundan tutarak" yaşayacaklardı.
insanlık parayı seçti. çünkü çok büyük kolaylık. fakat tabi herkes sürekli cebinde altın taşıyor, bunlar kayboluyor-çalınıyor-insanlar birbirini öldürüyor. biri çıkıyor diyor ki "hacılar siz altınlarınızı bana verin, ben saklıyım bunları, size de senet vereyim."
halk diyor "vat dı fak is senet?"
cevap veriyor bana o kağıdı getirince, size orada yazan kadar altınınızı vereceğim. böylece hiç cebinizde taşımanıza gerek olmayacak, ya da yarım altına bir şey alabileceksiniz. ve başlıyor ilk banka olarak himet vermeye.
bankalar kadar insanlığa zararlı bir başka oluşum var mı bilmiyorum, ama özünde çok gerekli bir sistem ne yazık ki. çünkü insanların bazıları kötü. ve fakat, bu kötü insanlar bankaların başına gelince ne oluyor?
bankalar, elinde olandan daha fazla altın kağıdı basmaya başlıyor. 100 tane altın varken kasabada, 1000 altınlık kağıt dolaşıyor yani. sonra bir gün tabi ki yakalanıyorlar, ve tahminim linç ediliyorlar. yüzyıllar içinde nasıl değiştiğine değinmeyeceğim, tarih kısmı bu kadar.
paranın şu anda çalışma şekli de şu. (çoğu) devlet, ülkesindeki piyasaya bakıyor. bu ülkenin çalışmaya düzgün devam edebilmesi için, 0'dan büyük bir enflasyon olması gerekiyor. yani eksi enflasyona dünya çapında geçildiği zaman, çok büyük sıkıntılar doğabilir. ki şu anda çoğu avrupada bir çok ülke negatif faiz ve enflasyonda.
bir de bilmeniz gerekeni insan sayısı arttıkça enflasyon düşüyor. yukarıdaki gibi bir örnek vermek gerekirse; ortada 100 altın var ve 100 kişi var. bu kişiler evlendi çocukları oldu, artık 100 altın ve 150 kişi var. artık bir tas yemek 1 altın olamaz, çünkü o zaman çocuk aç kalıyor ve bir yemek 0.66 altın oluyor. bunun sonucu olarak eğer piyasadaki üretim artışı, insan artışına denk düşmezse, para değer kaybediyor, deflasyon oluyor.
umarım güzelce anlatabilmişimdir. e devletler bakıyor durdukları yerde zarara giriyorlar, üretimi teşvik etmeye başlıyorlar. daha çok fabrika, daha çok çocuk işçi, daha çok vergi (ya da devletin geliri). buraya kadar da hadi dayandık ama buradan sonra dananın kuyruğu kopuyor arkadaşlar. mantık ceketinizi asın gelin.
teknoloji ilerledikçe, ford gibi puştlar, kanban gibi tipler çıkıyor. bu insanlar fabirakalar kuruyor, ve 2 milyon kişilik tatlış bir ülke, atıyorum dünyanın tişört üretme merkezi oluyor. ayda 500 bin tişört üretebiliyorlar. eh, 1 yıl gibi kısa bi sürede tüm dünya'ya yetecek kadarını ürettik. devam mı?
tabi ki devam, çünkü para çok tatlı. ürettikçe üretiyor, sattıkça satıyor, o sattıkları atık mı olmuş, satılmayanlar yanmış mı bitmiş mi umrunda değil. dediğim gibi, bazı insanlar kötü.
evvettt para hakkında bu kadar yeter, tekrar sahnemize dönelim: ikinci dünya savaşı sonrası, ekonomi bitmiş, bütün para birkaç yerde toplanmış. bu çok zenginler bakıyor ki, "zenginlikleri 5 para etmez dünyada herkes fakir olunca". adam gidip altın verip araba alamıyor artık, çünkü karşısındaki ekmek istiyor. fırıncı desen o da aynı. napsak napsak diyorlar ve tüm dünyayı kalkındırmaya karar veriyorlar. kalkmak derken, ass up tits down pozisyonu diyorum.
1945'te seçilen truman, avrupa'nın ekonomisinin şahlanması için truman yardımlarını yapıyor. bu yardımlar "dünya üzerindeki tüm demokratik ülkelere" veriliyor ve "dışarıdan gelen tehditlere karşı korunması" için kullanılıyor. ahahhs kılıfı beğendim, özetle para saçıyorlar.
parayı saçanlar kimler mi? rotschildler filan. eski, ingiltere ve anakara avrupasında kurulmuş bu gruplar, bütün devletleri kıskıvrak yakalamış durumda. sert bir giriş oldu, hemen açıklayayım.
yukarıda devletlerin enflasyonu kontrol etmek zorunda olduğunu söylemiştim. bunun için en kolay yöntem devletin para basması. ve fakat, devletlerin para basma yetkisi yok, bunlar merkez bankalarına ait ve merkez bankaları da özel. sahipleri de yukarıdaki aileler. devlet gidiyor "bana 1 trilyon ver", ve bu adamlar parayı basıp develete borç olarak veriyor.
devlet alıyor bunu bankalara dağıtıyor, sisteme öyle sokmuş oluyor. yoksa gidip küçük esnafa sana bana 1000 lira vermiyor yani. e tabi bankaları yukarıda konuştuk, ne yapıyorlardı? olmayan parayı veriyorlar insanlara. bunu günümüzde de yapıyorlar; ve her 1 tl için tam 7 tl borç verme hakları var.
ha bir de, bu bankaların sahipleri de yukarıdaki aileler. yani devletleri taşaklarından yakalayan bu pislikler, hem dünyaya para veriyor hem de bu paradan 8-10 kat daha da para kazanıyor.
"bu kadar boktan bir şey nasıl olmuş insanlar nasıl izin vermiş" diyebilirsiniz; haklısınız. amerikan iç savaşı da tam olarak bu yüzden yapılmış bir savaştır. kölelik filan onlar hollywood uydurması yani. savaşı çıkartıyorlar, ve sonra da savaşı finanse etmek için bir "bankalar birliği" kuruyorlar. bu birlik sonra federal reserve yani onların merkez bankası oluyor. bu bankalar birliğindeki bankalar kimin mi? bazı ailelerin.
truman, demokratik ülkelere para saçarken, bu paralar da bu ailelerden geliyor, onlar çoook çok zenginleşiyor.
daha sonra eisenhower geliyor, komunizmin yayılmasını engellemek amacıyla çalışıyor. kömünüst ajanda dediğimiz de, bu zengin ailelerin sözünün geçmediği yerler farkındaysanız: çin, rusya filan. daha önemlisi, bu "ürettikçe daha çok üretelim, onlar sattıkça daha çok kazanalım" gibi kapitalist olmayan ülkeler. hani komünisty değil de, anladınız.
ondan sonra ise kennedy geliyor, jfk reis. bu kennedyler aslında yüzyıllardır amerikan siyasetinin içindeler ve aileleri biliyorlar. jfk denen babayiğit ise çıkıyor isim vermeden diyor ki "bu ülkede gizli kapaklı işler dönüyor, ben bunlara izin vermeyeceğim". suikaste kurban gidiyor.
yerine lindson johnson geliyor. bu adam vietnam savaşına giriyor. bir de "büyük toplum" diye bir idealden bahsediyor ve yoksulluğa savaş açıyor. evet, yoksulluk; halbuki tüm dünyaya para saçıyorlardı? işte, kendilerine borç aldırttırarak saçıyorlardı onu ve insanlar fakirleşti.
yerine gelen nixon, tam bir "haydi insanlara havucu gösterelim" dönemi yaşatıyor amerikan halkına. vietnam savaşı bitiyor, kansere karşı savaş açıyor, çevreyi koruma kanununu çıkartıyor, ay'a gittiğinin videoları basına sızıyor.
bu arada halk tarafında ne oluyor? işte hippiler, woodstock, boomer jenerasyonu filan. bize hep geyik olarak "boomerlar çok zengin yha" ya da "onların zamanında çok ucuzmuş her şey" diyorlar. ama ben açıkçası çok zengin bir boomer hiç görmedim. o dönemde her şey ucuz evet, ama çok bir şey de yok aslında. teknoloji filan zaten de, hani çok insan da yok, kasabalarda bir araba bir ev hayat geçiyor, çeşitlilik sıfıra yakın.
çünkü en büyük sıkıntı ne biliyor musunuz? bütün bu tepedeki ailelerin ellerindeki para, dünyadaki altınla sınırlı. tamam, 8'e 10'a katlıyor, ama en azından bir sınırı var. bu nixon denen kukla, 1973 yılında paranın altın eşdeğerliğini kaldırıyor.
bu da, abd parasının aslında bir kağıt parçasına dönüşmesi demek oluyor. işte bu noktada, artık tamamen hayali borçlar, uydurma miktarlar, gerçek dünyada hiç bir değeri olmayan şeyler ortada dolanıyor.
ve insanlık borçlanıyor. her yeni doğan bebek hayata 39 bin dolar borçlu başlıyor hatta. artık insanların bir sürü şeyi var, ama değerli hiç bir şeyi yok. on bin kağıt parçasına araba alıyor, onu sekiz bine satıyor ve hop daha da borçlanıyor.
kime borçlandıklarını biliyorsunuz.
nixon'dan sonra gelen gerald ford, ekonomik krizle ve yüksek enflasyonla boğuşuyor. e ama ekonomik kriz neden? çünkü bu noktada artık insanların çoğalma hızı, üretimin artış hızına yetişemiyor. yani bugün 100 gömlek ve 10 insan varsa, yarın 1000 gömlek ve 11 insan oluyor. sayılar da bu kadar abartı bu arada, çünkü para artık tamamen hayali bir şey olduğu için, bunu kullanmayı bilenler zengin oluyor. warren buffet'lar boklar püsürler bunlar işte. bence aynı zamanda boomerlar zengin algısının oluşmasına sebep veren de bunun gibiler. halbuki bu adamlar boomer sayılmaz bile.
bu borç sisteminde adamlar "madem para hayal, madem borç yalan" diyip gidiyorlar 10 milyon kredi çekiyorlar, bunla yatırım yapıyorlar. seneye 11 milyon doları oluyor havadan çünkü üretim manyak gibi artıyor, yatırım yaptığı şirket durduğu yerde büyüyor adeta. bir de, bu adam borçlu olduğu için vergi ödemiyor desem? bankalara 10 milyon borcu olduğu için 0 vergi vereceği 1 milyon dolar kazancı var.
bu noktada amerikan halkının havuçla imtihanı sürüyor. takip eden jimmy carter ve ronald reagan tatlış insan hakları filan fıstık havalarındalar, esas olarak soğuk savaşı bitirmeye çalışıyorlar. çünkü aileler baktı orada milyarlık çin, milyonluk rusya öylece bekliyor sağılmak için.
ve en sonunda soğuk asvaşın bitişiyle, savaşçı amerikan prenses ay pardon presidentleri dönemi başlıyor. taa baba bush zamanından bahsediyoruz. savaş en karlı iş tüm dünyada, tarihin ilk başından beri. çünkü birine başka birini öldürtmen için çok para harcaman lazım. bu noktayı unutmayın, döneceğiz: çok para ile neler yapılır.
bu karlı sistemde aileler parayı kırıyor tabi ki gene. amerika füze üreticek parayı nereden bulacak yoksa?
en tehlikeli dönemler bu dönemler işte. ki siz bakmayın yakın zamanda çıkan bu sjw tayfasına, bunların tamamı amerikanın bekası için yapılan savaşlara alkış tutan tipler. çok sevilen obama bile binlerce çocuğun kanını elinde bulunduran bir şerefsiz.
internetin çıkışı ve yaygınlaşmasıyla, artık sanal para üretmek çok daha kolay hale geliyor. hayali ihracat fila gibi şeyler zaten, ama artık ben internet üzerinden emeğimi tüm dünyaya satabilir hale geliyorum. artık pazarım mizuri eyaletindeki şirin kasabam değil, tüm dünya.
2016'ya gelene kadar internetin gelişimi bir de "teknoloji devleri" oluşturdu. bunlar hem medya, hem de gerçek anlamıyla teknoloji alanındaki kişiler. bill gates, elon musk, jeff bezos gibiler. bunlar da baya baya zengin durumdalar, ama farkettiyseniz bunlar sadece sistemin içindeki parayı toplayan adamlar.
yani tepedeki aileler, bunlardan kat kat daha zengin. ama bu küçük balıkların çok önemli bir avantajı var, dünyayı yavaş yavaş ele geçiriyorlar. bu yüzden onlar da artık bu dünyayı yönetme pastasında söz sahibi. rotschild 50 milyon dolar öneriyorsa, bill de 50 önerebiliyor.
bu niye önemli: ne kadar para olursa olsun bir şeyi yapmayacak insanlar var. bu insanlar iyi insanlar. kalanlar için ise, o işi daha ucuza yapacak birini elbet bulabiliyorlar.
bu tepedeki aileler, küçükleri de öyle toplantılarına filan almaya başlıyorlar arada. onları kullanıyorlar, gaz veriyorlar ve istedikleri şeyleri yapmak için araç olarak kullanıyorlar.
ve geldik 2016 yılına. bu yılda trump bir şekilde seçiliyor. ve en azından seçim dönemindeyken, trump gerçekten troll bir aday. karşısında hillary gibi yıllarca ailelerin elinde büyümüş bir kişi varken kazanması imkansız. ama oluyor bir şekilde. ben kendi yarattıkları sistemin açığını rusların filan bulduğundan şüpheleniyorum. çok da önemli değil zaten.
seçildikten hemen sonra trump'ı da ele geçirdiler, ya da en azından kendisi de bir "küçük balık" sayılabileceği için bir miktar bağlantıları vardır belki. komik olan, bu adam tam bir andaval. yıllardır süren havuç yedirttikleri halk bir anda sağa sola sataşan, sürekli isyanlar çıkan saçma sapan bir yere dönüştü. bu cibiliyetsiz dışarda savaşlardan vazgeçmedi uzunca süre, başka ülkelere pirim verdi. çünkü kendisi bir vizyonsuz ve 3-5 milyonun ötesini göremiyor.
günümüze kadar geldik. yukarıda saydığım, trump hariç tüm başkanların mason loncasına üyelikleri ve/veya bir bağlantıları var. ya doğrudan üst kademedeler, ya da bilmemne kilisesi sekti gibi isimleri olan abuk subuk mini loncalarına gidiyorlar.
bu mason loncası ise tepedeki ailelerin loncaları. yani, uzun süredir para sayesinde dünyayı yönetenler, her şekilde her yeri kontrol ediyorlar. bağlantıları uzun uzun ve tek tek yazdım bu noktada, kanıtlarıyla.
şimdi din konusuna girmemiz gerekiyor. ama öncesinde; çok paranız olsaydı ne yapardınız? hayal gücünüz ne kadar geniş olursa olsun, bu adamların elindeki para miktarıyla ve dolayısıyla yaptıklarıyla ölçüşemezsiniz.
peki, herhangi bir para miktarı için ahlaki ya da insani değerlerinizden ödün verir misiniz?
bu adamlar o yolu çoktan geçmiş durumdalar. yaptıkları iğrençlikler insan kaçakçılığı, tecavüz, çocuk tacizi, insan öldürme, kan içme gibi şeyler. bunların hepsinin de kanıtları var, hangi tarikatta kim nasıl yakalanmış diye. "yok o loncadaki münferit bir olay" diyorsanız bilemem.
peki bu adamlar bunu neden yapıyor? bakın burada açıkçası benim iki tane cevabım var sadece. bir - açgözlülük, iki - saf kötülük. ve bu kadar çok acı çekilirken hala daha vazgeçmeyenler benim nezdimde kötüdür.
peki bu adamlar kötü, e o zaman bizi niye öldürmüyorlar? cevap: öldüremiyorlar. bizi yaratan gücün ne olduğunu düşünüyorsunuz ya da inanıyor musunuz bilemem, ama şu yukarıda saydığım asırlardır süren kötü niyetin hala daha insanlığı yokedemediği bana çok zor geliyor. soğuk savaşta bir adamın düğmeye basmasına bakardı halbuki, gerçekten kötü olsalardı.
ama bu adamlar sadece kötü değil, bu adamlar satanist. şeytana tapıyorlar ve amaçları şeytanın amaçları. kovulurken şeytan diyor ki "ben bütün bu insanları ayartacağım, sen de göreceksin". yaratıcımıza olan garezini, insanların tamamını ayarttığı gün çıkartacak.
ve o gün hiç gelmeyecek aslında, çünkü bu dünyaya biz hakim kılındık ve o ne kadar çok uğraşırsa uğraşsın beyhude. her şey yaratıcımızın istediği gibi istediği zaman bitecek.
haa ama bu kötülük, bu iğrenç varlıklar vazgeçmiyor görüyorsunuz. bu adamların kazanmasının yolunu açıklıyorum. eğer bu tuzaklara düşmezsek, hepimiz için umut var. bu adamlar
1) din tamamen unutulursa
2) insanlar tamamen, ayaklanamayacak şekilde köleleştirilirse
kazanacak. daha henüz 1'e ulaşmaları çok zor, ve onun yolu 2'den geçiyor. şu anda bir olay olduğunda, bu olayın kötüler tarafından mı yapıldığını anlamak istiyorsanız sadece bu soruyu sorun: sonunda biz birazcık daha mı köle olacağız?
kölelik aracı = para bu arada. bütün bu covid pandemisi aslında ekonominin sıçışı konusunda panik olmamızı engelliyor. pek çok insan, yıllar önce "2020'de bu ekonomik sistem patlayacak" diyordu, ve patladı. covid süreci bittikten sonra nasıl bir ekonomik sisteme uyanacağımız, tamamen meçhul. ve daha kötüsü, bu ekonomik sistem mümkün olduğunda insanları köleleştirmek üzerine olacak.
evrensel asgari ücret gibi
bitcoin ya da değil, kripto teknoloji gibi
vatandaş bilgilerini bulunduran çip gibi
her yerde seni takip eden kameralar için gerekli internet altyapısı (5g) gibi
facebook hesabı şart olan sanal gerçeklik gibi
cashless society - parasız toplum gibi
bu saydığım şeyler ve çok daha fazlası için gerektiğinde covid'i kullandılar, kullanıyorlar ve kullanacaklar. şu anda herkesin tek tip olması için maskeleri verdiler, insanları birbirinden uzakta ve kimseye güvenmeden, yalnız yaşamaya itiyorlar.
yeni ekonomik sistemi hazır ettikleri anda, bu covid süreci de bitecek. ve bu sistem, biden'ın seçilmesiyle ortaya çıkacak. eminim bu adam yemin törenini yaptıktan 1 hafta içinde aşı bulunacak.
bill gates'in aşı fetişi neden zannediyorsunuz?
ya da insana takılan ilk mikroçipi, paypal'ın kurucusunun kurması tesadüf mü?
tek istediğim sizden, covid adı altında hangi özgürlüklerinizden feragat ettiğimize dikkat edelim. bunun dışında buraya kadar okuduysanız çok teşekkürler, güvenli günler diliyorum. aman şeytana uymayın.
dün çıkan bir habere göre, maske takmanın oksijen seviyesini düşürdüğüne dair bir bulguya rastlanmamış.
cümleyi böyle kurmalarının sebebi, bilimsel yöntem ve istatistik analizinin çalışma yapısından kaynaklanıyor. az ama öz bir şekilde, deney ölçümleri şu şekilde yapılıyor.
ben bir hipotez atıyorum ortaya; maske takmak oksijen seviyesini düşürüyor. mantık kurallarına baktığımızda bunun karşı tezi, "maske oksijen seviyesini arttırır" - ama bilimsel yöntemde biz buna bakmıyoruz.
hipotezimizi alıyoruz, deneyimizi yapıyoruz, eğer sonuçlar hipotezimiz ile örtüşürse onu kabul ediyoruz. eğer veriler örtüşmesse, onu kabul edemiyoruz. "yanlıştır" da diyemiyoruz. sadece bu yaptığımız ölçüm bize bunu göstermiyor diyebiliyoruz.
hah şimdi, yukarıda sonucunu verdiğim deneyde ne yapmışlar. "maske oksijeni düşürür" tezini sunmuşlar. deneylerini yapmışlar. ve çıkan sonuç: aralarında bir bağlantı bulunamadı (kanıtlayamadık).
işte şimdi zurna deliğine hallendikleri kısım geldi. bu deneyleri kaç kişiye yaptıkları çok önemli. detaya girmeden; karşılaştırdığınız her gubun yaklaşık 150 kişi filan olması gerekiyor. bilim insanlarımız bu deneyi kaç kişiye yapmış?
28. 3'ü de reddetmiş, yani 25.
hadi öğrencidir, maske takmaya gönüllü insan bulamamıştır (2020 yılında), vs. vs. daha da komik kısmını söylüyorum, kandaki oksijen seviyesi ortalamaları maske takmadan önce %96.1, takarken %96.5, sonrasında da %96.3'müş.
bakın burası çokomelli, maske takarken kandaki oksijen yükselmiş. bu konuda buralarda bir entry vardı, hemşirenin biri vardı, o da maske taktıkça kandaki oksijen miktarı yükselmişti. maskeler fotosentez bile yapıyor len mq.
arkadaşlar bu bilimsel yöntem değildir, bu bir ucubedir. ama bu ucube, reddit'te 50 bin oy alıyor. ya da size şöyle söyleyeyim: buna oy verenlerın sayısı, deneye katılanlardan 20 bin kat daha fazla. nasa gibi sayı verdim size.
bitimeden önce, bu deney özelinde neyi yanlış yaptıklarını bir düşünelim. çünkü ben işimde böyle bir sonuç sunsam beni kovarlar; bu da beni sinir ediyor.
- maske öncesi, sırası ve sonrası ölçümleri 1'er saat ertelenerek yapılmalı. vücudumuz maske taktın, ölçtün 5 çıktı kadar hızlı bir şey değil.
- bu insanlar tüm deney boyunca aynı şeyi yapıyor olmalı. maskeden önce spor yaptırıp, maskeyle dinlenmesine izin vermek olmaz misal.
- 25 kişi değil, en az 150 kişi olmalı. fuck it, 1000 kişi yapın lan siz ortadoğudan adam kaçırıp üstünde deney yapan insanlarsınız.
- kandaki oksijen miktarı dışında başka ölçümler de yapılması, ki maskenin etkisi daha net anlaşılsın. misal nabzı ölçtüğünde kandaki oksijen miktarı daha yüksek ama nabız daha yavaş çıkıyorsa belki de vücuda gerekli oksijen gitmiyordur?
en son nokta olarak: dünya sağlık örgütünün başındaki adam'ın covid testi pozitif çıkmış.
cümleyi böyle kurmalarının sebebi, bilimsel yöntem ve istatistik analizinin çalışma yapısından kaynaklanıyor. az ama öz bir şekilde, deney ölçümleri şu şekilde yapılıyor.
ben bir hipotez atıyorum ortaya; maske takmak oksijen seviyesini düşürüyor. mantık kurallarına baktığımızda bunun karşı tezi, "maske oksijen seviyesini arttırır" - ama bilimsel yöntemde biz buna bakmıyoruz.
hipotezimizi alıyoruz, deneyimizi yapıyoruz, eğer sonuçlar hipotezimiz ile örtüşürse onu kabul ediyoruz. eğer veriler örtüşmesse, onu kabul edemiyoruz. "yanlıştır" da diyemiyoruz. sadece bu yaptığımız ölçüm bize bunu göstermiyor diyebiliyoruz.
hah şimdi, yukarıda sonucunu verdiğim deneyde ne yapmışlar. "maske oksijeni düşürür" tezini sunmuşlar. deneylerini yapmışlar. ve çıkan sonuç: aralarında bir bağlantı bulunamadı (kanıtlayamadık).
işte şimdi zurna deliğine hallendikleri kısım geldi. bu deneyleri kaç kişiye yaptıkları çok önemli. detaya girmeden; karşılaştırdığınız her gubun yaklaşık 150 kişi filan olması gerekiyor. bilim insanlarımız bu deneyi kaç kişiye yapmış?
28. 3'ü de reddetmiş, yani 25.
hadi öğrencidir, maske takmaya gönüllü insan bulamamıştır (2020 yılında), vs. vs. daha da komik kısmını söylüyorum, kandaki oksijen seviyesi ortalamaları maske takmadan önce %96.1, takarken %96.5, sonrasında da %96.3'müş.
bakın burası çokomelli, maske takarken kandaki oksijen yükselmiş. bu konuda buralarda bir entry vardı, hemşirenin biri vardı, o da maske taktıkça kandaki oksijen miktarı yükselmişti. maskeler fotosentez bile yapıyor len mq.
arkadaşlar bu bilimsel yöntem değildir, bu bir ucubedir. ama bu ucube, reddit'te 50 bin oy alıyor. ya da size şöyle söyleyeyim: buna oy verenlerın sayısı, deneye katılanlardan 20 bin kat daha fazla. nasa gibi sayı verdim size.
bitimeden önce, bu deney özelinde neyi yanlış yaptıklarını bir düşünelim. çünkü ben işimde böyle bir sonuç sunsam beni kovarlar; bu da beni sinir ediyor.
- maske öncesi, sırası ve sonrası ölçümleri 1'er saat ertelenerek yapılmalı. vücudumuz maske taktın, ölçtün 5 çıktı kadar hızlı bir şey değil.
- bu insanlar tüm deney boyunca aynı şeyi yapıyor olmalı. maskeden önce spor yaptırıp, maskeyle dinlenmesine izin vermek olmaz misal.
- 25 kişi değil, en az 150 kişi olmalı. fuck it, 1000 kişi yapın lan siz ortadoğudan adam kaçırıp üstünde deney yapan insanlarsınız.
- kandaki oksijen miktarı dışında başka ölçümler de yapılması, ki maskenin etkisi daha net anlaşılsın. misal nabzı ölçtüğünde kandaki oksijen miktarı daha yüksek ama nabız daha yavaş çıkıyorsa belki de vücuda gerekli oksijen gitmiyordur?
en son nokta olarak: dünya sağlık örgütünün başındaki adam'ın covid testi pozitif çıkmış.
seçime bir gün kala önümüze düşen iki haber var.
trump seçim akşamı için kendisine tırmanılamaz bir barikat kurmayı planlıyor beyaz sarayda. öte yandan oregon ve sanırım masaşutest'de olağanüstü hal ilan edilmiş ve National Guard'ı göreve çağırmışlar. böyle anlatınca korktuk ama aslında eyaletin tamamı öyle değil bazı yerleri sadece diyorlar.
edit: unutmuşum yazmayı. bu national guard polis üstü polis gibi bir şey. kimden emir aldıkları belli değil, ne zaman çalıştıkları belli değil. en son bunları george floyd protestolarını bastırırken görmüştük dersem daha net olur sanırım.
trump seçim akşamı için kendisine tırmanılamaz bir barikat kurmayı planlıyor beyaz sarayda. öte yandan oregon ve sanırım masaşutest'de olağanüstü hal ilan edilmiş ve National Guard'ı göreve çağırmışlar. böyle anlatınca korktuk ama aslında eyaletin tamamı öyle değil bazı yerleri sadece diyorlar.
edit: unutmuşum yazmayı. bu national guard polis üstü polis gibi bir şey. kimden emir aldıkları belli değil, ne zaman çalıştıkları belli değil. en son bunları george floyd protestolarını bastırırken görmüştük dersem daha net olur sanırım.
tüm dünya'nın geleceğini etkileyecek, amerika birleşik devletlerinin 46. başkanının belli olacağı seçim. gelin birazcık adaylara, sürecin kendisine ve o akşam neler olabileceğine bakalım. bu sefer iyice uzun, çay kahve tavsiye ederim.
başlarken müziğimiz bu sefer:
amerika'da bildiğiniz üzere iki tane parti var, cumhuriyetçiler ve demokratlar. bu iki kelime birbirine ne kadar yakınsa, bu partiler de o kadar yakın: yani aynı bokun laciverti. zamanında bağımsız adaylar, diğer partiler vs. var tabi ki, ama oyların sayılma ve mecliste temsilindeki saçmalıklar yüzünden yıllar içerisinde bu iki parti kalıyor. bu saçmalıklara, seçimin nasıl yapıldığından bahsederken detaylı değineceğiz. aşağı yukarı 1950'lerden beridir, abd'de iki partili seçimler oluyor.
adaylarımızdan birincisi donald trump, cumhuriyetçi aday. şu anki mevcut başkan, sarı kafa, portakal reis.
başkan olmadan önce hobi olarak şirket kurup batıran ve bu sayede zengin olan biri. evet, batırdıkça zengin olan; çünkü amerika. şu anda evli, çocukları var. çocukları hükümette önemli kademelerde hem de; ortadoğu'da barış anlaşmaları imzalıyorlar filan. eskiden hayat kadınlarıyla birlikte olmuş, otobüste "öf şu hatunu nası ayıklarım" gibi muhabbetler yapmış, egosu ile gerçeklik arasında kocaman bir fark olan birisi.
adaylarımızdan bir diğeri ise joe biden, demokrat aday. obama'nın yardımcısı, slenderman, kömürü bitirecek ve zengini vergilendirecek olan, "will you shut up, man" reis.
1973'ten beridir senato'da görevliymiş, tam 47 yıl! ohannesburger. obama'nın başkan yardımcılığını yapmış, çocuklarını doğrudan devlet kademelerine sokmamış ama başka yollardan kullanıp çıkar sağlamış birisi. başkalarının çocukları kendisinden son derece rahatsız oluyor bir de. kucağa oturtmaktan filan bahsediyor.
adaylarımızın her ikisinin de bok olduğunu gördük tekrar. şimdi bütün bu parti sisteminin bir cümlelik özetini veriyorum. cumhuriyetçiler diyor ki "yönetimi halk seçsin ama halkın kim olduğuna ben karar veririm", demokratlar diyor ki "yönetimi halk seçsin ama yönetimin süresi/detayları gibi şeylere ben karar veririm".
böylece trump sadece zenginlikle cumhuriyetçi bir abd başkanı olabilirken, biden 1973'ten beri demokrat olarak o binada takılabiliyor.
konumuza dönelim. adaylarımız kötü evet, ama en azından ikisi de politik olarak ciddi sorumluluklar üstlenmiş. trump 4 yıl başkanlık, biden 8 yıl başkan yardımcılığı yapmış. onların dönemlerinde olan, hatırlayabildiğim önemli olayları bir yazıyorum. unuttuklarım olursa affola.
trump: ortadoğu'nun aşağı yukarı yarısına bomba, yarısına barış getirmiş bir değişik tip. damadı jared kushner ticaret anlaşmalarından barış görüşmelerine her şeyi yapıyor. suriye'den çıktı(ğını söyledi diyelim), ama yemen'e en çok bomba atan başkan olabilirmiş. barış getirdiği ülkeler ise çıkar ilişkisi olan ülkeler, saudiler filan. bu adam önceki seçimlerde hillary karşısında daha az oy aldı ama başkan oldu. sonra seçimlerde hile yapıldı diye peşine düştüler, geçtiğimiz sene de yargıladılar filan hatta. rus bağlantılarını da araştırdılar, dediler ki "bu adam'ı rusya seçtirdi ve trump bunu biliyordu" ama hiç akıllarına putin'in bunu trump'tan habersiz yapmış olabileceği gelmedi. ben de abd başkanını trump yapabilsem sırf trollüğüne yapardım yani. ki, yeterince zenginseniz, istediğiniz kişiyi amerikan başkanı yapabilirsiniz. çok ciddiyim. turmp bir de duvar inşaatına başladı, daha parasını kim ödüyor bilmiyoruz ama başladı yani.
biden: obama gibi pr nasıl yapılır şovu yapan bir başknaın yardımcılığını yaptı. başkan yardımcılığı orada nispeten ciddi bir olay, ama görebildiğim kadarıyla biden'ın özellikle üzerinde uğraştığı bir şey yok. engellediği bir şey de yok. yani adam "öyle gelmiş gitmiş ofise 8 yıl" demek istemiyorum ama obama ne derse o olmuş. bir tek, bu başkan yardımcılarının bir görevi var: yeni atanan beyaz saray mensuplarını kabul ediyor. burada elinin ulaşabildiği tüm çocuklara dokunup onları rahatsız eden biri. videolarını başka bir giride paylaşmıştım.
yani adaylarımız bakınca trump'ın en azından bir şeyler yapmış olduğunu görüyoruz, ama onlar da kimseye hayrı olmayan saçma işler. daha doğrusu, eğer trump retoriğine inanıyorsanız baya mutlu edecek işler aslında.
şimdi başardıklarına baktıktan sonra, gelin bir de dedikoduları kirli çamaşırları görelim. burası eğer survivor yarışması izliyor olsaydık çok eğlenceli, ama başkanlık seçimi izlediğimizden çok korkunç aslında.
trump taaa ilk zamanlarında aday olurken hillary'yi tutuklatacağını söylüyordu. orada neler döndü bilmiyoruz, ama bu işten sessiz sedasız vazgeçti. daha sonra bir otobüste söylediği, kadın bir muhabir hakkında uygunsuz sözleri basına sızdı. başka bir porno yıldızı, zamanında para karşılığı bu adamla beraber olduğunu söyledi. vergilerini vermediğine dair 4 yıldır süregelen iddialar var, ama kanıtlanamadı. rusya ile çıkar ilişkisi olduğuna dair iddialar var, ama kanıtlanamadı. çok golf oynuyor, işe güce bakmıyor diye iddialar var, onlar kanıtlı. kızına yürüdüğü, "öf kızım olmasa var yaaa" dediği videolar var. kızı ve damadı beyaz saray'da ve siyasette aktif rol alıyor, "danışman" sıfatında.
biden tarafında adam sinsi gibi hiç bir şey yapmamış diyorduk ki, geçen hafta oğlu hunter biden'ın her şeyi yaptığı ortaya çıktı. yok ukrayna'nın iç işlerine karışıp rusya'dan para alıyormuş, yok bilmemne şirketinden para aklamış, kokain çekmeler, seks videoları filan. kokosu filan bizi ilgilendirmez de, bir kokainmana ülke çıkarları ile ilgili bir görev verirsen sıkıntı olur. bu bilgiler de nasıl bulunmuş bu arada? adam kafası güzelken laptopu 2 eyalet ötedeki bir tamir dükkanına bırakıyor ve geri dönüyor. sonra laptopunu orada unutuyor. yersek. bunun dışında biden'ın çocuklarla ilgili sıkıntısını konuştuk.
farkındayım konu sürekli "bakın bu kötü ya, bu daha da kötü" diye gidiyor, ama söz buradan sonra kişilerden bahsetmiyorum sistemden bahsediyorum. yarısında filanız sanırım, bir mola vermek isterseniz sağda soldaki reklamlara tıklayın ^^
devam edelim, seçim sistemi. 2020 yılı pandemi denen illet yüzünden, en tartışmalı konu "mektupla oy kullanmak". bu meseleden daha önce
(bkz: amerikan seçimleri ile covid vaka sayısı ilişkisi)
şurada bahsetmiştik. aslında ortada ne yasadışı olan bir şey var, ne de daha önce görülmemiş bir şey. misal tekerlekli sandalyedeyseniz mektupla oy verebiliyordunuz. ya da misal sizin kasabada oy sandığı yok, o zaman. pandemi dolayısıyla, bazı eyaletler bu şekilde oy kullanmaya geçtiler, hatta haftalardır oylar postalanıyor ve oy kullanıyorlar. trump burada hile olacağına emin ve sürekli olarak bunu gündeme getirip "seçimlere güvenmiyorum" algısı yaratıyor. ama aynı götelek gidip posta ofislerini özellikle yavaşlatıyor ki oy kullanılmış olsa bile 3 kasım'a yetişmesin.
çakallık burada da bitmiyor tabi ki; ve yeni gündemini çıkarttı trump. şu anda diyor ki "seçim günü gelen oyları sayalım, daha fazlasını saymayalım." aslında çok mantıklı diyeceğim, ama zaten öyle yapılıyor. sıkıntı, kendisi de biliyor 3 kasım'a kadar bir çok eyaletten oyların gelemeyeceğini. çünkü neden?
eğer corona dediyseniz haklısınız. kendi seçmeni sandığa gidip oy kullanıyor. karşı seçmen maskeli ve lockdown'lu, ve oylarını postayla gönderiyor.
oyları aldık ok. saydık ok. peki kim kazandı ona nasıl karar veriliyor? işte burası gerçekten olayların en saçmaladığı yer. hangi oyların hangi çuvallarda neresi için sayılacağını "bağımsız" bir kurum belirliyor. işi uzun uzun anlatmak yerine şu çizimi bırakıyorum:
böylece daha az oy alan biri, başkan seçilebiliyor ya da bazı eyaletlerde iki partiden biri %51 oy alıp bütün delegelere sahip olabiliyor.
farkettiyseniz bu inanılmaz basit, ilkokul seviyesinde bir plan. biden gibi 47 yıldır siyasetin içinde olan kurt bir isim buna bir çözüm üretmiştir değil mi?
değil. valla hiç bişi yapmıyor adam. bu mektupla oy meselesine dikkat çekenler partideki küçük balıklar filan. adam sanki kendi başkanlık seçimi değilmiş gibi umursamaz.
peki biden genel olarak ne yapıyor derseniz, miting düzenliyor arada. o kadar. bugün çıkan iki tane haber var: birinde biden konvoyunun önünü kesip silah göstermişler, trabzon styla. diğerinde de obama deliksiz üçlük atıyor.
hala mı obama'nın sporcu kişiliğinin ekmeğini yemek be abi? biliyorum 8 yıl vampirlerin ömründe hiç bir şey ama biz insanlar sıkılıyoruz bundan. şu noktaya kadar yaşı ile ilgili hiç bir şeye değinmedim, ama sabahtan beri gördüğümüz üzere adamın değinilecek başka bir şeyi de pek yok. belki de yaşlı olduğu için yok, onu bilmiyorum. genel olarak yaşlılar yönetemez gibi bir iddiam asla yok, ama bu kişi özelinde 4 yıl dayanıp dayanmayacağını kestirmek zor. eğer ki bir şey olursa, o durumda da yerine kamala harris geçiyor. ona da bir şeyler yazardım, gerçi başlığına yazılmış bol bol.
geldik yazının sonuna. bu kadar yazdım, bir tahmin yapma hakkını elde ettiğimi umarak: ben trump'ın kazanacağını düşünüyorum. gerçeklikten kopuk, sadece internette yaşayanlar daha çok sesi çıkan bir grup ve amerikan halkının genelini yansıtmıyor. ve daha önemlisi, trump'ın suçluluğunu inatla kanıtlayamıyorlar. hatta "rusya'yla ilişkisi var" diyorlar, biden'ın oğlu asıl bunu yapan çıkıyor. "trump vergilerini açıklamıyor" diyorlar, ama biden'ın kendi önerdiği vergi sisteminde en az 1 milyon dolar daha fazla vergi vererek kendi bacağına sıkacağından bahsetmiyor. bu adam neden bacağına sıkıyor? bu arada trump vergi açıklasa bile gene ortada yasadışı bir şey çıkmaz. nedenini kankasından dinleyebilirsiniz youtube'dan: /watch?v=pbJVte7mkJs
sonuçta "ben trump'ım" sloganıyla çıkan aday mı, yoksa "ben trump değilim" sloganıyla yola çıkan aday mı kazanacak göreceğiz.
dünya'ya hayrı olmayacağı olan seçimlerdir. kötü olan kazansın mk biz yolumuzu buluruz bir şekilde.
iyi pazarlar.
başlarken müziğimiz bu sefer:
amerika'da bildiğiniz üzere iki tane parti var, cumhuriyetçiler ve demokratlar. bu iki kelime birbirine ne kadar yakınsa, bu partiler de o kadar yakın: yani aynı bokun laciverti. zamanında bağımsız adaylar, diğer partiler vs. var tabi ki, ama oyların sayılma ve mecliste temsilindeki saçmalıklar yüzünden yıllar içerisinde bu iki parti kalıyor. bu saçmalıklara, seçimin nasıl yapıldığından bahsederken detaylı değineceğiz. aşağı yukarı 1950'lerden beridir, abd'de iki partili seçimler oluyor.
adaylarımızdan birincisi donald trump, cumhuriyetçi aday. şu anki mevcut başkan, sarı kafa, portakal reis.
başkan olmadan önce hobi olarak şirket kurup batıran ve bu sayede zengin olan biri. evet, batırdıkça zengin olan; çünkü amerika. şu anda evli, çocukları var. çocukları hükümette önemli kademelerde hem de; ortadoğu'da barış anlaşmaları imzalıyorlar filan. eskiden hayat kadınlarıyla birlikte olmuş, otobüste "öf şu hatunu nası ayıklarım" gibi muhabbetler yapmış, egosu ile gerçeklik arasında kocaman bir fark olan birisi.
adaylarımızdan bir diğeri ise joe biden, demokrat aday. obama'nın yardımcısı, slenderman, kömürü bitirecek ve zengini vergilendirecek olan, "will you shut up, man" reis.
1973'ten beridir senato'da görevliymiş, tam 47 yıl! ohannesburger. obama'nın başkan yardımcılığını yapmış, çocuklarını doğrudan devlet kademelerine sokmamış ama başka yollardan kullanıp çıkar sağlamış birisi. başkalarının çocukları kendisinden son derece rahatsız oluyor bir de. kucağa oturtmaktan filan bahsediyor.
adaylarımızın her ikisinin de bok olduğunu gördük tekrar. şimdi bütün bu parti sisteminin bir cümlelik özetini veriyorum. cumhuriyetçiler diyor ki "yönetimi halk seçsin ama halkın kim olduğuna ben karar veririm", demokratlar diyor ki "yönetimi halk seçsin ama yönetimin süresi/detayları gibi şeylere ben karar veririm".
böylece trump sadece zenginlikle cumhuriyetçi bir abd başkanı olabilirken, biden 1973'ten beri demokrat olarak o binada takılabiliyor.
konumuza dönelim. adaylarımız kötü evet, ama en azından ikisi de politik olarak ciddi sorumluluklar üstlenmiş. trump 4 yıl başkanlık, biden 8 yıl başkan yardımcılığı yapmış. onların dönemlerinde olan, hatırlayabildiğim önemli olayları bir yazıyorum. unuttuklarım olursa affola.
trump: ortadoğu'nun aşağı yukarı yarısına bomba, yarısına barış getirmiş bir değişik tip. damadı jared kushner ticaret anlaşmalarından barış görüşmelerine her şeyi yapıyor. suriye'den çıktı(ğını söyledi diyelim), ama yemen'e en çok bomba atan başkan olabilirmiş. barış getirdiği ülkeler ise çıkar ilişkisi olan ülkeler, saudiler filan. bu adam önceki seçimlerde hillary karşısında daha az oy aldı ama başkan oldu. sonra seçimlerde hile yapıldı diye peşine düştüler, geçtiğimiz sene de yargıladılar filan hatta. rus bağlantılarını da araştırdılar, dediler ki "bu adam'ı rusya seçtirdi ve trump bunu biliyordu" ama hiç akıllarına putin'in bunu trump'tan habersiz yapmış olabileceği gelmedi. ben de abd başkanını trump yapabilsem sırf trollüğüne yapardım yani. ki, yeterince zenginseniz, istediğiniz kişiyi amerikan başkanı yapabilirsiniz. çok ciddiyim. turmp bir de duvar inşaatına başladı, daha parasını kim ödüyor bilmiyoruz ama başladı yani.
biden: obama gibi pr nasıl yapılır şovu yapan bir başknaın yardımcılığını yaptı. başkan yardımcılığı orada nispeten ciddi bir olay, ama görebildiğim kadarıyla biden'ın özellikle üzerinde uğraştığı bir şey yok. engellediği bir şey de yok. yani adam "öyle gelmiş gitmiş ofise 8 yıl" demek istemiyorum ama obama ne derse o olmuş. bir tek, bu başkan yardımcılarının bir görevi var: yeni atanan beyaz saray mensuplarını kabul ediyor. burada elinin ulaşabildiği tüm çocuklara dokunup onları rahatsız eden biri. videolarını başka bir giride paylaşmıştım.
yani adaylarımız bakınca trump'ın en azından bir şeyler yapmış olduğunu görüyoruz, ama onlar da kimseye hayrı olmayan saçma işler. daha doğrusu, eğer trump retoriğine inanıyorsanız baya mutlu edecek işler aslında.
şimdi başardıklarına baktıktan sonra, gelin bir de dedikoduları kirli çamaşırları görelim. burası eğer survivor yarışması izliyor olsaydık çok eğlenceli, ama başkanlık seçimi izlediğimizden çok korkunç aslında.
trump taaa ilk zamanlarında aday olurken hillary'yi tutuklatacağını söylüyordu. orada neler döndü bilmiyoruz, ama bu işten sessiz sedasız vazgeçti. daha sonra bir otobüste söylediği, kadın bir muhabir hakkında uygunsuz sözleri basına sızdı. başka bir porno yıldızı, zamanında para karşılığı bu adamla beraber olduğunu söyledi. vergilerini vermediğine dair 4 yıldır süregelen iddialar var, ama kanıtlanamadı. rusya ile çıkar ilişkisi olduğuna dair iddialar var, ama kanıtlanamadı. çok golf oynuyor, işe güce bakmıyor diye iddialar var, onlar kanıtlı. kızına yürüdüğü, "öf kızım olmasa var yaaa" dediği videolar var. kızı ve damadı beyaz saray'da ve siyasette aktif rol alıyor, "danışman" sıfatında.
biden tarafında adam sinsi gibi hiç bir şey yapmamış diyorduk ki, geçen hafta oğlu hunter biden'ın her şeyi yaptığı ortaya çıktı. yok ukrayna'nın iç işlerine karışıp rusya'dan para alıyormuş, yok bilmemne şirketinden para aklamış, kokain çekmeler, seks videoları filan. kokosu filan bizi ilgilendirmez de, bir kokainmana ülke çıkarları ile ilgili bir görev verirsen sıkıntı olur. bu bilgiler de nasıl bulunmuş bu arada? adam kafası güzelken laptopu 2 eyalet ötedeki bir tamir dükkanına bırakıyor ve geri dönüyor. sonra laptopunu orada unutuyor. yersek. bunun dışında biden'ın çocuklarla ilgili sıkıntısını konuştuk.
farkındayım konu sürekli "bakın bu kötü ya, bu daha da kötü" diye gidiyor, ama söz buradan sonra kişilerden bahsetmiyorum sistemden bahsediyorum. yarısında filanız sanırım, bir mola vermek isterseniz sağda soldaki reklamlara tıklayın ^^
devam edelim, seçim sistemi. 2020 yılı pandemi denen illet yüzünden, en tartışmalı konu "mektupla oy kullanmak". bu meseleden daha önce
(bkz: amerikan seçimleri ile covid vaka sayısı ilişkisi)
şurada bahsetmiştik. aslında ortada ne yasadışı olan bir şey var, ne de daha önce görülmemiş bir şey. misal tekerlekli sandalyedeyseniz mektupla oy verebiliyordunuz. ya da misal sizin kasabada oy sandığı yok, o zaman. pandemi dolayısıyla, bazı eyaletler bu şekilde oy kullanmaya geçtiler, hatta haftalardır oylar postalanıyor ve oy kullanıyorlar. trump burada hile olacağına emin ve sürekli olarak bunu gündeme getirip "seçimlere güvenmiyorum" algısı yaratıyor. ama aynı götelek gidip posta ofislerini özellikle yavaşlatıyor ki oy kullanılmış olsa bile 3 kasım'a yetişmesin.
çakallık burada da bitmiyor tabi ki; ve yeni gündemini çıkarttı trump. şu anda diyor ki "seçim günü gelen oyları sayalım, daha fazlasını saymayalım." aslında çok mantıklı diyeceğim, ama zaten öyle yapılıyor. sıkıntı, kendisi de biliyor 3 kasım'a kadar bir çok eyaletten oyların gelemeyeceğini. çünkü neden?
eğer corona dediyseniz haklısınız. kendi seçmeni sandığa gidip oy kullanıyor. karşı seçmen maskeli ve lockdown'lu, ve oylarını postayla gönderiyor.
oyları aldık ok. saydık ok. peki kim kazandı ona nasıl karar veriliyor? işte burası gerçekten olayların en saçmaladığı yer. hangi oyların hangi çuvallarda neresi için sayılacağını "bağımsız" bir kurum belirliyor. işi uzun uzun anlatmak yerine şu çizimi bırakıyorum:
böylece daha az oy alan biri, başkan seçilebiliyor ya da bazı eyaletlerde iki partiden biri %51 oy alıp bütün delegelere sahip olabiliyor.
farkettiyseniz bu inanılmaz basit, ilkokul seviyesinde bir plan. biden gibi 47 yıldır siyasetin içinde olan kurt bir isim buna bir çözüm üretmiştir değil mi?
değil. valla hiç bişi yapmıyor adam. bu mektupla oy meselesine dikkat çekenler partideki küçük balıklar filan. adam sanki kendi başkanlık seçimi değilmiş gibi umursamaz.
peki biden genel olarak ne yapıyor derseniz, miting düzenliyor arada. o kadar. bugün çıkan iki tane haber var: birinde biden konvoyunun önünü kesip silah göstermişler, trabzon styla. diğerinde de obama deliksiz üçlük atıyor.
hala mı obama'nın sporcu kişiliğinin ekmeğini yemek be abi? biliyorum 8 yıl vampirlerin ömründe hiç bir şey ama biz insanlar sıkılıyoruz bundan. şu noktaya kadar yaşı ile ilgili hiç bir şeye değinmedim, ama sabahtan beri gördüğümüz üzere adamın değinilecek başka bir şeyi de pek yok. belki de yaşlı olduğu için yok, onu bilmiyorum. genel olarak yaşlılar yönetemez gibi bir iddiam asla yok, ama bu kişi özelinde 4 yıl dayanıp dayanmayacağını kestirmek zor. eğer ki bir şey olursa, o durumda da yerine kamala harris geçiyor. ona da bir şeyler yazardım, gerçi başlığına yazılmış bol bol.
geldik yazının sonuna. bu kadar yazdım, bir tahmin yapma hakkını elde ettiğimi umarak: ben trump'ın kazanacağını düşünüyorum. gerçeklikten kopuk, sadece internette yaşayanlar daha çok sesi çıkan bir grup ve amerikan halkının genelini yansıtmıyor. ve daha önemlisi, trump'ın suçluluğunu inatla kanıtlayamıyorlar. hatta "rusya'yla ilişkisi var" diyorlar, biden'ın oğlu asıl bunu yapan çıkıyor. "trump vergilerini açıklamıyor" diyorlar, ama biden'ın kendi önerdiği vergi sisteminde en az 1 milyon dolar daha fazla vergi vererek kendi bacağına sıkacağından bahsetmiyor. bu adam neden bacağına sıkıyor? bu arada trump vergi açıklasa bile gene ortada yasadışı bir şey çıkmaz. nedenini kankasından dinleyebilirsiniz youtube'dan: /watch?v=pbJVte7mkJs
sonuçta "ben trump'ım" sloganıyla çıkan aday mı, yoksa "ben trump değilim" sloganıyla yola çıkan aday mı kazanacak göreceğiz.
dünya'ya hayrı olmayacağı olan seçimlerdir. kötü olan kazansın mk biz yolumuzu buluruz bir şekilde.
iyi pazarlar.
biraz uzun oldu, o yüzden arkaya müzik de verelim.
eylül 2016'da çıkan çin menşeili sosyal medya. kendisiyile ilgili araştırıp, okuyup, haberleri takip edip, en sonunda da deneyen biri olarak sosyal medya denen araçların tartışmasız en iyisi. önce sosyal medya kavramının gelişimine değinip, neden tiktok'un bu işte en iyi olduğuna bakalım.
zuckerberg isimli şahıs facebook fikrini çalmadan önce de, bugünkü sosyal medya'ya benzer araçlar vardı. fb'nin bunlardan farklı yaptığı tek şey aslında, sınırsız fotoğraf koyabilme özelliğiydi. peki sadece bu kadar basit bir değişiklikle nasıl bugünkü yerine gelebildi?
sosyal medya dediğimiz şey aslında insanların birbirleriyle ve dünya ile etkileşim kurma çabasından ibaret. bu yüzden, iletişim teknolojisindeki gelişmeler ile her zaman elele ilerliyor. bu basit bir kural ile hangi sosyal medya şirketinin geçmişte neden tuttuğunu / tutmadığını ve gelecektekilerin başarısını az çok kestirebiliriz hatta.
bir kaç örnek verelim. yonja, hi5 vs. çıktığında "fotoğraf" insanların rahat kullanabildiği bir iletişim aracı değildi. o zamanlar yazışıyorduk; sms, msn, icq filan. herkesin kamerası yoktu telefonunda; varsa da 12*12 pixel filan çekiyordu. Facebook'un hızlı yükselişi, aslında iphone'un çıkışı ve kameralı telefonların yaygınlaşmasıyla denk düşmesinden. ve hatta, twitter'ın şansı da bu teknolojideki "geçiş" döneminde kurulmasından. ve yazmak her zaman kolay ve tercih edilir bir şey, tıpkı bu sözlük gibi.
biraz ilerleyince vine vardı, bumerang vardı misal. onların sıkıntısını tahmin edebiliyor musunuz? evet kamera var ve foto çekiliyor, ama ön kamera gibi bir kolaylık yok. ya da gene kötü kalite videolar, editing yetenekleri kısıtlı. vaktinden erken çıktığı için şu anda unutulmuş sosyal mecralara örnek bunlar. şu anda tiktok'un yaptığının biraz daha kötüsünü yapıyordu bu uygulamalar sadece halbuki.
aşağı yukarı bu zamandan itibaren facebook'un tekelleşmesi başlıyor zaten. instagram ve whatsapp'ı satın almasıyla birlikte batı dünyasındaki en fazla kullanıcıya sahip şirket oluyordu hatta. bu yüzden eğer şu anda "tutmuş" bir yenilik varsa bile, genellikle bu şirketin başının altından çıkmış oluyor. çünkü para.
ama batı dünyası dedim, çünkü dünyanın öteki yarısında işler hiç öyle değil. orada devlet eliyle bu tekelleşme destekleniyor, ve kendi kurdukları 3-4 milyar insanlık bir eko sistemleri var. wechat mesela dünyada facebook dışında en çok kullanıcısı olan mesajlaşma uygulaması, 1 küsür milyar ile. ya da hindistan'n şu anda nakit para kullanımı çok az ve bazıları devlet destekli, bazıları desteksiz bir çok çözümleri var takas için. takas yani bakınca bildiğin.
işte tiktok bu bölgelerde doğmuş ve parlamış bir uygulama. bu uygulamanın "içeriği" diye bir şey yok, tıpkı diğer sosyal medyalar gibi. ama bu adamların yaptıkları şey, sunum tekniğini mü-kem-mel hale getirmeleri.
uygulamaya giriyorsunuz, üye oldunuz. size bir tane soru soruyor: "ilgileriniz seçin". öyle yazmalı filan da değil, sadece tıklıyorsunuz. ve o andan itibaren sonsuza kadar kaydırmanızı engelleyen hiç bir şey yok. size video yükle bile demiyorlar, ne isterseniz onu yapıyorsunuz. başka konular mı görmek istediniz? iki tık. video mu yükleyeceksiniz? çekip, editleyip, ses efekti koyup atması 8-10 tık.
ve hiç reklam yok. sıfır.
işte sıkıntının başladığı nokta da bu. social dilemma'yı izlemeyenler varsa, bu sosyal medyaların en büyük derdi nasıl para kazanılacağı. facebook'un bir başka "dehası" da reklam göstermek. öncesinde zuk amcamız "eheh aylık ücret olsun" gibi sığ, paragöz ve vizyonsuz bir yaklaşımdayken şirketin strateji danışmanı öneriyor reklamları. daha sonra baktılar çok para var, ayrım yapmadan her türlü reklamı almaya başlıyorlar. daha sonra sana hangi reklamları göstereceklerini öğrenmek için bilgilerini çalmaya başlıyorlar. daha sonra, senin daha fazla reklam görmen ama kullanmayı bırakmaman için ne yapabiliriz onu araştırıyorlar. en son geldiğimiz noktada, "biden seçilirse aylık kullanıcı sayımız düşer" diye trump'ı seçtirtmeye çalışıyorlar.
asıl konumuz tiktok, ama iki farklı yaklaşımı görün istedim. tiktok nasıl para kazanıyor? uygulama içinde "coin" satıyor. bunların gerçek hayatta hiç bir denkliği yok, internet puanı sadece. ve tabi ki şu anda ne kadar kazanıyorlar, ne yaptılar belli değil ve sadece aldıkları yatırımlar ve şirketin satılma parası ile dönüyor.
pekiiii kapitalizm 101: bir şirket zararına iş yapar mı? yapmaz. bu yüzden de adamlar bulabildikleri (büyük harf) bütün verileri (büyük haf) topluyor sizden. yukarıda fb'nin yaptığını söylediklerim zaten, bunlar da yapıyorlar onları. bu topladıklarını da çin hükümetine satıyorlar. olay bu.
sistem inanılmaz başarılı dediğim gibi. tiktok uygulaması gerçekten "sosyal medya" kavramının en iyisi. kendini saatlerce izletiyor, paylaştırıyor, hiç reklam göstermiyor ve verileri otoriter bir rejime satıyor.
alan memnun, satan memnun, veren habersiz, harika bir sistem.
eh şimdi haberimiz var, yani napalım bırakalım mı? cık. gene çok basit bir bakış açısı var insanların önerdiği. bütün bunlar birer "araç", tıpkı çekiç filan gibi. ama ben "beni kullan git resim as" diye notification gönderen bir çekiç görmedim.
siz istediğiniz zaman kullandığınızdan emin olduğunuz sürece sıkıntı yok. aman zuk'a uymayın.
ama şunlara da uymayalım.
o değil de, kuzey kore'de StarCon isimli bir sosyal medya başlattıklarını biliyor muydunuz? bu sosyal medyanın akıbeti belli değil, yıllardır haber alınamıyor ahasfasf.
eylül 2016'da çıkan çin menşeili sosyal medya. kendisiyile ilgili araştırıp, okuyup, haberleri takip edip, en sonunda da deneyen biri olarak sosyal medya denen araçların tartışmasız en iyisi. önce sosyal medya kavramının gelişimine değinip, neden tiktok'un bu işte en iyi olduğuna bakalım.
zuckerberg isimli şahıs facebook fikrini çalmadan önce de, bugünkü sosyal medya'ya benzer araçlar vardı. fb'nin bunlardan farklı yaptığı tek şey aslında, sınırsız fotoğraf koyabilme özelliğiydi. peki sadece bu kadar basit bir değişiklikle nasıl bugünkü yerine gelebildi?
sosyal medya dediğimiz şey aslında insanların birbirleriyle ve dünya ile etkileşim kurma çabasından ibaret. bu yüzden, iletişim teknolojisindeki gelişmeler ile her zaman elele ilerliyor. bu basit bir kural ile hangi sosyal medya şirketinin geçmişte neden tuttuğunu / tutmadığını ve gelecektekilerin başarısını az çok kestirebiliriz hatta.
bir kaç örnek verelim. yonja, hi5 vs. çıktığında "fotoğraf" insanların rahat kullanabildiği bir iletişim aracı değildi. o zamanlar yazışıyorduk; sms, msn, icq filan. herkesin kamerası yoktu telefonunda; varsa da 12*12 pixel filan çekiyordu. Facebook'un hızlı yükselişi, aslında iphone'un çıkışı ve kameralı telefonların yaygınlaşmasıyla denk düşmesinden. ve hatta, twitter'ın şansı da bu teknolojideki "geçiş" döneminde kurulmasından. ve yazmak her zaman kolay ve tercih edilir bir şey, tıpkı bu sözlük gibi.
biraz ilerleyince vine vardı, bumerang vardı misal. onların sıkıntısını tahmin edebiliyor musunuz? evet kamera var ve foto çekiliyor, ama ön kamera gibi bir kolaylık yok. ya da gene kötü kalite videolar, editing yetenekleri kısıtlı. vaktinden erken çıktığı için şu anda unutulmuş sosyal mecralara örnek bunlar. şu anda tiktok'un yaptığının biraz daha kötüsünü yapıyordu bu uygulamalar sadece halbuki.
aşağı yukarı bu zamandan itibaren facebook'un tekelleşmesi başlıyor zaten. instagram ve whatsapp'ı satın almasıyla birlikte batı dünyasındaki en fazla kullanıcıya sahip şirket oluyordu hatta. bu yüzden eğer şu anda "tutmuş" bir yenilik varsa bile, genellikle bu şirketin başının altından çıkmış oluyor. çünkü para.
ama batı dünyası dedim, çünkü dünyanın öteki yarısında işler hiç öyle değil. orada devlet eliyle bu tekelleşme destekleniyor, ve kendi kurdukları 3-4 milyar insanlık bir eko sistemleri var. wechat mesela dünyada facebook dışında en çok kullanıcısı olan mesajlaşma uygulaması, 1 küsür milyar ile. ya da hindistan'n şu anda nakit para kullanımı çok az ve bazıları devlet destekli, bazıları desteksiz bir çok çözümleri var takas için. takas yani bakınca bildiğin.
işte tiktok bu bölgelerde doğmuş ve parlamış bir uygulama. bu uygulamanın "içeriği" diye bir şey yok, tıpkı diğer sosyal medyalar gibi. ama bu adamların yaptıkları şey, sunum tekniğini mü-kem-mel hale getirmeleri.
uygulamaya giriyorsunuz, üye oldunuz. size bir tane soru soruyor: "ilgileriniz seçin". öyle yazmalı filan da değil, sadece tıklıyorsunuz. ve o andan itibaren sonsuza kadar kaydırmanızı engelleyen hiç bir şey yok. size video yükle bile demiyorlar, ne isterseniz onu yapıyorsunuz. başka konular mı görmek istediniz? iki tık. video mu yükleyeceksiniz? çekip, editleyip, ses efekti koyup atması 8-10 tık.
ve hiç reklam yok. sıfır.
işte sıkıntının başladığı nokta da bu. social dilemma'yı izlemeyenler varsa, bu sosyal medyaların en büyük derdi nasıl para kazanılacağı. facebook'un bir başka "dehası" da reklam göstermek. öncesinde zuk amcamız "eheh aylık ücret olsun" gibi sığ, paragöz ve vizyonsuz bir yaklaşımdayken şirketin strateji danışmanı öneriyor reklamları. daha sonra baktılar çok para var, ayrım yapmadan her türlü reklamı almaya başlıyorlar. daha sonra sana hangi reklamları göstereceklerini öğrenmek için bilgilerini çalmaya başlıyorlar. daha sonra, senin daha fazla reklam görmen ama kullanmayı bırakmaman için ne yapabiliriz onu araştırıyorlar. en son geldiğimiz noktada, "biden seçilirse aylık kullanıcı sayımız düşer" diye trump'ı seçtirtmeye çalışıyorlar.
asıl konumuz tiktok, ama iki farklı yaklaşımı görün istedim. tiktok nasıl para kazanıyor? uygulama içinde "coin" satıyor. bunların gerçek hayatta hiç bir denkliği yok, internet puanı sadece. ve tabi ki şu anda ne kadar kazanıyorlar, ne yaptılar belli değil ve sadece aldıkları yatırımlar ve şirketin satılma parası ile dönüyor.
pekiiii kapitalizm 101: bir şirket zararına iş yapar mı? yapmaz. bu yüzden de adamlar bulabildikleri (büyük harf) bütün verileri (büyük haf) topluyor sizden. yukarıda fb'nin yaptığını söylediklerim zaten, bunlar da yapıyorlar onları. bu topladıklarını da çin hükümetine satıyorlar. olay bu.
sistem inanılmaz başarılı dediğim gibi. tiktok uygulaması gerçekten "sosyal medya" kavramının en iyisi. kendini saatlerce izletiyor, paylaştırıyor, hiç reklam göstermiyor ve verileri otoriter bir rejime satıyor.
alan memnun, satan memnun, veren habersiz, harika bir sistem.
eh şimdi haberimiz var, yani napalım bırakalım mı? cık. gene çok basit bir bakış açısı var insanların önerdiği. bütün bunlar birer "araç", tıpkı çekiç filan gibi. ama ben "beni kullan git resim as" diye notification gönderen bir çekiç görmedim.
siz istediğiniz zaman kullandığınızdan emin olduğunuz sürece sıkıntı yok. aman zuk'a uymayın.
ama şunlara da uymayalım.
o değil de, kuzey kore'de StarCon isimli bir sosyal medya başlattıklarını biliyor muydunuz? bu sosyal medyanın akıbeti belli değil, yıllardır haber alınamıyor ahasfasf.
ay'da su bulunması üzerine belirttiğim gibi, bugün biraz ay hakkındaki çok acayip bilgilerden ve tesadüflerden bahsedelim. ay derken, bizim gezegenimiz dünya'nın uydusu olan ay konumuz. yoksa güneş sisteminde 200'den fazla ay varmış. saçma bir not, özel isimleri ayırdıkça çok kopuyor yazı; yüzden bu seferlik o kuralı es geçiyorum okuma kolaylığı için. şarkıyı verelim...
ayın her zaman aynı yüzünü görmemiz
milyarlarca yıldır ay'ın gördüğümüz yüzü değişmiyor. bunun sebebi, ayın kendi çevresinde ve dünyanın çevresinde dönme hızının birebir aynı, 27.3 gün olması. bakın sıfır oynama diyorum, hiç oynamıyor.
ayın şekli ve yapısı
3,475 çapında olan ay, dünyanın yaklaşık 1/4'ü ve bu oran güneş sistemindeki en küçük oran. bu yüzden dünyamızı çok etkiliyor ve bilim adamlarına göre dünyada hayat olabilmesinin sebebi. mineral ve katman yapısı da dünyaya çok benziyormuş; ki bu da bizi sonraki bilgiye getiriyor.
ay nasıl oluştu?
şu anda en yaygın görüş, dünya daha sıcakken bir astroid çarpması sonucunda kopup yerleşmiş bir parça olduğu yönünde. zaman olarak da güneş sistemi oluştuktan 95 milyon yıl kadar sonra; artı-eksi 32 milyon yıl (ahah bak gene akıl almaz..).
ay yüzeyinin özellikleri
ayın içi ve çekirdeği hep spekülasyon, ama yüzeyindeki maddelerin ağırlıklara göre dağılımını hesaplamışlar. %43 oksijen, %20 silikon, %19 magnezyum, %10 demir en çok bulunanlar. bi dakka lan, oksijen mi? ağırlık olarak 43% hem de? neyse, geçenlerde su da buldular ay yüzeyinde onu da biliyoruz.
ayın yörüngesi
ay bize ortalama 384.400 km bir mesafede dönüyormuş. en yakın ile en uzak olduğu mesafe arasında 40 bin kilometre var yaklaşık, ve saate 3.680 km hızla dönüyor.
medcezir etkisi
ayın yerçekimi, dünyanın denizlerini etkileyebilecek kadar olduğundan bizim medcezir dediğimiz etki ortaya çıkıyor. olay da şuymuş; dünyanın ay'a daha yakın olan kısımlarındaki sular ayın yerçekimi ile yükseliyor, uzak tarafta ise eylemsizlik yüzünden yükseliyor. aralarda da (?) su seviyesi düşüyor.
bu olay dünyanın pek çok koyunda günde 2 kere, kalanlarının çoğunda da günde 1 kere gerçekleşiyor. "e ama günde bir kere nasıl olabilir ki bu anlatılan şekilde?" dediğiniz duyar gibiyim - bunun miktarları, zamanları ise sadece aya değil dünyanın dönüşüne filan bir ton başka şeye bağlıymış.
ayın dünyayı yavaşlatması
bu uydumuz aynı zamanda dünyamızı yavaşlatıyormuş. hem de her yüzyılda yaklaşık 2.3 milisaniye. bak gene ya...
tutulmalar
hah işe şimdi en ilginç konulardan birine geldik. ay ve güneş tutulmalarını ayrı ayrı yazıyorum. öncelikle, ay tutulması, dünyanın güneş ile ay arasına girmesi ile oluyor. bu çeşit ay tutulması sadece dolunayda olabiliyormuş. bunun niyesini anlamadım açıkçası. neyse, çizim atıyorum:
çizim ölçekli değil; güneş çok daha büyük aslında, mesafeler daha uzun filan. bu rada bu neden sadece dolunayda oluyor anlayamadım hala.
güneş tutulmasına gelirsek. o da şöyle oluyor, ay bu sefer güneş ile dünya arasına giriyor. ayın gölgesi çok ufak olduğu için, net görülebildiği bölgeler çok az. hemen çizelim gene.
çizdim diğerinden daha da zor geldi biliyorum; açıklaması şu arkadaşlar. güneş bizden ayın olduğundan tam 400 kat daha uzak, ama aynı zamanda tam olarak 400 kat daha büyük olduğu için böyle bir olay gerçekleşebiliyor.
ama yukarıda net görülebildiği bölgeler çok az demiştim di mi? halbuki oranlar bu kadar net ve milimetrik ise bu çocukların günahı neydi gökyüzü kararmamış bile?
[youtube]https://youtu.be/ub6cT-3kON0?t=86[/youtube]
ayın parlaklığı
ayın kendi ışığı yok ve tamamen güneş ışıklarını yansıtıyor. ayın yüzeyinin yansıtma gücü yaklaşık olarak eskimiş asfalt kadarmış (ahsfh sinirlerim bozuldu). eskimiş asfalt bize bu kadar parlak bir ışık nasıl veriyor emin değilim, ama yüzey yapısında vardır eminim bir şeyler.
evvett bu kafa karıştırıcı yolculuğumuz sonucunda elde ettiğimiz bilgiler:
- yörüngesinde ve kendi çevresinde dönüş hızı tamamen aynı.
- 3.9 milyar artı eksi 32 milyon yıl önce oluştu.
- yüzeyinin neredeyse yarısı oksijen.
- dünyadaki denizleri çekebilecek bir yerçekimi kuvveti var ama daha fazlası değil
- dünyayı yavaşlatıyor.
- ufacık boyu ve yörüngesine rağmen güneş ve ay tutulmaları yapabiliyor. uzaklıkları ile oranları, gene, birebir aynı olduğundan.
- eskimiş asfalt kadar yansıtıcı ama tüm gecemizi aydınlatıyor.
şimdi robin'in sözü daha anlamlı hale geliyor değil mi; "Ayın var olamayacağını açıklamak, varlığını açıklamadan çok daha kolay gözüküyor".
şu kadar yazıp "bütün bunlar tesadüf olabilir mi!!11!" diye bitirmeyeceğim, ama uzay dedikleri bu uçuk sayılar dünyasındaki tesadüflerin çok ufak bir kısmı bunlar.
bol araştırmalı öğrenmeli günler diliyorum. çıkış şarkısı...
kaynak: https://www.space.com/55-earths-moon-formation-composition-and-orbit.html
ayın her zaman aynı yüzünü görmemiz
milyarlarca yıldır ay'ın gördüğümüz yüzü değişmiyor. bunun sebebi, ayın kendi çevresinde ve dünyanın çevresinde dönme hızının birebir aynı, 27.3 gün olması. bakın sıfır oynama diyorum, hiç oynamıyor.
ayın şekli ve yapısı
3,475 çapında olan ay, dünyanın yaklaşık 1/4'ü ve bu oran güneş sistemindeki en küçük oran. bu yüzden dünyamızı çok etkiliyor ve bilim adamlarına göre dünyada hayat olabilmesinin sebebi. mineral ve katman yapısı da dünyaya çok benziyormuş; ki bu da bizi sonraki bilgiye getiriyor.
ay nasıl oluştu?
şu anda en yaygın görüş, dünya daha sıcakken bir astroid çarpması sonucunda kopup yerleşmiş bir parça olduğu yönünde. zaman olarak da güneş sistemi oluştuktan 95 milyon yıl kadar sonra; artı-eksi 32 milyon yıl (ahah bak gene akıl almaz..).
ay yüzeyinin özellikleri
ayın içi ve çekirdeği hep spekülasyon, ama yüzeyindeki maddelerin ağırlıklara göre dağılımını hesaplamışlar. %43 oksijen, %20 silikon, %19 magnezyum, %10 demir en çok bulunanlar. bi dakka lan, oksijen mi? ağırlık olarak 43% hem de? neyse, geçenlerde su da buldular ay yüzeyinde onu da biliyoruz.
ayın yörüngesi
ay bize ortalama 384.400 km bir mesafede dönüyormuş. en yakın ile en uzak olduğu mesafe arasında 40 bin kilometre var yaklaşık, ve saate 3.680 km hızla dönüyor.
medcezir etkisi
ayın yerçekimi, dünyanın denizlerini etkileyebilecek kadar olduğundan bizim medcezir dediğimiz etki ortaya çıkıyor. olay da şuymuş; dünyanın ay'a daha yakın olan kısımlarındaki sular ayın yerçekimi ile yükseliyor, uzak tarafta ise eylemsizlik yüzünden yükseliyor. aralarda da (?) su seviyesi düşüyor.
bu olay dünyanın pek çok koyunda günde 2 kere, kalanlarının çoğunda da günde 1 kere gerçekleşiyor. "e ama günde bir kere nasıl olabilir ki bu anlatılan şekilde?" dediğiniz duyar gibiyim - bunun miktarları, zamanları ise sadece aya değil dünyanın dönüşüne filan bir ton başka şeye bağlıymış.
ayın dünyayı yavaşlatması
bu uydumuz aynı zamanda dünyamızı yavaşlatıyormuş. hem de her yüzyılda yaklaşık 2.3 milisaniye. bak gene ya...
tutulmalar
hah işe şimdi en ilginç konulardan birine geldik. ay ve güneş tutulmalarını ayrı ayrı yazıyorum. öncelikle, ay tutulması, dünyanın güneş ile ay arasına girmesi ile oluyor. bu çeşit ay tutulması sadece dolunayda olabiliyormuş. bunun niyesini anlamadım açıkçası. neyse, çizim atıyorum:
çizim ölçekli değil; güneş çok daha büyük aslında, mesafeler daha uzun filan. bu rada bu neden sadece dolunayda oluyor anlayamadım hala.
güneş tutulmasına gelirsek. o da şöyle oluyor, ay bu sefer güneş ile dünya arasına giriyor. ayın gölgesi çok ufak olduğu için, net görülebildiği bölgeler çok az. hemen çizelim gene.
çizdim diğerinden daha da zor geldi biliyorum; açıklaması şu arkadaşlar. güneş bizden ayın olduğundan tam 400 kat daha uzak, ama aynı zamanda tam olarak 400 kat daha büyük olduğu için böyle bir olay gerçekleşebiliyor.
ama yukarıda net görülebildiği bölgeler çok az demiştim di mi? halbuki oranlar bu kadar net ve milimetrik ise bu çocukların günahı neydi gökyüzü kararmamış bile?
[youtube]https://youtu.be/ub6cT-3kON0?t=86[/youtube]
ayın parlaklığı
ayın kendi ışığı yok ve tamamen güneş ışıklarını yansıtıyor. ayın yüzeyinin yansıtma gücü yaklaşık olarak eskimiş asfalt kadarmış (ahsfh sinirlerim bozuldu). eskimiş asfalt bize bu kadar parlak bir ışık nasıl veriyor emin değilim, ama yüzey yapısında vardır eminim bir şeyler.
evvett bu kafa karıştırıcı yolculuğumuz sonucunda elde ettiğimiz bilgiler:
- yörüngesinde ve kendi çevresinde dönüş hızı tamamen aynı.
- 3.9 milyar artı eksi 32 milyon yıl önce oluştu.
- yüzeyinin neredeyse yarısı oksijen.
- dünyadaki denizleri çekebilecek bir yerçekimi kuvveti var ama daha fazlası değil
- dünyayı yavaşlatıyor.
- ufacık boyu ve yörüngesine rağmen güneş ve ay tutulmaları yapabiliyor. uzaklıkları ile oranları, gene, birebir aynı olduğundan.
- eskimiş asfalt kadar yansıtıcı ama tüm gecemizi aydınlatıyor.
şimdi robin'in sözü daha anlamlı hale geliyor değil mi; "Ayın var olamayacağını açıklamak, varlığını açıklamadan çok daha kolay gözüküyor".
şu kadar yazıp "bütün bunlar tesadüf olabilir mi!!11!" diye bitirmeyeceğim, ama uzay dedikleri bu uçuk sayılar dünyasındaki tesadüflerin çok ufak bir kısmı bunlar.
bol araştırmalı öğrenmeli günler diliyorum. çıkış şarkısı...
kaynak: https://www.space.com/55-earths-moon-formation-composition-and-orbit.html
bu vürrüse karşı alınan önlemler kısmında artık sıkıcı bir distopyaya dönüşen manyaklıklardır.
kaliforniya eyaleti toplum sağlığı departmanı, yaklaşan tatiller ve kutlamalar hakkında önlemler listesi yayınlamış. aynı anda en fazla 3 aile buluşabiliyorsunuz, en fazla iki saat, maske her an zorunlu, içeride tuvalete gidemiyorsunuz, tek kullanımlık ve tek kişilik kaplarda yemek servisi gibi biraz tutarlı şeyler var nispeten. son madde ama efsane:
şarkı söylemek, slogan atmak ve bağırmak
"bu aktiviteler veya fiziksel yorgunluk virüsün bulaşma ihtimalini çok arttırıyor çünkü havaya damlacıkların yayılmasını arttırıyor. eğer böyle bir durumla karşılaşırsanız..."
diye başlayıp, verdikleri abzürt tavsiyeler şunlar: şarkı söylerken ya da bağırırken maske takacaksınız. şarkı söyleme sesiniz mümkünse konuşma sesi veya daha alçak olacak. nefesli enstürmanlar özellikle tasvip edilmiyor.
aahahshjda sizi bilmem ama bu bana biraz abartı geldi. aşağıda kaliforniya vaka sayıları var:
evet bence de bu eyaletin bu yasakları uygulamasının tam vakti. en yüksek vaka sayılarının yarısındayken.
bu arada şöyle bir gerçek var, kaliforniya tam bir solcu ve liberal cenneti. adamlar her türlü social justice warrior'luk, başkalarına adına alınma ve sosyal medya üzerinden post atarak dünyayı kurtarmanın baş kenti. yani bu adamlar bu yasaklara uyar, hatta kendi kendine bahçesinde şarkı söyleyen insanların uzaktan videosunu çekip tiktok'a koyar.
bu tepemizdekilere 1 verirseniz 3 daha tırtıklarlar, 5 daha isterler. önlem almayalım, ortada tehlikeli bir şey yok demiyorum, ama feragat ettiğimiz her özgürlüğümüz için:
- buna değer mi?
- pire için yorgan mı yakıyoruz?
diye sormamız gerekli.
yoksa bizi bu virüs değil, "bizi korumak adına" ses çıkartmadan kuruluşunu izlediğimiz hapis hayatı öldürecek.
https://www.rollcall.com/2020/08/05/pandemics-effect-on-already-rising-suicide-rates-heightens-worry/
kaliforniya eyaleti toplum sağlığı departmanı, yaklaşan tatiller ve kutlamalar hakkında önlemler listesi yayınlamış. aynı anda en fazla 3 aile buluşabiliyorsunuz, en fazla iki saat, maske her an zorunlu, içeride tuvalete gidemiyorsunuz, tek kullanımlık ve tek kişilik kaplarda yemek servisi gibi biraz tutarlı şeyler var nispeten. son madde ama efsane:
şarkı söylemek, slogan atmak ve bağırmak
"bu aktiviteler veya fiziksel yorgunluk virüsün bulaşma ihtimalini çok arttırıyor çünkü havaya damlacıkların yayılmasını arttırıyor. eğer böyle bir durumla karşılaşırsanız..."
diye başlayıp, verdikleri abzürt tavsiyeler şunlar: şarkı söylerken ya da bağırırken maske takacaksınız. şarkı söyleme sesiniz mümkünse konuşma sesi veya daha alçak olacak. nefesli enstürmanlar özellikle tasvip edilmiyor.
aahahshjda sizi bilmem ama bu bana biraz abartı geldi. aşağıda kaliforniya vaka sayıları var:
evet bence de bu eyaletin bu yasakları uygulamasının tam vakti. en yüksek vaka sayılarının yarısındayken.
bu arada şöyle bir gerçek var, kaliforniya tam bir solcu ve liberal cenneti. adamlar her türlü social justice warrior'luk, başkalarına adına alınma ve sosyal medya üzerinden post atarak dünyayı kurtarmanın baş kenti. yani bu adamlar bu yasaklara uyar, hatta kendi kendine bahçesinde şarkı söyleyen insanların uzaktan videosunu çekip tiktok'a koyar.
bu tepemizdekilere 1 verirseniz 3 daha tırtıklarlar, 5 daha isterler. önlem almayalım, ortada tehlikeli bir şey yok demiyorum, ama feragat ettiğimiz her özgürlüğümüz için:
- buna değer mi?
- pire için yorgan mı yakıyoruz?
diye sormamız gerekli.
yoksa bizi bu virüs değil, "bizi korumak adına" ses çıkartmadan kuruluşunu izlediğimiz hapis hayatı öldürecek.
https://www.rollcall.com/2020/08/05/pandemics-effect-on-already-rising-suicide-rates-heightens-worry/
alex lab isimli youtube kanalının sahibi olan adamdır. bildiğin 30 kuruşluk plastik boru, aliexpres'ten bir kutu çivi vb. basit malzemelerle:
- el lazeri
- kol kası
vs. yapıyor. keyif ve hayranlıkla izledim:
- el lazeri
- kol kası
vs. yapıyor. keyif ve hayranlıkla izledim:
beni çok eğlendiren uzay haberlerinden bir tanesi. bir süredir kafamda ay hakkında yazmak var, ama şimdilik şu alıntıdan bahsedeyim:
“Ayın var olamayacağını açıklamak, varlığını açıklamadan çok daha kolay gözüküyor.” dr. robin brett, NASA profesörü
burada şikayet ettiği şey nasıl oluştuğunu bir türlü bilemiyor olmaları, ellerindeki teorilerin her birinin çok rahat çürütülebiliyor olması. ay'ın kendiyle ilgili tuhaf tesadüflerden de sonra bahsederiz.
şimdi su bulma haberine bakıyorum, eğlendiğim nokta şu: bu haberlerin hepsinde akıl almayacak ölçekler kullanılıyor. benim okuduğum kaynaktan aynen çeviriyorum:
"bulunan su miktarının çok kısıtlı olduğunu vurgulayan nasa, miktarın yaklaşık olarak sahara çölündeki toplam su miktarının %1'i olduğunu söyledi."
ahahshd bu ne abi? böyle bilimsel ölçüt mü olur, yalvaç ural bilmecesi mi la bu? oturdum araştırdım, bulamadım. ne buldukları su miktarını, ne de sahara çölündeki miktarı.
bir de ne yok biliyor musunuz? bu suyu nasıl buldukları. bir ton goy goy var "uzayda kuracağımız üsler için çok faydalı bir bulgu" filan fıstık ama hangi bilimsel yöntemle, nasıl arayarak buldukları yazmıyor.
"ayın aydınlık yüzünde bu kadarcık su bulmak, samanlıkta iğne aramaya benzer." nasa prof. Cangar Pekgöz
“Ayın var olamayacağını açıklamak, varlığını açıklamadan çok daha kolay gözüküyor.” dr. robin brett, NASA profesörü
burada şikayet ettiği şey nasıl oluştuğunu bir türlü bilemiyor olmaları, ellerindeki teorilerin her birinin çok rahat çürütülebiliyor olması. ay'ın kendiyle ilgili tuhaf tesadüflerden de sonra bahsederiz.
şimdi su bulma haberine bakıyorum, eğlendiğim nokta şu: bu haberlerin hepsinde akıl almayacak ölçekler kullanılıyor. benim okuduğum kaynaktan aynen çeviriyorum:
"bulunan su miktarının çok kısıtlı olduğunu vurgulayan nasa, miktarın yaklaşık olarak sahara çölündeki toplam su miktarının %1'i olduğunu söyledi."
ahahshd bu ne abi? böyle bilimsel ölçüt mü olur, yalvaç ural bilmecesi mi la bu? oturdum araştırdım, bulamadım. ne buldukları su miktarını, ne de sahara çölündeki miktarı.
bir de ne yok biliyor musunuz? bu suyu nasıl buldukları. bir ton goy goy var "uzayda kuracağımız üsler için çok faydalı bir bulgu" filan fıstık ama hangi bilimsel yöntemle, nasıl arayarak buldukları yazmıyor.
"ayın aydınlık yüzünde bu kadarcık su bulmak, samanlıkta iğne aramaya benzer." nasa prof. Cangar Pekgöz
edit: kurun kendisini yazmamışım yahu. o sırada 8.05 idi, şu anda da 8.05 civarlarında dolaşan kurdur.
sadece bugün değil, genel olarak takip etmesi oldukça kolay olan kur. misal, asgari ücret alan birisi, son iki saat içerisinde 2.5 dolar kaybetti. tekrar alım gücü için try'ye çevirdiğimizde, 20 lira.
bir asgari ücretlinin günlük geliri, haftasonları da çalışıyorsa, 77 lira. ve iki saat içinde 20 lirasını kaybetti.
arkadaşlar "para" dediğimiz şey tamamen kurmaca, şu anda ortada dolaşan dolarların monopoli kutusundan çıkan paralardan hiç bir farkı yok değer olarak. ama bu boktan yerde geçer akçe o olmuş.
bu düzeni kıramıyoruz ok, ama bari bize çay içmemizi ya da ailecek tatile gitmemizi tavsiye eden yalancıların daha çok çalmasına izin vermeyelim.
sadece bugün değil, genel olarak takip etmesi oldukça kolay olan kur. misal, asgari ücret alan birisi, son iki saat içerisinde 2.5 dolar kaybetti. tekrar alım gücü için try'ye çevirdiğimizde, 20 lira.
bir asgari ücretlinin günlük geliri, haftasonları da çalışıyorsa, 77 lira. ve iki saat içinde 20 lirasını kaybetti.
arkadaşlar "para" dediğimiz şey tamamen kurmaca, şu anda ortada dolaşan dolarların monopoli kutusundan çıkan paralardan hiç bir farkı yok değer olarak. ama bu boktan yerde geçer akçe o olmuş.
bu düzeni kıramıyoruz ok, ama bari bize çay içmemizi ya da ailecek tatile gitmemizi tavsiye eden yalancıların daha çok çalmasına izin vermeyelim.
dün ortaya çıkan bir habere göre, bir "cinci hoca" önce bir kadına, sonra da kocasına tecavüz etmiş. hemi de "sende büyü var" diyerek. isteyenler için link
haberi okudum, hayatımda okuduğum en kolpa şey geldi. gece ortaya çıkan bilgilere göre, zaten yalan habermiş. özellikle yerel, ya da nispeten ufak haber siteleri bunu çok yapıyor - eminim oturtmuşlardır bir stajyeri yazdırmışlardır. neyse, buna binaen bocaeli valiliği'nin yaptığı açıklamaya göre böyle bir suça dair ne ihbar ne bir şey varmış, bu yüzden haberi yapan siteye dava açıyorlarmış. savcılığa bu kişiler hakkında "suç uydurma" suçundan dava açmışlar. bakın yalan haber değil - yani haber uydurduğu için değil, böyle bir suç uydurduğu için ceza kesmişler.
yani diyorlar ki, "siz bir şey uyduramazsınız, sadece biz uydurabiliriz".
herhangi bir haber sitesine girin, özellikle uzman görüşü olan haberleri okuyunca ne dediğimi anlayacaksınız. "5. kattan yüksekte yaşamak çok tehlikeli! prof. koramiral avukat zanaatkar munis pompacı anlatıyor" gibi şeyler. ya da canan karatay gibi tipler. ya da bokunu yiyen celal şengörler.
eskiden bizim dalga geçerek söylediğimiz "internetteki her şey yalandır" düsturumuz vardı. şu anda buna daha çok dikkat etmemiz gerekirken, herkes internette her okuduğuna güvenmeye başladı. halbuki, internetteki "bedava" şeylerin, ki buna haberler de dahil, nasıl para kazandığını yazmıştık: (bkz: #1164344)
sizden ricam, internette bir şey görünce "bu gerçek mi" diye sormaktan vazgeçmeyin. aklınıza güvenin, en güzel kolpa detektörü o.
nelerin nelerin gerçek olmadığını gördükçe zaten siz de sinirleneceksiniz, eminim.
haberi okudum, hayatımda okuduğum en kolpa şey geldi. gece ortaya çıkan bilgilere göre, zaten yalan habermiş. özellikle yerel, ya da nispeten ufak haber siteleri bunu çok yapıyor - eminim oturtmuşlardır bir stajyeri yazdırmışlardır. neyse, buna binaen bocaeli valiliği'nin yaptığı açıklamaya göre böyle bir suça dair ne ihbar ne bir şey varmış, bu yüzden haberi yapan siteye dava açıyorlarmış. savcılığa bu kişiler hakkında "suç uydurma" suçundan dava açmışlar. bakın yalan haber değil - yani haber uydurduğu için değil, böyle bir suç uydurduğu için ceza kesmişler.
yani diyorlar ki, "siz bir şey uyduramazsınız, sadece biz uydurabiliriz".
herhangi bir haber sitesine girin, özellikle uzman görüşü olan haberleri okuyunca ne dediğimi anlayacaksınız. "5. kattan yüksekte yaşamak çok tehlikeli! prof. koramiral avukat zanaatkar munis pompacı anlatıyor" gibi şeyler. ya da canan karatay gibi tipler. ya da bokunu yiyen celal şengörler.
eskiden bizim dalga geçerek söylediğimiz "internetteki her şey yalandır" düsturumuz vardı. şu anda buna daha çok dikkat etmemiz gerekirken, herkes internette her okuduğuna güvenmeye başladı. halbuki, internetteki "bedava" şeylerin, ki buna haberler de dahil, nasıl para kazandığını yazmıştık: (bkz: #1164344)
sizden ricam, internette bir şey görünce "bu gerçek mi" diye sormaktan vazgeçmeyin. aklınıza güvenin, en güzel kolpa detektörü o.
nelerin nelerin gerçek olmadığını gördükçe zaten siz de sinirleneceksiniz, eminim.
bu olayların artçıları 3 gündür sürmeye devam ediyor. twitter, ertesi gün yaptığı açıklamada, bu haberin engellenme sebebinin "hack ile ele geçirilmiş materyal" olduğunu söylüyor. buna göre eğer bir haerin ya da linkin içeriği hack ile edilmiş bir şeylere atıfta bulunuyorsa, bunu engelliyor.
diyorsunuz ki "wikileaks, fappening, vb. hack sonuçları ile ilgili olarak bu kuralı uygulamadılar" ve evet haklısınız.
neyse, 16'sı tsi gece, twitter apar topra gizlilik sözleşmesini değiştirdi, "hack ile elde edilmiş şeyler, doğrudan hackerlar tarafından paylaşılmışsa silinecek" - ve sonra habere olan engeli kaldırdılar. trump aynı gün facebook ve twitter'ı "tehdit etti" (lol) ki onu da tweet atarak yaptı.
neyse, twitter başkanı çıktı "evet ya bu biraz olmadı sanki" dedi, ve hayat devam etti. ta ki dün geceye kadar. dün, beyaz saray danışmanlarından biri "maske işe yarıyor mu? HAYIR" diye bir tweet attı. twitter hemen bu tweeti engelledi ve hala daha kaldırmadılar. adam bir sonraki tweetinde toparlamaya çalışıp "ya kullanım amacına uygun olarak demeye çalıştım" dese de, hala daha bu tweet ortada yok.
tamamen bonus bir olay olarak, twitter kendilerini siyahi trump destekçileri olarak gösteren bir grup hesabı kapattı. adamlar istiyor ki trump tweet atsın, bütün platform onu gömsün hiç destekçisi olmasın.
peki ama neden?
bütün bu olaylar üzerine, kendi kullandığım ve pek çok olayı yorumlamayı kolaylaştıran bir kural paylaşmak istiyorum. sektörün içinden biri olarak, bütün sosyal medyaların bir numaralı, en çok istedikleri şey etkileşimdir. retweetlesin, heşteg olsun, arkadaş eklesin vs vs. bunu da en çok:
- twitter'da muhalifler, ya da social justice warriorlar, ya da tweet atarak dünyayı kurtaranlar
- facebook'ta herkes
yapıyor. yani müşteri kitleleri az çok belli. pekiiii sosyal medyada konuşacak bir şey lazım değil mi?
işte trampından kadıköy belediyesine, bütün politikacıların yaptığı bu. halka konuşacak, tweet atacak şeyler vermek. twitter da işte tam bu yüzden bu kadar boktan bir durumda; müşterileri karşı taraftan nefret ediyor, ama o tarafı engellerlerse bu sefer de konuşacak bir şey kalmayacak.
donald trump, bir influencer'dır ve twitter'ın en önemli gelir kaynağıdır.
diyorsunuz ki "wikileaks, fappening, vb. hack sonuçları ile ilgili olarak bu kuralı uygulamadılar" ve evet haklısınız.
neyse, 16'sı tsi gece, twitter apar topra gizlilik sözleşmesini değiştirdi, "hack ile elde edilmiş şeyler, doğrudan hackerlar tarafından paylaşılmışsa silinecek" - ve sonra habere olan engeli kaldırdılar. trump aynı gün facebook ve twitter'ı "tehdit etti" (lol) ki onu da tweet atarak yaptı.
neyse, twitter başkanı çıktı "evet ya bu biraz olmadı sanki" dedi, ve hayat devam etti. ta ki dün geceye kadar. dün, beyaz saray danışmanlarından biri "maske işe yarıyor mu? HAYIR" diye bir tweet attı. twitter hemen bu tweeti engelledi ve hala daha kaldırmadılar. adam bir sonraki tweetinde toparlamaya çalışıp "ya kullanım amacına uygun olarak demeye çalıştım" dese de, hala daha bu tweet ortada yok.
tamamen bonus bir olay olarak, twitter kendilerini siyahi trump destekçileri olarak gösteren bir grup hesabı kapattı. adamlar istiyor ki trump tweet atsın, bütün platform onu gömsün hiç destekçisi olmasın.
peki ama neden?
bütün bu olaylar üzerine, kendi kullandığım ve pek çok olayı yorumlamayı kolaylaştıran bir kural paylaşmak istiyorum. sektörün içinden biri olarak, bütün sosyal medyaların bir numaralı, en çok istedikleri şey etkileşimdir. retweetlesin, heşteg olsun, arkadaş eklesin vs vs. bunu da en çok:
- twitter'da muhalifler, ya da social justice warriorlar, ya da tweet atarak dünyayı kurtaranlar
- facebook'ta herkes
yapıyor. yani müşteri kitleleri az çok belli. pekiiii sosyal medyada konuşacak bir şey lazım değil mi?
işte trampından kadıköy belediyesine, bütün politikacıların yaptığı bu. halka konuşacak, tweet atacak şeyler vermek. twitter da işte tam bu yüzden bu kadar boktan bir durumda; müşterileri karşı taraftan nefret ediyor, ama o tarafı engellerlerse bu sefer de konuşacak bir şey kalmayacak.
donald trump, bir influencer'dır ve twitter'ın en önemli gelir kaynağıdır.
ekşi sözlük'te dün gece 3-4 saat boyunca herkesin link paylaşıp, bu sabah link verenlerin tamamının uçurulduğu oluşum. hızlı hızlı bütün problemleri yazıyorum, sonda da ufak bir cevap olacak, "internette bedava bir şey var mıdır" sorusuna.
- kaç yıldır sessiz oluşum, gördüğüm kadarıyla son bir ayda orta-doğu ve hindistan pazarında patlamış. artık hintilerle birbirimize kü koin atarız.
- amaçları 30 milyon kullanıcı. eylül'de attıkları tweet: "hindistan 1 milyon kişiyi geçen ilk bölge oldu". ondan önceki tweette "yüzbinlerce kişi mobil uygulamamızı indirdi" diyor.
- bu bir crypto para değil.
- bu dağıtımlı bir sistem değil, adamların kontrol ettiği tek merkezli bir sistem.
- teknoloji olarak bir şey yok, websitesinde nasıl çalışacağı bile yazmıyor.
özetle söyledikleri şey şu; herkese patronumuzun katladığı kağıt parçalarından dağıtıyoruz. bütün dünya bunu kullansa ne güzel olur. bu ne mk, bir de sikik bir sayaç koymuşlar siteye "ilerde q coininiz ne kadar edecek" diye. bak bak bak andavallara bak sen?
şimdi girdim, gizlilik sözleşmesini cümle cümle gömecektim ama nereden tutsam elimde kalıyor. özetle verilerinizle istedikleri ülkede istedikleri boku yiyorlar, satıyorlar gönderiyorlar bilmemne.
mail adresinizi kimlere verdiğinize çok dikkat edin; hele mümkünse gerçek adınızı kaydolduğunuz yerlere vermeyin (banka vs. yasal süreçler hariç). ben daha önce hiç bir şirketin bedava para verdiğini görmedim; eğer bu adamlar bunu yapıcaksa kripto paradan daha orjinal bir iş olur.
yani bu bir "kumar"; oynamak içinse verdiğiniz şey şimdilik gizliliğiniz. ilerde para kazanmak için olması gerek ise, tüm dünyanın "evet bu adamların katladığı kağıtlar değerlidir" diye anlaşması gerekiyor.
buradaki reklamlar, o paraya kaydolan insanların toplam kazanacağı paradan daha fazla kazandırmıştır. onlar 0 kazanacak çünkü.
sevgiler, dikkat edin kendinize! korkmayın da ama, bu dingillerden bir zarar gelmeyecek büyük ihtimalle. uyarılarım ilerde başka biri tosuncuk ver.2 olmasın diye.
edit: aa bakın Q harfi deyince, bundan çok daha dünyamızı etkileyecek bir başka oluşum için: qanon
- kaç yıldır sessiz oluşum, gördüğüm kadarıyla son bir ayda orta-doğu ve hindistan pazarında patlamış. artık hintilerle birbirimize kü koin atarız.
- amaçları 30 milyon kullanıcı. eylül'de attıkları tweet: "hindistan 1 milyon kişiyi geçen ilk bölge oldu". ondan önceki tweette "yüzbinlerce kişi mobil uygulamamızı indirdi" diyor.
- bu bir crypto para değil.
- bu dağıtımlı bir sistem değil, adamların kontrol ettiği tek merkezli bir sistem.
- teknoloji olarak bir şey yok, websitesinde nasıl çalışacağı bile yazmıyor.
özetle söyledikleri şey şu; herkese patronumuzun katladığı kağıt parçalarından dağıtıyoruz. bütün dünya bunu kullansa ne güzel olur. bu ne mk, bir de sikik bir sayaç koymuşlar siteye "ilerde q coininiz ne kadar edecek" diye. bak bak bak andavallara bak sen?
şimdi girdim, gizlilik sözleşmesini cümle cümle gömecektim ama nereden tutsam elimde kalıyor. özetle verilerinizle istedikleri ülkede istedikleri boku yiyorlar, satıyorlar gönderiyorlar bilmemne.
mail adresinizi kimlere verdiğinize çok dikkat edin; hele mümkünse gerçek adınızı kaydolduğunuz yerlere vermeyin (banka vs. yasal süreçler hariç). ben daha önce hiç bir şirketin bedava para verdiğini görmedim; eğer bu adamlar bunu yapıcaksa kripto paradan daha orjinal bir iş olur.
yani bu bir "kumar"; oynamak içinse verdiğiniz şey şimdilik gizliliğiniz. ilerde para kazanmak için olması gerek ise, tüm dünyanın "evet bu adamların katladığı kağıtlar değerlidir" diye anlaşması gerekiyor.
buradaki reklamlar, o paraya kaydolan insanların toplam kazanacağı paradan daha fazla kazandırmıştır. onlar 0 kazanacak çünkü.
sevgiler, dikkat edin kendinize! korkmayın da ama, bu dingillerden bir zarar gelmeyecek büyük ihtimalle. uyarılarım ilerde başka biri tosuncuk ver.2 olmasın diye.
edit: aa bakın Q harfi deyince, bundan çok daha dünyamızı etkileyecek bir başka oluşum için: qanon
türkiye saati ile 15'i 16'sına bağlayan gece yaşanan olaylardır. genel olarak kullanıcıların "erişemiyoruz yha" nidalarıyla farkettiği durum, aslında öncesi incelendiğinde ilginç olaylar barındırmaktadır.
başlamadan önce, twitter platformdaki trollere ve paralı operasyonlara karşı bir takım önlemler uyguluyor. bakınca faydalı gözüken bir sistem; ama içeriğini engelleyebildikleri iki tane kategorigizli bilgiler ve hassas içerik. çok uzatmadan sıkıntıyı söyleyeyim, kime göre neye göre gizli / hassas?
olay 1) twitter dün amerikan meclisinin yayınladığı bir linki "gizli bilgi" diye kaldırdı.
bu engelledikleri link, amerikan başkan adayı joe biden'ın oğlu, hunter biden ile ilgili. bilahare ikisinden ayrı bahsederim, ama buradaki olay şu: joe biden zamanında amerikan başkan yardımcısıyken, kişisel çıkarları için ukrayna'nın iç işlerine karışmış.
bununla ilgili çok önemli bir kanıtı sunan amerikan meclisi, dün gece twitter tarafından sansürlendi.
2) mavi tık'lı hesapların hacklenmesi
aralarında jeff bezos, bill gates, elon musk, ve evet joe biden olan bazı isimler peşpeşe hacklendi. daha doğrusu işin nasılını bilmiyoruz ama hack diyelim. hepsinden şöyle bir tweet atıldı:
bildiğin eski knight online kurnazlığı, "bana şu kadar para gönder sana iki katını göndereyim". bu sayede 100 kadar bitcoin kaldırdıklarına dair iddialar dolaşıyor.
3) twitter'ın çökmesi / kapanması
bu olayların üstüne twitter erişilemez hale geldi dünya çapında ve yaklaşık bir saat sürdü bu kesinti. bu hacklenme muhabbetinde dolaşan, ama dedikodu dışında kanıt bulamadığım bir iddia şuydu: mavi tık ve two-factor-authentication ile ilgili bir sıkıntı olduğu. bu sistemlerin de kırılabilmesi için en makul olan açıklama, bu işi twitter'ın içinden birinin yaptığı. benim tahminime göre twitter hack vs. değil, kendi isteğiyle sorunu çözene kadar erişime kapattı.
bütün bu olayların peşpeşe olması tamamen tesadüf de olabilir tabi ki. öyle düşünüyorsanız bundan sonrasını okumayabilirsiniz.
benim görüşüme göre bu olay eski orduların kaybedip geri çekilirken bıraktıkları yerleri yakıp yıkmasına benziyor. twitter 2016'dan beri bir savaş alanı, ve paralı troller yıllardır kapışıyorlardı. hangi taraf kazanmıştır, hangisi kaybetmiştir belki ipuçları görebiliriz, ama twitter'ı yıkıp öyle hayatlarına devam etmek istiyor olabilirler.
unutmayın, amerikan başkanlık seçimi yalan dolan, ama dünyanın geri kalanının kaderini etkileyecek bir yalan dolan.
başlamadan önce, twitter platformdaki trollere ve paralı operasyonlara karşı bir takım önlemler uyguluyor. bakınca faydalı gözüken bir sistem; ama içeriğini engelleyebildikleri iki tane kategorigizli bilgiler ve hassas içerik. çok uzatmadan sıkıntıyı söyleyeyim, kime göre neye göre gizli / hassas?
olay 1) twitter dün amerikan meclisinin yayınladığı bir linki "gizli bilgi" diye kaldırdı.
bu engelledikleri link, amerikan başkan adayı joe biden'ın oğlu, hunter biden ile ilgili. bilahare ikisinden ayrı bahsederim, ama buradaki olay şu: joe biden zamanında amerikan başkan yardımcısıyken, kişisel çıkarları için ukrayna'nın iç işlerine karışmış.
bununla ilgili çok önemli bir kanıtı sunan amerikan meclisi, dün gece twitter tarafından sansürlendi.
2) mavi tık'lı hesapların hacklenmesi
aralarında jeff bezos, bill gates, elon musk, ve evet joe biden olan bazı isimler peşpeşe hacklendi. daha doğrusu işin nasılını bilmiyoruz ama hack diyelim. hepsinden şöyle bir tweet atıldı:
bildiğin eski knight online kurnazlığı, "bana şu kadar para gönder sana iki katını göndereyim". bu sayede 100 kadar bitcoin kaldırdıklarına dair iddialar dolaşıyor.
3) twitter'ın çökmesi / kapanması
bu olayların üstüne twitter erişilemez hale geldi dünya çapında ve yaklaşık bir saat sürdü bu kesinti. bu hacklenme muhabbetinde dolaşan, ama dedikodu dışında kanıt bulamadığım bir iddia şuydu: mavi tık ve two-factor-authentication ile ilgili bir sıkıntı olduğu. bu sistemlerin de kırılabilmesi için en makul olan açıklama, bu işi twitter'ın içinden birinin yaptığı. benim tahminime göre twitter hack vs. değil, kendi isteğiyle sorunu çözene kadar erişime kapattı.
bütün bu olayların peşpeşe olması tamamen tesadüf de olabilir tabi ki. öyle düşünüyorsanız bundan sonrasını okumayabilirsiniz.
benim görüşüme göre bu olay eski orduların kaybedip geri çekilirken bıraktıkları yerleri yakıp yıkmasına benziyor. twitter 2016'dan beri bir savaş alanı, ve paralı troller yıllardır kapışıyorlardı. hangi taraf kazanmıştır, hangisi kaybetmiştir belki ipuçları görebiliriz, ama twitter'ı yıkıp öyle hayatlarına devam etmek istiyor olabilirler.
unutmayın, amerikan başkanlık seçimi yalan dolan, ama dünyanın geri kalanının kaderini etkileyecek bir yalan dolan.
yeni çıkan bir habere göre, bu virüse ikinci kere yakalanan kişi bu sefer yenik düşmüş.
tık tık: https://www.turkinfo.nl/dunyada-ilk-kez-koronaviruse-ikinci-kez-yakalanan-hollandali-yasi-kadin-hayatini-kaybetti/28670/
haberin başlığına bakınca sizde de "sıçtık" hissiyatı oluştu di mi? hemen içeriğine bakalım:
"89 yaşındaki kadının 2 ay sonra yeniden koronavirüse yakalandığı ve kanser hastası yaşlı kadının kemoterapi tedavisi sırasında yüksek ateş belirtisi üzerine test edildiği ve sonucun pozitif çıktığı belirtildi. Bağışıklık sisteminin zayıf olmasından dolayı virüse karşı direnemediği ve hayatını kaybettiği bilgisi verildi."
bu haberi "koronavirüse ikinci kez yakalanan kişi öldü" diye niye veriyorsunuz insafsızlar?
tık tık: https://www.turkinfo.nl/dunyada-ilk-kez-koronaviruse-ikinci-kez-yakalanan-hollandali-yasi-kadin-hayatini-kaybetti/28670/
haberin başlığına bakınca sizde de "sıçtık" hissiyatı oluştu di mi? hemen içeriğine bakalım:
"89 yaşındaki kadının 2 ay sonra yeniden koronavirüse yakalandığı ve kanser hastası yaşlı kadının kemoterapi tedavisi sırasında yüksek ateş belirtisi üzerine test edildiği ve sonucun pozitif çıktığı belirtildi. Bağışıklık sisteminin zayıf olmasından dolayı virüse karşı direnemediği ve hayatını kaybettiği bilgisi verildi."
bu haberi "koronavirüse ikinci kez yakalanan kişi öldü" diye niye veriyorsunuz insafsızlar?
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?