dalga dalga geldiği / geleceği iddia edilen bir salgın vürüsü. tabi bize söylemedikleri şey, bu hastalığı yenerken bazı ülkelerin tur bindireceği.
"nalaka lan" demeyin - yeni zelanda ülkede tekrar sıfır aktif vakaya düştüklerini açıkladı. biz diyoruz "türkiye şu an ikinci dalgada", amerikalılar dalga geçiyor "biz daha birinciyi bitirmedik ehe ehe" diye.
yeni zelanda'yı daha önce de yazmıştım, hem de gene bu başlıkta (#1163972). 0 vaka ile 102 gün geçirdikten sonra, tekrar hasta çıkmıştı. çıkmıştı derken, yoktan peydah olmuştu diyorum.
eylül ortasındaki haberlere göre, yeni vaka sayıları günlerce üstüste sıfır çıktı. şu anda yeniden 3-5 bir şeyler çıkıyor, o yüzden "acaba biraz kısıtlasak mı insanları" diyorlar.
dalgalar farklı farklı vuruyuor. bunun sebebi tabi önlemlerin farklılığı, nüfus bilmemne. ama gelin başka bir şey göstereyim. aşağıda, dünya çapında günlük yeni vaka ve aktif vaka sayıları grafikleri var (kaynaklı filan).
çizdiğim noktalardan biri, bu korku pompalamasının en yoğun olduğu, nisan ortası dönemleri. hatırladınız mı, "hepimiz ölcez" diye haberlerin bağırdığı, "flatten the curve (eğriyi düzleştirelim)" dedikleri dönemler.
o dönemlerdeki hastane görüntülerini hatırlıyor musunuz peki? yoğun bakımda aynı makineye dört kişi bağladıkları, ağlayan hemşireleri, yorgunluktan bayılmış doktorları? bize evden çıkmayın diye yalvaran tom hanks'i, bill amcayı, bütün o ünlüleri?
şu anda o dönemden 3 katı kadar yeni vaka çıkıyor, 3 katından fazla ise aktif vaka var. nerede lan bu videolar? ağlayan hemşireler? hani "lütfen evde kalın" diyen keanu reaves?
yukarıda dalga dalga yayıldığından bahsetmiştim, bazı ülkeler daha iyi daha kötü diye. şu anda rusya, hindistan yıkılıyor virüsten (hiç görüntü bulamıyorum ama hadi güvenelim). aktif ve yeni vakalara sadece amerika için bakalım bir de madem:
gördüğümüz gibi, gene 3-5 kat yüksek rakamlar. tekrar soruyorum, nerede lan bu görüntüler?
benim görebildiğim kadarıyla iki tane ihtimal var. birincisi, başımızdakiler kafalarını kuma gömüyorlar / bizden bilgi saklıyorlar. ikincisi ise, bu virüs artık "eski haber". o kadar tık getirmiyor, o yüzden normalden 3 katı fazla hasta olmasına rağmen, haber değeri taşımıyor. yani bu adamlar ya yalancı, ya çıkarcı, ya da ikisi birden.
peki, bu adamlar yalancı ve çıkarcı ise.
bu virüsle ilgili diğer söyledikleri herhangi bir şeye nasıl güvenebiliyoruz ki?
bir de bonus vereyim. amerikanın aktif vaka sayıları döneminde, george floyd protestolarının etkisini görebiliyor musunuz? mayıs sonunda protestolar başlıyor, haziran ortası-sonu gibi (yani kuluçka dönemi sonrası) vakalar atağa kalkıyor.
halbuki o zamanlar "yani protestoya gitmek için çıakbilrsiniz ama işe gidemezsiniz" bile demişlerdi.
yazı uzun biraz, özene bezene yazdım. okumak istemeyenler için tek bir sorum var.
bugün bize bazı sayılar okuyacaklar gene akşam. bu sayılar kaç olursa "yalan" diyeceksiniz? "1 milyon vaka var" deseler yalan diyecek misiniz? 5 milyon? 80 milyon?
yalancıya güvenilmez. başka yalancılar öyle diyor diye yıllardır her türlü kolpasını gördüğünüz birinin, şu an söylediklerine inanmayın. çünkü bizi düşünmüyorlar.
*****
burada aylardır bir şeyler yazıyorum çiziyorum, söylediğim şeyleri kaynaklara dayandırmaya çalışıyorum. genellikle bize söylenen yalanlar ile ilgili karşı kanıtlar bulmak sevdiğim bir yöntem, ama onu bulamadığım zaman en azından bize neden yalan söylediklerini ve bu işlerden çıkarlarını açıkladım elimden geldiğince.
dün akşam aklıma geldi ki, yalan dediğimiz zaman hep yalanın kendisini konuştuk ama en önemli faktöründen bahsetmedik: yalanı söyleyen kişi ya da kişiler. bugün size ufak bir taktik vermeye çalışacağım. başlayalım.
şu dünyada yalanlar söyeyen insanlar var. ne kadar karamsar ve umutsuz olduğunuza bağlı olarak bunlar çoğunlukta hatta. ve bu yalancı kişiler hiç bir zaman tek bir yalan söyleyip durmuyor. hepimiz duyduk ve hatta kullandık beyaz yalanları, ya da anlık bir korku veya gaflet içinde yalan söyledik. ama sen-ben ile bu yalancılar arasındaki fark, onların bir yalan ile dur(a)muyor oluşu.
çünkü bir yalanı gizlemek için, daha da çok yalan gerekir. "kandırıldık" bir itiraftır, ama gerçeği söylemek değildir. bir yalanı sorguladığınızda karşı argüman olarak bize daha çok yalan söylerler, çünkü söylemek zorundalar. hiç bir yalan tek başına ayakta kalabilecek kadar güçlü değil, o yüzden onu başka, irili ufaklı yalanlarla süslemek zorundalar.
bütün bu sahtekarlık fırtınası içinde, sabit olan şey yalanı söyleyen kişidir. biri size yalan söylediğinde ya da gerçeği sakladığında o kişiye olan güveniniz azalır değil mi? ve belirli bir eşikten sonra artık o kişiye güvenmezsiniz. bazısı için en yakın arkadaşı yalan söyler, 100 tane yalandan sonra artık o kişinin arkadaşınız, ve iyi bir insan, olmadığını fark edersiniz. bazısı karşı politik görüşün bir tane yalanını görür ve o anda o eşik aşılır, artık o politik görüşe güvenmez. bunlar hep yalan ve yalancının doğasında olan şeyler.
ama ne demiştik; bir yalanı saklamak için daha pek çok yalan söylemek gerekli. bu yalanlardan kaç tanesini yakalarsınız, ve kaç taneden sonra eşiğinizi aşıp o kişiye güvenmeyi bırakırsınız bilemem. fakat yapabileceğiniz şeylerin en tehlikelisi, o eşiği geçtikten sonra hala daha o kişiye güvenmektir.
hem üzülürsünüz, hem gerçekten tehlikelidir bu. size düzenli olarak yalan söyleyen birisi sizin çıkarlarınızı gözetmez, değer vermez. bu kişinin sonraki yalanına güvenmek ya da güvenmemek bir tercihtir; asla zorunluluk değil. tekrar; hayatın sunduğu hiç bir seçenekte bir yalancının sözüne güvenmek zorunda değilsiniz.
şimdi bu anlatmaya çalıştığım farkı, asrın en büyük yalancısının en büyük yalanlarından biriyle örneklendireceğim. tane tane anlayarak okursanız saçmalığı farkedeceksiniz, ve ben isim vermeyeceğim.
bize 18 yıldır yalan üstüne yalan söyleyen birileri var. bu kişiler sağlığımızdan paramıza, namusumuzdan güvenliğimize kadar her şey hakkında bize yalan söylediler.
ben bu kişilere güvenmiyorum; benim o eşiğim aşıldı. artık çıkıp gökyüzü mavi deseler siktir çekerim.
bu kişiler mart ayında çıktılar ve her gün bazı sayılar söylemeye başladılar bize. 3'tü, 5'ti derken geçen haftaya kadar tırmanıp o sayı 3 bin filan oldu.
geçen hafta ise dediler ki, biz size yalan söyledik, sizden gerçeği sakladık. aslında sayı 30 bin.
yalanı söyleyen mi değişti? hayır.
yalanın kendisi, yani bir takım sayıların sayma şekli mi değişti? hayır, hala daha mart'tan beri saydığımız aynı kolpalar.
o zaman şu anda bu sayılara neden güveniyorsunuz? başka bir politikolpacı dedi diye mi?
ben söyleyeyim, çünkü bu yalan bizim korkularımıza daha uygun. bize pompaladıkları ölüm korkusu ve kaos için sayının 3 bin değil, 30 bin olması lazım. 30 bini görünce "hah evet böyle olması lazım zaten, bak hepimiz öleceğiz" demek daha kolay. halbuki, ölüm korkusu satan kişiler, başka patolojik yalancılar; yani medya.
son adıma geldim artık.
bugün biri bize sayılar okurken, "1 milyon vaka var" deseler yalan diyecek misiniz?
5 milyon vaka var deseler?
"hepiniz vakasınız, 80 milyonun tamamı pozitif" deseler?
bu sayılara inanma alt sınırını anladık, 20 bini geçmeden insanlar inanmıyordu. peki üst sınır nedir?
bu üst sınırı da geçecekler, tencerede kaynayan kurbağa gibi yavaş yavaş, adım adım arttıracaklar hem de. yalancı olduğunu bildiğiniz, ve size onlarca yalanını göstermeye çalıştığım bu adamların, geçen perşembe'ye kadar yalan söylediğini düşünürken 5 gündür doğru söylediklerine neden inanıyorsunuz?
çok sevdiğim birinin lafı var; "bir yalan bin gerçeği sorgulatır" diye. sorgulayın, ve bu yalancılara güvenmeyin. artık kredileri tükensin sizin nezdinizde. bana da güvenmeyin, eğer size bir gün yalan söylersem benim de kredim tükensin sizde.
ama rica ediyorum yalancı olduğunu bildiğiniz birilerinin en son yalanına, sırf size başka bir yalancı öyle olması gerektiğini söylüyor diye güvenmeyin. sağlığınıza ve hayatınıza bir saldırı var; ama korkuyla hareket edip yalancılara güvenirseniz bu işten hiç çıkamayız. korkmayın, kendinizi ve sevdiklerinizi koruyun.
bugün bize bazı sayılar okuyacaklar gene akşam. bu sayılar kaç olursa "yalan" diyeceksiniz? "1 milyon vaka var" deseler yalan diyecek misiniz? 5 milyon? 80 milyon?
yalancıya güvenilmez. başka yalancılar öyle diyor diye yıllardır her türlü kolpasını gördüğünüz birinin, şu an söylediklerine inanmayın. çünkü bizi düşünmüyorlar.
*****
burada aylardır bir şeyler yazıyorum çiziyorum, söylediğim şeyleri kaynaklara dayandırmaya çalışıyorum. genellikle bize söylenen yalanlar ile ilgili karşı kanıtlar bulmak sevdiğim bir yöntem, ama onu bulamadığım zaman en azından bize neden yalan söylediklerini ve bu işlerden çıkarlarını açıkladım elimden geldiğince.
dün akşam aklıma geldi ki, yalan dediğimiz zaman hep yalanın kendisini konuştuk ama en önemli faktöründen bahsetmedik: yalanı söyleyen kişi ya da kişiler. bugün size ufak bir taktik vermeye çalışacağım. başlayalım.
şu dünyada yalanlar söyeyen insanlar var. ne kadar karamsar ve umutsuz olduğunuza bağlı olarak bunlar çoğunlukta hatta. ve bu yalancı kişiler hiç bir zaman tek bir yalan söyleyip durmuyor. hepimiz duyduk ve hatta kullandık beyaz yalanları, ya da anlık bir korku veya gaflet içinde yalan söyledik. ama sen-ben ile bu yalancılar arasındaki fark, onların bir yalan ile dur(a)muyor oluşu.
çünkü bir yalanı gizlemek için, daha da çok yalan gerekir. "kandırıldık" bir itiraftır, ama gerçeği söylemek değildir. bir yalanı sorguladığınızda karşı argüman olarak bize daha çok yalan söylerler, çünkü söylemek zorundalar. hiç bir yalan tek başına ayakta kalabilecek kadar güçlü değil, o yüzden onu başka, irili ufaklı yalanlarla süslemek zorundalar.
bütün bu sahtekarlık fırtınası içinde, sabit olan şey yalanı söyleyen kişidir. biri size yalan söylediğinde ya da gerçeği sakladığında o kişiye olan güveniniz azalır değil mi? ve belirli bir eşikten sonra artık o kişiye güvenmezsiniz. bazısı için en yakın arkadaşı yalan söyler, 100 tane yalandan sonra artık o kişinin arkadaşınız, ve iyi bir insan, olmadığını fark edersiniz. bazısı karşı politik görüşün bir tane yalanını görür ve o anda o eşik aşılır, artık o politik görüşe güvenmez. bunlar hep yalan ve yalancının doğasında olan şeyler.
ama ne demiştik; bir yalanı saklamak için daha pek çok yalan söylemek gerekli. bu yalanlardan kaç tanesini yakalarsınız, ve kaç taneden sonra eşiğinizi aşıp o kişiye güvenmeyi bırakırsınız bilemem. fakat yapabileceğiniz şeylerin en tehlikelisi, o eşiği geçtikten sonra hala daha o kişiye güvenmektir.
hem üzülürsünüz, hem gerçekten tehlikelidir bu. size düzenli olarak yalan söyleyen birisi sizin çıkarlarınızı gözetmez, değer vermez. bu kişinin sonraki yalanına güvenmek ya da güvenmemek bir tercihtir; asla zorunluluk değil. tekrar; hayatın sunduğu hiç bir seçenekte bir yalancının sözüne güvenmek zorunda değilsiniz.
şimdi bu anlatmaya çalıştığım farkı, asrın en büyük yalancısının en büyük yalanlarından biriyle örneklendireceğim. tane tane anlayarak okursanız saçmalığı farkedeceksiniz, ve ben isim vermeyeceğim.
bize 18 yıldır yalan üstüne yalan söyleyen birileri var. bu kişiler sağlığımızdan paramıza, namusumuzdan güvenliğimize kadar her şey hakkında bize yalan söylediler.
ben bu kişilere güvenmiyorum; benim o eşiğim aşıldı. artık çıkıp gökyüzü mavi deseler siktir çekerim.
bu kişiler mart ayında çıktılar ve her gün bazı sayılar söylemeye başladılar bize. 3'tü, 5'ti derken geçen haftaya kadar tırmanıp o sayı 3 bin filan oldu.
geçen hafta ise dediler ki, biz size yalan söyledik, sizden gerçeği sakladık. aslında sayı 30 bin.
yalanı söyleyen mi değişti? hayır.
yalanın kendisi, yani bir takım sayıların sayma şekli mi değişti? hayır, hala daha mart'tan beri saydığımız aynı kolpalar.
o zaman şu anda bu sayılara neden güveniyorsunuz? başka bir politikolpacı dedi diye mi?
ben söyleyeyim, çünkü bu yalan bizim korkularımıza daha uygun. bize pompaladıkları ölüm korkusu ve kaos için sayının 3 bin değil, 30 bin olması lazım. 30 bini görünce "hah evet böyle olması lazım zaten, bak hepimiz öleceğiz" demek daha kolay. halbuki, ölüm korkusu satan kişiler, başka patolojik yalancılar; yani medya.
son adıma geldim artık.
bugün biri bize sayılar okurken, "1 milyon vaka var" deseler yalan diyecek misiniz?
5 milyon vaka var deseler?
"hepiniz vakasınız, 80 milyonun tamamı pozitif" deseler?
bu sayılara inanma alt sınırını anladık, 20 bini geçmeden insanlar inanmıyordu. peki üst sınır nedir?
bu üst sınırı da geçecekler, tencerede kaynayan kurbağa gibi yavaş yavaş, adım adım arttıracaklar hem de. yalancı olduğunu bildiğiniz, ve size onlarca yalanını göstermeye çalıştığım bu adamların, geçen perşembe'ye kadar yalan söylediğini düşünürken 5 gündür doğru söylediklerine neden inanıyorsunuz?
çok sevdiğim birinin lafı var; "bir yalan bin gerçeği sorgulatır" diye. sorgulayın, ve bu yalancılara güvenmeyin. artık kredileri tükensin sizin nezdinizde. bana da güvenmeyin, eğer size bir gün yalan söylersem benim de kredim tükensin sizde.
ama rica ediyorum yalancı olduğunu bildiğiniz birilerinin en son yalanına, sırf size başka bir yalancı öyle olması gerektiğini söylüyor diye güvenmeyin. sağlığınıza ve hayatınıza bir saldırı var; ama korkuyla hareket edip yalancılara güvenirseniz bu işten hiç çıkamayız. korkmayın, kendinizi ve sevdiklerinizi koruyun.
türkiye saati ile 15'i 16'sına bağlayan gece yaşanan olaylardır. genel olarak kullanıcıların "erişemiyoruz yha" nidalarıyla farkettiği durum, aslında öncesi incelendiğinde ilginç olaylar barındırmaktadır.
başlamadan önce, twitter platformdaki trollere ve paralı operasyonlara karşı bir takım önlemler uyguluyor. bakınca faydalı gözüken bir sistem; ama içeriğini engelleyebildikleri iki tane kategorigizli bilgiler ve hassas içerik. çok uzatmadan sıkıntıyı söyleyeyim, kime göre neye göre gizli / hassas?
olay 1) twitter dün amerikan meclisinin yayınladığı bir linki "gizli bilgi" diye kaldırdı.
bu engelledikleri link, amerikan başkan adayı joe biden'ın oğlu, hunter biden ile ilgili. bilahare ikisinden ayrı bahsederim, ama buradaki olay şu: joe biden zamanında amerikan başkan yardımcısıyken, kişisel çıkarları için ukrayna'nın iç işlerine karışmış.
bununla ilgili çok önemli bir kanıtı sunan amerikan meclisi, dün gece twitter tarafından sansürlendi.
2) mavi tık'lı hesapların hacklenmesi
aralarında jeff bezos, bill gates, elon musk, ve evet joe biden olan bazı isimler peşpeşe hacklendi. daha doğrusu işin nasılını bilmiyoruz ama hack diyelim. hepsinden şöyle bir tweet atıldı:
bildiğin eski knight online kurnazlığı, "bana şu kadar para gönder sana iki katını göndereyim". bu sayede 100 kadar bitcoin kaldırdıklarına dair iddialar dolaşıyor.
3) twitter'ın çökmesi / kapanması
bu olayların üstüne twitter erişilemez hale geldi dünya çapında ve yaklaşık bir saat sürdü bu kesinti. bu hacklenme muhabbetinde dolaşan, ama dedikodu dışında kanıt bulamadığım bir iddia şuydu: mavi tık ve two-factor-authentication ile ilgili bir sıkıntı olduğu. bu sistemlerin de kırılabilmesi için en makul olan açıklama, bu işi twitter'ın içinden birinin yaptığı. benim tahminime göre twitter hack vs. değil, kendi isteğiyle sorunu çözene kadar erişime kapattı.
bütün bu olayların peşpeşe olması tamamen tesadüf de olabilir tabi ki. öyle düşünüyorsanız bundan sonrasını okumayabilirsiniz.
benim görüşüme göre bu olay eski orduların kaybedip geri çekilirken bıraktıkları yerleri yakıp yıkmasına benziyor. twitter 2016'dan beri bir savaş alanı, ve paralı troller yıllardır kapışıyorlardı. hangi taraf kazanmıştır, hangisi kaybetmiştir belki ipuçları görebiliriz, ama twitter'ı yıkıp öyle hayatlarına devam etmek istiyor olabilirler.
unutmayın, amerikan başkanlık seçimi yalan dolan, ama dünyanın geri kalanının kaderini etkileyecek bir yalan dolan.
başlamadan önce, twitter platformdaki trollere ve paralı operasyonlara karşı bir takım önlemler uyguluyor. bakınca faydalı gözüken bir sistem; ama içeriğini engelleyebildikleri iki tane kategorigizli bilgiler ve hassas içerik. çok uzatmadan sıkıntıyı söyleyeyim, kime göre neye göre gizli / hassas?
olay 1) twitter dün amerikan meclisinin yayınladığı bir linki "gizli bilgi" diye kaldırdı.
bu engelledikleri link, amerikan başkan adayı joe biden'ın oğlu, hunter biden ile ilgili. bilahare ikisinden ayrı bahsederim, ama buradaki olay şu: joe biden zamanında amerikan başkan yardımcısıyken, kişisel çıkarları için ukrayna'nın iç işlerine karışmış.
bununla ilgili çok önemli bir kanıtı sunan amerikan meclisi, dün gece twitter tarafından sansürlendi.
2) mavi tık'lı hesapların hacklenmesi
aralarında jeff bezos, bill gates, elon musk, ve evet joe biden olan bazı isimler peşpeşe hacklendi. daha doğrusu işin nasılını bilmiyoruz ama hack diyelim. hepsinden şöyle bir tweet atıldı:
bildiğin eski knight online kurnazlığı, "bana şu kadar para gönder sana iki katını göndereyim". bu sayede 100 kadar bitcoin kaldırdıklarına dair iddialar dolaşıyor.
3) twitter'ın çökmesi / kapanması
bu olayların üstüne twitter erişilemez hale geldi dünya çapında ve yaklaşık bir saat sürdü bu kesinti. bu hacklenme muhabbetinde dolaşan, ama dedikodu dışında kanıt bulamadığım bir iddia şuydu: mavi tık ve two-factor-authentication ile ilgili bir sıkıntı olduğu. bu sistemlerin de kırılabilmesi için en makul olan açıklama, bu işi twitter'ın içinden birinin yaptığı. benim tahminime göre twitter hack vs. değil, kendi isteğiyle sorunu çözene kadar erişime kapattı.
bütün bu olayların peşpeşe olması tamamen tesadüf de olabilir tabi ki. öyle düşünüyorsanız bundan sonrasını okumayabilirsiniz.
benim görüşüme göre bu olay eski orduların kaybedip geri çekilirken bıraktıkları yerleri yakıp yıkmasına benziyor. twitter 2016'dan beri bir savaş alanı, ve paralı troller yıllardır kapışıyorlardı. hangi taraf kazanmıştır, hangisi kaybetmiştir belki ipuçları görebiliriz, ama twitter'ı yıkıp öyle hayatlarına devam etmek istiyor olabilirler.
unutmayın, amerikan başkanlık seçimi yalan dolan, ama dünyanın geri kalanının kaderini etkileyecek bir yalan dolan.
biraz uzun oldu, o yüzden arkaya müzik de verelim.
eylül 2016'da çıkan çin menşeili sosyal medya. kendisiyile ilgili araştırıp, okuyup, haberleri takip edip, en sonunda da deneyen biri olarak sosyal medya denen araçların tartışmasız en iyisi. önce sosyal medya kavramının gelişimine değinip, neden tiktok'un bu işte en iyi olduğuna bakalım.
zuckerberg isimli şahıs facebook fikrini çalmadan önce de, bugünkü sosyal medya'ya benzer araçlar vardı. fb'nin bunlardan farklı yaptığı tek şey aslında, sınırsız fotoğraf koyabilme özelliğiydi. peki sadece bu kadar basit bir değişiklikle nasıl bugünkü yerine gelebildi?
sosyal medya dediğimiz şey aslında insanların birbirleriyle ve dünya ile etkileşim kurma çabasından ibaret. bu yüzden, iletişim teknolojisindeki gelişmeler ile her zaman elele ilerliyor. bu basit bir kural ile hangi sosyal medya şirketinin geçmişte neden tuttuğunu / tutmadığını ve gelecektekilerin başarısını az çok kestirebiliriz hatta.
bir kaç örnek verelim. yonja, hi5 vs. çıktığında "fotoğraf" insanların rahat kullanabildiği bir iletişim aracı değildi. o zamanlar yazışıyorduk; sms, msn, icq filan. herkesin kamerası yoktu telefonunda; varsa da 12*12 pixel filan çekiyordu. Facebook'un hızlı yükselişi, aslında iphone'un çıkışı ve kameralı telefonların yaygınlaşmasıyla denk düşmesinden. ve hatta, twitter'ın şansı da bu teknolojideki "geçiş" döneminde kurulmasından. ve yazmak her zaman kolay ve tercih edilir bir şey, tıpkı bu sözlük gibi.
biraz ilerleyince vine vardı, bumerang vardı misal. onların sıkıntısını tahmin edebiliyor musunuz? evet kamera var ve foto çekiliyor, ama ön kamera gibi bir kolaylık yok. ya da gene kötü kalite videolar, editing yetenekleri kısıtlı. vaktinden erken çıktığı için şu anda unutulmuş sosyal mecralara örnek bunlar. şu anda tiktok'un yaptığının biraz daha kötüsünü yapıyordu bu uygulamalar sadece halbuki.
aşağı yukarı bu zamandan itibaren facebook'un tekelleşmesi başlıyor zaten. instagram ve whatsapp'ı satın almasıyla birlikte batı dünyasındaki en fazla kullanıcıya sahip şirket oluyordu hatta. bu yüzden eğer şu anda "tutmuş" bir yenilik varsa bile, genellikle bu şirketin başının altından çıkmış oluyor. çünkü para.
ama batı dünyası dedim, çünkü dünyanın öteki yarısında işler hiç öyle değil. orada devlet eliyle bu tekelleşme destekleniyor, ve kendi kurdukları 3-4 milyar insanlık bir eko sistemleri var. wechat mesela dünyada facebook dışında en çok kullanıcısı olan mesajlaşma uygulaması, 1 küsür milyar ile. ya da hindistan'n şu anda nakit para kullanımı çok az ve bazıları devlet destekli, bazıları desteksiz bir çok çözümleri var takas için. takas yani bakınca bildiğin.
işte tiktok bu bölgelerde doğmuş ve parlamış bir uygulama. bu uygulamanın "içeriği" diye bir şey yok, tıpkı diğer sosyal medyalar gibi. ama bu adamların yaptıkları şey, sunum tekniğini mü-kem-mel hale getirmeleri.
uygulamaya giriyorsunuz, üye oldunuz. size bir tane soru soruyor: "ilgileriniz seçin". öyle yazmalı filan da değil, sadece tıklıyorsunuz. ve o andan itibaren sonsuza kadar kaydırmanızı engelleyen hiç bir şey yok. size video yükle bile demiyorlar, ne isterseniz onu yapıyorsunuz. başka konular mı görmek istediniz? iki tık. video mu yükleyeceksiniz? çekip, editleyip, ses efekti koyup atması 8-10 tık.
ve hiç reklam yok. sıfır.
işte sıkıntının başladığı nokta da bu. social dilemma'yı izlemeyenler varsa, bu sosyal medyaların en büyük derdi nasıl para kazanılacağı. facebook'un bir başka "dehası" da reklam göstermek. öncesinde zuk amcamız "eheh aylık ücret olsun" gibi sığ, paragöz ve vizyonsuz bir yaklaşımdayken şirketin strateji danışmanı öneriyor reklamları. daha sonra baktılar çok para var, ayrım yapmadan her türlü reklamı almaya başlıyorlar. daha sonra sana hangi reklamları göstereceklerini öğrenmek için bilgilerini çalmaya başlıyorlar. daha sonra, senin daha fazla reklam görmen ama kullanmayı bırakmaman için ne yapabiliriz onu araştırıyorlar. en son geldiğimiz noktada, "biden seçilirse aylık kullanıcı sayımız düşer" diye trump'ı seçtirtmeye çalışıyorlar.
asıl konumuz tiktok, ama iki farklı yaklaşımı görün istedim. tiktok nasıl para kazanıyor? uygulama içinde "coin" satıyor. bunların gerçek hayatta hiç bir denkliği yok, internet puanı sadece. ve tabi ki şu anda ne kadar kazanıyorlar, ne yaptılar belli değil ve sadece aldıkları yatırımlar ve şirketin satılma parası ile dönüyor.
pekiiii kapitalizm 101: bir şirket zararına iş yapar mı? yapmaz. bu yüzden de adamlar bulabildikleri (büyük harf) bütün verileri (büyük haf) topluyor sizden. yukarıda fb'nin yaptığını söylediklerim zaten, bunlar da yapıyorlar onları. bu topladıklarını da çin hükümetine satıyorlar. olay bu.
sistem inanılmaz başarılı dediğim gibi. tiktok uygulaması gerçekten "sosyal medya" kavramının en iyisi. kendini saatlerce izletiyor, paylaştırıyor, hiç reklam göstermiyor ve verileri otoriter bir rejime satıyor.
alan memnun, satan memnun, veren habersiz, harika bir sistem.
eh şimdi haberimiz var, yani napalım bırakalım mı? cık. gene çok basit bir bakış açısı var insanların önerdiği. bütün bunlar birer "araç", tıpkı çekiç filan gibi. ama ben "beni kullan git resim as" diye notification gönderen bir çekiç görmedim.
siz istediğiniz zaman kullandığınızdan emin olduğunuz sürece sıkıntı yok. aman zuk'a uymayın.
ama şunlara da uymayalım.
o değil de, kuzey kore'de StarCon isimli bir sosyal medya başlattıklarını biliyor muydunuz? bu sosyal medyanın akıbeti belli değil, yıllardır haber alınamıyor ahasfasf.
eylül 2016'da çıkan çin menşeili sosyal medya. kendisiyile ilgili araştırıp, okuyup, haberleri takip edip, en sonunda da deneyen biri olarak sosyal medya denen araçların tartışmasız en iyisi. önce sosyal medya kavramının gelişimine değinip, neden tiktok'un bu işte en iyi olduğuna bakalım.
zuckerberg isimli şahıs facebook fikrini çalmadan önce de, bugünkü sosyal medya'ya benzer araçlar vardı. fb'nin bunlardan farklı yaptığı tek şey aslında, sınırsız fotoğraf koyabilme özelliğiydi. peki sadece bu kadar basit bir değişiklikle nasıl bugünkü yerine gelebildi?
sosyal medya dediğimiz şey aslında insanların birbirleriyle ve dünya ile etkileşim kurma çabasından ibaret. bu yüzden, iletişim teknolojisindeki gelişmeler ile her zaman elele ilerliyor. bu basit bir kural ile hangi sosyal medya şirketinin geçmişte neden tuttuğunu / tutmadığını ve gelecektekilerin başarısını az çok kestirebiliriz hatta.
bir kaç örnek verelim. yonja, hi5 vs. çıktığında "fotoğraf" insanların rahat kullanabildiği bir iletişim aracı değildi. o zamanlar yazışıyorduk; sms, msn, icq filan. herkesin kamerası yoktu telefonunda; varsa da 12*12 pixel filan çekiyordu. Facebook'un hızlı yükselişi, aslında iphone'un çıkışı ve kameralı telefonların yaygınlaşmasıyla denk düşmesinden. ve hatta, twitter'ın şansı da bu teknolojideki "geçiş" döneminde kurulmasından. ve yazmak her zaman kolay ve tercih edilir bir şey, tıpkı bu sözlük gibi.
biraz ilerleyince vine vardı, bumerang vardı misal. onların sıkıntısını tahmin edebiliyor musunuz? evet kamera var ve foto çekiliyor, ama ön kamera gibi bir kolaylık yok. ya da gene kötü kalite videolar, editing yetenekleri kısıtlı. vaktinden erken çıktığı için şu anda unutulmuş sosyal mecralara örnek bunlar. şu anda tiktok'un yaptığının biraz daha kötüsünü yapıyordu bu uygulamalar sadece halbuki.
aşağı yukarı bu zamandan itibaren facebook'un tekelleşmesi başlıyor zaten. instagram ve whatsapp'ı satın almasıyla birlikte batı dünyasındaki en fazla kullanıcıya sahip şirket oluyordu hatta. bu yüzden eğer şu anda "tutmuş" bir yenilik varsa bile, genellikle bu şirketin başının altından çıkmış oluyor. çünkü para.
ama batı dünyası dedim, çünkü dünyanın öteki yarısında işler hiç öyle değil. orada devlet eliyle bu tekelleşme destekleniyor, ve kendi kurdukları 3-4 milyar insanlık bir eko sistemleri var. wechat mesela dünyada facebook dışında en çok kullanıcısı olan mesajlaşma uygulaması, 1 küsür milyar ile. ya da hindistan'n şu anda nakit para kullanımı çok az ve bazıları devlet destekli, bazıları desteksiz bir çok çözümleri var takas için. takas yani bakınca bildiğin.
işte tiktok bu bölgelerde doğmuş ve parlamış bir uygulama. bu uygulamanın "içeriği" diye bir şey yok, tıpkı diğer sosyal medyalar gibi. ama bu adamların yaptıkları şey, sunum tekniğini mü-kem-mel hale getirmeleri.
uygulamaya giriyorsunuz, üye oldunuz. size bir tane soru soruyor: "ilgileriniz seçin". öyle yazmalı filan da değil, sadece tıklıyorsunuz. ve o andan itibaren sonsuza kadar kaydırmanızı engelleyen hiç bir şey yok. size video yükle bile demiyorlar, ne isterseniz onu yapıyorsunuz. başka konular mı görmek istediniz? iki tık. video mu yükleyeceksiniz? çekip, editleyip, ses efekti koyup atması 8-10 tık.
ve hiç reklam yok. sıfır.
işte sıkıntının başladığı nokta da bu. social dilemma'yı izlemeyenler varsa, bu sosyal medyaların en büyük derdi nasıl para kazanılacağı. facebook'un bir başka "dehası" da reklam göstermek. öncesinde zuk amcamız "eheh aylık ücret olsun" gibi sığ, paragöz ve vizyonsuz bir yaklaşımdayken şirketin strateji danışmanı öneriyor reklamları. daha sonra baktılar çok para var, ayrım yapmadan her türlü reklamı almaya başlıyorlar. daha sonra sana hangi reklamları göstereceklerini öğrenmek için bilgilerini çalmaya başlıyorlar. daha sonra, senin daha fazla reklam görmen ama kullanmayı bırakmaman için ne yapabiliriz onu araştırıyorlar. en son geldiğimiz noktada, "biden seçilirse aylık kullanıcı sayımız düşer" diye trump'ı seçtirtmeye çalışıyorlar.
asıl konumuz tiktok, ama iki farklı yaklaşımı görün istedim. tiktok nasıl para kazanıyor? uygulama içinde "coin" satıyor. bunların gerçek hayatta hiç bir denkliği yok, internet puanı sadece. ve tabi ki şu anda ne kadar kazanıyorlar, ne yaptılar belli değil ve sadece aldıkları yatırımlar ve şirketin satılma parası ile dönüyor.
pekiiii kapitalizm 101: bir şirket zararına iş yapar mı? yapmaz. bu yüzden de adamlar bulabildikleri (büyük harf) bütün verileri (büyük haf) topluyor sizden. yukarıda fb'nin yaptığını söylediklerim zaten, bunlar da yapıyorlar onları. bu topladıklarını da çin hükümetine satıyorlar. olay bu.
sistem inanılmaz başarılı dediğim gibi. tiktok uygulaması gerçekten "sosyal medya" kavramının en iyisi. kendini saatlerce izletiyor, paylaştırıyor, hiç reklam göstermiyor ve verileri otoriter bir rejime satıyor.
alan memnun, satan memnun, veren habersiz, harika bir sistem.
eh şimdi haberimiz var, yani napalım bırakalım mı? cık. gene çok basit bir bakış açısı var insanların önerdiği. bütün bunlar birer "araç", tıpkı çekiç filan gibi. ama ben "beni kullan git resim as" diye notification gönderen bir çekiç görmedim.
siz istediğiniz zaman kullandığınızdan emin olduğunuz sürece sıkıntı yok. aman zuk'a uymayın.
ama şunlara da uymayalım.
o değil de, kuzey kore'de StarCon isimli bir sosyal medya başlattıklarını biliyor muydunuz? bu sosyal medyanın akıbeti belli değil, yıllardır haber alınamıyor ahasfasf.
(not, henüz foto filan eklemedim. belki de eklerim zaman bulursam, ama şimdilik düzyazı tamamen)
uyarı: bu yazı çok uzun olacak, tarihe alternatif bir bakış açısı sunacak ancak sindirmesi zor ya da bazı yerleri absürt gelebilir. yazının sonlarında din konusu da giriyor işin içine ve bence en önemli kısım orası, ama sizi din tutuyorsa haberiniz olsun. benim tavsiyem bu yazdıklarımı baştan sonra masal gibi okuyun, kasmayın kendinizi ve en sonda karar verin bu masalda gerçeklik payı olabilir mi diye.
daha başlarken, spoiler gibi bütün bu yazının özetini vereyim. abd başkanlık seçimlerinde biden seçildikten sonra covid bitecek.
her şey aslında paranın bulunuşuna kadar dayanıyor, ama bizim irdeleyeceğimiz bölüm, aşağı yukarı 2. dünya savaşından sonra bugüne kadar olan kısım.
hiroşima ve nagasaki'ye atılan atom bombaları ile savaş bitmiş, hitler kafasına sıkmış, rusya palazlanmış ve nispeten yeni kurulmuş amerika'nın uzun süre sonra ilk kez aktif bir savaşı kalmamış. ortada mahvolmuş ülkeler, bitmiş bir ekonomik sistem var dünya çapında. bunlar tabi biz sıradan halk için, yoksa kastettiğim dünyadaki bütün zenginlik, bir kaç yerde toplanmış durumda. isviçre, vatikan, kayıp nazi altınları filan bunlar hep bir kaç kişinin tekelinde. bu durumun yarattığı sıkıntılar, aslında bugüne kadar çektiğimiz çoğu felaket ve ölümün sebebi. konumuz başkanlık seçimleri, o yüzden uzatmadan bir "para nedir nasıl çalışır"ı açıklıyorum.
para, takas kavramını herkesin üzerinde anlaştığı bir standarda oturtan icat. artık fasülye karşılığı oküz almak zorunda değilsin, direk altın sikke veriyorsun. başkasına da fasülyeni satıyorsun altın alıyorsun. insanlık ya parayı bulacaktı, ya da 100 kişilik köylerde "herkes bir işin ucundan tutarak" yaşayacaklardı.
insanlık parayı seçti. çünkü çok büyük kolaylık. fakat tabi herkes sürekli cebinde altın taşıyor, bunlar kayboluyor-çalınıyor-insanlar birbirini öldürüyor. biri çıkıyor diyor ki "hacılar siz altınlarınızı bana verin, ben saklıyım bunları, size de senet vereyim."
halk diyor "vat dı fak is senet?"
cevap veriyor bana o kağıdı getirince, size orada yazan kadar altınınızı vereceğim. böylece hiç cebinizde taşımanıza gerek olmayacak, ya da yarım altına bir şey alabileceksiniz. ve başlıyor ilk banka olarak himet vermeye.
bankalar kadar insanlığa zararlı bir başka oluşum var mı bilmiyorum, ama özünde çok gerekli bir sistem ne yazık ki. çünkü insanların bazıları kötü. ve fakat, bu kötü insanlar bankaların başına gelince ne oluyor?
bankalar, elinde olandan daha fazla altın kağıdı basmaya başlıyor. 100 tane altın varken kasabada, 1000 altınlık kağıt dolaşıyor yani. sonra bir gün tabi ki yakalanıyorlar, ve tahminim linç ediliyorlar. yüzyıllar içinde nasıl değiştiğine değinmeyeceğim, tarih kısmı bu kadar.
paranın şu anda çalışma şekli de şu. (çoğu) devlet, ülkesindeki piyasaya bakıyor. bu ülkenin çalışmaya düzgün devam edebilmesi için, 0'dan büyük bir enflasyon olması gerekiyor. yani eksi enflasyona dünya çapında geçildiği zaman, çok büyük sıkıntılar doğabilir. ki şu anda çoğu avrupada bir çok ülke negatif faiz ve enflasyonda.
bir de bilmeniz gerekeni insan sayısı arttıkça enflasyon düşüyor. yukarıdaki gibi bir örnek vermek gerekirse; ortada 100 altın var ve 100 kişi var. bu kişiler evlendi çocukları oldu, artık 100 altın ve 150 kişi var. artık bir tas yemek 1 altın olamaz, çünkü o zaman çocuk aç kalıyor ve bir yemek 0.66 altın oluyor. bunun sonucu olarak eğer piyasadaki üretim artışı, insan artışına denk düşmezse, para değer kaybediyor, deflasyon oluyor.
umarım güzelce anlatabilmişimdir. e devletler bakıyor durdukları yerde zarara giriyorlar, üretimi teşvik etmeye başlıyorlar. daha çok fabrika, daha çok çocuk işçi, daha çok vergi (ya da devletin geliri). buraya kadar da hadi dayandık ama buradan sonra dananın kuyruğu kopuyor arkadaşlar. mantık ceketinizi asın gelin.
teknoloji ilerledikçe, ford gibi puştlar, kanban gibi tipler çıkıyor. bu insanlar fabirakalar kuruyor, ve 2 milyon kişilik tatlış bir ülke, atıyorum dünyanın tişört üretme merkezi oluyor. ayda 500 bin tişört üretebiliyorlar. eh, 1 yıl gibi kısa bi sürede tüm dünya'ya yetecek kadarını ürettik. devam mı?
tabi ki devam, çünkü para çok tatlı. ürettikçe üretiyor, sattıkça satıyor, o sattıkları atık mı olmuş, satılmayanlar yanmış mı bitmiş mi umrunda değil. dediğim gibi, bazı insanlar kötü.
evvettt para hakkında bu kadar yeter, tekrar sahnemize dönelim: ikinci dünya savaşı sonrası, ekonomi bitmiş, bütün para birkaç yerde toplanmış. bu çok zenginler bakıyor ki, "zenginlikleri 5 para etmez dünyada herkes fakir olunca". adam gidip altın verip araba alamıyor artık, çünkü karşısındaki ekmek istiyor. fırıncı desen o da aynı. napsak napsak diyorlar ve tüm dünyayı kalkındırmaya karar veriyorlar. kalkmak derken, ass up tits down pozisyonu diyorum.
1945'te seçilen truman, avrupa'nın ekonomisinin şahlanması için truman yardımlarını yapıyor. bu yardımlar "dünya üzerindeki tüm demokratik ülkelere" veriliyor ve "dışarıdan gelen tehditlere karşı korunması" için kullanılıyor. ahahhs kılıfı beğendim, özetle para saçıyorlar.
parayı saçanlar kimler mi? rotschildler filan. eski, ingiltere ve anakara avrupasında kurulmuş bu gruplar, bütün devletleri kıskıvrak yakalamış durumda. sert bir giriş oldu, hemen açıklayayım.
yukarıda devletlerin enflasyonu kontrol etmek zorunda olduğunu söylemiştim. bunun için en kolay yöntem devletin para basması. ve fakat, devletlerin para basma yetkisi yok, bunlar merkez bankalarına ait ve merkez bankaları da özel. sahipleri de yukarıdaki aileler. devlet gidiyor "bana 1 trilyon ver", ve bu adamlar parayı basıp develete borç olarak veriyor.
devlet alıyor bunu bankalara dağıtıyor, sisteme öyle sokmuş oluyor. yoksa gidip küçük esnafa sana bana 1000 lira vermiyor yani. e tabi bankaları yukarıda konuştuk, ne yapıyorlardı? olmayan parayı veriyorlar insanlara. bunu günümüzde de yapıyorlar; ve her 1 tl için tam 7 tl borç verme hakları var.
ha bir de, bu bankaların sahipleri de yukarıdaki aileler. yani devletleri taşaklarından yakalayan bu pislikler, hem dünyaya para veriyor hem de bu paradan 8-10 kat daha da para kazanıyor.
"bu kadar boktan bir şey nasıl olmuş insanlar nasıl izin vermiş" diyebilirsiniz; haklısınız. amerikan iç savaşı da tam olarak bu yüzden yapılmış bir savaştır. kölelik filan onlar hollywood uydurması yani. savaşı çıkartıyorlar, ve sonra da savaşı finanse etmek için bir "bankalar birliği" kuruyorlar. bu birlik sonra federal reserve yani onların merkez bankası oluyor. bu bankalar birliğindeki bankalar kimin mi? bazı ailelerin.
truman, demokratik ülkelere para saçarken, bu paralar da bu ailelerden geliyor, onlar çoook çok zenginleşiyor.
daha sonra eisenhower geliyor, komunizmin yayılmasını engellemek amacıyla çalışıyor. kömünüst ajanda dediğimiz de, bu zengin ailelerin sözünün geçmediği yerler farkındaysanız: çin, rusya filan. daha önemlisi, bu "ürettikçe daha çok üretelim, onlar sattıkça daha çok kazanalım" gibi kapitalist olmayan ülkeler. hani komünisty değil de, anladınız.
ondan sonra ise kennedy geliyor, jfk reis. bu kennedyler aslında yüzyıllardır amerikan siyasetinin içindeler ve aileleri biliyorlar. jfk denen babayiğit ise çıkıyor isim vermeden diyor ki "bu ülkede gizli kapaklı işler dönüyor, ben bunlara izin vermeyeceğim". suikaste kurban gidiyor.
yerine lindson johnson geliyor. bu adam vietnam savaşına giriyor. bir de "büyük toplum" diye bir idealden bahsediyor ve yoksulluğa savaş açıyor. evet, yoksulluk; halbuki tüm dünyaya para saçıyorlardı? işte, kendilerine borç aldırttırarak saçıyorlardı onu ve insanlar fakirleşti.
yerine gelen nixon, tam bir "haydi insanlara havucu gösterelim" dönemi yaşatıyor amerikan halkına. vietnam savaşı bitiyor, kansere karşı savaş açıyor, çevreyi koruma kanununu çıkartıyor, ay'a gittiğinin videoları basına sızıyor.
bu arada halk tarafında ne oluyor? işte hippiler, woodstock, boomer jenerasyonu filan. bize hep geyik olarak "boomerlar çok zengin yha" ya da "onların zamanında çok ucuzmuş her şey" diyorlar. ama ben açıkçası çok zengin bir boomer hiç görmedim. o dönemde her şey ucuz evet, ama çok bir şey de yok aslında. teknoloji filan zaten de, hani çok insan da yok, kasabalarda bir araba bir ev hayat geçiyor, çeşitlilik sıfıra yakın.
çünkü en büyük sıkıntı ne biliyor musunuz? bütün bu tepedeki ailelerin ellerindeki para, dünyadaki altınla sınırlı. tamam, 8'e 10'a katlıyor, ama en azından bir sınırı var. bu nixon denen kukla, 1973 yılında paranın altın eşdeğerliğini kaldırıyor.
bu da, abd parasının aslında bir kağıt parçasına dönüşmesi demek oluyor. işte bu noktada, artık tamamen hayali borçlar, uydurma miktarlar, gerçek dünyada hiç bir değeri olmayan şeyler ortada dolanıyor.
ve insanlık borçlanıyor. her yeni doğan bebek hayata 39 bin dolar borçlu başlıyor hatta. artık insanların bir sürü şeyi var, ama değerli hiç bir şeyi yok. on bin kağıt parçasına araba alıyor, onu sekiz bine satıyor ve hop daha da borçlanıyor.
kime borçlandıklarını biliyorsunuz.
nixon'dan sonra gelen gerald ford, ekonomik krizle ve yüksek enflasyonla boğuşuyor. e ama ekonomik kriz neden? çünkü bu noktada artık insanların çoğalma hızı, üretimin artış hızına yetişemiyor. yani bugün 100 gömlek ve 10 insan varsa, yarın 1000 gömlek ve 11 insan oluyor. sayılar da bu kadar abartı bu arada, çünkü para artık tamamen hayali bir şey olduğu için, bunu kullanmayı bilenler zengin oluyor. warren buffet'lar boklar püsürler bunlar işte. bence aynı zamanda boomerlar zengin algısının oluşmasına sebep veren de bunun gibiler. halbuki bu adamlar boomer sayılmaz bile.
bu borç sisteminde adamlar "madem para hayal, madem borç yalan" diyip gidiyorlar 10 milyon kredi çekiyorlar, bunla yatırım yapıyorlar. seneye 11 milyon doları oluyor havadan çünkü üretim manyak gibi artıyor, yatırım yaptığı şirket durduğu yerde büyüyor adeta. bir de, bu adam borçlu olduğu için vergi ödemiyor desem? bankalara 10 milyon borcu olduğu için 0 vergi vereceği 1 milyon dolar kazancı var.
bu noktada amerikan halkının havuçla imtihanı sürüyor. takip eden jimmy carter ve ronald reagan tatlış insan hakları filan fıstık havalarındalar, esas olarak soğuk savaşı bitirmeye çalışıyorlar. çünkü aileler baktı orada milyarlık çin, milyonluk rusya öylece bekliyor sağılmak için.
ve en sonunda soğuk asvaşın bitişiyle, savaşçı amerikan prenses ay pardon presidentleri dönemi başlıyor. taa baba bush zamanından bahsediyoruz. savaş en karlı iş tüm dünyada, tarihin ilk başından beri. çünkü birine başka birini öldürtmen için çok para harcaman lazım. bu noktayı unutmayın, döneceğiz: çok para ile neler yapılır.
bu karlı sistemde aileler parayı kırıyor tabi ki gene. amerika füze üreticek parayı nereden bulacak yoksa?
en tehlikeli dönemler bu dönemler işte. ki siz bakmayın yakın zamanda çıkan bu sjw tayfasına, bunların tamamı amerikanın bekası için yapılan savaşlara alkış tutan tipler. çok sevilen obama bile binlerce çocuğun kanını elinde bulunduran bir şerefsiz.
internetin çıkışı ve yaygınlaşmasıyla, artık sanal para üretmek çok daha kolay hale geliyor. hayali ihracat fila gibi şeyler zaten, ama artık ben internet üzerinden emeğimi tüm dünyaya satabilir hale geliyorum. artık pazarım mizuri eyaletindeki şirin kasabam değil, tüm dünya.
2016'ya gelene kadar internetin gelişimi bir de "teknoloji devleri" oluşturdu. bunlar hem medya, hem de gerçek anlamıyla teknoloji alanındaki kişiler. bill gates, elon musk, jeff bezos gibiler. bunlar da baya baya zengin durumdalar, ama farkettiyseniz bunlar sadece sistemin içindeki parayı toplayan adamlar.
yani tepedeki aileler, bunlardan kat kat daha zengin. ama bu küçük balıkların çok önemli bir avantajı var, dünyayı yavaş yavaş ele geçiriyorlar. bu yüzden onlar da artık bu dünyayı yönetme pastasında söz sahibi. rotschild 50 milyon dolar öneriyorsa, bill de 50 önerebiliyor.
bu niye önemli: ne kadar para olursa olsun bir şeyi yapmayacak insanlar var. bu insanlar iyi insanlar. kalanlar için ise, o işi daha ucuza yapacak birini elbet bulabiliyorlar.
bu tepedeki aileler, küçükleri de öyle toplantılarına filan almaya başlıyorlar arada. onları kullanıyorlar, gaz veriyorlar ve istedikleri şeyleri yapmak için araç olarak kullanıyorlar.
ve geldik 2016 yılına. bu yılda trump bir şekilde seçiliyor. ve en azından seçim dönemindeyken, trump gerçekten troll bir aday. karşısında hillary gibi yıllarca ailelerin elinde büyümüş bir kişi varken kazanması imkansız. ama oluyor bir şekilde. ben kendi yarattıkları sistemin açığını rusların filan bulduğundan şüpheleniyorum. çok da önemli değil zaten.
seçildikten hemen sonra trump'ı da ele geçirdiler, ya da en azından kendisi de bir "küçük balık" sayılabileceği için bir miktar bağlantıları vardır belki. komik olan, bu adam tam bir andaval. yıllardır süren havuç yedirttikleri halk bir anda sağa sola sataşan, sürekli isyanlar çıkan saçma sapan bir yere dönüştü. bu cibiliyetsiz dışarda savaşlardan vazgeçmedi uzunca süre, başka ülkelere pirim verdi. çünkü kendisi bir vizyonsuz ve 3-5 milyonun ötesini göremiyor.
günümüze kadar geldik. yukarıda saydığım, trump hariç tüm başkanların mason loncasına üyelikleri ve/veya bir bağlantıları var. ya doğrudan üst kademedeler, ya da bilmemne kilisesi sekti gibi isimleri olan abuk subuk mini loncalarına gidiyorlar.
bu mason loncası ise tepedeki ailelerin loncaları. yani, uzun süredir para sayesinde dünyayı yönetenler, her şekilde her yeri kontrol ediyorlar. bağlantıları uzun uzun ve tek tek yazdım bu noktada, kanıtlarıyla.
şimdi din konusuna girmemiz gerekiyor. ama öncesinde; çok paranız olsaydı ne yapardınız? hayal gücünüz ne kadar geniş olursa olsun, bu adamların elindeki para miktarıyla ve dolayısıyla yaptıklarıyla ölçüşemezsiniz.
peki, herhangi bir para miktarı için ahlaki ya da insani değerlerinizden ödün verir misiniz?
bu adamlar o yolu çoktan geçmiş durumdalar. yaptıkları iğrençlikler insan kaçakçılığı, tecavüz, çocuk tacizi, insan öldürme, kan içme gibi şeyler. bunların hepsinin de kanıtları var, hangi tarikatta kim nasıl yakalanmış diye. "yok o loncadaki münferit bir olay" diyorsanız bilemem.
peki bu adamlar bunu neden yapıyor? bakın burada açıkçası benim iki tane cevabım var sadece. bir - açgözlülük, iki - saf kötülük. ve bu kadar çok acı çekilirken hala daha vazgeçmeyenler benim nezdimde kötüdür.
peki bu adamlar kötü, e o zaman bizi niye öldürmüyorlar? cevap: öldüremiyorlar. bizi yaratan gücün ne olduğunu düşünüyorsunuz ya da inanıyor musunuz bilemem, ama şu yukarıda saydığım asırlardır süren kötü niyetin hala daha insanlığı yokedemediği bana çok zor geliyor. soğuk savaşta bir adamın düğmeye basmasına bakardı halbuki, gerçekten kötü olsalardı.
ama bu adamlar sadece kötü değil, bu adamlar satanist. şeytana tapıyorlar ve amaçları şeytanın amaçları. kovulurken şeytan diyor ki "ben bütün bu insanları ayartacağım, sen de göreceksin". yaratıcımıza olan garezini, insanların tamamını ayarttığı gün çıkartacak.
ve o gün hiç gelmeyecek aslında, çünkü bu dünyaya biz hakim kılındık ve o ne kadar çok uğraşırsa uğraşsın beyhude. her şey yaratıcımızın istediği gibi istediği zaman bitecek.
haa ama bu kötülük, bu iğrenç varlıklar vazgeçmiyor görüyorsunuz. bu adamların kazanmasının yolunu açıklıyorum. eğer bu tuzaklara düşmezsek, hepimiz için umut var. bu adamlar
1) din tamamen unutulursa
2) insanlar tamamen, ayaklanamayacak şekilde köleleştirilirse
kazanacak. daha henüz 1'e ulaşmaları çok zor, ve onun yolu 2'den geçiyor. şu anda bir olay olduğunda, bu olayın kötüler tarafından mı yapıldığını anlamak istiyorsanız sadece bu soruyu sorun: sonunda biz birazcık daha mı köle olacağız?
kölelik aracı = para bu arada. bütün bu covid pandemisi aslında ekonominin sıçışı konusunda panik olmamızı engelliyor. pek çok insan, yıllar önce "2020'de bu ekonomik sistem patlayacak" diyordu, ve patladı. covid süreci bittikten sonra nasıl bir ekonomik sisteme uyanacağımız, tamamen meçhul. ve daha kötüsü, bu ekonomik sistem mümkün olduğunda insanları köleleştirmek üzerine olacak.
evrensel asgari ücret gibi
bitcoin ya da değil, kripto teknoloji gibi
vatandaş bilgilerini bulunduran çip gibi
her yerde seni takip eden kameralar için gerekli internet altyapısı (5g) gibi
facebook hesabı şart olan sanal gerçeklik gibi
cashless society - parasız toplum gibi
bu saydığım şeyler ve çok daha fazlası için gerektiğinde covid'i kullandılar, kullanıyorlar ve kullanacaklar. şu anda herkesin tek tip olması için maskeleri verdiler, insanları birbirinden uzakta ve kimseye güvenmeden, yalnız yaşamaya itiyorlar.
yeni ekonomik sistemi hazır ettikleri anda, bu covid süreci de bitecek. ve bu sistem, biden'ın seçilmesiyle ortaya çıkacak. eminim bu adam yemin törenini yaptıktan 1 hafta içinde aşı bulunacak.
bill gates'in aşı fetişi neden zannediyorsunuz?
ya da insana takılan ilk mikroçipi, paypal'ın kurucusunun kurması tesadüf mü?
tek istediğim sizden, covid adı altında hangi özgürlüklerinizden feragat ettiğimize dikkat edelim. bunun dışında buraya kadar okuduysanız çok teşekkürler, güvenli günler diliyorum. aman şeytana uymayın.
uyarı: bu yazı çok uzun olacak, tarihe alternatif bir bakış açısı sunacak ancak sindirmesi zor ya da bazı yerleri absürt gelebilir. yazının sonlarında din konusu da giriyor işin içine ve bence en önemli kısım orası, ama sizi din tutuyorsa haberiniz olsun. benim tavsiyem bu yazdıklarımı baştan sonra masal gibi okuyun, kasmayın kendinizi ve en sonda karar verin bu masalda gerçeklik payı olabilir mi diye.
daha başlarken, spoiler gibi bütün bu yazının özetini vereyim. abd başkanlık seçimlerinde biden seçildikten sonra covid bitecek.
her şey aslında paranın bulunuşuna kadar dayanıyor, ama bizim irdeleyeceğimiz bölüm, aşağı yukarı 2. dünya savaşından sonra bugüne kadar olan kısım.
hiroşima ve nagasaki'ye atılan atom bombaları ile savaş bitmiş, hitler kafasına sıkmış, rusya palazlanmış ve nispeten yeni kurulmuş amerika'nın uzun süre sonra ilk kez aktif bir savaşı kalmamış. ortada mahvolmuş ülkeler, bitmiş bir ekonomik sistem var dünya çapında. bunlar tabi biz sıradan halk için, yoksa kastettiğim dünyadaki bütün zenginlik, bir kaç yerde toplanmış durumda. isviçre, vatikan, kayıp nazi altınları filan bunlar hep bir kaç kişinin tekelinde. bu durumun yarattığı sıkıntılar, aslında bugüne kadar çektiğimiz çoğu felaket ve ölümün sebebi. konumuz başkanlık seçimleri, o yüzden uzatmadan bir "para nedir nasıl çalışır"ı açıklıyorum.
para, takas kavramını herkesin üzerinde anlaştığı bir standarda oturtan icat. artık fasülye karşılığı oküz almak zorunda değilsin, direk altın sikke veriyorsun. başkasına da fasülyeni satıyorsun altın alıyorsun. insanlık ya parayı bulacaktı, ya da 100 kişilik köylerde "herkes bir işin ucundan tutarak" yaşayacaklardı.
insanlık parayı seçti. çünkü çok büyük kolaylık. fakat tabi herkes sürekli cebinde altın taşıyor, bunlar kayboluyor-çalınıyor-insanlar birbirini öldürüyor. biri çıkıyor diyor ki "hacılar siz altınlarınızı bana verin, ben saklıyım bunları, size de senet vereyim."
halk diyor "vat dı fak is senet?"
cevap veriyor bana o kağıdı getirince, size orada yazan kadar altınınızı vereceğim. böylece hiç cebinizde taşımanıza gerek olmayacak, ya da yarım altına bir şey alabileceksiniz. ve başlıyor ilk banka olarak himet vermeye.
bankalar kadar insanlığa zararlı bir başka oluşum var mı bilmiyorum, ama özünde çok gerekli bir sistem ne yazık ki. çünkü insanların bazıları kötü. ve fakat, bu kötü insanlar bankaların başına gelince ne oluyor?
bankalar, elinde olandan daha fazla altın kağıdı basmaya başlıyor. 100 tane altın varken kasabada, 1000 altınlık kağıt dolaşıyor yani. sonra bir gün tabi ki yakalanıyorlar, ve tahminim linç ediliyorlar. yüzyıllar içinde nasıl değiştiğine değinmeyeceğim, tarih kısmı bu kadar.
paranın şu anda çalışma şekli de şu. (çoğu) devlet, ülkesindeki piyasaya bakıyor. bu ülkenin çalışmaya düzgün devam edebilmesi için, 0'dan büyük bir enflasyon olması gerekiyor. yani eksi enflasyona dünya çapında geçildiği zaman, çok büyük sıkıntılar doğabilir. ki şu anda çoğu avrupada bir çok ülke negatif faiz ve enflasyonda.
bir de bilmeniz gerekeni insan sayısı arttıkça enflasyon düşüyor. yukarıdaki gibi bir örnek vermek gerekirse; ortada 100 altın var ve 100 kişi var. bu kişiler evlendi çocukları oldu, artık 100 altın ve 150 kişi var. artık bir tas yemek 1 altın olamaz, çünkü o zaman çocuk aç kalıyor ve bir yemek 0.66 altın oluyor. bunun sonucu olarak eğer piyasadaki üretim artışı, insan artışına denk düşmezse, para değer kaybediyor, deflasyon oluyor.
umarım güzelce anlatabilmişimdir. e devletler bakıyor durdukları yerde zarara giriyorlar, üretimi teşvik etmeye başlıyorlar. daha çok fabrika, daha çok çocuk işçi, daha çok vergi (ya da devletin geliri). buraya kadar da hadi dayandık ama buradan sonra dananın kuyruğu kopuyor arkadaşlar. mantık ceketinizi asın gelin.
teknoloji ilerledikçe, ford gibi puştlar, kanban gibi tipler çıkıyor. bu insanlar fabirakalar kuruyor, ve 2 milyon kişilik tatlış bir ülke, atıyorum dünyanın tişört üretme merkezi oluyor. ayda 500 bin tişört üretebiliyorlar. eh, 1 yıl gibi kısa bi sürede tüm dünya'ya yetecek kadarını ürettik. devam mı?
tabi ki devam, çünkü para çok tatlı. ürettikçe üretiyor, sattıkça satıyor, o sattıkları atık mı olmuş, satılmayanlar yanmış mı bitmiş mi umrunda değil. dediğim gibi, bazı insanlar kötü.
evvettt para hakkında bu kadar yeter, tekrar sahnemize dönelim: ikinci dünya savaşı sonrası, ekonomi bitmiş, bütün para birkaç yerde toplanmış. bu çok zenginler bakıyor ki, "zenginlikleri 5 para etmez dünyada herkes fakir olunca". adam gidip altın verip araba alamıyor artık, çünkü karşısındaki ekmek istiyor. fırıncı desen o da aynı. napsak napsak diyorlar ve tüm dünyayı kalkındırmaya karar veriyorlar. kalkmak derken, ass up tits down pozisyonu diyorum.
1945'te seçilen truman, avrupa'nın ekonomisinin şahlanması için truman yardımlarını yapıyor. bu yardımlar "dünya üzerindeki tüm demokratik ülkelere" veriliyor ve "dışarıdan gelen tehditlere karşı korunması" için kullanılıyor. ahahhs kılıfı beğendim, özetle para saçıyorlar.
parayı saçanlar kimler mi? rotschildler filan. eski, ingiltere ve anakara avrupasında kurulmuş bu gruplar, bütün devletleri kıskıvrak yakalamış durumda. sert bir giriş oldu, hemen açıklayayım.
yukarıda devletlerin enflasyonu kontrol etmek zorunda olduğunu söylemiştim. bunun için en kolay yöntem devletin para basması. ve fakat, devletlerin para basma yetkisi yok, bunlar merkez bankalarına ait ve merkez bankaları da özel. sahipleri de yukarıdaki aileler. devlet gidiyor "bana 1 trilyon ver", ve bu adamlar parayı basıp develete borç olarak veriyor.
devlet alıyor bunu bankalara dağıtıyor, sisteme öyle sokmuş oluyor. yoksa gidip küçük esnafa sana bana 1000 lira vermiyor yani. e tabi bankaları yukarıda konuştuk, ne yapıyorlardı? olmayan parayı veriyorlar insanlara. bunu günümüzde de yapıyorlar; ve her 1 tl için tam 7 tl borç verme hakları var.
ha bir de, bu bankaların sahipleri de yukarıdaki aileler. yani devletleri taşaklarından yakalayan bu pislikler, hem dünyaya para veriyor hem de bu paradan 8-10 kat daha da para kazanıyor.
"bu kadar boktan bir şey nasıl olmuş insanlar nasıl izin vermiş" diyebilirsiniz; haklısınız. amerikan iç savaşı da tam olarak bu yüzden yapılmış bir savaştır. kölelik filan onlar hollywood uydurması yani. savaşı çıkartıyorlar, ve sonra da savaşı finanse etmek için bir "bankalar birliği" kuruyorlar. bu birlik sonra federal reserve yani onların merkez bankası oluyor. bu bankalar birliğindeki bankalar kimin mi? bazı ailelerin.
truman, demokratik ülkelere para saçarken, bu paralar da bu ailelerden geliyor, onlar çoook çok zenginleşiyor.
daha sonra eisenhower geliyor, komunizmin yayılmasını engellemek amacıyla çalışıyor. kömünüst ajanda dediğimiz de, bu zengin ailelerin sözünün geçmediği yerler farkındaysanız: çin, rusya filan. daha önemlisi, bu "ürettikçe daha çok üretelim, onlar sattıkça daha çok kazanalım" gibi kapitalist olmayan ülkeler. hani komünisty değil de, anladınız.
ondan sonra ise kennedy geliyor, jfk reis. bu kennedyler aslında yüzyıllardır amerikan siyasetinin içindeler ve aileleri biliyorlar. jfk denen babayiğit ise çıkıyor isim vermeden diyor ki "bu ülkede gizli kapaklı işler dönüyor, ben bunlara izin vermeyeceğim". suikaste kurban gidiyor.
yerine lindson johnson geliyor. bu adam vietnam savaşına giriyor. bir de "büyük toplum" diye bir idealden bahsediyor ve yoksulluğa savaş açıyor. evet, yoksulluk; halbuki tüm dünyaya para saçıyorlardı? işte, kendilerine borç aldırttırarak saçıyorlardı onu ve insanlar fakirleşti.
yerine gelen nixon, tam bir "haydi insanlara havucu gösterelim" dönemi yaşatıyor amerikan halkına. vietnam savaşı bitiyor, kansere karşı savaş açıyor, çevreyi koruma kanununu çıkartıyor, ay'a gittiğinin videoları basına sızıyor.
bu arada halk tarafında ne oluyor? işte hippiler, woodstock, boomer jenerasyonu filan. bize hep geyik olarak "boomerlar çok zengin yha" ya da "onların zamanında çok ucuzmuş her şey" diyorlar. ama ben açıkçası çok zengin bir boomer hiç görmedim. o dönemde her şey ucuz evet, ama çok bir şey de yok aslında. teknoloji filan zaten de, hani çok insan da yok, kasabalarda bir araba bir ev hayat geçiyor, çeşitlilik sıfıra yakın.
çünkü en büyük sıkıntı ne biliyor musunuz? bütün bu tepedeki ailelerin ellerindeki para, dünyadaki altınla sınırlı. tamam, 8'e 10'a katlıyor, ama en azından bir sınırı var. bu nixon denen kukla, 1973 yılında paranın altın eşdeğerliğini kaldırıyor.
bu da, abd parasının aslında bir kağıt parçasına dönüşmesi demek oluyor. işte bu noktada, artık tamamen hayali borçlar, uydurma miktarlar, gerçek dünyada hiç bir değeri olmayan şeyler ortada dolanıyor.
ve insanlık borçlanıyor. her yeni doğan bebek hayata 39 bin dolar borçlu başlıyor hatta. artık insanların bir sürü şeyi var, ama değerli hiç bir şeyi yok. on bin kağıt parçasına araba alıyor, onu sekiz bine satıyor ve hop daha da borçlanıyor.
kime borçlandıklarını biliyorsunuz.
nixon'dan sonra gelen gerald ford, ekonomik krizle ve yüksek enflasyonla boğuşuyor. e ama ekonomik kriz neden? çünkü bu noktada artık insanların çoğalma hızı, üretimin artış hızına yetişemiyor. yani bugün 100 gömlek ve 10 insan varsa, yarın 1000 gömlek ve 11 insan oluyor. sayılar da bu kadar abartı bu arada, çünkü para artık tamamen hayali bir şey olduğu için, bunu kullanmayı bilenler zengin oluyor. warren buffet'lar boklar püsürler bunlar işte. bence aynı zamanda boomerlar zengin algısının oluşmasına sebep veren de bunun gibiler. halbuki bu adamlar boomer sayılmaz bile.
bu borç sisteminde adamlar "madem para hayal, madem borç yalan" diyip gidiyorlar 10 milyon kredi çekiyorlar, bunla yatırım yapıyorlar. seneye 11 milyon doları oluyor havadan çünkü üretim manyak gibi artıyor, yatırım yaptığı şirket durduğu yerde büyüyor adeta. bir de, bu adam borçlu olduğu için vergi ödemiyor desem? bankalara 10 milyon borcu olduğu için 0 vergi vereceği 1 milyon dolar kazancı var.
bu noktada amerikan halkının havuçla imtihanı sürüyor. takip eden jimmy carter ve ronald reagan tatlış insan hakları filan fıstık havalarındalar, esas olarak soğuk savaşı bitirmeye çalışıyorlar. çünkü aileler baktı orada milyarlık çin, milyonluk rusya öylece bekliyor sağılmak için.
ve en sonunda soğuk asvaşın bitişiyle, savaşçı amerikan prenses ay pardon presidentleri dönemi başlıyor. taa baba bush zamanından bahsediyoruz. savaş en karlı iş tüm dünyada, tarihin ilk başından beri. çünkü birine başka birini öldürtmen için çok para harcaman lazım. bu noktayı unutmayın, döneceğiz: çok para ile neler yapılır.
bu karlı sistemde aileler parayı kırıyor tabi ki gene. amerika füze üreticek parayı nereden bulacak yoksa?
en tehlikeli dönemler bu dönemler işte. ki siz bakmayın yakın zamanda çıkan bu sjw tayfasına, bunların tamamı amerikanın bekası için yapılan savaşlara alkış tutan tipler. çok sevilen obama bile binlerce çocuğun kanını elinde bulunduran bir şerefsiz.
internetin çıkışı ve yaygınlaşmasıyla, artık sanal para üretmek çok daha kolay hale geliyor. hayali ihracat fila gibi şeyler zaten, ama artık ben internet üzerinden emeğimi tüm dünyaya satabilir hale geliyorum. artık pazarım mizuri eyaletindeki şirin kasabam değil, tüm dünya.
2016'ya gelene kadar internetin gelişimi bir de "teknoloji devleri" oluşturdu. bunlar hem medya, hem de gerçek anlamıyla teknoloji alanındaki kişiler. bill gates, elon musk, jeff bezos gibiler. bunlar da baya baya zengin durumdalar, ama farkettiyseniz bunlar sadece sistemin içindeki parayı toplayan adamlar.
yani tepedeki aileler, bunlardan kat kat daha zengin. ama bu küçük balıkların çok önemli bir avantajı var, dünyayı yavaş yavaş ele geçiriyorlar. bu yüzden onlar da artık bu dünyayı yönetme pastasında söz sahibi. rotschild 50 milyon dolar öneriyorsa, bill de 50 önerebiliyor.
bu niye önemli: ne kadar para olursa olsun bir şeyi yapmayacak insanlar var. bu insanlar iyi insanlar. kalanlar için ise, o işi daha ucuza yapacak birini elbet bulabiliyorlar.
bu tepedeki aileler, küçükleri de öyle toplantılarına filan almaya başlıyorlar arada. onları kullanıyorlar, gaz veriyorlar ve istedikleri şeyleri yapmak için araç olarak kullanıyorlar.
ve geldik 2016 yılına. bu yılda trump bir şekilde seçiliyor. ve en azından seçim dönemindeyken, trump gerçekten troll bir aday. karşısında hillary gibi yıllarca ailelerin elinde büyümüş bir kişi varken kazanması imkansız. ama oluyor bir şekilde. ben kendi yarattıkları sistemin açığını rusların filan bulduğundan şüpheleniyorum. çok da önemli değil zaten.
seçildikten hemen sonra trump'ı da ele geçirdiler, ya da en azından kendisi de bir "küçük balık" sayılabileceği için bir miktar bağlantıları vardır belki. komik olan, bu adam tam bir andaval. yıllardır süren havuç yedirttikleri halk bir anda sağa sola sataşan, sürekli isyanlar çıkan saçma sapan bir yere dönüştü. bu cibiliyetsiz dışarda savaşlardan vazgeçmedi uzunca süre, başka ülkelere pirim verdi. çünkü kendisi bir vizyonsuz ve 3-5 milyonun ötesini göremiyor.
günümüze kadar geldik. yukarıda saydığım, trump hariç tüm başkanların mason loncasına üyelikleri ve/veya bir bağlantıları var. ya doğrudan üst kademedeler, ya da bilmemne kilisesi sekti gibi isimleri olan abuk subuk mini loncalarına gidiyorlar.
bu mason loncası ise tepedeki ailelerin loncaları. yani, uzun süredir para sayesinde dünyayı yönetenler, her şekilde her yeri kontrol ediyorlar. bağlantıları uzun uzun ve tek tek yazdım bu noktada, kanıtlarıyla.
şimdi din konusuna girmemiz gerekiyor. ama öncesinde; çok paranız olsaydı ne yapardınız? hayal gücünüz ne kadar geniş olursa olsun, bu adamların elindeki para miktarıyla ve dolayısıyla yaptıklarıyla ölçüşemezsiniz.
peki, herhangi bir para miktarı için ahlaki ya da insani değerlerinizden ödün verir misiniz?
bu adamlar o yolu çoktan geçmiş durumdalar. yaptıkları iğrençlikler insan kaçakçılığı, tecavüz, çocuk tacizi, insan öldürme, kan içme gibi şeyler. bunların hepsinin de kanıtları var, hangi tarikatta kim nasıl yakalanmış diye. "yok o loncadaki münferit bir olay" diyorsanız bilemem.
peki bu adamlar bunu neden yapıyor? bakın burada açıkçası benim iki tane cevabım var sadece. bir - açgözlülük, iki - saf kötülük. ve bu kadar çok acı çekilirken hala daha vazgeçmeyenler benim nezdimde kötüdür.
peki bu adamlar kötü, e o zaman bizi niye öldürmüyorlar? cevap: öldüremiyorlar. bizi yaratan gücün ne olduğunu düşünüyorsunuz ya da inanıyor musunuz bilemem, ama şu yukarıda saydığım asırlardır süren kötü niyetin hala daha insanlığı yokedemediği bana çok zor geliyor. soğuk savaşta bir adamın düğmeye basmasına bakardı halbuki, gerçekten kötü olsalardı.
ama bu adamlar sadece kötü değil, bu adamlar satanist. şeytana tapıyorlar ve amaçları şeytanın amaçları. kovulurken şeytan diyor ki "ben bütün bu insanları ayartacağım, sen de göreceksin". yaratıcımıza olan garezini, insanların tamamını ayarttığı gün çıkartacak.
ve o gün hiç gelmeyecek aslında, çünkü bu dünyaya biz hakim kılındık ve o ne kadar çok uğraşırsa uğraşsın beyhude. her şey yaratıcımızın istediği gibi istediği zaman bitecek.
haa ama bu kötülük, bu iğrenç varlıklar vazgeçmiyor görüyorsunuz. bu adamların kazanmasının yolunu açıklıyorum. eğer bu tuzaklara düşmezsek, hepimiz için umut var. bu adamlar
1) din tamamen unutulursa
2) insanlar tamamen, ayaklanamayacak şekilde köleleştirilirse
kazanacak. daha henüz 1'e ulaşmaları çok zor, ve onun yolu 2'den geçiyor. şu anda bir olay olduğunda, bu olayın kötüler tarafından mı yapıldığını anlamak istiyorsanız sadece bu soruyu sorun: sonunda biz birazcık daha mı köle olacağız?
kölelik aracı = para bu arada. bütün bu covid pandemisi aslında ekonominin sıçışı konusunda panik olmamızı engelliyor. pek çok insan, yıllar önce "2020'de bu ekonomik sistem patlayacak" diyordu, ve patladı. covid süreci bittikten sonra nasıl bir ekonomik sisteme uyanacağımız, tamamen meçhul. ve daha kötüsü, bu ekonomik sistem mümkün olduğunda insanları köleleştirmek üzerine olacak.
evrensel asgari ücret gibi
bitcoin ya da değil, kripto teknoloji gibi
vatandaş bilgilerini bulunduran çip gibi
her yerde seni takip eden kameralar için gerekli internet altyapısı (5g) gibi
facebook hesabı şart olan sanal gerçeklik gibi
cashless society - parasız toplum gibi
bu saydığım şeyler ve çok daha fazlası için gerektiğinde covid'i kullandılar, kullanıyorlar ve kullanacaklar. şu anda herkesin tek tip olması için maskeleri verdiler, insanları birbirinden uzakta ve kimseye güvenmeden, yalnız yaşamaya itiyorlar.
yeni ekonomik sistemi hazır ettikleri anda, bu covid süreci de bitecek. ve bu sistem, biden'ın seçilmesiyle ortaya çıkacak. eminim bu adam yemin törenini yaptıktan 1 hafta içinde aşı bulunacak.
bill gates'in aşı fetişi neden zannediyorsunuz?
ya da insana takılan ilk mikroçipi, paypal'ın kurucusunun kurması tesadüf mü?
tek istediğim sizden, covid adı altında hangi özgürlüklerinizden feragat ettiğimize dikkat edelim. bunun dışında buraya kadar okuduysanız çok teşekkürler, güvenli günler diliyorum. aman şeytana uymayın.
selam arkadaşlar, bir süredir amerikan seçim sonuçlarına ağladığım için shdksdf şaka şaka biraz neler olacak neler bitecek görelim diye bekledim. amerika'nın 46. başkanı olan joe biden hakkında biraz bilinmeyenlerden, biraz da 2021'de onu ve dünyayı ne bekliyor ondan bahsedelim.
ön not; bulduklarımla ilgili kaynaklarımın çoğu reddit ve özellikce r/conspiracy'den geliyor. adamlar seçilene kadar beklemiş sonra muhalefet yapmış, tıpkı bizim muhalefet gibi.
başlamadan önce, amerikan başkanının konfeti patlarken korkudan altına sıçışına gülerek başlayalım:
halbuki amerika ne babayiğitler gördü.
amerikan seçimleri ile ilgili yazdığım yazıda değindiğim gibi, joe biden 47 yıldan beri amerikan siyasetinin içinde olan biri insan. tabi bu kadar sürede at izi it izine karıştığından unutulmuş bir olay: bu adam daha önce amerikan başkanı olmaya çalıştı.
1988 yılında, demokrat partiden başkan adayı olabilmek için yarışa giren biden, aynı sene ingiltere'nin işçi partisi başkanının seçim konuşmasını jest ve mimiklerine kadar çalınca hayalleri sekteğe uğruyor.
tabi o zamanki amerikan medyası adamı araştırmaya devam etmiş. okulda okurken sürekli araştırma konusu olan makaleleri birebir kopyala yapıştır yapıyormuş. bir röportajda gazeteciler bu sahteciliği sormuşlar; o da başlamış bol keseden atmaya. demiş ki, benim iq'um sizden yüksek anlamazsınız, ben 3 tane okul bitirdim (yandal yaptı), okulu ilk 50%'de tamamladım (85 kişide 76. oldu) gibi gibi şeyler. atıp yalanlanıyor.
daha sonra da baktı bu bokları çeviremeyecek, aday adaylığından çekiliyor. öyle bir loser.
bu saydığım özellikler, kendini yukarıdan görme ama loserlık filan tanıdık geliyor mu? bildğiniz trump valla. tabi o seçimden bu yana 30 yıl geçmiş, hiç bahsi geçmiyor bunların. özellikle ana akım, yan akım, soyal filan her cins medyada, şartlar ne gerektiriyorsa o gösteriliyor.
burada bir medya parantezi açalım. aşağıdaki grafik, insanların oy verdiği partilere göre, medyaya güven endeksi.
cumhuriyetçiler, özellikle trump'ın seçilip ortamlarda "feyk haberrrr" diye bağırmasından sonra, medyaya güvenmeyi bıraktılar. diğer taraftan körü körüne inanan insanlara da bu yukarıda söylediğim haberleri göstermiyor bu medyacırıspılar.
parantezi kapatalım. dediğim gibi biden aslında diploması olmayan başkan diyebiliriz, dünyada tek kıps kıps. bunun dışında trump ile aynı kalıp, aynı döküm.
ne kadar aynı, ne kadar paraya tapan kafada olduklarını şöyle anlatayım. diyorlar ya trump virüsü sallamadı, ekonomik kriz var, biden kaynakları sağlığa yatıracak diye?
aşı başlığında konuşmuştuk, devlet 4 milyar dolar masraf yapıyor aşı araştırmalarını teşvik için diye. peki başkanlık seçimleri için 2020 yılında, yani covid'in hüküm sürdüğü bu saçma zamanda harcanan para ne kadar?
14 milyar dolar.
yani bu virrüs bokunun bitişinin önündeki engel para, imkan, kimin başkan olduğu değil arkadaşlar. bekledikleri şey, insanları kontrol edebileceklerinden emin olmaları. o anda direk virüsün aşısı da çıkar, bir anda mutasyon geçirir zararsız olur, ay'da buldukları su virüsleri öldürüyor çıkar vs. vs.
o değil biden'dan girdik nerelere geldik, biden'a bağlıyorum. trump seçilseydi eğer bu adamların uğraşıp duracakları bir 4 yıl daha olacaktı. planlarını uygularken ülkeyi inatla kapatmayan bir başkan, gidip rusyayı yalayan bir tiple boğuşacaklardı. ama şimdi oğlunu ukraynalı fahişelerle devlet sırrı konuşmaya gönderen biden, bu "mutlak kontrol" sürecini çok hızlandıracak.
belki de bu adamın yemin ettiğinin bir hafta içerisinde aşıyı verirler piyasaya. "aşı psikolojisi hassas bünyelerde şiddeti tetikliyor" diye silahları toplarlar. biden kalp krizi geçirir, whore of babylon ve kapanış. (psikolojisi hassas bünye derken, 10 aydır eve kapatılıp insan ve güneş görmeyen bizlerden bahsediyorum).
amerika'nın 46. başkanı insanlığa hayırlı olur umarım. yaşlılıktan iki füze atmayı unutsa gene kar ne diyeyim.
ön not; bulduklarımla ilgili kaynaklarımın çoğu reddit ve özellikce r/conspiracy'den geliyor. adamlar seçilene kadar beklemiş sonra muhalefet yapmış, tıpkı bizim muhalefet gibi.
başlamadan önce, amerikan başkanının konfeti patlarken korkudan altına sıçışına gülerek başlayalım:
halbuki amerika ne babayiğitler gördü.
amerikan seçimleri ile ilgili yazdığım yazıda değindiğim gibi, joe biden 47 yıldan beri amerikan siyasetinin içinde olan biri insan. tabi bu kadar sürede at izi it izine karıştığından unutulmuş bir olay: bu adam daha önce amerikan başkanı olmaya çalıştı.
1988 yılında, demokrat partiden başkan adayı olabilmek için yarışa giren biden, aynı sene ingiltere'nin işçi partisi başkanının seçim konuşmasını jest ve mimiklerine kadar çalınca hayalleri sekteğe uğruyor.
tabi o zamanki amerikan medyası adamı araştırmaya devam etmiş. okulda okurken sürekli araştırma konusu olan makaleleri birebir kopyala yapıştır yapıyormuş. bir röportajda gazeteciler bu sahteciliği sormuşlar; o da başlamış bol keseden atmaya. demiş ki, benim iq'um sizden yüksek anlamazsınız, ben 3 tane okul bitirdim (yandal yaptı), okulu ilk 50%'de tamamladım (85 kişide 76. oldu) gibi gibi şeyler. atıp yalanlanıyor.
daha sonra da baktı bu bokları çeviremeyecek, aday adaylığından çekiliyor. öyle bir loser.
bu saydığım özellikler, kendini yukarıdan görme ama loserlık filan tanıdık geliyor mu? bildğiniz trump valla. tabi o seçimden bu yana 30 yıl geçmiş, hiç bahsi geçmiyor bunların. özellikle ana akım, yan akım, soyal filan her cins medyada, şartlar ne gerektiriyorsa o gösteriliyor.
burada bir medya parantezi açalım. aşağıdaki grafik, insanların oy verdiği partilere göre, medyaya güven endeksi.
cumhuriyetçiler, özellikle trump'ın seçilip ortamlarda "feyk haberrrr" diye bağırmasından sonra, medyaya güvenmeyi bıraktılar. diğer taraftan körü körüne inanan insanlara da bu yukarıda söylediğim haberleri göstermiyor bu medyacırıspılar.
parantezi kapatalım. dediğim gibi biden aslında diploması olmayan başkan diyebiliriz, dünyada tek kıps kıps. bunun dışında trump ile aynı kalıp, aynı döküm.
ne kadar aynı, ne kadar paraya tapan kafada olduklarını şöyle anlatayım. diyorlar ya trump virüsü sallamadı, ekonomik kriz var, biden kaynakları sağlığa yatıracak diye?
aşı başlığında konuşmuştuk, devlet 4 milyar dolar masraf yapıyor aşı araştırmalarını teşvik için diye. peki başkanlık seçimleri için 2020 yılında, yani covid'in hüküm sürdüğü bu saçma zamanda harcanan para ne kadar?
14 milyar dolar.
yani bu virrüs bokunun bitişinin önündeki engel para, imkan, kimin başkan olduğu değil arkadaşlar. bekledikleri şey, insanları kontrol edebileceklerinden emin olmaları. o anda direk virüsün aşısı da çıkar, bir anda mutasyon geçirir zararsız olur, ay'da buldukları su virüsleri öldürüyor çıkar vs. vs.
o değil biden'dan girdik nerelere geldik, biden'a bağlıyorum. trump seçilseydi eğer bu adamların uğraşıp duracakları bir 4 yıl daha olacaktı. planlarını uygularken ülkeyi inatla kapatmayan bir başkan, gidip rusyayı yalayan bir tiple boğuşacaklardı. ama şimdi oğlunu ukraynalı fahişelerle devlet sırrı konuşmaya gönderen biden, bu "mutlak kontrol" sürecini çok hızlandıracak.
belki de bu adamın yemin ettiğinin bir hafta içerisinde aşıyı verirler piyasaya. "aşı psikolojisi hassas bünyelerde şiddeti tetikliyor" diye silahları toplarlar. biden kalp krizi geçirir, whore of babylon ve kapanış. (psikolojisi hassas bünye derken, 10 aydır eve kapatılıp insan ve güneş görmeyen bizlerden bahsediyorum).
amerika'nın 46. başkanı insanlığa hayırlı olur umarım. yaşlılıktan iki füze atmayı unutsa gene kar ne diyeyim.
kasım ayında yapılacak ve trump'ın tamam mı devam mı göreceği abd seçimleri yaklaştı. linkini vereceğim sitede, hangi eyaletlerin cumhuriyetçi, hangilerinin demokrat ve hangilerinin "arada kalmış" olduğu gösteriliyor. ama bir resim olarak atayım:
burada "toss-up" arada kalmış eyaletler, "leaning" ise kesin değil ama belirli bi tarafa daha yakın olanlar.
gelin bir de amerika'da eyalet eyalet vaka sayılarına bakalım. ilki, toplam vaka sayısı, top 10 dün itibariyle:
ikincisi, yeni vaka sayısına göre top 10, dün itibariyle:
bu virükün en çok uğradığı ve şu anda en çok artış gösteren eyaletler ya biden'in kazanacağı ya da arada kalmış eyaletler. halbuki bu adamlar bu virüs işini ciddiye alıyor, önlem alıyorlar di mi? tramp takipçileri ise maskesiz gezenler hiç sallamayanlar.
e o zaman neden önlem alan eyaletlerde daha çok virüs çıkıyor?
biraz daha araştıralım bakalım. 29 haziran tarihli bir haberde, en başabaş ve kimin kazanacağı belli olmayan 5 eyaleti sıralamışlar. Texas, arizona, north carolina, ohio, iowa.
texas: 9 temmuz'daki bir habere göre son 3 günde rekor üstüne rekor kırmış vaka sayıları.
arizona: 6 temmuz'daki habere göre son bir hatada rekor üstüne rekor kırıyormuş.
north carolina: 12 temmuz (dün)'daki habere göre cumartesi günü rekor kırmışlar vaka sayısında (gene).
ohio: 10 temmuz'daki habere göre ohio son 21 günün vaka rekorunu kırmış.
iowa: 6 temmuz'daki habere göre burada vaka sayıları gene artış trendine girmiş, dünün haberine göre 350 bin vaka sayısını geçmişler.
valla ne zaman eyaleti kimin alacağı belirsizleşince virüs patlama yapıyor. artık virüs de istikrar mı istiyor, beka mı arıyor nedir...
şaka bir yana, seçimler için bir kaç aydır tartışılan bir konu var: mektupla oy verme. tramp diyor ki, bu olay hileye yol açar, kesinlikle olmasın. karşı taraf diyor ki "virüs var, bu güvenli değil, mektupla oy verilsin".
bu arada kalmış eyaletlerde vürük patlayınca sizce mektupla mı oy verirler yoksa normal seçim mi yaparlar?
ha bu seçim olayı tamamen tiyatro tabi. tramp gelince bir bok değişmediği gibi giderse de değişmeyecek, orta sınıfı bitirme çalışmalarına devam edecekler.
ama insanları ne ölçüde oyuncak ettikleri ne yüzsüzlükle yalan söylediklerini görün istedim.
kaynakça:
seçim anketleri: https://ig.ft.com/us-election-2020/
vaka sayıları: https://www.worldometers.info/coronavirus/country/us/
texas haber: https://finance.yahoo.com/news/u-cases-top-3-million-224445416.html
arizona haber: https://eu.azcentral.com/story/news/local/arizona-health/2020/07/06/arizona-covid-19-cases-pass-100-000-hospitalizations-continue-rise/5383347002/
north carolina haber: https://www.newsobserver.com/news/coronavirus/article244160742.html
ohio haber: https://www.fox19.com/2020/07/10/new-positive-covid-cases-ohio-health-officials-say/
iowa haber: https://www.thegazette.com/subject/news/health/iowas-coronavirus-cases-on-the-rise-again-20200706
burada "toss-up" arada kalmış eyaletler, "leaning" ise kesin değil ama belirli bi tarafa daha yakın olanlar.
gelin bir de amerika'da eyalet eyalet vaka sayılarına bakalım. ilki, toplam vaka sayısı, top 10 dün itibariyle:
ikincisi, yeni vaka sayısına göre top 10, dün itibariyle:
bu virükün en çok uğradığı ve şu anda en çok artış gösteren eyaletler ya biden'in kazanacağı ya da arada kalmış eyaletler. halbuki bu adamlar bu virüs işini ciddiye alıyor, önlem alıyorlar di mi? tramp takipçileri ise maskesiz gezenler hiç sallamayanlar.
e o zaman neden önlem alan eyaletlerde daha çok virüs çıkıyor?
biraz daha araştıralım bakalım. 29 haziran tarihli bir haberde, en başabaş ve kimin kazanacağı belli olmayan 5 eyaleti sıralamışlar. Texas, arizona, north carolina, ohio, iowa.
texas: 9 temmuz'daki bir habere göre son 3 günde rekor üstüne rekor kırmış vaka sayıları.
arizona: 6 temmuz'daki habere göre son bir hatada rekor üstüne rekor kırıyormuş.
north carolina: 12 temmuz (dün)'daki habere göre cumartesi günü rekor kırmışlar vaka sayısında (gene).
ohio: 10 temmuz'daki habere göre ohio son 21 günün vaka rekorunu kırmış.
iowa: 6 temmuz'daki habere göre burada vaka sayıları gene artış trendine girmiş, dünün haberine göre 350 bin vaka sayısını geçmişler.
valla ne zaman eyaleti kimin alacağı belirsizleşince virüs patlama yapıyor. artık virüs de istikrar mı istiyor, beka mı arıyor nedir...
şaka bir yana, seçimler için bir kaç aydır tartışılan bir konu var: mektupla oy verme. tramp diyor ki, bu olay hileye yol açar, kesinlikle olmasın. karşı taraf diyor ki "virüs var, bu güvenli değil, mektupla oy verilsin".
bu arada kalmış eyaletlerde vürük patlayınca sizce mektupla mı oy verirler yoksa normal seçim mi yaparlar?
ha bu seçim olayı tamamen tiyatro tabi. tramp gelince bir bok değişmediği gibi giderse de değişmeyecek, orta sınıfı bitirme çalışmalarına devam edecekler.
ama insanları ne ölçüde oyuncak ettikleri ne yüzsüzlükle yalan söylediklerini görün istedim.
kaynakça:
seçim anketleri: https://ig.ft.com/us-election-2020/
vaka sayıları: https://www.worldometers.info/coronavirus/country/us/
texas haber: https://finance.yahoo.com/news/u-cases-top-3-million-224445416.html
arizona haber: https://eu.azcentral.com/story/news/local/arizona-health/2020/07/06/arizona-covid-19-cases-pass-100-000-hospitalizations-continue-rise/5383347002/
north carolina haber: https://www.newsobserver.com/news/coronavirus/article244160742.html
ohio haber: https://www.fox19.com/2020/07/10/new-positive-covid-cases-ohio-health-officials-say/
iowa haber: https://www.thegazette.com/subject/news/health/iowas-coronavirus-cases-on-the-rise-again-20200706
abd'nin yeni başkanı bizi sevmiyor gibi şeyler söylüyorduk; o seçildikten sonra bu yükselir gibi geliyordu çoğu kişiye. ammaaa damadın saraydan adam döve döve çıkması bir anda kurun düşmesine, ve hatta düzenli olarak düşmesine yol açtı.
sahne önünde olan olaylar bunlar tabi. benim görüşüm ise, ülkemizin ne yazık ki bağımsız olmamasından ötürü; yeni başkanın ilk müdaheleleri bunlar.
şu sayacaklarım olurken, doların bir günden daha uzun süre düşmesi mümkün mü sizce?
- ülkenin ekonomi bakanı belli değil
- amerikanın başına tr'den hoşlanmayan bir başkan geçmiş
- amerikalı bir firma kovuk aşısını bulmuş
- tr merkez bankası başkanının, ekonomi bakanından dayak yediği iddiaları var
- tr merkez bankası başkanının, kasa tamtakır dediğine dair iddialar var
- ülkeye pandemi konusunda kimsenin güveni yok
- bildiğim kadarıyla yeni açılan bir fabrika, bir girişim, bir karlı anlaşma filan da yok
buna rağmen ülkenin parası, amerikan doları karşısında değer kazanıyor.
ekonominin hayali bir ürün üzerinden dönen bir mastürbasyon olduğundan bahsetmiştik - ve ekonomi hiç sebepsiz bir şekilde, amerikaya rağmen iyiye gidiyorsa ordan bir bokluk çıkacaktır arkadaş. bunu ortadoğuda bin kere gördük:
- kaddafi öldürülürken, ülkesi ortadoğu ve afrikadaki en zengin ülkeydi ve yoksulluk sınırı altında yaşayan kişi sayısı hollanda'dan daha azdı.
- mübarek istifa ederken, son yıllarda inanılmaz büyük gsmh artışı vardı, ama eşit dağılmıyordu.
- saddam hüseyin'in öldürüldüğü yıl, ırak gsmh'sı 50% arttı
- tunus lideri ben ali kovulmadan önce, her yıl büyüyen bir ekonomi ve azalan işsizlik vardı.
yani ortadoğu coğrafyasında ekonomi bir gösterge değil, bir araçtır. birini göndermek isterler, hop ekonomiyi batırırlar. başka birisini lider yapmak isterler, o belediye başkanı olduktan sonra ekonomi iyiye gitmeye başlar vs. vs.
dolayısıyla bugünkü düşen kur'un içinden civciv mi çıkacak kuş mu çıkacak ne olacak daha sonra göreceğiz. imamson olur, kılıçdarson olur bir "kukla"yı getirmenin yolunu yapıyorlar.
sahne önünde olan olaylar bunlar tabi. benim görüşüm ise, ülkemizin ne yazık ki bağımsız olmamasından ötürü; yeni başkanın ilk müdaheleleri bunlar.
şu sayacaklarım olurken, doların bir günden daha uzun süre düşmesi mümkün mü sizce?
- ülkenin ekonomi bakanı belli değil
- amerikanın başına tr'den hoşlanmayan bir başkan geçmiş
- amerikalı bir firma kovuk aşısını bulmuş
- tr merkez bankası başkanının, ekonomi bakanından dayak yediği iddiaları var
- tr merkez bankası başkanının, kasa tamtakır dediğine dair iddialar var
- ülkeye pandemi konusunda kimsenin güveni yok
- bildiğim kadarıyla yeni açılan bir fabrika, bir girişim, bir karlı anlaşma filan da yok
buna rağmen ülkenin parası, amerikan doları karşısında değer kazanıyor.
ekonominin hayali bir ürün üzerinden dönen bir mastürbasyon olduğundan bahsetmiştik - ve ekonomi hiç sebepsiz bir şekilde, amerikaya rağmen iyiye gidiyorsa ordan bir bokluk çıkacaktır arkadaş. bunu ortadoğuda bin kere gördük:
- kaddafi öldürülürken, ülkesi ortadoğu ve afrikadaki en zengin ülkeydi ve yoksulluk sınırı altında yaşayan kişi sayısı hollanda'dan daha azdı.
- mübarek istifa ederken, son yıllarda inanılmaz büyük gsmh artışı vardı, ama eşit dağılmıyordu.
- saddam hüseyin'in öldürüldüğü yıl, ırak gsmh'sı 50% arttı
- tunus lideri ben ali kovulmadan önce, her yıl büyüyen bir ekonomi ve azalan işsizlik vardı.
yani ortadoğu coğrafyasında ekonomi bir gösterge değil, bir araçtır. birini göndermek isterler, hop ekonomiyi batırırlar. başka birisini lider yapmak isterler, o belediye başkanı olduktan sonra ekonomi iyiye gitmeye başlar vs. vs.
dolayısıyla bugünkü düşen kur'un içinden civciv mi çıkacak kuş mu çıkacak ne olacak daha sonra göreceğiz. imamson olur, kılıçdarson olur bir "kukla"yı getirmenin yolunu yapıyorlar.
bu virüsle alakalı bin kere at izi it izine karıştı gibi cümleler kurdum. artık bu izleri birbirinden ayırıyorum, size yaşadığımız her şeyi nokta nokta açıklıyorum. başlamadan önce uyarı, bunları okurken açık bir kafayla yaklaştığınız sürece anlam ifade edecek bir yazı olacak; yani radyasyon kelimesini görünce kaçmak yok. ayrıca daha önce farklı yerlerde incelediğim konuların hepsini de gerekli yerlere link olarak bırakacağım, ama onları okuyup devam etmenize gerek yok - sadece kafanıza takılan ya da aklınıza yatmayan yerleri okursanız yeterli.
başlayalım. arkaya müzik:
tıp bilimi, günümüzdeki haliyle en azından, üç aşamadan geçer.
1) hastalanma. burada "asemptomatik" bir yalandır, bunun tıptaki adı en fazla "taşıyıcı"dır. eskiden, eğer bir semptomunuz yoksa, doktorlar size siktir çeker ve "hastalanınca gel" derlerdi haklı olarak. yani bu aşamada kastettiğimiz şey aslında vücudunuzda ters giden ve bunu dışarıdan görebileceğimiz koşullar - hapşırmaktan tut parmağınız kesilmesine kdar hepsi birer semptom olarak geçer. "ben bıçak yarası taşıyıcısıyım" cümlesi ne kadar saçmaysa, virüs ya da bakteri taşıyıcısına "hasta" demek için aynı ölçüde saçmadır.
2) teşhis. doktorlar çeşitli testler yaparlar, semptomlarınızı incelerler ve derler ki "sende şu rahatsızlık var". burada dr.house gibi bir hasta geldi de kanser semptomu gösterip aslında gizli gizli boya yalıyormuş gibi şeyler gerçek hayatta karşılığı olmayan şeyler. teşhis konması da, "senin hastalığın şu" demektir; diplomasını hakeden hiç bir doktordan "sen şu şu şu hastalıklara sahip değilsin" diye bir teşhis duyamazsınız.
3) tedavi. bu noktada artık o hastalığın ya da vücuttaki o tersliğin giderilmesi için gerekli adımlar uygulanır. parmağınıza dikiş atmak da bir tedavidir, antibiyotik kullanmak da. hipokrat yemini etmiş hiç bir insan, gereğinden fazla tedavi uy-gu-la-ya-maz. çünkü yeminin ilk cümlesi şudur: "öncelikle zarar verme". bir örnek verelim; misal parmağınız morarmaya başladı ve doktor bunun nedeninin kangren olduğundan 100% emin değilse, o parmağı kesemez. bakın 99.999% demiyorum; çünkü öbür türlü hastaya zarar vermiş oluyor.
şimdi gelin bu wuhan illeti konusunda, kasım 2020 itibariyle, bu üç aşamanın nasıl işlediğine bakalım. bu kısımla ilgili size tablolar hazırladım. her bir tabloda; bize medya ve yöneticiler tarafından pompalanan seçenek, ve benim kafama yatan en olası alternatifi koyacağım (radyasyon). size demiyorum ki "alternatif gerçek olandır, doğrudur", dediğim gibi bana en olası gelenle kıyasladım. tek amacınız medya kolpasını çözmekse, o kısımlara bakmanıza gerek bile yok.
1) hastalanma
tablo 1: hastalık aşamasındaki olası seçenekler.
eğer bu virüsü kapmışsanız bunun semptomları radyasyon zehirlenmesi ile birebir aynı farkındaysanız. taşıyıcılık imkanı, eğer bu virüs ise, tabi ki var - ama sizin taşıyıcı olmanız hasta olduğunuz anlamına gelmiyor. bu cümle çok önemli. hasta olmanız için, hastalığın semptomlarını göstermeniz gerekiyor, taşıyıcı birine hasta diyemezsiniz. o bir taşıyıcıdır. ben değil, tıp diyor bunu.
ama bakın şimdi ikinci aşamamız; teşhis aşamasında ne yapıyor bu puştlar.
2) teşhis
tablo 2: teşhis yöntemleri ve olası sonuçları
bu aşamada işlerin boku çıkmaya başlıyor. daha önce pcr testini, ve antikor testinin ne anlama geldiğini yazmıştım. bu yapılan testlerin pozitif ya da negatif çıkması, sizde o virüsün var olup olmadığı konusunda yazı tura atmaktan farksız. pozitif çıkıp sizde hastalık semptomları da olmayabilir, virüs vücudunuzda kalmamış bile olabilir. negatif çıkarsanız sonrasında grip olabilirsiniz, vücudunuzdaki virüsü bulamamış olabilirler.
bu teşhis aşamasında biri gelip size iki şey diyebilir arkadaşlar:
1) ben hasta oldum
2) benim testim pozitif çıktı
ve bu ikisi aynı şey değil. şimdi medya orospularının gözümüze gözümüze soktuğu "covid olmuş ünlüler"in, nasıl açıkladıklarına bakalım. kendi twitleri videoları duruyor zaten.
ekrem imamoğlu: "covid testim pozitif çıktı"
boris johnson: "covid testim pozitif çıktı"
donald trump: "covid testim pozitif çıktı"
tom hanks: "covid testim pozitif çıktı"
ve böylece uzar gider. e neydi, testin pozitif çıkması bir şey ifade etmiyordu. bu adamlar da "hastayım ben" demiyor, çünkü değiller ulan. testleri pozitif çıkıyor. gene, neydi? hastalık olması için semptom olması ge-re-ki-yor.
3) tedavi:
tablo 3: uygulanan tedavi yöntemleri, ne yaptıkları, ve yan etkileri
bu tablodaki bilgiler, adamların kendi araştırmaları ve bize sunduğu bilgiler. clexane için şurayı (bkz: #1164402), hastaneye yürüyerek gelip boğazına tüp sokunca ölenler için şurayı (bkz: #1164348) okuyabilirsiniz. peki dikkatinizi çekti mi, bu clexane denen ilacın yan etkileri covid-19 semptomları! şok şok şok.
peki hasta olmayan birine bu ilaçları verirseniz ne oluyor, o kişi kovik semptomları göstermeye başlıyor.
pekii hasta olan birine bu tedaviyi uyguladığınızda virüsü öldürüyor mu, hayır; semptomları gideriyor.
*****
buraya kadar, her aşamada medya ve yöneticilerin nasıl ve ne boyutta basiretsiz davrandığını görebilirsiniz. basiretsiz diyorum, ama bence kötü niyet. her ikisi de insanlığın ya da senin-benim hayrıma olacak şeyler değil.
yazının son kısmı da, sen-ben-biz hakkında sevgili okuyucu. ortada dolaşan bir "şey" var, ve bizim başımıza gelebilecek ihtimalleri yazıyorum. ki zaten iki tane ana kol var: hastasınızdır ya da değilsinizdir.
1) nefes darlığı, ishal, tat-koku kaybı şikayetleri çekmeye başlarız.
2) hiç bir şikayetimiz yoktur.
bu iki ihtimalden birincisnde doktora gidersiniz, ikincisinde gitmezsiniz. tıp bilimi açısından, siz ilk aşamadasınızdır ya da değilsinizdir. eğer hasta değilseniz, gerçek doktorlar size teşhis koymaz, tedavi etmeye hiç başlamaz.
veeee işte burası zurnanın "zıııırrrsikicem yapacağınız işi" dediği nokta. siz hasta değilsiniz, ama ne oluyor:
1) çevrenizde birinin testi pozitif çıkıyor
2) "filyasyon" yapıyorlar ve geçen hafta otobüs durağındaki güzel kızın / yakışıklı çocuğun covid olduğunu söylüyorlar.
e sizde bir şey yok, ama şu anda ya kendinizi 14 gün karantinaya alacaksınız, ya da "şanslıysanız" kovid testi yaptıracaksınız. yoksa ceza, yoksa sopa. evde karantinada geçirirken başka bir filyasyon raporu geldi, ve siz sonsuza kadar ev hapsindesiniz böyle böyle.
test yaptılar, ve pozitif çıktınız (ki çıkacaksınız; çünkü (bkz: #1164581) ). geçmiş olsun, siz bir hastasınız. tıp bilimine göre değil, pandemi korku pornosuna göre.
siz hasta mısınız? geçmiş olsun, şu 16 tane hapı alacaksınız, boğazınızdan içeri tüp sokacağız. ilacın yan etkisinden ateşiniz mi çıktı, ishal mi oldunuz, öksürüyor musunuz? tüpü çok derine sokmuşuz da ciğeriniz hasar mı gördü?
eee biz demiştik siz zaten govik hastasısınız diye, bak. neyse ki asimptomatik iken yakaladık hastalığı.
******
şu kadar yazdım, elimden geldiğince objektif ve bilimsel yaklaştım. bu son kısım biraz kişisel yorumum, ilgilenirseniz. ben ortada insanların sağlığını etkileyen bir şeyler olduğunu düşünüyorum. buna 5g diyen var, radyasyon diyen var (ben: (bkz: #1163973), gerçekten virüs sanan var, varoğlu var.
ama bu adımdan sonraki kalan her şey, medya orospularının korku pompası ve yöneticilerin insanlığın tamamını ev hapsinde ve kontrolünde tutma çabası. teşhis koymasından tedavisine, maske kullanımından filyasyon çalışmalarına tamamı.
en önemlisi ise şu: korkmayın bu hastalıktan. başımızdaki satanist köpeklerin en çok korktuğu şey, aklını kullanan yetişkin bir insan. ve bunların kolpasına inanmayan, yalanlarına karşı gülebilen tek birimiz bile bu adamların bütün planlarını bozmaya yeter.
ben yukarda kendi sorgulamamı, ve neden böyle düşündüğümü yazdım. siz de düşünün, ve isterseniz bambaşka sonuçlara varın. biraz düşünüp incelediğiniz zaman farkedeceksiniz ki, gerçeğin ne olduğunu saklamaya çalışıyor olabilirler; ama kendi söylediklerinin gerçek olmadığı net.
güvenli kalın, dikkat edin kendinize.
başlayalım. arkaya müzik:
tıp bilimi, günümüzdeki haliyle en azından, üç aşamadan geçer.
1) hastalanma. burada "asemptomatik" bir yalandır, bunun tıptaki adı en fazla "taşıyıcı"dır. eskiden, eğer bir semptomunuz yoksa, doktorlar size siktir çeker ve "hastalanınca gel" derlerdi haklı olarak. yani bu aşamada kastettiğimiz şey aslında vücudunuzda ters giden ve bunu dışarıdan görebileceğimiz koşullar - hapşırmaktan tut parmağınız kesilmesine kdar hepsi birer semptom olarak geçer. "ben bıçak yarası taşıyıcısıyım" cümlesi ne kadar saçmaysa, virüs ya da bakteri taşıyıcısına "hasta" demek için aynı ölçüde saçmadır.
2) teşhis. doktorlar çeşitli testler yaparlar, semptomlarınızı incelerler ve derler ki "sende şu rahatsızlık var". burada dr.house gibi bir hasta geldi de kanser semptomu gösterip aslında gizli gizli boya yalıyormuş gibi şeyler gerçek hayatta karşılığı olmayan şeyler. teşhis konması da, "senin hastalığın şu" demektir; diplomasını hakeden hiç bir doktordan "sen şu şu şu hastalıklara sahip değilsin" diye bir teşhis duyamazsınız.
3) tedavi. bu noktada artık o hastalığın ya da vücuttaki o tersliğin giderilmesi için gerekli adımlar uygulanır. parmağınıza dikiş atmak da bir tedavidir, antibiyotik kullanmak da. hipokrat yemini etmiş hiç bir insan, gereğinden fazla tedavi uy-gu-la-ya-maz. çünkü yeminin ilk cümlesi şudur: "öncelikle zarar verme". bir örnek verelim; misal parmağınız morarmaya başladı ve doktor bunun nedeninin kangren olduğundan 100% emin değilse, o parmağı kesemez. bakın 99.999% demiyorum; çünkü öbür türlü hastaya zarar vermiş oluyor.
şimdi gelin bu wuhan illeti konusunda, kasım 2020 itibariyle, bu üç aşamanın nasıl işlediğine bakalım. bu kısımla ilgili size tablolar hazırladım. her bir tabloda; bize medya ve yöneticiler tarafından pompalanan seçenek, ve benim kafama yatan en olası alternatifi koyacağım (radyasyon). size demiyorum ki "alternatif gerçek olandır, doğrudur", dediğim gibi bana en olası gelenle kıyasladım. tek amacınız medya kolpasını çözmekse, o kısımlara bakmanıza gerek bile yok.
1) hastalanma
tablo 1: hastalık aşamasındaki olası seçenekler.
eğer bu virüsü kapmışsanız bunun semptomları radyasyon zehirlenmesi ile birebir aynı farkındaysanız. taşıyıcılık imkanı, eğer bu virüs ise, tabi ki var - ama sizin taşıyıcı olmanız hasta olduğunuz anlamına gelmiyor. bu cümle çok önemli. hasta olmanız için, hastalığın semptomlarını göstermeniz gerekiyor, taşıyıcı birine hasta diyemezsiniz. o bir taşıyıcıdır. ben değil, tıp diyor bunu.
ama bakın şimdi ikinci aşamamız; teşhis aşamasında ne yapıyor bu puştlar.
2) teşhis
tablo 2: teşhis yöntemleri ve olası sonuçları
bu aşamada işlerin boku çıkmaya başlıyor. daha önce pcr testini, ve antikor testinin ne anlama geldiğini yazmıştım. bu yapılan testlerin pozitif ya da negatif çıkması, sizde o virüsün var olup olmadığı konusunda yazı tura atmaktan farksız. pozitif çıkıp sizde hastalık semptomları da olmayabilir, virüs vücudunuzda kalmamış bile olabilir. negatif çıkarsanız sonrasında grip olabilirsiniz, vücudunuzdaki virüsü bulamamış olabilirler.
bu teşhis aşamasında biri gelip size iki şey diyebilir arkadaşlar:
1) ben hasta oldum
2) benim testim pozitif çıktı
ve bu ikisi aynı şey değil. şimdi medya orospularının gözümüze gözümüze soktuğu "covid olmuş ünlüler"in, nasıl açıkladıklarına bakalım. kendi twitleri videoları duruyor zaten.
ekrem imamoğlu: "covid testim pozitif çıktı"
boris johnson: "covid testim pozitif çıktı"
donald trump: "covid testim pozitif çıktı"
tom hanks: "covid testim pozitif çıktı"
ve böylece uzar gider. e neydi, testin pozitif çıkması bir şey ifade etmiyordu. bu adamlar da "hastayım ben" demiyor, çünkü değiller ulan. testleri pozitif çıkıyor. gene, neydi? hastalık olması için semptom olması ge-re-ki-yor.
3) tedavi:
tablo 3: uygulanan tedavi yöntemleri, ne yaptıkları, ve yan etkileri
bu tablodaki bilgiler, adamların kendi araştırmaları ve bize sunduğu bilgiler. clexane için şurayı (bkz: #1164402), hastaneye yürüyerek gelip boğazına tüp sokunca ölenler için şurayı (bkz: #1164348) okuyabilirsiniz. peki dikkatinizi çekti mi, bu clexane denen ilacın yan etkileri covid-19 semptomları! şok şok şok.
peki hasta olmayan birine bu ilaçları verirseniz ne oluyor, o kişi kovik semptomları göstermeye başlıyor.
pekii hasta olan birine bu tedaviyi uyguladığınızda virüsü öldürüyor mu, hayır; semptomları gideriyor.
*****
buraya kadar, her aşamada medya ve yöneticilerin nasıl ve ne boyutta basiretsiz davrandığını görebilirsiniz. basiretsiz diyorum, ama bence kötü niyet. her ikisi de insanlığın ya da senin-benim hayrıma olacak şeyler değil.
yazının son kısmı da, sen-ben-biz hakkında sevgili okuyucu. ortada dolaşan bir "şey" var, ve bizim başımıza gelebilecek ihtimalleri yazıyorum. ki zaten iki tane ana kol var: hastasınızdır ya da değilsinizdir.
1) nefes darlığı, ishal, tat-koku kaybı şikayetleri çekmeye başlarız.
2) hiç bir şikayetimiz yoktur.
bu iki ihtimalden birincisnde doktora gidersiniz, ikincisinde gitmezsiniz. tıp bilimi açısından, siz ilk aşamadasınızdır ya da değilsinizdir. eğer hasta değilseniz, gerçek doktorlar size teşhis koymaz, tedavi etmeye hiç başlamaz.
veeee işte burası zurnanın "zıııırrrsikicem yapacağınız işi" dediği nokta. siz hasta değilsiniz, ama ne oluyor:
1) çevrenizde birinin testi pozitif çıkıyor
2) "filyasyon" yapıyorlar ve geçen hafta otobüs durağındaki güzel kızın / yakışıklı çocuğun covid olduğunu söylüyorlar.
e sizde bir şey yok, ama şu anda ya kendinizi 14 gün karantinaya alacaksınız, ya da "şanslıysanız" kovid testi yaptıracaksınız. yoksa ceza, yoksa sopa. evde karantinada geçirirken başka bir filyasyon raporu geldi, ve siz sonsuza kadar ev hapsindesiniz böyle böyle.
test yaptılar, ve pozitif çıktınız (ki çıkacaksınız; çünkü (bkz: #1164581) ). geçmiş olsun, siz bir hastasınız. tıp bilimine göre değil, pandemi korku pornosuna göre.
siz hasta mısınız? geçmiş olsun, şu 16 tane hapı alacaksınız, boğazınızdan içeri tüp sokacağız. ilacın yan etkisinden ateşiniz mi çıktı, ishal mi oldunuz, öksürüyor musunuz? tüpü çok derine sokmuşuz da ciğeriniz hasar mı gördü?
eee biz demiştik siz zaten govik hastasısınız diye, bak. neyse ki asimptomatik iken yakaladık hastalığı.
******
şu kadar yazdım, elimden geldiğince objektif ve bilimsel yaklaştım. bu son kısım biraz kişisel yorumum, ilgilenirseniz. ben ortada insanların sağlığını etkileyen bir şeyler olduğunu düşünüyorum. buna 5g diyen var, radyasyon diyen var (ben: (bkz: #1163973), gerçekten virüs sanan var, varoğlu var.
ama bu adımdan sonraki kalan her şey, medya orospularının korku pompası ve yöneticilerin insanlığın tamamını ev hapsinde ve kontrolünde tutma çabası. teşhis koymasından tedavisine, maske kullanımından filyasyon çalışmalarına tamamı.
en önemlisi ise şu: korkmayın bu hastalıktan. başımızdaki satanist köpeklerin en çok korktuğu şey, aklını kullanan yetişkin bir insan. ve bunların kolpasına inanmayan, yalanlarına karşı gülebilen tek birimiz bile bu adamların bütün planlarını bozmaya yeter.
ben yukarda kendi sorgulamamı, ve neden böyle düşündüğümü yazdım. siz de düşünün, ve isterseniz bambaşka sonuçlara varın. biraz düşünüp incelediğiniz zaman farkedeceksiniz ki, gerçeğin ne olduğunu saklamaya çalışıyor olabilirler; ama kendi söylediklerinin gerçek olmadığı net.
güvenli kalın, dikkat edin kendinize.
beni çok eğlendiren uzay haberlerinden bir tanesi. bir süredir kafamda ay hakkında yazmak var, ama şimdilik şu alıntıdan bahsedeyim:
“Ayın var olamayacağını açıklamak, varlığını açıklamadan çok daha kolay gözüküyor.” dr. robin brett, NASA profesörü
burada şikayet ettiği şey nasıl oluştuğunu bir türlü bilemiyor olmaları, ellerindeki teorilerin her birinin çok rahat çürütülebiliyor olması. ay'ın kendiyle ilgili tuhaf tesadüflerden de sonra bahsederiz.
şimdi su bulma haberine bakıyorum, eğlendiğim nokta şu: bu haberlerin hepsinde akıl almayacak ölçekler kullanılıyor. benim okuduğum kaynaktan aynen çeviriyorum:
"bulunan su miktarının çok kısıtlı olduğunu vurgulayan nasa, miktarın yaklaşık olarak sahara çölündeki toplam su miktarının %1'i olduğunu söyledi."
ahahshd bu ne abi? böyle bilimsel ölçüt mü olur, yalvaç ural bilmecesi mi la bu? oturdum araştırdım, bulamadım. ne buldukları su miktarını, ne de sahara çölündeki miktarı.
bir de ne yok biliyor musunuz? bu suyu nasıl buldukları. bir ton goy goy var "uzayda kuracağımız üsler için çok faydalı bir bulgu" filan fıstık ama hangi bilimsel yöntemle, nasıl arayarak buldukları yazmıyor.
"ayın aydınlık yüzünde bu kadarcık su bulmak, samanlıkta iğne aramaya benzer." nasa prof. Cangar Pekgöz
“Ayın var olamayacağını açıklamak, varlığını açıklamadan çok daha kolay gözüküyor.” dr. robin brett, NASA profesörü
burada şikayet ettiği şey nasıl oluştuğunu bir türlü bilemiyor olmaları, ellerindeki teorilerin her birinin çok rahat çürütülebiliyor olması. ay'ın kendiyle ilgili tuhaf tesadüflerden de sonra bahsederiz.
şimdi su bulma haberine bakıyorum, eğlendiğim nokta şu: bu haberlerin hepsinde akıl almayacak ölçekler kullanılıyor. benim okuduğum kaynaktan aynen çeviriyorum:
"bulunan su miktarının çok kısıtlı olduğunu vurgulayan nasa, miktarın yaklaşık olarak sahara çölündeki toplam su miktarının %1'i olduğunu söyledi."
ahahshd bu ne abi? böyle bilimsel ölçüt mü olur, yalvaç ural bilmecesi mi la bu? oturdum araştırdım, bulamadım. ne buldukları su miktarını, ne de sahara çölündeki miktarı.
bir de ne yok biliyor musunuz? bu suyu nasıl buldukları. bir ton goy goy var "uzayda kuracağımız üsler için çok faydalı bir bulgu" filan fıstık ama hangi bilimsel yöntemle, nasıl arayarak buldukları yazmıyor.
"ayın aydınlık yüzünde bu kadarcık su bulmak, samanlıkta iğne aramaya benzer." nasa prof. Cangar Pekgöz
çok saçma ve yoğun hislenmeler yaşıyorum günlük. buraya da kusuyorum, ama bu başlığın amacı bu zaten sanırım, independence affetsin :D küfürlü müfürlü, uyarıdır.
bu ammmmıııınaaa kodumun yavşakları kazanamayacak ulan. dünyanın anasını siktiler, ama erken boşalma sorunu yaşayan ve siki anca garibana kalkan bu orospu çocuklarının aslında bir bok gücü yok ve ben bunu bu akşam yaşadığım şeylerden tekrar gördüm.
hepimiz yaratıcımızın ruhundan bir parçayız, ve bu andavallar o parçayı sadece bu dünyadaki üç beş keyif için satıp kendilerine villa alıyorlar. ama sikerler o işi gencolar, sizin gerçekten kalpten edilmiş tek bir dua karşısında bile paranız, gücünüz, bilmemneniz hak getire.
ha siz, benim bütün bu çabalarıma karşı eğer ailemden bir kişinin tek bir kılına zarar verirseniz, hepinizi yakarım amına kodumun çocukları.
bu ammmmıııınaaa kodumun yavşakları kazanamayacak ulan. dünyanın anasını siktiler, ama erken boşalma sorunu yaşayan ve siki anca garibana kalkan bu orospu çocuklarının aslında bir bok gücü yok ve ben bunu bu akşam yaşadığım şeylerden tekrar gördüm.
hepimiz yaratıcımızın ruhundan bir parçayız, ve bu andavallar o parçayı sadece bu dünyadaki üç beş keyif için satıp kendilerine villa alıyorlar. ama sikerler o işi gencolar, sizin gerçekten kalpten edilmiş tek bir dua karşısında bile paranız, gücünüz, bilmemneniz hak getire.
ha siz, benim bütün bu çabalarıma karşı eğer ailemden bir kişinin tek bir kılına zarar verirseniz, hepinizi yakarım amına kodumun çocukları.
ronal reagan isimli iblis köpeği, 1986 yılında bir yasa geçiriyor. yasanın en önemli detayları şunlar:
- aşılar eğer sağlık sorunlarına yol açarsa, aşı şirketleri bundan mesul tutulamıyor.
- henüz test aşamasında ya da bir sebepten abd'de satışı onaylanmamış aşıların, abd dışında satılmasına onay veriyor.
şimdi bir aşı şirketi olduğunuzu düşünün. insan sağlığını tehlikeye atmaktan dolayı başınıza bir şey gelmeyeceğine dair bir yasa çıktıktan sonra ilk iş ne yapmış olabilirler?
ding ding ding doğru cevap, daha çok aşı tabi ki. aşağıdaki tabloda 1986 ile 2019 yıllarındaki önerilen çocuk aşılarını görebilirsiniz:
11 yaşındaki çocuğa hpv aşısı vuracak kadar şerefsiz nasıl olunur onu bilemiyorum. ama konumuz kovvik aşısı.
şu anda bu aşıyı rekor sürede yapabildiler ya, bize anlatılanlara göre. moderna da, pfizer da bu aşıların bazı testlerini atlamak için başvurularda bulundu.
moderna kaynak
pfizer kaynak
acil kullanım şartları nedir diye uzun uzun kafa karıştırmayacağım, bu yavşakların aksine. özetle: faz 3 testleri devam eden, ve bu fazı 2 ay önce başlamış aşıları onaylıyorlar. denek sayısı ise, 3 bin kişi üzerinde test edilmişse ok.
fda kaynak
yani 8 milyar insana aşı vurmak için üç bin deneğe bakıyorlar, ve bu deneklerin 2 ay sonraki haline bile bakmıyorlar.
siz bir aşı firmasısınız. bu kadar güvensiz bir aşıyı yaptıktan sonra kimse size dava açabiliyor mu? hayır. bir iş adamı olarak, risk 0. peki kazanç nedir? bu yavşaklar bunu ne için yapıyorlar? çünkü ruhunu satmış köpekler. ruhunu neye ve ne karşılığı sattığına dair farklı görüşler var, ama size net rakam vereyim: 15 milyar dolar. ve sadece pfizer'ın karı bu. kaynak.
özet: bu mucize aşıların etkinliği gerçek olamayacak kadar yüksek. yapılması gereken pek çok test atlanıp, sadece para uğruna insanlara vurulacak. ve bu aşıyı vurulup sonra kolunuz bacağınız düşse, kalp krizi geçirseniz, kanser olsanız; kimseyi muhatap alamayacaksınız.
bu noktada hala daha aşıyı yaptırın ya da yaptırın demiyorum, size bulduklarımı söylüyorum. araştırmanızı kendiniz de yapın ve tekrar; sağlığınızdan maddi çıkar sağlayan kimseye güvenmeyin.
- aşılar eğer sağlık sorunlarına yol açarsa, aşı şirketleri bundan mesul tutulamıyor.
- henüz test aşamasında ya da bir sebepten abd'de satışı onaylanmamış aşıların, abd dışında satılmasına onay veriyor.
şimdi bir aşı şirketi olduğunuzu düşünün. insan sağlığını tehlikeye atmaktan dolayı başınıza bir şey gelmeyeceğine dair bir yasa çıktıktan sonra ilk iş ne yapmış olabilirler?
ding ding ding doğru cevap, daha çok aşı tabi ki. aşağıdaki tabloda 1986 ile 2019 yıllarındaki önerilen çocuk aşılarını görebilirsiniz:
11 yaşındaki çocuğa hpv aşısı vuracak kadar şerefsiz nasıl olunur onu bilemiyorum. ama konumuz kovvik aşısı.
şu anda bu aşıyı rekor sürede yapabildiler ya, bize anlatılanlara göre. moderna da, pfizer da bu aşıların bazı testlerini atlamak için başvurularda bulundu.
moderna kaynak
pfizer kaynak
acil kullanım şartları nedir diye uzun uzun kafa karıştırmayacağım, bu yavşakların aksine. özetle: faz 3 testleri devam eden, ve bu fazı 2 ay önce başlamış aşıları onaylıyorlar. denek sayısı ise, 3 bin kişi üzerinde test edilmişse ok.
fda kaynak
yani 8 milyar insana aşı vurmak için üç bin deneğe bakıyorlar, ve bu deneklerin 2 ay sonraki haline bile bakmıyorlar.
siz bir aşı firmasısınız. bu kadar güvensiz bir aşıyı yaptıktan sonra kimse size dava açabiliyor mu? hayır. bir iş adamı olarak, risk 0. peki kazanç nedir? bu yavşaklar bunu ne için yapıyorlar? çünkü ruhunu satmış köpekler. ruhunu neye ve ne karşılığı sattığına dair farklı görüşler var, ama size net rakam vereyim: 15 milyar dolar. ve sadece pfizer'ın karı bu. kaynak.
özet: bu mucize aşıların etkinliği gerçek olamayacak kadar yüksek. yapılması gereken pek çok test atlanıp, sadece para uğruna insanlara vurulacak. ve bu aşıyı vurulup sonra kolunuz bacağınız düşse, kalp krizi geçirseniz, kanser olsanız; kimseyi muhatap alamayacaksınız.
bu noktada hala daha aşıyı yaptırın ya da yaptırın demiyorum, size bulduklarımı söylüyorum. araştırmanızı kendiniz de yapın ve tekrar; sağlığınızdan maddi çıkar sağlayan kimseye güvenmeyin.
dünyayı kurtaracak aşının mucidi über şirket. ama sonuçta paranın köpeği kişiler tarafından yönetilen, kar amaçlı bir şirket.
pfizer ceo'su aşının sonuçlarının açıklandığı gün hisselerinin %62'sini satmış. kaynak.
hem %95 etkin diyorsun, hem de hisselerini satıyorsun - bu ne perhiz bu ne lahana turşusu?
saçmalık bu kadar basit değil bu arada. bu tarz satışlarda, şirketin içinden biri olduğunuz için bir prosedür var. satmadan bir süre önce satacağınızı söylemeniz gerekiyor. bu ceo, ki isim verelim de uğur şahin'le karışmasın, albert bourla, ağustos ayında bu satış emirini vermiş. hem de sonuçların açıklanacağı güne satış siparişini geçmiş.
sorularım şunlar:
- bu adam sonuçların çıkacağı tarihi biliyor muydu? o zaman bu nasıl test?
- eğer tüm dünyaya satacağınız ve %95 etkin bir ürününüz varsa, siz hisselerinizi satar mısınız?
- biz bu hisse satışından sonra bu adama ve bu adamın şirketine güvenebilir miyiz?
bu yavşak sürüsünün sağlık bozmakla ilgili bir çekinceleri yok, ama iş paraya gelince böyle üçbuçuk atıyorlar. parayı takip edin, cevapları bulursunuz.
kendi araştırmanızı yapın, sağlığınızdan para kazanan kişilere körü körüne güvenmeyin.
pfizer ceo'su aşının sonuçlarının açıklandığı gün hisselerinin %62'sini satmış. kaynak.
hem %95 etkin diyorsun, hem de hisselerini satıyorsun - bu ne perhiz bu ne lahana turşusu?
saçmalık bu kadar basit değil bu arada. bu tarz satışlarda, şirketin içinden biri olduğunuz için bir prosedür var. satmadan bir süre önce satacağınızı söylemeniz gerekiyor. bu ceo, ki isim verelim de uğur şahin'le karışmasın, albert bourla, ağustos ayında bu satış emirini vermiş. hem de sonuçların açıklanacağı güne satış siparişini geçmiş.
sorularım şunlar:
- bu adam sonuçların çıkacağı tarihi biliyor muydu? o zaman bu nasıl test?
- eğer tüm dünyaya satacağınız ve %95 etkin bir ürününüz varsa, siz hisselerinizi satar mısınız?
- biz bu hisse satışından sonra bu adama ve bu adamın şirketine güvenebilir miyiz?
bu yavşak sürüsünün sağlık bozmakla ilgili bir çekinceleri yok, ama iş paraya gelince böyle üçbuçuk atıyorlar. parayı takip edin, cevapları bulursunuz.
kendi araştırmanızı yapın, sağlığınızdan para kazanan kişilere körü körüne güvenmeyin.
yalan ile ilgili yazımda böyle bir şey yazmıştım. "bir gün diyecekler ki 1 milyondan fazla vaka var" - benim beklediğim gibi olmadı ama bir anda gene 1.7 milyon sayısını gördük.
bu verilerdeki tuhaflıklara gelirsek:
- bu sayı 29 temmuz'dan itibaren olan sayı, eğer yanlış anlamadıysam. neden bu tarih de başlangıçtan itibaren değil benim bir fikrim var ama sonra.
- o tarihten bugüne 20 milyon test yapılmış, ortada 1.7 milyon vaka var. testleri kimlere ve nasıl yapıldığını, semptom gösteremeyenlere yapılmadığı gibi olayları da konuştuk. şu anda test yapılıp pozitif çıkma oranı %8.5.
- "belirgin bir hastalık geçiren" kişiler ise 550 binimiş. yani testi pozitif çıkıp gerçekten hasta olanların oranı %32.
- iyice tuhaf noktalara geldik. bu vakalardan iyileşen sayısı 452 bin diye bir sayı var. ama bu sayı neye göre, nasıl hesaplanmış bilmiyorum. bu kişiler belirgin hastalık geçirdi mi, ya da durumunun ağırlığından bahsedilmiyor. vakaların iyileşme oranı %26. gerçekten hasta olanların %81.
- vefat sayısı 15 bin. bu da aynı şekilde nasıl karşılaştırılır bilmiyorum. kimleri ne sebepten kovid kaynaklı ölüm yazıyorlar onu da tartıştık. hastalığın öldürme oranı binde 8, ya da %0.8.
ikinci kısmımız, veri toplarken yapılacak ufak şımarıklıklar üzerine.
- filyasyon oranı %99.9. bu neyi gösteriyor hiç bir fikrim yok; vakaların tamamına filyasyon yaptık ve ulaştık mı, yoksa vakaların %99.9'unun nereden vürük kaptığını mı biliyorlar?
- bu hafta erişkin yoğun bakam doluluk oranı %71, ventilatör doluluk oranı %41. yani yoğun bakımlarda yer yok gibi bir şey yok.
- hastalarda zaatüre oranı %3.1. solunum yolu hastalığı olan bu virrrük çok şanssız değilseniz zaatüre yapmıyor.
üçüncü kısım, karşılaştırmalı tablolar
bu kısımda dikkatinizi çekmek istediğim bir kaç nokta var. şu, 10 aralık tablosu:
bu ise 9 aralık tablosu:
değişen şeylere bir bakalım. öncelikle, artık hasta sayısı diye bir hücre yok; direk onun yerine vaka sayısı demişler. sadece tablolara baktığınız zaman, bir anda 558 bin'den 1.7 milyona çıkan bir sayı görüyorsunuz. çünkü sizi korkutmak için o rakamın bir milyondan fazla olması lazım. onu kademe kademe arttırmak yerine bir anda arttırmışlar.
bir günlük değişimlere bakalım şimdi de:
32 bin tane vaka çıkmış.
5.900 tanesi gerçekten hasta gibiymiş.
22 kişi vefat etmiş.
5.200 kişi iyileşmiş.
şimdi her şeyi bir özetleyelim.
bir hastalık var. %8.5 ihtimalle yakalanıyorsunuz. yakalandıktan sonra, %32 ihtimalle herhangi bir semptom gösteriyorsunuz. semptom gösterdikten sonra %81 ihtimalle iyileşiyorsunuz. %1 ihtimalle ağır geçiriyorsunuz, ama %2 ihtimalle ölüyorsunuz.
vat dı fak, ne güzel gidiyorduk; hastalığı ağır geçirme ihtimali ölme ihtimalinden nasıl düşük olabilir? ağır geçirmiyorlar ama bundan ölüyor insanlar. ya sayı saymayı bilmiyorlar, ya dayak yememişler, ya da tedavide bir bokluk var.
şimdi bütüüün bu ortalamaları bir araya getirelim. normal bir insansanız, bu hastalıktan ölme ihtimaliniz şu: yakalanma ihtimali * semptom gösterme ihtimali * ölme ihtimali.
bu da eşittir 0.0005. yüzdeye vurursak, %0.05.
bakın ben bu hesapları yaptım, çünkü bu sayıların hiç bir mantığı yok. sadece kendi verdikleri sayıları kullanınca hem insan aklıyla, hem matematikle, hem de birbirleriyle tutmuyor bu sayılar. ama en önemli tutmadığı yer şu: bize dayattıkları korku ve çare tiyatrolarıyla tutmuyor.
son tavsiyelerden önce, gelin bir de daha "güvenilir" iki sayıya bakalım. kaynak worldometers.
- şu anda aktif vakaların %99.5'i hafif ya da semptomsuz atlatıyor.
- ama kapanmış vakalarda %3 ölüm oranı var.
bu iki sayı size bu hastalıkla ilgili her şeyi sorgulatmaya yeter. insanlar ölüyor evet, ama bunun nedeni bir virüs değil.
- yapılan testler yanlış
- uygulanan tedaviler yanlış ve tehlikeli
- bize sunulan sayılar yalan
- bize kurtuluş diye sunulan "ülkeyi kapatmak" ve "aşı" çözümlerinin ikisi de bu hastalıktan daha fazla ölüme yol açacak.
bu hastalıktan korkmayın, yalancılardan korkun. hastalık sizi %0.05 ihtimalle öldürebilir, ama yalancıların amacı bambaşka ve oranı daha yüksek. ben bu hesapları siz yapmayın diye yaptım; ki görün size nasıl yalanlar söylüyorlar. öldürücülük oranı böyle olan bir hastalıktan korkup aklınızı askıya alırsanız çok zorlanırız.
çevrenize bakının, gerçek dünyadan kopmayın. ekranda gördüğünüz ne idüğü belirsiz sayılara (kaynak ben ya da fahrettin farketmez) değil, kendi gördüklerinize güvenin. ve sağlığınızdan para kazanacak kimseye güvenmeyin.
bu verilerdeki tuhaflıklara gelirsek:
- bu sayı 29 temmuz'dan itibaren olan sayı, eğer yanlış anlamadıysam. neden bu tarih de başlangıçtan itibaren değil benim bir fikrim var ama sonra.
- o tarihten bugüne 20 milyon test yapılmış, ortada 1.7 milyon vaka var. testleri kimlere ve nasıl yapıldığını, semptom gösteremeyenlere yapılmadığı gibi olayları da konuştuk. şu anda test yapılıp pozitif çıkma oranı %8.5.
- "belirgin bir hastalık geçiren" kişiler ise 550 binimiş. yani testi pozitif çıkıp gerçekten hasta olanların oranı %32.
- iyice tuhaf noktalara geldik. bu vakalardan iyileşen sayısı 452 bin diye bir sayı var. ama bu sayı neye göre, nasıl hesaplanmış bilmiyorum. bu kişiler belirgin hastalık geçirdi mi, ya da durumunun ağırlığından bahsedilmiyor. vakaların iyileşme oranı %26. gerçekten hasta olanların %81.
- vefat sayısı 15 bin. bu da aynı şekilde nasıl karşılaştırılır bilmiyorum. kimleri ne sebepten kovid kaynaklı ölüm yazıyorlar onu da tartıştık. hastalığın öldürme oranı binde 8, ya da %0.8.
ikinci kısmımız, veri toplarken yapılacak ufak şımarıklıklar üzerine.
- filyasyon oranı %99.9. bu neyi gösteriyor hiç bir fikrim yok; vakaların tamamına filyasyon yaptık ve ulaştık mı, yoksa vakaların %99.9'unun nereden vürük kaptığını mı biliyorlar?
- bu hafta erişkin yoğun bakam doluluk oranı %71, ventilatör doluluk oranı %41. yani yoğun bakımlarda yer yok gibi bir şey yok.
- hastalarda zaatüre oranı %3.1. solunum yolu hastalığı olan bu virrrük çok şanssız değilseniz zaatüre yapmıyor.
üçüncü kısım, karşılaştırmalı tablolar
bu kısımda dikkatinizi çekmek istediğim bir kaç nokta var. şu, 10 aralık tablosu:
bu ise 9 aralık tablosu:
değişen şeylere bir bakalım. öncelikle, artık hasta sayısı diye bir hücre yok; direk onun yerine vaka sayısı demişler. sadece tablolara baktığınız zaman, bir anda 558 bin'den 1.7 milyona çıkan bir sayı görüyorsunuz. çünkü sizi korkutmak için o rakamın bir milyondan fazla olması lazım. onu kademe kademe arttırmak yerine bir anda arttırmışlar.
bir günlük değişimlere bakalım şimdi de:
32 bin tane vaka çıkmış.
5.900 tanesi gerçekten hasta gibiymiş.
22 kişi vefat etmiş.
5.200 kişi iyileşmiş.
şimdi her şeyi bir özetleyelim.
bir hastalık var. %8.5 ihtimalle yakalanıyorsunuz. yakalandıktan sonra, %32 ihtimalle herhangi bir semptom gösteriyorsunuz. semptom gösterdikten sonra %81 ihtimalle iyileşiyorsunuz. %1 ihtimalle ağır geçiriyorsunuz, ama %2 ihtimalle ölüyorsunuz.
vat dı fak, ne güzel gidiyorduk; hastalığı ağır geçirme ihtimali ölme ihtimalinden nasıl düşük olabilir? ağır geçirmiyorlar ama bundan ölüyor insanlar. ya sayı saymayı bilmiyorlar, ya dayak yememişler, ya da tedavide bir bokluk var.
şimdi bütüüün bu ortalamaları bir araya getirelim. normal bir insansanız, bu hastalıktan ölme ihtimaliniz şu: yakalanma ihtimali * semptom gösterme ihtimali * ölme ihtimali.
bu da eşittir 0.0005. yüzdeye vurursak, %0.05.
bakın ben bu hesapları yaptım, çünkü bu sayıların hiç bir mantığı yok. sadece kendi verdikleri sayıları kullanınca hem insan aklıyla, hem matematikle, hem de birbirleriyle tutmuyor bu sayılar. ama en önemli tutmadığı yer şu: bize dayattıkları korku ve çare tiyatrolarıyla tutmuyor.
son tavsiyelerden önce, gelin bir de daha "güvenilir" iki sayıya bakalım. kaynak worldometers.
- şu anda aktif vakaların %99.5'i hafif ya da semptomsuz atlatıyor.
- ama kapanmış vakalarda %3 ölüm oranı var.
bu iki sayı size bu hastalıkla ilgili her şeyi sorgulatmaya yeter. insanlar ölüyor evet, ama bunun nedeni bir virüs değil.
- yapılan testler yanlış
- uygulanan tedaviler yanlış ve tehlikeli
- bize sunulan sayılar yalan
- bize kurtuluş diye sunulan "ülkeyi kapatmak" ve "aşı" çözümlerinin ikisi de bu hastalıktan daha fazla ölüme yol açacak.
bu hastalıktan korkmayın, yalancılardan korkun. hastalık sizi %0.05 ihtimalle öldürebilir, ama yalancıların amacı bambaşka ve oranı daha yüksek. ben bu hesapları siz yapmayın diye yaptım; ki görün size nasıl yalanlar söylüyorlar. öldürücülük oranı böyle olan bir hastalıktan korkup aklınızı askıya alırsanız çok zorlanırız.
çevrenize bakının, gerçek dünyadan kopmayın. ekranda gördüğünüz ne idüğü belirsiz sayılara (kaynak ben ya da fahrettin farketmez) değil, kendi gördüklerinize güvenin. ve sağlığınızdan para kazanacak kimseye güvenmeyin.
aşının tanesi 666 dolar olduğundan, 1 milyon dozu alabiliyor olması bile mucize ülkenin.
halbuki bakınız amerikaya, milyarlarca doz aşı sipariş etti (gene bu başlığa yazmıştım sanırım). ingiltere açıkladı, önümüzdeki sene sonuna kadar 350 milyon doz almışlar. fahrettin kibarca sorsa türkiye'ye verirler herhalde bir miktarını di mi?
ya da acaba asıl sorulması gereken; bazı ülkelerin neden nüfuslarının 3 katı kadar alırken bazı ülkelerin nüfusunun çeyreği kadar bile alamaması mı?
eğer türkiye'ye satarlarsa geçmiş olsun, ülkemizin fişini çekmişler demektir.
eğer hayrına verirlerse geçmiş olsun, çünkü eğer bir şey bedavaysa ürün bizizdir.
bu aşının neresinden tutarsam tutayım insanlığın iyiliği için bir şey çıkmıyor.
halbuki bakınız amerikaya, milyarlarca doz aşı sipariş etti (gene bu başlığa yazmıştım sanırım). ingiltere açıkladı, önümüzdeki sene sonuna kadar 350 milyon doz almışlar. fahrettin kibarca sorsa türkiye'ye verirler herhalde bir miktarını di mi?
ya da acaba asıl sorulması gereken; bazı ülkelerin neden nüfuslarının 3 katı kadar alırken bazı ülkelerin nüfusunun çeyreği kadar bile alamaması mı?
eğer türkiye'ye satarlarsa geçmiş olsun, ülkemizin fişini çekmişler demektir.
eğer hayrına verirlerse geçmiş olsun, çünkü eğer bir şey bedavaysa ürün bizizdir.
bu aşının neresinden tutarsam tutayım insanlığın iyiliği için bir şey çıkmıyor.
kaynak: ekşisözlük'te zaharoff isimli yazarın "pandemi" başlığına, 27 nisan 2019 tarihli entirisi. aynen alıntıyorum gerekli kısımları.
amerika'da türk bir ilaç şirketinin yönetiminden öğrendiğim kadarıyla çok yakında dünya çapında ölümcül büyük bir salgın gerçekleşecek. salgını yapacak olan kişilerse aralarında bill gates gibi zenginlerin bulunduğu, dünya nüfusunu azaltma projesinin mimarları olan bir grup. hatta daha bu salgın hastalık dünyaya yayılmamışken aşılarını bile üretime geçirdiler. “kulağa çok komplo teorisi gibi geliyor” dediğinizi duyar gibiyim. ama değil malesef. hatta türkiye cumhuriyeti olarak yaklaşık 2 hafta önce bunun hazırlıklarını başlattık.
konuyla alakalı cumhurbaşkanlığı'nın resmi gazete'de yayınladığı 2019/5 sayılı genelge
yanı başımızda bulunan yunanistan'da bu salgın hastalık küçük çapta denenmekte. ve yunanistan'da ani ölümler gerçekleşmekte.
bu olayın türk medyasında yer bulmaması ise işin ilginç tarafı. internette arattığımda haberi sadece haber türk'ün şubat ayında verdiğini gördüm.
haber türk ilgili haberi (bu link artık ölmüş, bulabilirsem ekleyeceğim)
amerika'da türk bir ilaç şirketinin yönetiminden öğrendiğim kadarıyla çok yakında dünya çapında ölümcül büyük bir salgın gerçekleşecek. salgını yapacak olan kişilerse aralarında bill gates gibi zenginlerin bulunduğu, dünya nüfusunu azaltma projesinin mimarları olan bir grup. hatta daha bu salgın hastalık dünyaya yayılmamışken aşılarını bile üretime geçirdiler. “kulağa çok komplo teorisi gibi geliyor” dediğinizi duyar gibiyim. ama değil malesef. hatta türkiye cumhuriyeti olarak yaklaşık 2 hafta önce bunun hazırlıklarını başlattık.
konuyla alakalı cumhurbaşkanlığı'nın resmi gazete'de yayınladığı 2019/5 sayılı genelge
yanı başımızda bulunan yunanistan'da bu salgın hastalık küçük çapta denenmekte. ve yunanistan'da ani ölümler gerçekleşmekte.
bu olayın türk medyasında yer bulmaması ise işin ilginç tarafı. internette arattığımda haberi sadece haber türk'ün şubat ayında verdiğini gördüm.
haber türk ilgili haberi (bu link artık ölmüş, bulabilirsem ekleyeceğim)
edit: kurun kendisini yazmamışım yahu. o sırada 8.05 idi, şu anda da 8.05 civarlarında dolaşan kurdur.
sadece bugün değil, genel olarak takip etmesi oldukça kolay olan kur. misal, asgari ücret alan birisi, son iki saat içerisinde 2.5 dolar kaybetti. tekrar alım gücü için try'ye çevirdiğimizde, 20 lira.
bir asgari ücretlinin günlük geliri, haftasonları da çalışıyorsa, 77 lira. ve iki saat içinde 20 lirasını kaybetti.
arkadaşlar "para" dediğimiz şey tamamen kurmaca, şu anda ortada dolaşan dolarların monopoli kutusundan çıkan paralardan hiç bir farkı yok değer olarak. ama bu boktan yerde geçer akçe o olmuş.
bu düzeni kıramıyoruz ok, ama bari bize çay içmemizi ya da ailecek tatile gitmemizi tavsiye eden yalancıların daha çok çalmasına izin vermeyelim.
sadece bugün değil, genel olarak takip etmesi oldukça kolay olan kur. misal, asgari ücret alan birisi, son iki saat içerisinde 2.5 dolar kaybetti. tekrar alım gücü için try'ye çevirdiğimizde, 20 lira.
bir asgari ücretlinin günlük geliri, haftasonları da çalışıyorsa, 77 lira. ve iki saat içinde 20 lirasını kaybetti.
arkadaşlar "para" dediğimiz şey tamamen kurmaca, şu anda ortada dolaşan dolarların monopoli kutusundan çıkan paralardan hiç bir farkı yok değer olarak. ama bu boktan yerde geçer akçe o olmuş.
bu düzeni kıramıyoruz ok, ama bari bize çay içmemizi ya da ailecek tatile gitmemizi tavsiye eden yalancıların daha çok çalmasına izin vermeyelim.
en son başka bağlantılar da çıkan tuhaf ilişki.
amerika' da virüs süreçleri başladığında ilk bir planlama yapmışlar. bu planlamada ne kadar test yapılacak, kimlere uygulanacak, ülkemizi kurtaralım gibi konuşmalar yapılırken bir bakmışlar, bu virüs demokratların çoğunluk olduğu eyaletleri vuruyor.
o zaman sallamamıza gerek yok diyip iptal etmişler planı.
herhangi bir hükümet gerçekten vatandaşının iyiliğini düşünmüyor gene gördük.
kaynak: https://theweek.com/speedreads/928628/white-house-reportedly-scrapped-national-testing-plan-because-virus-mostly-hitting-blue-states
amerika' da virüs süreçleri başladığında ilk bir planlama yapmışlar. bu planlamada ne kadar test yapılacak, kimlere uygulanacak, ülkemizi kurtaralım gibi konuşmalar yapılırken bir bakmışlar, bu virüs demokratların çoğunluk olduğu eyaletleri vuruyor.
o zaman sallamamıza gerek yok diyip iptal etmişler planı.
herhangi bir hükümet gerçekten vatandaşının iyiliğini düşünmüyor gene gördük.
kaynak: https://theweek.com/speedreads/928628/white-house-reportedly-scrapped-national-testing-plan-because-virus-mostly-hitting-blue-states
cenazesinde binlerce insan toplanmış, duygu dolu anlar yaşanmış bir başka adalet şehidi.
bu video Kuzey Karolayna'daki cenazesinden bir haber kesiti evvelsi gün yayınlanan.
bu da Houstan'dan dün canlı yayınlanan tabut görüşü:
valla o kadar sürede önce göm, sonra çıkart altın tabuta koy Houstan'a gönder, çok emek harcanmış bir anma töreni olmuş.
p.s.: bu adamı Minnesota'da öldürdüler.
bu video Kuzey Karolayna'daki cenazesinden bir haber kesiti evvelsi gün yayınlanan.
bu da Houstan'dan dün canlı yayınlanan tabut görüşü:
valla o kadar sürede önce göm, sonra çıkart altın tabuta koy Houstan'a gönder, çok emek harcanmış bir anma töreni olmuş.
p.s.: bu adamı Minnesota'da öldürdüler.
ek / düzeltme: 8 Nisan 2020 tarihinde çıkan haber: "sosyal medyaya ince ayar geliyor"
https://www.sozcu.com.tr/2020/ekonomi/sosyal-medyaya-ince-ayar-geliyor-5735235/
bugün "gün yüzüne çıkan" bütün düzenlemeler bundan 3 ay önceki haberde belirtiliyor, torba yasaya konmuş. şimdi, bugünkü açıklamayla ilgili aşağıda yazdıklarım da kanıtlanmış oldu.
---------
bahsi geçen kişi, önceki 3 çocuğu doğduğunda sosyal medya paylaşımı yapmış mı? hayır.
daha önce youtube üzerinden canlı yayın yapılmış mı? hayır.
çok yakın zamanda başlattıkları yeşil top uygulaması tutmuş mu? hayır.
ben bütün sosyal medyaları kapatmak istesem. insanları tuzağa çekip "bakın ne kadar kötü bir yer burası" demek için yukarıdakileri yaparım.
tanım: perşembe'nin gelişini duyuran, çarşamba günü yapılmış açıklama.
https://www.sozcu.com.tr/2020/ekonomi/sosyal-medyaya-ince-ayar-geliyor-5735235/
bugün "gün yüzüne çıkan" bütün düzenlemeler bundan 3 ay önceki haberde belirtiliyor, torba yasaya konmuş. şimdi, bugünkü açıklamayla ilgili aşağıda yazdıklarım da kanıtlanmış oldu.
---------
bahsi geçen kişi, önceki 3 çocuğu doğduğunda sosyal medya paylaşımı yapmış mı? hayır.
daha önce youtube üzerinden canlı yayın yapılmış mı? hayır.
çok yakın zamanda başlattıkları yeşil top uygulaması tutmuş mu? hayır.
ben bütün sosyal medyaları kapatmak istesem. insanları tuzağa çekip "bakın ne kadar kötü bir yer burası" demek için yukarıdakileri yaparım.
tanım: perşembe'nin gelişini duyuran, çarşamba günü yapılmış açıklama.
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?