otobüste başını muavinin omzuna dayadığın an.
hiç kız çocuğu olmayan ve dokuz çocuk sahibi bir insanın dokuzuncu çocuğuna piçliğine koyduğu isimdir. "sen misin erkek doğan millette senle dalga geçsinde gör piçin oğli" diyerek koyulmuştur. ayrıca bende şans olsaydı anamdan kız doğardım lafının tam oturacağı kişidir satılmış.
ayrıca;
adı satılmış olanların satılmış efendi diye anılmaları nedendir diye sorar insan.
ayrıca;
adı satılmış olanların satılmış efendi diye anılmaları nedendir diye sorar insan.
(bkz: bsg)
mahallede futbol oynarken topa sert girerek, faul yaparak kızlara hava atmaya çalışmaktır. hayır anlamıyorum kız zaten futboldan nefret ediyor sen de "olm gızlar sert futbol oynayan erkeklerden hoşlaniyür" zihniyetiyle iyice kendinden soğutuyorsun.
(bkz: ileri derecede hıyar olmak)
(bkz: ileri derecede hıyar olmak)
normal embriyolar gibi değildir. önünde hafif bir şişiklik vardır göbek gibi. zigotluğa geçiş döneminde asidir. bunalım takılır. en sevdiği sanatçı embrahim tatlısestir. anasının rahmini vatan bellemiştir. vatan toprağına yapılan herhangi bir saldırıyı kendisine yapılmış gibi addeder. en sevdiği oyuncağı piknik tüpüdür ve en sevdiği kıyafeti çizgili pijamasıdır.
-şş lan kel. kimsin alo sana diyom pişş parlak kafa.
+aa embriyocan, insanların eksik yönleriyle dalga geçilmez.
-eksik? hocam 21 cm in nesi eksik.
*olum bi yatın uyuyun lan.
içip içip eve gidince ağız kokusu yüzünden karısından fırça yemeyecek kişidir.
(bkz: kanma gülüm)
hasta erkek ise eli hafif bir hemşire, tatlı sözlü bir hemşire daha, güler yüzlü bir hemşire daha, taş gi.. daha daha ....
mehmet akifin bir şiiridir. ne de güzel bir şiirdir. ne de güzel anlatmıştır bu harap hali...
"mahalle kahvesi!" osmanlılar bilir ne demek?
tasavvur etme sakın "görmedim nedir?" diyecek.
dilenci şekline girmiş bu "sinsi cânîler,
bu, gündüzün bile yol vermeyen, harâmîler
adımda bir, dikilir, azminin, gelir, önüne...
zavallı yolcunun artık kıyar bütün gününe!
evet, dilenci sanır seyr eden kıyâfetini;
fakat bir onluğa âgûş açan sefâletini,
görüp de rikkate şâyân, biraz sokulsa, hemen
vurur şikârını tâ kalbinin samîminden.
mahalle kahvesi hâlâ niçin kapanmamalı?
kapansın elverir artık bu perde pek kanlı!
hayır, bu perde, bu şarkın bakılmıyan yarası;
bu, çehresindeki levsiyle yurda yüz karası
hayâtımızda gediktir "gedikli" nâmıyle,
açık durur koca bir kavmin ihtimâmıyle!
sakın firengiye benzetmeyin fecâatini:
bu karha milletin emmekte rûh-i gayretini.
mahalle kahvesi şarkın harîm-i kâtilidir
tamam o eski batakhâneler mukâbilidir:
zavallı ümmet-i merhûme ölmeden gömülür;
söner bu hufrede idrâki, sonra kendi ölür...
muhît-i levsine dolmuş ki öyle manzaralar:
girince nûr-i nazar simsiyâh olur da çıkar!
yatar zemîn-i sefilinde en kesîf eşbâh,
yüzer havâ-yı sakîlinde en habîs ervâh.
dehân-ı lânete benzer yarıklarıyle tavan,
kusar içinde neler varsa hâtırâtından!
o hâtırâtı sakın sanmayın: meâlîdir;
bütün rezâil-i târîhimizle mâlîdir.
neden mefâhir-i eslâfa kahr edip, yalınız,
mülevvesâtına mâzîmizin sarılmadayız?
kış uykusunda mı geçmişti ömrü ecdâdın?
hayır, o nesl-i necîbin, o şanlı evlâdın
damarlarında şehâmet yüzerdi kan yerine;
yüreklerinde ölüm şevki vardı can yerine.
fakat biz onlara âid ne varsa elde, yazık,
birer birer yıkarak kahvehâneler yaptık!
bütün heyâkil-i sanat yetiştiren şarkın,
zemîn-i feyzi nasıl şûre-zâra döndü bakın!
ne hastahânesi kalmış zavallı eslâfin,
ne bir imâreti, bitmiş elinde ahlâfın.
kanalların izi yok köprüler harâb olmuş;
sebillerin başı boş, çeşmeler serâb olmuş!
o kahraman babalardan doğan bu nesl-i cebîn
ne gîrûdâr-ı maîşet bilir, ne kedd-i yemîn.
azâb içinde kalır sayi görse rüyâda.
niçin yorulmalı zâten "ölümlü dünyâ "da?
vücud emânet-i hak doğru, hem de cennetlik.
bu kahveler gibi cennet de müslimîne gedik!
"hayât-ı âile" isminde bir maîşet var;
saâdet ancak odur... dense hangimiz anlar ?
hayât-ı âile dünyâda en safâlı hayat,
fakat o âlemi bizler tanır mıyız? heyhât!
sabahleyin dolaşıp bir kazanca hizmetle;
evinde akşam otursan kemâl-i izzetle;
karın, çocukların, annen, baban, kimin varsa,
dolaşsalar; seni kat kat bu hâleler sarsa,
sarây-ı cenneti yurdunda görsen olmaz mı?
içinde his taşıyan kalb için bu zevk az mı?
karın nedîme-i rûhun; çocukların rûhun
anan, baban birer âgûş-i ilticâ-yı masûn.
sıkıldın öyle mi! lâkin, biraz alışsan eğer
fezâ kadar sana vâsi gelir bu dar çember.
ne var şu kahvede bilmem ki sığmıyorsun eve?
gelin de bir bakalım... buyrun işte bir kahve:
çamurlu bir kapı, üstünde bir değirmi delik;
önünde tahta mı, toprak mı? sorma, pis bir eşik.
şu gördüğüm yer için her ne söylesem câiz;
ahırla farkı: o yemliklidir, bu yemliksiz!.
zemîni yüz sene evvel döşenme malta imiş..
"imiş "le söylüyorum. çünkü anlamak uzun iş,
o bir karış kirin altında hângi mâden var?
tavan açık kuka renginde; sağlı sollu duvar,
maun cilâsına batmış tütünle nargileden;
duman ocak gibi çıkmakta çünkü her lüleden.
dikilmiş ortaya boynundan üstü az koyu al,
vücûdu kapkara, leylek bacaklı bir mangal.
şu var ki bilmeyen insan görürse birden eğer,
"balıkçılın kara saçtan yapılma heykeli!" der:
kenarda, peykelerin alt başında bir kirli
tomar sürükleniyor, bir yatak ki besbelli:
çekilmiş üstüne yağmurluğumsu bir pırtı,
zavallının, güveden, liyme liyme hep sırtı.
kurur bu örtünün üstünde yağlı bir mendil;
ki "bir tependen inersem!" diyen hasır zenbil;
onun hizâsına gelmez mi, bir döner şöyle,
sicimle kulpuna ilmikli çifte mestiyle!
duvarda eski ocaklar kadar geniş bir oyuk,
içinde camlı dolap var ya, raflarında ne yok!
birinci katta sülük beslenen büyük kavanoz;
onun yanında, kan almak için, beş on boynuz.
ikinci katta bütün kerpetenler, usturalar...
demek ki kahveci hem diş tabîbi, hem perukâr!
inanmadınsa değildir tereddüdün sırası;
uzun lâkırdıya hâcet ne? işte mosturası;
çekerken etli kemiklerle ayrılıp çeneden,
sonunda bir ipe, boy boy, onar onar, dizilen,
şu kazma dişleri sen mahya belledinse, değil;
birer mezâra işâret düşün ki, her kandil!
üçüncü katta durur sâde havlu bohçaları.
sağında cam dolabın hücre hücre bitpazarı.
duvarda türlü resimler: alındı çamlıbeli,
kaçırmış ayvazı ağlar köroğlu rahmetli!
arab üzengiye çalmış şah ismail gürzü;
ağaçta bağlı duran kızda işte şimdi gözü.
firaklıdır keremin "of?" der demez yanışı,
fakat şu "âh minel-aşk"a kim durur karşı?
gelince ezrakabânû denen acûze kadın
külüngü düşmüş elinden zavallı ferhâdın!
görür de böyle rüfâîyi: elde kamçı yılan,
beyaz bir arslana binmiş; durur mu hiç dede can?
bakındı bak hacı bektâşa: deh demiş duvara!
resim bitince gelir şüphesiz ki beyte sıra.
birer birer oku mümkünse, sonra manâ ver...
hayır, hülâsası kâfi, yekûnu ömre sürer:
bedâhaten kusulan herze pâreler ki düşün,
epey zaman daha lâzımdı herze olmak için!
oturmadan içi yağ bağlamış bodur masanın,
yayılmış üstüne birçok kâğıt ki, oynayanın,
elinde yağlı meşin zanneder görünce adam.
ya tavlanın kiri? kâbil değildir, anlatamam.
harîta-vâri açılmış en orta yerde dama;
beyaz mı taşları, yâhud siyah mı? hiç sorma?
hutûtu: gâyr-i muayyen hudûdu memleketin:
nazarda haylice idman gerek ki fark etsin;
deliklerindeki pislik lebâleb olsa, yine,
bakınca bunlara gâyet temiz kalır domine.
delikli çekmece var ha! demirbaş eşyâdan;
yanında bir de kulaksız tekir.. unutma aman!
asıldı bey koza!
- besbelli, bak sırıttı aval;
- bacak elinde mi?
- kır, hamdi sen de dağlıyı al.
- ulan! kapakta imiş dağlı... hay köpoğlu köpek!
- köpoğlu kendine benzer, uzun kulaklı eşek!
- sekizli, onlu, ne çektinse ver de oryayı tut.
- halim, ne uğraşıyorsun bu çıkmaz işte: kaput!
- cihâr ü yek mi o taş?
- hiç sıkılma öldü dü-şeş!
- elimde yok mu diyor? çek babam!
- aman şeş-beş!
- hemen de buldu be? gelsin hesaplayıp durma!
- bi parti yendi ya akşam, dikiz gelin kuruma!
- dü-beşle bağlıyorum.
- yağma yok!
- elindeki ne?
- se-yek.
- aman durun öyleyse: penc ü yek domine!
- mızıkçı dendi mi, sensin diyor, bakın ağalar:
kırık mı söyleyin allâh için şu cânım zar?
- kırık!
- değil!
- alimallah kırık!
- değil billâh
- yeminsiz oynıyamazlar ki, ah çocuklar ah!
- karışmasan için olmaz değil mi? sen de bunak!
- gelirsem öğretirim şimdi...
- ay şu pampine bak!
gelip de öğretecekmiş... mezarcı mahmuda git!
bir üflesen gidecek ha... tirit mi sâde tirit!
- zemâne piçleri! gördün ya, hepsi besmelesiz...
ne saygı var, ne hayâ var. eğer bizim işimiz,
bu kaltabanlara kalmışsa vay benim başıma!
- herif belâya sokarsın dırıldanıp durma!
- mezarcı mahmuda git ha? bakın it oğluna bir!
küfürbaz alçak, edepsiz, bu söylenir mi bekir?
- yolunca terbiye verdin ya âferin hasan ağa?.
- bıraksalar beni, çoktan marizlemiştim ya!
mezarcı mahmuda ha? vay babasının canına.
bunun yaşında iken biz büyüklerin yanına,
okur da öyle girer, hem ayakta beklerdik;
"otur", demezseler elpençe sâde dinlerdik;
"hayır, bu böyle değildir" demek, ne haddimize!
"evet", desek bile derlerdi: "sus behey geveze"
- otuz yaşında idim belki; annesiz, dışarı
kolay kolay çıkamazdım: döverdi çünkü karı!
bugün, onaltıyı doldurmamış yumurcaklar,
odun yemez iyi bil ha! geberse karşı koyar.
geçende dövmek için yoklayım dedim kerimi...
bırak! eşek değilim ben, deyip dikilmez mi?
dayak eşekler içinmiş, adam dövülmezmiş..
- ya biz, sözüm ona, merkeb miyiz bekir, bu ne iş?
döverdiler bizi hergün de karşı koymazdık...
ben öyle terbiye oldum... kolay mı insanlık?
- dokundurur mu, ne mümkün, eloğlu hiç adama?
o müslümanları sen şimdi, hey kuzum arama!
gürültüsüz oyun isterseniz gelin damaya:
zavallı, açmaza düşmüş... bakın hesaplamaya!
oyuncunun biri dalgın, elinde taş duruyor;
rakîbi halbuki lâ yenkâtı bıyık buruyor.
seyirciler mütefekkir, güzîde bir tabaka;
düşünmelerdeki şîveyse büsbütün başka:
kiminde el, filân aslâ karışmıyorken işe,
kiminde durmadan işler benân-ı endîşe.
al işte: "beyne burundan gerek, demiş de, hulûl"
taharriyât-ı amîkayla muttasıl meşgûl!
mühendis olmalı mutlak şu ak sakallı adam:
zemîne dâire şeklindeki yaydı bir balgam;
abanmış olduğu bir yamrı yumru değnekle,
mümâslar çekerek soktu belki yüzşekle!
ayak teriyle cilâlanma tahta peykelere,
külâhlı, fesli dizilmiş yığın yığın çehre:
nasîb-i fikr ü zekâdan birinde yok gölge;
duyulmamış bu beyinlerde his denen meleke!
- aman canım, şu bizim komşu amma uğraşıcı!
- ne belledin ya efendim? onun bir ismi hacı!
-çocuğ, ha mektebe verdim, ha vermedimdi diye,
sokak sokak geziyor...
- koymuyor mu medreseye?
- koyar mı hiç? arabî şimdi kim okur artık?
- evet, gâvurcaya düştük de sanki iş yaptık!
- binâya üç sene gittimdi hey zamanlar hey
ilim de kalmadı...
- zâten ne kaldı? hiç bir şey.
- mahalle mektebi lâzımdır eski yolda bize;
sülüs, nesih bitiyor yoksa hepsi... keyfinize!
- on üç yaşında idim aldığım zaman ketebe.
geçende, sen ne bilirsin? demez mi bir zübbe?
dedim, "ulan seni gel ben bir imtihân edeyim,
otur da yap bakalım şöyle bir kıyak temmim."
- nasıl, becerdi mi?
- kâbil mi! rabbi yessiri ben,
tamam beş ayda değiştimdi kalfamız sağ iken.
- nedir elindeki yâhuu?
- ceride.
- at şu pisi.
- neden?
- yalan yazıyor, oğlum, onların hepisi.
- ya doğru yazsa asarlar... ne oldu volkancı,
unuttunuz mu?
- bırak boşboğazlık etme hacı!
şu karşıdan gözeten fesli, zannım ağzıkara...
- hayır, demem o değil...
- durma sen belânı ara!
- canım lâtife yapar, bilmiyor musun ömeri?
- biraz rahatsızım ahmed, yakın benim feneri!
duyuldu bir iri ses, arkasından istiğfâr...
meğer geğirti imiş.
- pek şifâlı şey şu hıyar.
cacık yedin mi, ne hikmet, hazır hemen teftîh...
- evet şifâlı yemiştir...
- yemiş mi? lâ-teşbîh.
- günâha girme. tefâsîrde öyle yazmışlar...
dayım demişti ki: gördüm, hıyar hadiste de var:
- hasan, bizim yeni dâmad ne oldu anlamadık
görünmüyor?
- karı koyvermiyor. herif, kılıbık.
- evinde çan çan eden erkeğin de aklına şaş...
laf anlamaz dişi mahluku, durma sen uğraş.
- kim uğraşır a babam, bunca yıllık ehlim iken,
adem hesabına koymam bizim köroğlunu ben.
........................
........................
tavanın pervazı altındaki toprak yuvadan,
bakıyor bunlara, yan yan, iki çift ince nazar:
"ya sizin bir yuvanız yok mu?" diyor anlaşılan,
dişi erkek çalışan yavrulu kırlangıçlar...
"mahalle kahvesi!" osmanlılar bilir ne demek?
tasavvur etme sakın "görmedim nedir?" diyecek.
dilenci şekline girmiş bu "sinsi cânîler,
bu, gündüzün bile yol vermeyen, harâmîler
adımda bir, dikilir, azminin, gelir, önüne...
zavallı yolcunun artık kıyar bütün gününe!
evet, dilenci sanır seyr eden kıyâfetini;
fakat bir onluğa âgûş açan sefâletini,
görüp de rikkate şâyân, biraz sokulsa, hemen
vurur şikârını tâ kalbinin samîminden.
mahalle kahvesi hâlâ niçin kapanmamalı?
kapansın elverir artık bu perde pek kanlı!
hayır, bu perde, bu şarkın bakılmıyan yarası;
bu, çehresindeki levsiyle yurda yüz karası
hayâtımızda gediktir "gedikli" nâmıyle,
açık durur koca bir kavmin ihtimâmıyle!
sakın firengiye benzetmeyin fecâatini:
bu karha milletin emmekte rûh-i gayretini.
mahalle kahvesi şarkın harîm-i kâtilidir
tamam o eski batakhâneler mukâbilidir:
zavallı ümmet-i merhûme ölmeden gömülür;
söner bu hufrede idrâki, sonra kendi ölür...
muhît-i levsine dolmuş ki öyle manzaralar:
girince nûr-i nazar simsiyâh olur da çıkar!
yatar zemîn-i sefilinde en kesîf eşbâh,
yüzer havâ-yı sakîlinde en habîs ervâh.
dehân-ı lânete benzer yarıklarıyle tavan,
kusar içinde neler varsa hâtırâtından!
o hâtırâtı sakın sanmayın: meâlîdir;
bütün rezâil-i târîhimizle mâlîdir.
neden mefâhir-i eslâfa kahr edip, yalınız,
mülevvesâtına mâzîmizin sarılmadayız?
kış uykusunda mı geçmişti ömrü ecdâdın?
hayır, o nesl-i necîbin, o şanlı evlâdın
damarlarında şehâmet yüzerdi kan yerine;
yüreklerinde ölüm şevki vardı can yerine.
fakat biz onlara âid ne varsa elde, yazık,
birer birer yıkarak kahvehâneler yaptık!
bütün heyâkil-i sanat yetiştiren şarkın,
zemîn-i feyzi nasıl şûre-zâra döndü bakın!
ne hastahânesi kalmış zavallı eslâfin,
ne bir imâreti, bitmiş elinde ahlâfın.
kanalların izi yok köprüler harâb olmuş;
sebillerin başı boş, çeşmeler serâb olmuş!
o kahraman babalardan doğan bu nesl-i cebîn
ne gîrûdâr-ı maîşet bilir, ne kedd-i yemîn.
azâb içinde kalır sayi görse rüyâda.
niçin yorulmalı zâten "ölümlü dünyâ "da?
vücud emânet-i hak doğru, hem de cennetlik.
bu kahveler gibi cennet de müslimîne gedik!
"hayât-ı âile" isminde bir maîşet var;
saâdet ancak odur... dense hangimiz anlar ?
hayât-ı âile dünyâda en safâlı hayat,
fakat o âlemi bizler tanır mıyız? heyhât!
sabahleyin dolaşıp bir kazanca hizmetle;
evinde akşam otursan kemâl-i izzetle;
karın, çocukların, annen, baban, kimin varsa,
dolaşsalar; seni kat kat bu hâleler sarsa,
sarây-ı cenneti yurdunda görsen olmaz mı?
içinde his taşıyan kalb için bu zevk az mı?
karın nedîme-i rûhun; çocukların rûhun
anan, baban birer âgûş-i ilticâ-yı masûn.
sıkıldın öyle mi! lâkin, biraz alışsan eğer
fezâ kadar sana vâsi gelir bu dar çember.
ne var şu kahvede bilmem ki sığmıyorsun eve?
gelin de bir bakalım... buyrun işte bir kahve:
çamurlu bir kapı, üstünde bir değirmi delik;
önünde tahta mı, toprak mı? sorma, pis bir eşik.
şu gördüğüm yer için her ne söylesem câiz;
ahırla farkı: o yemliklidir, bu yemliksiz!.
zemîni yüz sene evvel döşenme malta imiş..
"imiş "le söylüyorum. çünkü anlamak uzun iş,
o bir karış kirin altında hângi mâden var?
tavan açık kuka renginde; sağlı sollu duvar,
maun cilâsına batmış tütünle nargileden;
duman ocak gibi çıkmakta çünkü her lüleden.
dikilmiş ortaya boynundan üstü az koyu al,
vücûdu kapkara, leylek bacaklı bir mangal.
şu var ki bilmeyen insan görürse birden eğer,
"balıkçılın kara saçtan yapılma heykeli!" der:
kenarda, peykelerin alt başında bir kirli
tomar sürükleniyor, bir yatak ki besbelli:
çekilmiş üstüne yağmurluğumsu bir pırtı,
zavallının, güveden, liyme liyme hep sırtı.
kurur bu örtünün üstünde yağlı bir mendil;
ki "bir tependen inersem!" diyen hasır zenbil;
onun hizâsına gelmez mi, bir döner şöyle,
sicimle kulpuna ilmikli çifte mestiyle!
duvarda eski ocaklar kadar geniş bir oyuk,
içinde camlı dolap var ya, raflarında ne yok!
birinci katta sülük beslenen büyük kavanoz;
onun yanında, kan almak için, beş on boynuz.
ikinci katta bütün kerpetenler, usturalar...
demek ki kahveci hem diş tabîbi, hem perukâr!
inanmadınsa değildir tereddüdün sırası;
uzun lâkırdıya hâcet ne? işte mosturası;
çekerken etli kemiklerle ayrılıp çeneden,
sonunda bir ipe, boy boy, onar onar, dizilen,
şu kazma dişleri sen mahya belledinse, değil;
birer mezâra işâret düşün ki, her kandil!
üçüncü katta durur sâde havlu bohçaları.
sağında cam dolabın hücre hücre bitpazarı.
duvarda türlü resimler: alındı çamlıbeli,
kaçırmış ayvazı ağlar köroğlu rahmetli!
arab üzengiye çalmış şah ismail gürzü;
ağaçta bağlı duran kızda işte şimdi gözü.
firaklıdır keremin "of?" der demez yanışı,
fakat şu "âh minel-aşk"a kim durur karşı?
gelince ezrakabânû denen acûze kadın
külüngü düşmüş elinden zavallı ferhâdın!
görür de böyle rüfâîyi: elde kamçı yılan,
beyaz bir arslana binmiş; durur mu hiç dede can?
bakındı bak hacı bektâşa: deh demiş duvara!
resim bitince gelir şüphesiz ki beyte sıra.
birer birer oku mümkünse, sonra manâ ver...
hayır, hülâsası kâfi, yekûnu ömre sürer:
bedâhaten kusulan herze pâreler ki düşün,
epey zaman daha lâzımdı herze olmak için!
oturmadan içi yağ bağlamış bodur masanın,
yayılmış üstüne birçok kâğıt ki, oynayanın,
elinde yağlı meşin zanneder görünce adam.
ya tavlanın kiri? kâbil değildir, anlatamam.
harîta-vâri açılmış en orta yerde dama;
beyaz mı taşları, yâhud siyah mı? hiç sorma?
hutûtu: gâyr-i muayyen hudûdu memleketin:
nazarda haylice idman gerek ki fark etsin;
deliklerindeki pislik lebâleb olsa, yine,
bakınca bunlara gâyet temiz kalır domine.
delikli çekmece var ha! demirbaş eşyâdan;
yanında bir de kulaksız tekir.. unutma aman!
asıldı bey koza!
- besbelli, bak sırıttı aval;
- bacak elinde mi?
- kır, hamdi sen de dağlıyı al.
- ulan! kapakta imiş dağlı... hay köpoğlu köpek!
- köpoğlu kendine benzer, uzun kulaklı eşek!
- sekizli, onlu, ne çektinse ver de oryayı tut.
- halim, ne uğraşıyorsun bu çıkmaz işte: kaput!
- cihâr ü yek mi o taş?
- hiç sıkılma öldü dü-şeş!
- elimde yok mu diyor? çek babam!
- aman şeş-beş!
- hemen de buldu be? gelsin hesaplayıp durma!
- bi parti yendi ya akşam, dikiz gelin kuruma!
- dü-beşle bağlıyorum.
- yağma yok!
- elindeki ne?
- se-yek.
- aman durun öyleyse: penc ü yek domine!
- mızıkçı dendi mi, sensin diyor, bakın ağalar:
kırık mı söyleyin allâh için şu cânım zar?
- kırık!
- değil!
- alimallah kırık!
- değil billâh
- yeminsiz oynıyamazlar ki, ah çocuklar ah!
- karışmasan için olmaz değil mi? sen de bunak!
- gelirsem öğretirim şimdi...
- ay şu pampine bak!
gelip de öğretecekmiş... mezarcı mahmuda git!
bir üflesen gidecek ha... tirit mi sâde tirit!
- zemâne piçleri! gördün ya, hepsi besmelesiz...
ne saygı var, ne hayâ var. eğer bizim işimiz,
bu kaltabanlara kalmışsa vay benim başıma!
- herif belâya sokarsın dırıldanıp durma!
- mezarcı mahmuda git ha? bakın it oğluna bir!
küfürbaz alçak, edepsiz, bu söylenir mi bekir?
- yolunca terbiye verdin ya âferin hasan ağa?.
- bıraksalar beni, çoktan marizlemiştim ya!
mezarcı mahmuda ha? vay babasının canına.
bunun yaşında iken biz büyüklerin yanına,
okur da öyle girer, hem ayakta beklerdik;
"otur", demezseler elpençe sâde dinlerdik;
"hayır, bu böyle değildir" demek, ne haddimize!
"evet", desek bile derlerdi: "sus behey geveze"
- otuz yaşında idim belki; annesiz, dışarı
kolay kolay çıkamazdım: döverdi çünkü karı!
bugün, onaltıyı doldurmamış yumurcaklar,
odun yemez iyi bil ha! geberse karşı koyar.
geçende dövmek için yoklayım dedim kerimi...
bırak! eşek değilim ben, deyip dikilmez mi?
dayak eşekler içinmiş, adam dövülmezmiş..
- ya biz, sözüm ona, merkeb miyiz bekir, bu ne iş?
döverdiler bizi hergün de karşı koymazdık...
ben öyle terbiye oldum... kolay mı insanlık?
- dokundurur mu, ne mümkün, eloğlu hiç adama?
o müslümanları sen şimdi, hey kuzum arama!
gürültüsüz oyun isterseniz gelin damaya:
zavallı, açmaza düşmüş... bakın hesaplamaya!
oyuncunun biri dalgın, elinde taş duruyor;
rakîbi halbuki lâ yenkâtı bıyık buruyor.
seyirciler mütefekkir, güzîde bir tabaka;
düşünmelerdeki şîveyse büsbütün başka:
kiminde el, filân aslâ karışmıyorken işe,
kiminde durmadan işler benân-ı endîşe.
al işte: "beyne burundan gerek, demiş de, hulûl"
taharriyât-ı amîkayla muttasıl meşgûl!
mühendis olmalı mutlak şu ak sakallı adam:
zemîne dâire şeklindeki yaydı bir balgam;
abanmış olduğu bir yamrı yumru değnekle,
mümâslar çekerek soktu belki yüzşekle!
ayak teriyle cilâlanma tahta peykelere,
külâhlı, fesli dizilmiş yığın yığın çehre:
nasîb-i fikr ü zekâdan birinde yok gölge;
duyulmamış bu beyinlerde his denen meleke!
- aman canım, şu bizim komşu amma uğraşıcı!
- ne belledin ya efendim? onun bir ismi hacı!
-çocuğ, ha mektebe verdim, ha vermedimdi diye,
sokak sokak geziyor...
- koymuyor mu medreseye?
- koyar mı hiç? arabî şimdi kim okur artık?
- evet, gâvurcaya düştük de sanki iş yaptık!
- binâya üç sene gittimdi hey zamanlar hey
ilim de kalmadı...
- zâten ne kaldı? hiç bir şey.
- mahalle mektebi lâzımdır eski yolda bize;
sülüs, nesih bitiyor yoksa hepsi... keyfinize!
- on üç yaşında idim aldığım zaman ketebe.
geçende, sen ne bilirsin? demez mi bir zübbe?
dedim, "ulan seni gel ben bir imtihân edeyim,
otur da yap bakalım şöyle bir kıyak temmim."
- nasıl, becerdi mi?
- kâbil mi! rabbi yessiri ben,
tamam beş ayda değiştimdi kalfamız sağ iken.
- nedir elindeki yâhuu?
- ceride.
- at şu pisi.
- neden?
- yalan yazıyor, oğlum, onların hepisi.
- ya doğru yazsa asarlar... ne oldu volkancı,
unuttunuz mu?
- bırak boşboğazlık etme hacı!
şu karşıdan gözeten fesli, zannım ağzıkara...
- hayır, demem o değil...
- durma sen belânı ara!
- canım lâtife yapar, bilmiyor musun ömeri?
- biraz rahatsızım ahmed, yakın benim feneri!
duyuldu bir iri ses, arkasından istiğfâr...
meğer geğirti imiş.
- pek şifâlı şey şu hıyar.
cacık yedin mi, ne hikmet, hazır hemen teftîh...
- evet şifâlı yemiştir...
- yemiş mi? lâ-teşbîh.
- günâha girme. tefâsîrde öyle yazmışlar...
dayım demişti ki: gördüm, hıyar hadiste de var:
- hasan, bizim yeni dâmad ne oldu anlamadık
görünmüyor?
- karı koyvermiyor. herif, kılıbık.
- evinde çan çan eden erkeğin de aklına şaş...
laf anlamaz dişi mahluku, durma sen uğraş.
- kim uğraşır a babam, bunca yıllık ehlim iken,
adem hesabına koymam bizim köroğlunu ben.
........................
........................
tavanın pervazı altındaki toprak yuvadan,
bakıyor bunlara, yan yan, iki çift ince nazar:
"ya sizin bir yuvanız yok mu?" diyor anlaşılan,
dişi erkek çalışan yavrulu kırlangıçlar...
mehmet akifin yazdığı en güzel şiirlerdendir. okuyupta türklük damarı kabarmayan var mıdır?
"odama girdim; kapıyı kapadım; ağlamaya başladım:
o gün akşama kadar islamın garibliğine,
müslümanların inhitâtına ağladım, ağladım... "
sebîlürreşâd şimal müslümanlarından atâullah behâeddin
görünmez âşinâ bir çehre olsun rehgüzârında;
ne gurbettir çöken islâma islâmın diyârında?
umar mıydın ki: mabetler, ibâdetler yetîm olsun?
ezanlar arkasından ağlasın bir nesl-i me’yûsun?
umar mıydın: cemâat bekleyip durdukça minberler,
dikilmiş dört direk görsün, serilmiş bir yığın mermer?
umar mıydın: tavanlar yerde yatsın, rahneden bîtâb?
eşiklerden yosun bitsin, örümcek bağlasın mihrâb?
umar mıydın: o, taş taş devrilen, bünyân-ı mersûsun,
şu vîran kubbelerden böyle son feryâdı dem tutsun?
işit: on dört asırlık bir cihânın inhidâmından,
kopan radın, ufuklar inliyor, hâlâ devâmından!
civârın, manzarın, cevvin, muhîtin, her yerin mâtem;
kulak ver: çarpıyor bir mâtemin, kalbinde bin âlem!
ne hüsrandır ki: doldursun bugün tevhîdin enkâzı,
o, hâkinden nebîler fışkıran, iklîm-i feyyâzı!
gezerken tavr-ı istîla alıp meydanda bin münker,
şu milyonlarca îman "nehye kalkışsam" demez, ürker!
ömürlerdir bir alçak zulme miskin inkıyâdından,
silinmiş emr-i bil-marûfun artık ismi yâdından.
hayâ sıyrılmış, inmiş: öyle yüzsüzlük ki her yerde...
ne çirkin yüzler örtermiş meğer bir incecik perde!
vefâ yok ahde hürmet hiç, emânet lâfz-ı bî-medlûl;
yalan râic, hıyânet mültezem her yerde, hak meçhûl.
yürekler merhametsiz, duygular süflî, emeller hâr;
nazarlardan taşan manâ ibâdullâhı istihkâr.
beyinler ürperir, yâ rab, ne korkunç inkılâb olmuş:
ne din kalmış, ne îman, din harâb, îman türâb olmuş!
mefâhir kaynasın gitsin de, vicdanlar kesilsin lâl...
bu izmihlâl-i ahlâki yürürken, durmaz istiklâl!
sen ey bîçâre dindaş, sanki, bizden hayr ümîd ettin;
nihâyet, yese düştün, ağladın, ağlattın, inlettin.
samîmî yaşlarında coştu rûhum, herc ü merc oldu;
fakat, mâtem halâs etmez cehennemler saran yurdu.
cemâat intibâh ister, uyanmaz gizli yaşlarla?
çalışmak!.. başka yol yok hem nasıl? canlarla, başlarla.
alınlar terlesin, derhal iner mevûd olan rahmet,
nasıl hâsir kalır "tevfıki hakkettim" diyen millet?
ilâhî! bir müeyyed bir kerim el yok mu, tutsun da,
çıkarsın şarkı zulmetten, götürsün fecr-i maksûda?
"odama girdim; kapıyı kapadım; ağlamaya başladım:
o gün akşama kadar islamın garibliğine,
müslümanların inhitâtına ağladım, ağladım... "
sebîlürreşâd şimal müslümanlarından atâullah behâeddin
görünmez âşinâ bir çehre olsun rehgüzârında;
ne gurbettir çöken islâma islâmın diyârında?
umar mıydın ki: mabetler, ibâdetler yetîm olsun?
ezanlar arkasından ağlasın bir nesl-i me’yûsun?
umar mıydın: cemâat bekleyip durdukça minberler,
dikilmiş dört direk görsün, serilmiş bir yığın mermer?
umar mıydın: tavanlar yerde yatsın, rahneden bîtâb?
eşiklerden yosun bitsin, örümcek bağlasın mihrâb?
umar mıydın: o, taş taş devrilen, bünyân-ı mersûsun,
şu vîran kubbelerden böyle son feryâdı dem tutsun?
işit: on dört asırlık bir cihânın inhidâmından,
kopan radın, ufuklar inliyor, hâlâ devâmından!
civârın, manzarın, cevvin, muhîtin, her yerin mâtem;
kulak ver: çarpıyor bir mâtemin, kalbinde bin âlem!
ne hüsrandır ki: doldursun bugün tevhîdin enkâzı,
o, hâkinden nebîler fışkıran, iklîm-i feyyâzı!
gezerken tavr-ı istîla alıp meydanda bin münker,
şu milyonlarca îman "nehye kalkışsam" demez, ürker!
ömürlerdir bir alçak zulme miskin inkıyâdından,
silinmiş emr-i bil-marûfun artık ismi yâdından.
hayâ sıyrılmış, inmiş: öyle yüzsüzlük ki her yerde...
ne çirkin yüzler örtermiş meğer bir incecik perde!
vefâ yok ahde hürmet hiç, emânet lâfz-ı bî-medlûl;
yalan râic, hıyânet mültezem her yerde, hak meçhûl.
yürekler merhametsiz, duygular süflî, emeller hâr;
nazarlardan taşan manâ ibâdullâhı istihkâr.
beyinler ürperir, yâ rab, ne korkunç inkılâb olmuş:
ne din kalmış, ne îman, din harâb, îman türâb olmuş!
mefâhir kaynasın gitsin de, vicdanlar kesilsin lâl...
bu izmihlâl-i ahlâki yürürken, durmaz istiklâl!
sen ey bîçâre dindaş, sanki, bizden hayr ümîd ettin;
nihâyet, yese düştün, ağladın, ağlattın, inlettin.
samîmî yaşlarında coştu rûhum, herc ü merc oldu;
fakat, mâtem halâs etmez cehennemler saran yurdu.
cemâat intibâh ister, uyanmaz gizli yaşlarla?
çalışmak!.. başka yol yok hem nasıl? canlarla, başlarla.
alınlar terlesin, derhal iner mevûd olan rahmet,
nasıl hâsir kalır "tevfıki hakkettim" diyen millet?
ilâhî! bir müeyyed bir kerim el yok mu, tutsun da,
çıkarsın şarkı zulmetten, götürsün fecr-i maksûda?
mesele renkse beyaz giyilsin. mesele esaretse çıplaklığın esiri olmuşlara bakılsın. mesele dinse; kurana bakılsın, sünnetlere uyulsun, hadisler okunsun, içtihadlara kulak verilsin.
amacı kargaşa yaratmak olanların ağızları mühürlensin, amacı ihtilaf çıkarmak olanların elleri bağlansın, amacı rant elde etmek olanların çıkış yolları kapatılsın. nasıl? 70 milyon ağızın, tek ağız olmasıyla, birlikle beraberlikle... şu açık, şu kapalı ,şu şöyle, bu böyle diyerek şekilcilikle değil.
amacı kargaşa yaratmak olanların ağızları mühürlensin, amacı ihtilaf çıkarmak olanların elleri bağlansın, amacı rant elde etmek olanların çıkış yolları kapatılsın. nasıl? 70 milyon ağızın, tek ağız olmasıyla, birlikle beraberlikle... şu açık, şu kapalı ,şu şöyle, bu böyle diyerek şekilcilikle değil.
(bkz: soyadıyla müsemma)
bireyde göt kalkması durumunda zıt çalışan çekim gücüdür. daha doğrusu itme gücüdür. en yüksek yerçekimi/itimi kutuplarda ise -10m/sn2- bu, eskimoların diğer dünya vatandaşlarından göt kalkması bakımından açık ara önde olduğunu gösterir.
ayrıca;
(bkz: götü kalkık kutup ayısı)
(bkz: bana memleketimin ayılarını getirin)
ayrıca;
(bkz: götü kalkık kutup ayısı)
(bkz: bana memleketimin ayılarını getirin)
melek olmayan varlıktır. kuranda apaçık belirtildiği gibi ateşten yaratılmıştır. melekler ise nurdan yaratılmıştır. ateşten yaratılan varlıklara cin denir. mamafih şeytanda bir cindir.
ibneler için sorun teşkil etmeyecek uyarıdır.
ibnenin entry girmesi ve entrynin ibneye girmesi gibi bir olay olur ki her ikisi de karşılıklı hazza dayandığı için bir paradoks meydana gelir. ve sürer gider.
ibnenin entry girmesi ve entrynin ibneye girmesi gibi bir olay olur ki her ikisi de karşılıklı hazza dayandığı için bir paradoks meydana gelir. ve sürer gider.
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?