confessions

mouscronoise

- Yazar -

  1. toplam entry 459
  2. takipçi 1
  3. puan 14818

bir insanın kokusu hep mi aynı kalır

mouscronoise
bana okumayı öğreten ve sevdiren büyük üstad can yücel’in konuyla ilgili yorumu :
rengi bile solardı düşlerdeki saçların zamanla,
tanımsız kokuları yastıklara yapışıp kalmasaydı eğer.

o büyük, o görkemli son, ölüm bile anlamını yitirirdi,
yaşanılası her şey yaşanmış olsaydı eğer.

bir sevgili iki arkadaşa bedel

mouscronoise
yapılan bir araştırmaya göre aşık olmak, iki yakın arkadaşın kaybedilmesine yol açıyor.


oxford üniversitesi evrimsel antropoloji uzmanı robin dunbar, ortalama çekirdek arkadaş çevresinin 5 kişiden oluştuğunu, yeni bir aşık devreye girdiğinde bu sayının iki kişi eksildiğini söyledi.

sosyal ağları ve bunların büyüklüğüyle bileşimini araştıran prof. durban’ın ekibi, araştırmayı 18 yaş ve üzerindeki 540 kişi üzerinde yaptı.

araştırma, yeni sevgiliye yer açmak için yakın çevrenin küçüldüğü, genelde bir aile üyesiyle bir arkadaşın dışarıda bırakıldığı yönündeki yaygın görüşü de teyit etmiş oldu.

lifo sistemine aşk hayatında da devam....


milliyetçilik

mouscronoise
sevgili hocamız umut özkırımlı’nın deyişiyle " milliyetçilik aşk gibidir insanın gözünü kör etme konusunda birebirdir...

aşkı tutkuların en güçlüsü kılan gerçeklikle olan ilişkisidir. diğer tüm tutkularda arzular gerçekliğe uyum sağlamak zorundadır; aşkta ise gerçeklikler arzuya uyum sağlar:
aşık olduğu andan itibaren en bilge insan bile gerçeği olduğu gibi göremez. kendi özelliklerini önemsizleştirirken sevdiği kişi tarafından ona bahşedilen en ufak bir iyiliği
bile büyütür, abartır. umutlar ve korkular aynı anda hem romantik, hem de kontrol
edilemez, dikbaşlı bir nitelik kazanır. aşık insan olaylardaki şans unsurunu reddeder,
olasılıklara karşı duyarlılığını yitirir ... neyi hayal ederse, o artık gerçektir
milliyetçilik de böyle bir ruh halidir.

mouscronoise

mouscronoise
yarıda kalmış aşklarının hesapları içinde
denizlere açıldı içimizden biri
niçin gittiğini söylemeden.
doyulmamış arzularla doluydu yelkenleri.
yıpranmış kelimelerin verdiği güvenden.
bulacak sanıyordu yenilikleri.
her an bir yeni su vardı,
her yeni suda bir yeni an.
deniz, dalgalarıyla gösteriyordu dışından
yaşananla düşünülenler arasındaki farkı.
bitmiyordu köpüklerle renkler
bir başka damlada, bir başka ışıkta başlamadan.
gözlerinin önünde bir oyun, ardında bir oyun.
dışında ne varsa yeni, ne varsa gerçek.
yeni manzaralarla gelen yeni duygular
hani, eski kelimelerle olmasa
insanın ömrünce devam edecek.
gözlerinin önünde bir oyun, ardında bir oyun.
anladı,ölmekle yaşamanın birleştiği noktada
yeni rüzgarlarla esen yeni korkulara
yeniliklerini bağışlamayan kelimelerin
nasıl düşman sığınaklar halinde direndiğini.
anladı, bütün olmuşlarla olanların
ve bütün olacakların
o kelimelerin içinde
kendisine varmadan eskidiğini.

maskulinizma

mouscronoise
can baba’dan....

yaşamak ne güç şeymiş
kadınlar öğrettiler bana
başta anam
hamamda kaynar sular dökerek başımdan...
onlar uyandırdılar beni çocukluktan
erkek olup üstlerine çıkayım diye...
bu öyle bir esastır ki
hem yesir tüccarı olacaksın, hem yesir...
ve vücutlarının akkağıtlarına yazdığım o şiir değil,
met-cezir...
kadınlar doğurdular beni bağıra bağıra
gine onlar öldürecekler beni aşktan
bağırta bağırta...

bugün

mouscronoise
günlerimiz dün bir,bugün iki
sakın birşey bırakma yarına,
yarın yok ki .
bugün neydi?
sonsuz bir bekleyişti.
siyahın derinliklerinde saklı.
susuşlarındaki beklediği,
kimdi?
bilirdik belki biz de ,
çıkıp birileri söyleseydi.

maviydi beklediği.
mavi sevdiği bir renkti.
mavi gökyüzüydü,
denizdi mavi,
mavi derinlikti,
huzurdu,sakinlikti,
zarafetti,
uzaklıktı...

günlerce beklenen,
bir türlü gelmek bilmeyrn,
bir mevsimdi;bahardı mavi
özlemdi,özleyişti.
mavi sonsuzluktu,
sonsuz güzellikti...
hasretti,
heyecandı.
coşkuydu.


mavi ateşi çağrıştırıyordu;
alev alev yanmaktı ateş.
ateş ise aşktı
derin ,depderin
zamanı ve aklı durduran
depderin duyguydu aşk...

mavi ve siyah’ı düşündü.
ikisinin birlikteliği;
nasıl bir harmoni oluşturulabilirdi?
hayal etmeye çalıştı bunu.
yetmedi hayal gücü.

siyah;karanlıktı,
karamsarlıktı,
korkaklıktı,acıydı,
bakıp da görememekti,
kör olmaktı.
siyah;yaşamın uç noktalarında,
kalabalıklar içinde ,kimseyi umursamadan ölümcül danslar edebilmekti.

asilik vardı siyah’ta.
mavi ve siyah’ın harmonisi
artıve eksilerin orjini olabilir miydi?
yoksa sıradan,
basit bir buluşma noktası olmaktan öteye birşey değil miydi?

çılgınca bir dengesizlik miydi?
yoksa inanılmaz bir denge olabilir miydi?
bir zlrve olabilir miydi acaba?
aşkın ta kendisi,
yada aşktan da üstün bir dostluğun hamuru,
mayası neden olmasındı?
gideceği yer bir sevgi bahçesimi,
yoksa nefret tarlası mı olacak?
bilinmezdi.

beyni bu çelişkili düşüncelerle dansedip durdu dakikalarca.
ama bir türlü adını koyamadı,
hayal bile edemedi.
hayal gücü yetersiz kaldı,
ve derin rüyalara daldı.

belki de,
mavi ve siyah’ın birlikteliği
hayalbile edilemeyecek
sonsuz bir güzellikti.
gerçek ötesi,
tanımlanamaz,
hayalgücünü bile aşan,
bir olanaksızlıktı.

ıssız adam

mouscronoise
giderken sağdan soldan doldurma bilgilerle kendinizi ağlamaya programlamayın.sizin hikayeniz,filminkinden çok daha acıklı olabilir.o noktada,göz yaşları sel olmak yerine gözlük, göz bebeği ve burun arasındaki stratejik üçgenin ağırlık merkezinde sıkışabilir.
radikal kararlar alma eşiğinde olanlar için ise sakat bir film bilgilerinize sunulur.

türban

mouscronoise
ilk ayagı, alenen ,kadının cinsel bir obje oldugunun kabullenilmesiyle ba$lar .i$in en capici kismi ise,ataerkil bir toplum olmanın getirileri cercevesinde ,bu konunun yasal süreciyle ilgili düzenlemeler, türbandan hiç bir sekilde nasibini almayacak olan erkekler tarafından yapılır.bu cercevede kadinlara sadece ,ortunmedikleri taktirde nefislerine hakim olamayacak kadar aciz olduklari düsünülen karsi cinsten ,bucak bucak kacmak yarasir.nasil bir kaos yarabbi.....

özdemir asaf

mouscronoise
bazen ufacık bir dizedir insanoğlunun içinde kıvılcım uyandıran.bedeni besleyen ruhun ,temel taşları olan belirli duyguları kesfetmenize yardımcıdır.

onunla “aşkın” tanımına tutulursunuz,aşk denen şey bu mudur diyerek dalarsınız gecenin koynuna .

onun size bakmasına hacet yoktur çünkü siz onun baktığı yönde olmayı tercih edersiniz.
belirli bir süre geçtikten sonra o herkes tarafından görülmeyen güzellği keşfedersiniz .zaten tam da asaf’ın dediği gibi herkes görüyorsa az güzel,yalnız siz görüyorsanız sevgi,siz biliyorsanız aşk ve kimse görmüyorsa yalnızlıktır.

eğer tercihiniz 3. sıksa ,tebrikler aşıksınızdır ve ufacık bir gülüş pencerenin pervazını aralar,birden iki kişiyi döndürür bir kişiye ,çiftimiz anılardan kale yapıp sığınsa bile , maalesef.........yetmez yalnız başına bir ömür bir kişiye.

kelimenin tam anlamıyla; onu bulmadan önce aramak,sevmeden önce haliyle de anlamak istersiniz .hatta ve hatta onu bir yasam boyu bitirmek degil de,ona hep yeniden baslamak istersiniz.

cep telefonu

mouscronoise
martin cooper 1973 yılında cep telefonunu buldu. amerikalılar onun buluşunu daha da geliştirdi. finlandiyalılar ultra özellikler kattı. japonlar küçülttükçe küçülttü. mucid türkler ise bartın’da bu asrın buluşunu uçurdu. ama posta güverciniyle...

yaratıcı kıvrak zeka bu tip bişi olsa gerek...

http://www.hurriyet.com.tr/gundem/10522786.asp?gid=229

neden bekliyorsun?


bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?

üye ol