(bkz: proboscis)
"iki tur muzik vardir: iyi muzik ve kotu muzik" demis kadife sesiyle sabahlari dinlendiginde huzurlu uyanislar sunan sanatcidir.
mahrumiyet bolgesi hissi vermeye baslayan aile olmayi basarmis sozlukte, dıslanmıslik hissi veren bir olusum olmustur.
forum tadi veren cevaplariyla tatmin etmemis comez , bakalim onun nickindeki "e" eksikliginin hikayesi neymis hosgelmistir.
bob thiele ve george david weiss tarafindan yazilmis olan eser louis armstrong tarafindan seslendirilmis olup 1968 baslarinda yayinlanmistir abd’ de yukselen irkci ve politik gerginlige bir panzehir olmasi amaçlanan sarkida, gunluk yasamin siradan guzelliklerinden zevk alinması betimlenir. yine de sarki ilk zamanlarda abd’de tutulmamis, surpriz bir sekilde birlesik krallik’ta basari yakalamistir.
1987’de good morning vietnam filminin (soundtrack) albumunde yer alinca sarki farkli bir yer ve une sahip olmustur.
1987’de good morning vietnam filminin (soundtrack) albumunde yer alinca sarki farkli bir yer ve une sahip olmustur.
(bkz: page down)
(bkz: bile bile)
(bkz: sesler yuzler sokaklar)
tas baskisi bir plakta
yorgun bir ses cizirdar
kuflu sayfalarinda bir albumun
gulumser o soluk fotograflar
kivrilirken bir kentin alanina
tutunur gecmis yillarina
tutunur anilarina
ince uzun duvarlar
kac hayat yasadiniz soyleyin
sesler yuzler sokaklar
yankisi kalmadi seslerin odalarimizda
sahipleri coktan oldu fotograflarin
adimlarimizdan yoruldu yollar
kac hayat yasadiniz soyleyin
sesler yuzler sokaklar
sarkisini yitirmis sesler
gencligini yitirmis yuzler
evlerini yitirmis sokaklar
kac hayat yasayacaklar daha?
daha kac hayat yasayacaklar?
unutlur mu yoksa birgun
sesler yuzler sokaklar
bunca yasamisliktan sonra
hic unutulmayacaklar
hic unutulmayacaklar.
yeni turku
yorgun bir ses cizirdar
kuflu sayfalarinda bir albumun
gulumser o soluk fotograflar
kivrilirken bir kentin alanina
tutunur gecmis yillarina
tutunur anilarina
ince uzun duvarlar
kac hayat yasadiniz soyleyin
sesler yuzler sokaklar
yankisi kalmadi seslerin odalarimizda
sahipleri coktan oldu fotograflarin
adimlarimizdan yoruldu yollar
kac hayat yasadiniz soyleyin
sesler yuzler sokaklar
sarkisini yitirmis sesler
gencligini yitirmis yuzler
evlerini yitirmis sokaklar
kac hayat yasayacaklar daha?
daha kac hayat yasayacaklar?
unutlur mu yoksa birgun
sesler yuzler sokaklar
bunca yasamisliktan sonra
hic unutulmayacaklar
hic unutulmayacaklar.
yeni turku
iniyorken yavas yavas ustume gecenin perdesi
dolasir benimle her an bos sokaklari hayalin
elimde degil unutamadim; unutulur degil
hic mi kalbine erisemedim
bile bile yalandi soyledigin
bile bile bu sozlerin
nasil icin bir an bile acimaz
nasil olur yuregin tas gibi
gokhan kirdar
ritimleri hos gokhanin sesiyle doyumsuzdur.
dolasir benimle her an bos sokaklari hayalin
elimde degil unutamadim; unutulur degil
hic mi kalbine erisemedim
bile bile yalandi soyledigin
bile bile bu sozlerin
nasil icin bir an bile acimaz
nasil olur yuregin tas gibi
gokhan kirdar
ritimleri hos gokhanin sesiyle doyumsuzdur.
comezlikte basarili olup bilgiclikte yolda kalıcakmis hissi veren nick sahibi yazar kisisi hosgelmistir.
frankenstein miti 1816 yilinda bazi aristokratlarin vakit gecirme amaci ile dogaustu ve korkunc hikayeler yazip birbirlerine okumasi sirasinda dogmustur marry shelley tarafindan yazilan roman daha sonralari sayisiz defa tiyatro ve sinema tarafindan uyarlanmis, olay orgusu cesitli diger yapitlara ornek olmustur.
beni, iki bucuk yil boyunca surgun cezami cekecegim guneydogu’nun en uc kasabasina goturen otobus, bir benzin istasyonunda mola vermisti. yaklasik dort saattir otobusun arka siralarindan birindeki koltugumda, zaman zaman elimdeki kitapla, zaman zaman da otobus penceresinden akip giden dis dunyayla oyalaniyordum.
bes bucuk yillik bir hapishane hayatindan sonra bedenim oldukca yorgun dusmus ve iyice dayaniksizlasmisti. onca saat bir koltuga cakili olarak yolculuk yapmaktan, butun kaslarim uyusmustu.
otobusun soforu koltugundan inerken, muavin “ on bes dakika buradayiz sayin yolcularimiz. cay ve ihtiyac molasi diye bagirinca, sirt cantami alip benzin istasyonunun harap tuvaletine yoneldim. elimi yuzumu yikayip kendime gelmek, bir seyler icip biraz dinlenmek istiyordum.
tuvaletin bulundugu dokuntu barakanin tek bir kapisi vardi. iceriye girmek icin kapiyi ne kadar ittimse de acamadim. aralik olmasina ragmen icerdeki bir seyin, kapinin acilmasini engelledigini fark ettim. disari cikip tuvalet caminin altindaki varilin uzerine sicrayarak iceriye baktigimda urktum. genis bir kan birikintisinin ortasinda yuzukoyun bir adam yatiyordu. donup kapiyi iyice zorlayarak acmayi basardim. gozume ilk carpan sey, adamin sag elindeki jiletin parlamasi oldu.
cantasinin uzerine devrilmis obur eliyle bir kagit parcasi tutuyordu. kagidi dikkatle aldim. duzgun bir el yazisiyla yazilmis ve "hic kimseye..." diye baslayan bir mektuptu.
adamin uzerinde benimkine cok benzeyen siyah, deri bir ceket vardi. yer yer beyazlasmis saclarindan ve yatarken bile belli olan yikik omuzlarindan, kirkli yaslarinda oldugu ortadaydi.
bileginden sizan ve incecik bir yol cizerek tuvalet deligine akan kan iyice pihtilasmis, koyu ve kirli bir renge donusmustu. keskin sidik kokusuna karisan kan kokusu icimi bulandirmaya baslamisti. urkeklik ve kararsizlik arasinda egilip, adamin yuzunu kendime cevirdim. sehirli bir yuzu vardi. kirisik teni buz gibi soguk, yesil ve donuk gozleri korkunc bir sey gormus gibi acikti.
tuvaletten cikip musluklarin oldugu koseye yaslandim, adamin elinden aldigim burusuk kagidi actim. daha ilk satirdaki "hic kimseye" sozcugu beni heyecanlandirdi:
"...kendimi hicbir yere, hicbir vatana ve hicbir bayraga ait hissetmiyorum artik. bir yere varmak degil, sadece gitmek duygusu cekiyor beni. ana avrat dumduz cekip gitmek bu oldurgen hayattan..."
ilk kez gercek bir intihar mektubu okuyor olmamin heyecaniyla titredim. siradan bir mektup degildi. bir hesaplasmanin, suclamanin ve ic kirilganliginin bu agirlasmis sozcuklerini okudukca kalbim aciyordu. sanki direnebildigi kadar direnmis, sonunda yenilmis, isgal edilmis, yagmalanmis ve onuru kirilmis bir ulkenin sokaklari konusuyordu satirlarda:
"...buz ustune yazilar yazdim. camlarin bugusuna, denizin kumsalina, alnimi yalayan ruzgara. buz eriyecek, cam silinecek, kumsal yikanacak ve ruzgar duracak da olsa; buzun omru, bugunun direnci, kumsalin buyusu ve ruzgarin hizi kadar yasayabilmek icindi. bu yuzden her soze esirgeyen ve bagislayan askin adiyla basladim. belki de bu yuzden hicbir kadin bagislamadi beni. hicbir cocuk babaligimi, hicbir baba cocuklugumu kabul etmedi.
kendi kendimin kadini, erkegi, cocugu ve babasi olmayi; kendi kendimi dogurup her sabah, ruhumu en yuksek ucurumlardan atmayi ogrendim. kendi atesimle isitmayi kalbimi ve cinayetler gibi susmayi..."
ben mektuba dalmisken, tuvalete gelen baskalari manzarayi gorup ortaligi coktan velveleye vermisti. benzin istasyonunun pompacilarindan biri digerine, adami sanki daha once gormus gibi hissettigini anlatiyordu. benzin istasyonunun kahvehanesinde caycilik yaptigini sonradan ogrendigim kivircik sacli ve yuzunu kizil ergenlik sivilceleri kaplamis olan genc cocuk donakalmisti. bir sure sonra "o bir sairdi" dedi, fisildayarak. "sair miydi" diye saskinlikla sordu kisa boylu pompaci. "evet sairdi...." diye onayladi cayci genc. "..bir saat once burada mola veren otobusun yolcusuydu. birkac bardak cay icti. bana birkac siirini vermisti. cok kisa bir zamanda sohbet bile etmistik. guzel ama umutsuz konusuyordu hep. otobus muavini moladan sonra bir yolcu eksik diye cok aradi onu. bulamayinca gazladilar."
adamin yuzukoyun uzanmis cesedine bakan herkesin yuzunde farkli bir ifade vardi. kimileri aciyan, kimileri sorgulayan, kimileri anlamaz gozlerle bakiyordu. ama ortak duygu saskinlikti.
yillar once "her intiharin arkasinda mutlaka bir soru kalir" demisti cok eski bir arkadasim. oysa bu intiharin arkasinda sadece cevap vardi. ve o cevabin butun harfleri, elimde tuttugum mektubun satirlarinda sozcuk sozcuk yuruyordu.:
"...kimliksiz dolasmanin bedelini her sekilde odedim. hicbir kimlik kontrolunden gecemedim. oysa benim bedenimden dokuz kalibrelik mermiler gecti. benim ruhumdan yanginlar gecti. aklimdan sorular, sesimden sesler, sozumden sozler gecti. yuzunu yuzumde unuttu huzun.
ruyalarimda, elleri sopali bir yigin adam, neresi oldugunu bilmedigim bir sehir meydaninda, serceleri doverdi hep ve acirdi agzim her olu kusa bir isim koymaktan.
belki de bu yuzden ben butun uykularimdan hep nihavent makaminda uyanirdim.
selvi agaclari gibi yaslanmaktan biktim. bir mezarliktan bir baska mezarliga tasidim hayati ve toprak, yasamak istedigi icin linc edilenlerin sesini curutuyordu.
butun denizlerde boguldum. butun ateslerde yandim. butun akil hastanelerinde yattim. dur durak bilmeyen bir kasif gibi, uzun yollar boyunca yorgun ve terli, suskun ve bilge, aykiri ve siradan, olumcul ve dogurgan; askla tutkuyu, sadakatle ihaneti, hayatla olumu, alcaklikla erdemi, namusla namussuzlugu, yalanla dogruyu hep bir arada gordum. iste bu yuzden, ne zaman sevismek gelse aklima, icime kan parcalari tukurdum ve sonunda kendimi caldim tanridan.
cakmak taslari gibi sozcukleri carpa carpa, belki yakacagim bu mektubu da...
hangi aynaya baksam, en usta aynacilarin doktugu butun sirlari deliyor suretim ve artik hicbir siire inanmiyorum. hicbir yerden geliyorum ben ve hicbir yere gidiyorum..."
sarsilmis ve oylece kalakalmistim. iyice curumekte olan kan kokusu, once tuvaletteki her kokuya karisiyor, sonra dalga dalga burun deliklerimden girip genzimi yakiyordu.
jandarmalarla gelen hukumet tabibi cesedi uzun uzun inceledi. cantasindan cikardigi basili formlarin nokta nokta birakilmis bosluklarini elde ettigi verilerle dikkatlice doldurdu.
benden baska hic kimsenin bilmedigi mektubu cantama attim. ceset, bir kamyonetin arkasina yuklenip kasabaya yollanirken, adamin yuzune bir kez daha baktim. ne kadar da bana benziyordu.
jandarma minibusune doldurarak, ifade vermek uzere hepimizi jandarma karakoluna getirdiler. aklim fikrim adamin cantasindaydi. ortalik karismadan once, mektup gibi cantayi da apartabilirdim. bunu yapmadigim icin kendime cok kizdim.
karakolun koridorunda kendimi en sonlara attim. boylece gozden uzak olabilir, en azindan sira bana geldiginde, jandarma astsubayina cantayla ilgili bir seyler sorabilir ve belki cantanin icinde neler oldugunu bile gorebilirdim.
digerlerinin ifade verdigi odadaki daktilo araliksiz sakirdiyordu. onun hemen yanindaki odanin kapisi aralikti ve o araliktan gorebildigim kadariyla, jandarma astsubayi bir telefon gorusmesi yapiyordu.
astsubayin oturdugu masada adamin eskimis kahverengi cantasi oylece duruyordu. astsubay telefon ahizesini yerine koyar koymaz firlayip odaya daldim. astsubayin saskin gozlerine yumusak bir ifadeyle bakip "adamin cantasini merak ediyorum..." dedim "...kimmis, neciymis, neden oldurmus kendini. bir ipucu bulabildiniz mi." astsubay merakliligimdan endiselenmis bir sesle "bu artik adli bir mesele, bir sey soylemek gereksiz" dedi. en ikna edici ses tonumu takinip "ama onu ben buldum. bu kadar merak etmeye hakkim olsun artik" dedim gulumseyerek.
astsubayi da gulumsetmeyi basarmistim. gogsune yasladigi cantanin kopcalarini acmaya calisirken "kimligi hakkinda merkezden bilgi aldim biraz once..." dedi "...bir sair oldugu saniliyor. siyasi nedenlerle sabikaliymis. bazi yazilari nedeniyle bes bucuk yil tutuklu kalmis. tahliye olduktan birkac gun sonra surgun cezasini cekmek uzere yola cikmis. bindigi otobus o benzin istasyonunda mola verdiginde umutsuzluga kapilmis olacak ki, tuvalette bilegini kesmis. ailesi yok. yarin bir tutanakla kimsesizler mezarligina defnedilir ve bu konuda kapanir."
bir jandarma eri iceriye iki bardak cay birakti. topuk selami verip cikti. astsubay cantayi acip ters cevirdi, masaya dogru silkeledi. cantadan masaya birkac tane sari saman kagidi, bir kursunkalem ve bir paket de jilet dustu.
masaya yaklastim. astsubayla birlikte, uzerleri yazisiz olan kagitlara baktik. masada duran jilet paketine astsubayla ayni anda uzandik. ama o, paketi benden once kapti. "herhalde bunlardan birini kullanmis olmali" dedi.
jilet paketini astsubayin elinden aldim. "bende kalabilir mi " dedim, heyecanla. "bu imkansiz..." dedi "bunlarin zabitlara gecirilip teslim edilmesi gerek. hem alt tarafi bir jilet paketi, neden istiyorsunuz."
birkac saat once alelacele acilip, icindeki jiletlerden biri, sairin damarlarindaki kani fiskirtan paketi teklifsizce cebime attim ve "cunku ben de sairim" dedim. astsubay kucuk bir kahkaha atip "peki ama..." dedi "...onlari tiras olmak disinda baska bir amacla kullanmayin lutfen."
ictigim birkac bardak cay ve sigaradan sonra, digerleri gibi benim de ifadem alindi. adim, soyadim, ana adim, baba adim, dogum tarihim, dogum yerim, dinim, tabiyetim, ikamet adresim, meslegim ve medeni halim; sorduklari her soru varligimi kanitlamaya yarayan birer ipucu gibi, daktilonun sakirdamalari arasinda, anlamli birer cumle olarak kagida geciyor ve her sey bir belge halini aliyordu.
ifademi alan esmer ve yuzu sivilceli jandarma cavusu yuzume bile bakmadan, nereden geldigimi ve nereye gidecegimi sordu.
"hicbir yerden geliyorum..." dedim, cebimdeki jilet paketini avuclayarak "...ve hicbir yere gidiyorum."
ugur ozakinci
bes bucuk yillik bir hapishane hayatindan sonra bedenim oldukca yorgun dusmus ve iyice dayaniksizlasmisti. onca saat bir koltuga cakili olarak yolculuk yapmaktan, butun kaslarim uyusmustu.
otobusun soforu koltugundan inerken, muavin “ on bes dakika buradayiz sayin yolcularimiz. cay ve ihtiyac molasi diye bagirinca, sirt cantami alip benzin istasyonunun harap tuvaletine yoneldim. elimi yuzumu yikayip kendime gelmek, bir seyler icip biraz dinlenmek istiyordum.
tuvaletin bulundugu dokuntu barakanin tek bir kapisi vardi. iceriye girmek icin kapiyi ne kadar ittimse de acamadim. aralik olmasina ragmen icerdeki bir seyin, kapinin acilmasini engelledigini fark ettim. disari cikip tuvalet caminin altindaki varilin uzerine sicrayarak iceriye baktigimda urktum. genis bir kan birikintisinin ortasinda yuzukoyun bir adam yatiyordu. donup kapiyi iyice zorlayarak acmayi basardim. gozume ilk carpan sey, adamin sag elindeki jiletin parlamasi oldu.
cantasinin uzerine devrilmis obur eliyle bir kagit parcasi tutuyordu. kagidi dikkatle aldim. duzgun bir el yazisiyla yazilmis ve "hic kimseye..." diye baslayan bir mektuptu.
adamin uzerinde benimkine cok benzeyen siyah, deri bir ceket vardi. yer yer beyazlasmis saclarindan ve yatarken bile belli olan yikik omuzlarindan, kirkli yaslarinda oldugu ortadaydi.
bileginden sizan ve incecik bir yol cizerek tuvalet deligine akan kan iyice pihtilasmis, koyu ve kirli bir renge donusmustu. keskin sidik kokusuna karisan kan kokusu icimi bulandirmaya baslamisti. urkeklik ve kararsizlik arasinda egilip, adamin yuzunu kendime cevirdim. sehirli bir yuzu vardi. kirisik teni buz gibi soguk, yesil ve donuk gozleri korkunc bir sey gormus gibi acikti.
tuvaletten cikip musluklarin oldugu koseye yaslandim, adamin elinden aldigim burusuk kagidi actim. daha ilk satirdaki "hic kimseye" sozcugu beni heyecanlandirdi:
"...kendimi hicbir yere, hicbir vatana ve hicbir bayraga ait hissetmiyorum artik. bir yere varmak degil, sadece gitmek duygusu cekiyor beni. ana avrat dumduz cekip gitmek bu oldurgen hayattan..."
ilk kez gercek bir intihar mektubu okuyor olmamin heyecaniyla titredim. siradan bir mektup degildi. bir hesaplasmanin, suclamanin ve ic kirilganliginin bu agirlasmis sozcuklerini okudukca kalbim aciyordu. sanki direnebildigi kadar direnmis, sonunda yenilmis, isgal edilmis, yagmalanmis ve onuru kirilmis bir ulkenin sokaklari konusuyordu satirlarda:
"...buz ustune yazilar yazdim. camlarin bugusuna, denizin kumsalina, alnimi yalayan ruzgara. buz eriyecek, cam silinecek, kumsal yikanacak ve ruzgar duracak da olsa; buzun omru, bugunun direnci, kumsalin buyusu ve ruzgarin hizi kadar yasayabilmek icindi. bu yuzden her soze esirgeyen ve bagislayan askin adiyla basladim. belki de bu yuzden hicbir kadin bagislamadi beni. hicbir cocuk babaligimi, hicbir baba cocuklugumu kabul etmedi.
kendi kendimin kadini, erkegi, cocugu ve babasi olmayi; kendi kendimi dogurup her sabah, ruhumu en yuksek ucurumlardan atmayi ogrendim. kendi atesimle isitmayi kalbimi ve cinayetler gibi susmayi..."
ben mektuba dalmisken, tuvalete gelen baskalari manzarayi gorup ortaligi coktan velveleye vermisti. benzin istasyonunun pompacilarindan biri digerine, adami sanki daha once gormus gibi hissettigini anlatiyordu. benzin istasyonunun kahvehanesinde caycilik yaptigini sonradan ogrendigim kivircik sacli ve yuzunu kizil ergenlik sivilceleri kaplamis olan genc cocuk donakalmisti. bir sure sonra "o bir sairdi" dedi, fisildayarak. "sair miydi" diye saskinlikla sordu kisa boylu pompaci. "evet sairdi...." diye onayladi cayci genc. "..bir saat once burada mola veren otobusun yolcusuydu. birkac bardak cay icti. bana birkac siirini vermisti. cok kisa bir zamanda sohbet bile etmistik. guzel ama umutsuz konusuyordu hep. otobus muavini moladan sonra bir yolcu eksik diye cok aradi onu. bulamayinca gazladilar."
adamin yuzukoyun uzanmis cesedine bakan herkesin yuzunde farkli bir ifade vardi. kimileri aciyan, kimileri sorgulayan, kimileri anlamaz gozlerle bakiyordu. ama ortak duygu saskinlikti.
yillar once "her intiharin arkasinda mutlaka bir soru kalir" demisti cok eski bir arkadasim. oysa bu intiharin arkasinda sadece cevap vardi. ve o cevabin butun harfleri, elimde tuttugum mektubun satirlarinda sozcuk sozcuk yuruyordu.:
"...kimliksiz dolasmanin bedelini her sekilde odedim. hicbir kimlik kontrolunden gecemedim. oysa benim bedenimden dokuz kalibrelik mermiler gecti. benim ruhumdan yanginlar gecti. aklimdan sorular, sesimden sesler, sozumden sozler gecti. yuzunu yuzumde unuttu huzun.
ruyalarimda, elleri sopali bir yigin adam, neresi oldugunu bilmedigim bir sehir meydaninda, serceleri doverdi hep ve acirdi agzim her olu kusa bir isim koymaktan.
belki de bu yuzden ben butun uykularimdan hep nihavent makaminda uyanirdim.
selvi agaclari gibi yaslanmaktan biktim. bir mezarliktan bir baska mezarliga tasidim hayati ve toprak, yasamak istedigi icin linc edilenlerin sesini curutuyordu.
butun denizlerde boguldum. butun ateslerde yandim. butun akil hastanelerinde yattim. dur durak bilmeyen bir kasif gibi, uzun yollar boyunca yorgun ve terli, suskun ve bilge, aykiri ve siradan, olumcul ve dogurgan; askla tutkuyu, sadakatle ihaneti, hayatla olumu, alcaklikla erdemi, namusla namussuzlugu, yalanla dogruyu hep bir arada gordum. iste bu yuzden, ne zaman sevismek gelse aklima, icime kan parcalari tukurdum ve sonunda kendimi caldim tanridan.
cakmak taslari gibi sozcukleri carpa carpa, belki yakacagim bu mektubu da...
hangi aynaya baksam, en usta aynacilarin doktugu butun sirlari deliyor suretim ve artik hicbir siire inanmiyorum. hicbir yerden geliyorum ben ve hicbir yere gidiyorum..."
sarsilmis ve oylece kalakalmistim. iyice curumekte olan kan kokusu, once tuvaletteki her kokuya karisiyor, sonra dalga dalga burun deliklerimden girip genzimi yakiyordu.
jandarmalarla gelen hukumet tabibi cesedi uzun uzun inceledi. cantasindan cikardigi basili formlarin nokta nokta birakilmis bosluklarini elde ettigi verilerle dikkatlice doldurdu.
benden baska hic kimsenin bilmedigi mektubu cantama attim. ceset, bir kamyonetin arkasina yuklenip kasabaya yollanirken, adamin yuzune bir kez daha baktim. ne kadar da bana benziyordu.
jandarma minibusune doldurarak, ifade vermek uzere hepimizi jandarma karakoluna getirdiler. aklim fikrim adamin cantasindaydi. ortalik karismadan once, mektup gibi cantayi da apartabilirdim. bunu yapmadigim icin kendime cok kizdim.
karakolun koridorunda kendimi en sonlara attim. boylece gozden uzak olabilir, en azindan sira bana geldiginde, jandarma astsubayina cantayla ilgili bir seyler sorabilir ve belki cantanin icinde neler oldugunu bile gorebilirdim.
digerlerinin ifade verdigi odadaki daktilo araliksiz sakirdiyordu. onun hemen yanindaki odanin kapisi aralikti ve o araliktan gorebildigim kadariyla, jandarma astsubayi bir telefon gorusmesi yapiyordu.
astsubayin oturdugu masada adamin eskimis kahverengi cantasi oylece duruyordu. astsubay telefon ahizesini yerine koyar koymaz firlayip odaya daldim. astsubayin saskin gozlerine yumusak bir ifadeyle bakip "adamin cantasini merak ediyorum..." dedim "...kimmis, neciymis, neden oldurmus kendini. bir ipucu bulabildiniz mi." astsubay merakliligimdan endiselenmis bir sesle "bu artik adli bir mesele, bir sey soylemek gereksiz" dedi. en ikna edici ses tonumu takinip "ama onu ben buldum. bu kadar merak etmeye hakkim olsun artik" dedim gulumseyerek.
astsubayi da gulumsetmeyi basarmistim. gogsune yasladigi cantanin kopcalarini acmaya calisirken "kimligi hakkinda merkezden bilgi aldim biraz once..." dedi "...bir sair oldugu saniliyor. siyasi nedenlerle sabikaliymis. bazi yazilari nedeniyle bes bucuk yil tutuklu kalmis. tahliye olduktan birkac gun sonra surgun cezasini cekmek uzere yola cikmis. bindigi otobus o benzin istasyonunda mola verdiginde umutsuzluga kapilmis olacak ki, tuvalette bilegini kesmis. ailesi yok. yarin bir tutanakla kimsesizler mezarligina defnedilir ve bu konuda kapanir."
bir jandarma eri iceriye iki bardak cay birakti. topuk selami verip cikti. astsubay cantayi acip ters cevirdi, masaya dogru silkeledi. cantadan masaya birkac tane sari saman kagidi, bir kursunkalem ve bir paket de jilet dustu.
masaya yaklastim. astsubayla birlikte, uzerleri yazisiz olan kagitlara baktik. masada duran jilet paketine astsubayla ayni anda uzandik. ama o, paketi benden once kapti. "herhalde bunlardan birini kullanmis olmali" dedi.
jilet paketini astsubayin elinden aldim. "bende kalabilir mi " dedim, heyecanla. "bu imkansiz..." dedi "bunlarin zabitlara gecirilip teslim edilmesi gerek. hem alt tarafi bir jilet paketi, neden istiyorsunuz."
birkac saat once alelacele acilip, icindeki jiletlerden biri, sairin damarlarindaki kani fiskirtan paketi teklifsizce cebime attim ve "cunku ben de sairim" dedim. astsubay kucuk bir kahkaha atip "peki ama..." dedi "...onlari tiras olmak disinda baska bir amacla kullanmayin lutfen."
ictigim birkac bardak cay ve sigaradan sonra, digerleri gibi benim de ifadem alindi. adim, soyadim, ana adim, baba adim, dogum tarihim, dogum yerim, dinim, tabiyetim, ikamet adresim, meslegim ve medeni halim; sorduklari her soru varligimi kanitlamaya yarayan birer ipucu gibi, daktilonun sakirdamalari arasinda, anlamli birer cumle olarak kagida geciyor ve her sey bir belge halini aliyordu.
ifademi alan esmer ve yuzu sivilceli jandarma cavusu yuzume bile bakmadan, nereden geldigimi ve nereye gidecegimi sordu.
"hicbir yerden geliyorum..." dedim, cebimdeki jilet paketini avuclayarak "...ve hicbir yere gidiyorum."
ugur ozakinci
(bkz: birinci kapi)
baglantida zorluklar cikarsada muzik kalitesinin yuksek oldugu belirtilesi radyodur.
(bkz: kanuni sultan suleyman)
sultan suleyman hanin asil adindan daha fazla bilinip, sohretli olan "kanuni" unvani, onceki osmanli kanunnameleri’ni ve devri icabi luzumlu hukumleri, islam hukuku esaslarinda toplattirip, tanzim ettirmesinden gelmektedir.
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?