içeriğinin ne olduğu kimse tarafından bilinmeyen; diğer taraftan herkesçe kendisine belli bazı mikro-vasıflar yüklenerek teşkil edilmeye çalışılan; ama ismi gereği vasıflar üstü vasıf olmayı hakeden bir sıfattır kanaatimce. bugünkü dünyada "iyi" kavramı artık iyice saydamlaşmıştır. herkesin kendisine göre iyisi vardır, bir de bunun zıddı olan kötüsü vardır. insanların iyiyi ararken kılavuz edindikleri şey kendi vicdanları oluyor galiba. o yüzden müşterek bir "iyi" kavramından söz etmek güç görünüyor.
ve sanki, bu fikrin diğer tüm sıfatlar için de geçerli olabileceğini sanıyorum.
ama şahsen tüm bunların ötesinde, insanlığın günden güne uzaklaştığı; lakin her insan evladının aradığı zaman bulabileceği, çoook uzak bir yerlerde sinmiş bir "iyi" kavramının olduğunu düşünmekteyim. olimpos’un üstündedir belki, bilemem...
özellikle asitli içecekler götürürken kullanımı diş hekimleri tarafından tavsiye edilen gereç. misalen: kola içerken pipet kullanmak, kolanın dişlerinize değmeden midenize gitmesi demektir. bu da dişlerinizi korumuş olduğunuz anlamına gelmektedir ki ilerki yaşlarda diş çürümesinden muzdarip olmamak adına alınabilitesi muhtemel bir tedbirdir.
ilkin, manisa’nın ilçelerinden biri olduğunu anımsattıktan sonra konuyu şöyle açmakta yarar var derim: salihli takriben 100 bin nüfuslu, oldukça küçük bir ilçedir. ankara-izmir asfaltı üzerinde izmir’e doğru seyrederken, o sankim lüks bir oteli andıran belediye binasını görünce şöyle bir duraksar, "burası neresi lan" diye sorarsın kendine. o an, iki kilometre önce gördüğün tabelayı anımsayaraktan şöyle bir hayranlıkla geçersin şehrin yanından.
sanayi gelişimi açısından ise son derece hantal ve buna binaen geri kalmış, çalışma olanaklarının sınırlı olduğu; lakin emekli şahısların yaşamaktan büyük keyif aldığı şirince bir yerdir. halkı gayet tipik ege insanı karakterini yansıtmakla birlikte, aldığı göçler dolayısıyla az da olsa kozmopolit bir yapıya sahiptir kendisi.
gençlerine gelince... işte burada duracaksın biraz. motor sevdasına küçük yaşta kapılan, hız yapmaktan hazzetmenin dibine vurmuş, hatta bokunu çıkarmış, lise yıllarında umumiyetle belalı takılan tiplerle doludur burası. bu belalı tiplerin konuşlandığı yer ise şehrin tarihinde hiç değişmeyen bir gelenekle salihli lisesidir. hatunları taş gibin olur ve her daim peşlerinde motorlu tipler görmek mümkündür. belki de -bir ilçeye göre- türkiye’de en fazla motor barındıran şehirdir. bunlar da tercihen yamaha yahut honda’dır. eğlence mekanları sittin senedir değişmeyen bir gelenekle bizim ev adlı restorandır. tüm yıl sonu eğlenceleri orda yapılır. son yıllarda laminarya isimli diskosu da hizmete girmiş olup gençler arasında hayli revaçtadır. ayrıca türkiye’nin en zengin ilçeleri arasında başı çektiğine dair rivayetler gezer durur halk arasında. ama kimdir bu zenginler, hiç bilinmez.
odun köftesi pek bir meşhurdur; lakin kanaatimce salihli’nin en kayda değer özelliği, suyunun çok güzel olmasıdır. yakınında bulunan bozdağ’dan gelen su hakikaten hiçbir yerde rastlamadığınız bir tat ve kokuya sahiptir. daha yakınında bulunan kurşunlu kaplıcalarından çıkan sıcak su ise şifa kaynağı olup türkiye’nin dört bir yanından ziyaretçi akınına uğramaktadır.
sanayi gelişimi açısından ise son derece hantal ve buna binaen geri kalmış, çalışma olanaklarının sınırlı olduğu; lakin emekli şahısların yaşamaktan büyük keyif aldığı şirince bir yerdir. halkı gayet tipik ege insanı karakterini yansıtmakla birlikte, aldığı göçler dolayısıyla az da olsa kozmopolit bir yapıya sahiptir kendisi.
gençlerine gelince... işte burada duracaksın biraz. motor sevdasına küçük yaşta kapılan, hız yapmaktan hazzetmenin dibine vurmuş, hatta bokunu çıkarmış, lise yıllarında umumiyetle belalı takılan tiplerle doludur burası. bu belalı tiplerin konuşlandığı yer ise şehrin tarihinde hiç değişmeyen bir gelenekle salihli lisesidir. hatunları taş gibin olur ve her daim peşlerinde motorlu tipler görmek mümkündür. belki de -bir ilçeye göre- türkiye’de en fazla motor barındıran şehirdir. bunlar da tercihen yamaha yahut honda’dır. eğlence mekanları sittin senedir değişmeyen bir gelenekle bizim ev adlı restorandır. tüm yıl sonu eğlenceleri orda yapılır. son yıllarda laminarya isimli diskosu da hizmete girmiş olup gençler arasında hayli revaçtadır. ayrıca türkiye’nin en zengin ilçeleri arasında başı çektiğine dair rivayetler gezer durur halk arasında. ama kimdir bu zenginler, hiç bilinmez.
odun köftesi pek bir meşhurdur; lakin kanaatimce salihli’nin en kayda değer özelliği, suyunun çok güzel olmasıdır. yakınında bulunan bozdağ’dan gelen su hakikaten hiçbir yerde rastlamadığınız bir tat ve kokuya sahiptir. daha yakınında bulunan kurşunlu kaplıcalarından çıkan sıcak su ise şifa kaynağı olup türkiye’nin dört bir yanından ziyaretçi akınına uğramaktadır.
(8. entry’e ithafen)
zannımca, 12 burç arasında simgesi bir nesne olan "tek" burç. kova’nın simgesi tercihen su tanrısı ea yahut nil nehri’nin suyuyla, elindeki kavanozdan toprağı sulayan tanrı hapi’dir.
ilaveten:
yay’ın simgesi ise bir adet sentor’dur.
zannımca, 12 burç arasında simgesi bir nesne olan "tek" burç. kova’nın simgesi tercihen su tanrısı ea yahut nil nehri’nin suyuyla, elindeki kavanozdan toprağı sulayan tanrı hapi’dir.
ilaveten:
yay’ın simgesi ise bir adet sentor’dur.
terazi burcu denince taaa uzaklardan bir "denge" hedesi çarpar insanın kulağına. halen anlamış değilim bu yanlış anlayış nerden edinilmiştir. terazi burcu adaleti simgelerken bi de işin içine denge kavramını karıştıran astroloji yobazı beyinlerin marifetidir bu zannımca. terazi burcu bir şahıs olarak hiç terazinin o çok büyütülen sevimliliklerine değinmeden asıl konuya geçmekte ısrarlıyım. her şey bir yana terazide asla tartışılamayacak bir özellik varsa o da birçok kişide bulunmayan "adalet" kavramıdır. bunu oraya buraya çekip bir "dengeli insan" modeli yaratma girişiminde bulunmak yersizdir. teraziyi illa ki bir denge kavramıyla ilişkilendirmek inadıyla yanıp tutuşan geveze şahıslara tavsiyem şudur ki şöyle bir dikkatlice baksalar sözü edilen dengenin "dengeli olmak ile dengesiz olmak arasında bulunan denge"den başka bir şey olmadığını görecekler ve bu durumu hemen kabulleneceklerdir. denge=terazi insanı? asla!
tabi bu "adalet" kavramı kulağa hoş gelse de bunun da olumsuz yönleri var. gereksiz muhakeme ve sürekli fikir yürütme(her alanda) teraziyi bazen "çekilmez" yapabilmektedir. yani demek istediğim, şu dünyada hiçbir şey doğru değilken, insanlar arası ilişkilerde yerleşmiş birçok yanlış norm ve davranışın üzerinde saatlerce, günlerce, aylarca, hatta yıllarca düşünüp bunları değiştirmeye, doğru olanı yapmaya çalışmak; kısacası adil olmaya çalışmak ne dereceye kadar doğru? bence teraziler bu konuda çok hassastır; daha da önemlisi zaaflıdır. ömür biter dert bitmez. bazen insanların bambaşka şeylere ihtiyacı varken idealistliği bir kenara bırakıp da o insanların mutluluğu için çalışmak gerekir. terazi insanı sonraki çağlarda bu yersiz muhakeme özelliğinden feragat ederse bence daha mutlu olacaktır. umarız yeni yüzyıllar daha mutlu teraziler yaratır.
zeyil: uzun zaman sonra kendi entry’mi okuyunca bir eksikliğin farkına vardım. şimdi arkadaşlar der ki " ülen madem dengesizsin adalet senin neyine, hödük!" demem şu ki bunu anlamak biraz güçtür; terazi olarak doğmak şarttır.
tabi bu "adalet" kavramı kulağa hoş gelse de bunun da olumsuz yönleri var. gereksiz muhakeme ve sürekli fikir yürütme(her alanda) teraziyi bazen "çekilmez" yapabilmektedir. yani demek istediğim, şu dünyada hiçbir şey doğru değilken, insanlar arası ilişkilerde yerleşmiş birçok yanlış norm ve davranışın üzerinde saatlerce, günlerce, aylarca, hatta yıllarca düşünüp bunları değiştirmeye, doğru olanı yapmaya çalışmak; kısacası adil olmaya çalışmak ne dereceye kadar doğru? bence teraziler bu konuda çok hassastır; daha da önemlisi zaaflıdır. ömür biter dert bitmez. bazen insanların bambaşka şeylere ihtiyacı varken idealistliği bir kenara bırakıp da o insanların mutluluğu için çalışmak gerekir. terazi insanı sonraki çağlarda bu yersiz muhakeme özelliğinden feragat ederse bence daha mutlu olacaktır. umarız yeni yüzyıllar daha mutlu teraziler yaratır.
zeyil: uzun zaman sonra kendi entry’mi okuyunca bir eksikliğin farkına vardım. şimdi arkadaşlar der ki " ülen madem dengesizsin adalet senin neyine, hödük!" demem şu ki bunu anlamak biraz güçtür; terazi olarak doğmak şarttır.
azizim şimdi çok ince bir olaydır bu burç meselesi. yav herkes yazıp çizer bi şeyler; lakin işin aslı o kadar basit değildir. herkesin bi tanışma dönemi vardır burçlarla. kimi ilgilenmeye devam eder, kimi de hayatın gerçekliği karşısında saçma bulur bu olayı ve iter bi kenara "burç ne yav!" diye. yıldız etkileşimlerinin bir sonucu olarak her insan evladına farklı farklı özellikler bahşetmiş bu burçlar; amma şimdi her aynı burç insanı aynı olacakmış gibi lanse edilir bu popüler kültürde. yav hiç olur mu? böyle bir saçmalık olabilir mi? her burcun farklı farklı etkisi olur her insanda. bi kere zaten bu astroloji olayı psikolojiden, sosyolojiden azade bir konu olarak ele alınmaya çalışılıyor ona uyuz oluyorum. yav muhterem, insanın karakterinde tek burç mu etkili oluyor? bunun sosyal boyutu da var, psikolojik boyutu da var; kişinin yaşamı boyunca karşılaştığı olayların etkisi var. var da var... o zaman ne diyeceksin. burç murç öyle hemen kitaptan okuyup da öğrenilmez. en azından kendi burcunun sana ne kadar etki ettiğini öğrenmek istiyorsan bakacaksın şöyle bi geçmişine, çevrene, ailene, yaşadığın olaylara, tepkilerine vs. yükselen burç diye bi şey var bi de. sonra döneceksin astrolojiye, ortak bir payda bulacaksın.
elbette doğrudur burçlar. yani şimdi o kadar insan yıllardır araştırıyo bu işi, taaaa osmanlı’dan beri (benim bildiğim) sen çıkıyosun "burç ne lan" diyosun. olmaz yiğenim, emeğe saygı! bu kadar yıldır uğraşanı varsa bu astrolojinin, vardır bi hikmeti deyip, ilgilenmiyosan bile saygı duyacaksın. olay budur kanaatimce...
elbette doğrudur burçlar. yani şimdi o kadar insan yıllardır araştırıyo bu işi, taaaa osmanlı’dan beri (benim bildiğim) sen çıkıyosun "burç ne lan" diyosun. olmaz yiğenim, emeğe saygı! bu kadar yıldır uğraşanı varsa bu astrolojinin, vardır bi hikmeti deyip, ilgilenmiyosan bile saygı duyacaksın. olay budur kanaatimce...
baba şimdi tarkan deyince durcaksın biraz. nedir yani homoseksüel filan. bizde adettir bu sanatçının yaptığı işten çok cinsel kimliğine, oturduğu eve, gittiği yerlere, takıldığı insanlara bakılır. nedir bu rezalet, yani sevmiyorsan değiştirirsin kanalı, olur biter. senin bastırılmış duygularını açığa vurup, göğsünü gere gere "ibine lan bu" dediğin adam olmamalı sanatçı, hele ki tarkan. bak şimdi geçmişe dön biraz: göreceksin ki 90larda çıkmış pop starlarımızdandır kendisi. onca yıl geçmiş aradan, hala gündemde mi, gündemde.ilk çıktığında yakıştırılmıştı homoseksüel sıfatı. belki de... bilemeyiz, görmedik; lakin adamda süper ses var. hangi insan evladı türk sanat müziği söylerken dinleyip de beğenmemiştir bu insanı. amerikada gezsin, tozsun, parasını oralarda harcasın beni alakadar etmez. gelip burda albüm yapıyo mu, yapıyo. albümü satıyo mu, satıyo. bissürü kişi "tarkan tarkan" nidalarıyla kendini yırtıyo mu, yırtıyo. tamam o zaman demek ki adam başarılı. takdir etmek şarttır kanaatimce.
yahu severim adamı. neden diyeceksiniz. şimdi azizim şöyle diyeyim:
van damme hazretleri her ne kadar çoğu filminde klasik bacak açma hareketini yaparak seyirciyi baymış, ilkin feci dayak yiyip sonra bir kişi yahut bir duygunun verdiği gazla karşısındaki adamı en süper estetik hareketlerle bi güzel haşat etmiş ve bu iş sittin sene her filminde böyle devam etmiş ise de nev-i şahsına münhasırın işbu sahnelerle klasikleşmesinden sonra şahsiyetinden başka tür filmler çevirmesi da beklenemez kanaatimce. eleştirmek kolay, hadi sen yap bakalım o kadar hareketi. ayrıca şöyle bir filmografisini incelesen, arada gayet polisiye, macera filmlerin olduğunu da göreceksin. timecop hayli şahane ve farklı bir filmdir zannımca. universal soldier 1’de film sonunda dolph lundgren’la dövüştüğü sahne de cidden etkileyicidir. ya maximum risk’e ne dersin? tamam ikiz olayı da baydı, ama filmin konusu, dövüş sahnelerinin artık o klasik van damme tarzından çıkıp gerçekliğe bürünmesi açısından kayda değerdir. double team’de ise büsbütün değiştirmeye çalıştığı dövüş tarzı ilgi çekicidir. arada bir street fighter gibi kıytırık filmlerinin olması da muhtemeldir(olsun ne var, sen de kylie minogue’yi seyret). hele son filmleri birbirinden berbattır. lakin güzel filmlerinin olduğu da yadsınamaz bir gerçektir. bırakın hala bloodsport, kickboxer filan, onlar geçti artık sayın muhterem. adam kendini kanıtlamaya çalışıyor o yıllarda, elbette işin bokunu çıkaracak birazcık.
velhasılıkelam sözüm şudur ki van damme gerçekten göze hitap eden bir dövüşçüdür. aldığı bale eğitimini çok güzel bir şekilde dövüş sporuna uygulamış ve birçok hayran kazanmıştır. sevdirmiştir kendisini kerata.
van damme hazretleri her ne kadar çoğu filminde klasik bacak açma hareketini yaparak seyirciyi baymış, ilkin feci dayak yiyip sonra bir kişi yahut bir duygunun verdiği gazla karşısındaki adamı en süper estetik hareketlerle bi güzel haşat etmiş ve bu iş sittin sene her filminde böyle devam etmiş ise de nev-i şahsına münhasırın işbu sahnelerle klasikleşmesinden sonra şahsiyetinden başka tür filmler çevirmesi da beklenemez kanaatimce. eleştirmek kolay, hadi sen yap bakalım o kadar hareketi. ayrıca şöyle bir filmografisini incelesen, arada gayet polisiye, macera filmlerin olduğunu da göreceksin. timecop hayli şahane ve farklı bir filmdir zannımca. universal soldier 1’de film sonunda dolph lundgren’la dövüştüğü sahne de cidden etkileyicidir. ya maximum risk’e ne dersin? tamam ikiz olayı da baydı, ama filmin konusu, dövüş sahnelerinin artık o klasik van damme tarzından çıkıp gerçekliğe bürünmesi açısından kayda değerdir. double team’de ise büsbütün değiştirmeye çalıştığı dövüş tarzı ilgi çekicidir. arada bir street fighter gibi kıytırık filmlerinin olması da muhtemeldir(olsun ne var, sen de kylie minogue’yi seyret). hele son filmleri birbirinden berbattır. lakin güzel filmlerinin olduğu da yadsınamaz bir gerçektir. bırakın hala bloodsport, kickboxer filan, onlar geçti artık sayın muhterem. adam kendini kanıtlamaya çalışıyor o yıllarda, elbette işin bokunu çıkaracak birazcık.
velhasılıkelam sözüm şudur ki van damme gerçekten göze hitap eden bir dövüşçüdür. aldığı bale eğitimini çok güzel bir şekilde dövüş sporuna uygulamış ve birçok hayran kazanmıştır. sevdirmiştir kendisini kerata.
defterleri ve tebrik kartı tarzındaki ürünleri hayli kaliteli olan firma.
fatih kısaparmakın "cemre düşünce" adlı albümünde seslendirdiği şarkı. çok güzel okumuştur zannımca...
iki adet farsça sözcüğün kaynaşmasından müteşekkil, dilimize malolmuş kelime. şeb(gece) + nem(bildiğin nem)="gece nemi, gece oluşan nem"dir ki en çok bitkiler nasibini alır bundan. işte sabaha karşı soğuyan havanın etkisiyle de o nem, bildiğimiz çiğ tanesine dönüşür.
öğrenci kapasitesini hayli zaman önce doldurmuş, insanların ders yapmaya sınıf bulamadığı, o yüzden ders saatleri arası oldukça fazla boşluk bulunan; tanımayan insanların dışardan bakınca imrendiği, lakin içinde okuyan öğrencilerin çoğunun nefret ettiği, kampüs alanı olarak da tabiri caizse göt kadar bir orta bahçe ve sevimsiz mi sevimsiz, iç karartıcı bir arka bahçeden müteşekkil, okula benzer devlet dairemsi fakülte.
zannımca bu okulun öğrencilerinin, bu kalıntı tarzındaki binaya katlanmalarındaki tek dayanağı, fakültenin geçmişten bugüne gelen bir popülaritesinin olması ve -bugüne kadar farkına varamasam da- hocalarının kalitesidir. fakülteyi atatürk’ün kurdurmuş olmasını da unutmamak gerekir tabi. bunların dışında hiçbir özelliği olmayan, sosyal imkanlar açısından son derece aciz, teknoloji yobazı, öğrenci işlerinin son derece hantal olduğu bir fakültedir kendisi. bunlar ilk başta sallanmaz pek, ne de olsa dtcf’dir burası. fakat zamanı geldiğinde bu sosyal yetersizlikler ve okulun hantal sistemi insanı çileden çıkarmaya başlar; dördüncü sınıfa doğru da iyice tiksinilir bu okuldan.
tüm bunların yanında en kötü tarafı da fakültenin yeri. sıhhıye’nin göbeğinde, adalet sarayının karşısında, bütünüyle debdebenin ortasında sıkışıp kalmış, diğer bilumum üniversitelerle kıyaslayınca adeta yıkıntıyı andıran bir yerdir. dersten çıkıp biraz kafanı dinlemek istersin, lakin nafile... gürültünün ortasına düşüverirsin birden. gürültüden kaçmak için şöyle bir kızılay’a doğru yürürsün. ama bakarsın burası da fostur.
velhasılıkelam: öss’ye girip, burayı kazandıktan sonra fevkalade çılgın, dolu dolu bir üniversite hayatı yaşamayı düşleyen genç arkadaşlara ikazım olsun. bu okul adamı bozar!!! hele egeliler hiç gelmesin.
tabi ki tüm bunlar öğrenci gözünden enstantanelerdir. ben ne kadar gırtlak patlatsam da bu fakültenin öyle görmezden gelinemeyecek derecede büyük bir ünü var. ama unutmamak gerekir ki her şey gibi öğrencilik de bir kere geçer ele. doğru düzgün yaşayamadıktan sonra ne anlamı var...
zannımca bu okulun öğrencilerinin, bu kalıntı tarzındaki binaya katlanmalarındaki tek dayanağı, fakültenin geçmişten bugüne gelen bir popülaritesinin olması ve -bugüne kadar farkına varamasam da- hocalarının kalitesidir. fakülteyi atatürk’ün kurdurmuş olmasını da unutmamak gerekir tabi. bunların dışında hiçbir özelliği olmayan, sosyal imkanlar açısından son derece aciz, teknoloji yobazı, öğrenci işlerinin son derece hantal olduğu bir fakültedir kendisi. bunlar ilk başta sallanmaz pek, ne de olsa dtcf’dir burası. fakat zamanı geldiğinde bu sosyal yetersizlikler ve okulun hantal sistemi insanı çileden çıkarmaya başlar; dördüncü sınıfa doğru da iyice tiksinilir bu okuldan.
tüm bunların yanında en kötü tarafı da fakültenin yeri. sıhhıye’nin göbeğinde, adalet sarayının karşısında, bütünüyle debdebenin ortasında sıkışıp kalmış, diğer bilumum üniversitelerle kıyaslayınca adeta yıkıntıyı andıran bir yerdir. dersten çıkıp biraz kafanı dinlemek istersin, lakin nafile... gürültünün ortasına düşüverirsin birden. gürültüden kaçmak için şöyle bir kızılay’a doğru yürürsün. ama bakarsın burası da fostur.
velhasılıkelam: öss’ye girip, burayı kazandıktan sonra fevkalade çılgın, dolu dolu bir üniversite hayatı yaşamayı düşleyen genç arkadaşlara ikazım olsun. bu okul adamı bozar!!! hele egeliler hiç gelmesin.
tabi ki tüm bunlar öğrenci gözünden enstantanelerdir. ben ne kadar gırtlak patlatsam da bu fakültenin öyle görmezden gelinemeyecek derecede büyük bir ünü var. ama unutmamak gerekir ki her şey gibi öğrencilik de bir kere geçer ele. doğru düzgün yaşayamadıktan sonra ne anlamı var...
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?