4 sürümünü iki defa kullandım. Yani toplamda 40 dolar verdim. Üyeliğim daha yeni bitti.
Kullanım alanınıza bağlı olarak ücretli sürümün farklarını görebilirsiniz. Mesela ben oyun yazarlığı üzerine denemelerde kullanıyorum. Hem ücretsiz sürüme hem de ücretli sürüme konu, karakter, olay ve sonuç veriyorum. Bu özelliklerden bana doğaçlama bir oyun yaratmasını istiyorum.
Ücretsiz sürüm, genellikle doğallıktan ve yaratıcılıktan uzak cevaplar veriyor. Ücretli sürümde hem uzun hem de oldukça tutarlı hikaye altyapıları veriyor. Genel olarak ücretli sürümün bilgi hazinesi de bence çok daha fazla. Bazı sınavlarımda inanılmaz katkısı oldu.
Doların şu anki halinde alınır mı orası size kalmış ama bence değiyor.
Bu ülkenin, sağlam bir ana muhalefete ihtiyacı var. Altından kalkabileceğini düşündüğüm tek siyasi yapı da burasıdır. Umarım bu güvenimi boşa çıkartmazlar.
2020 yılında ürünün 8.200 lira olmasını eleştirmişim. Fakat birkaç gün önce iki kol, yanında bir de şarj istasyonu olan sürümü 13.000 liraya aldığım için sevindim.
Sadece 3 yılda dalgalanan fiyata gülsem mi ağlasam mı verdiğim paraya mı yansam, hiçbir fikrim yok.
Yine de 3 yılın ardından, nihayetinde bir ps5 almış bulunmaktayım. Uzunca bir deneme sürecim olacak. Baya deneyeceğim şey var. Ara tatilde bir tane tiyatro oyununun reji defterini hazırlamam da gerekiyor ama ps5 açlığım onu yenecek galiba.
Sadece 3 yılda dalgalanan fiyata gülsem mi ağlasam mı verdiğim paraya mı yansam, hiçbir fikrim yok.
Yine de 3 yılın ardından, nihayetinde bir ps5 almış bulunmaktayım. Uzunca bir deneme sürecim olacak. Baya deneyeceğim şey var. Ara tatilde bir tane tiyatro oyununun reji defterini hazırlamam da gerekiyor ama ps5 açlığım onu yenecek galiba.
Samuel beckett tarafından yazılmış, absürd dönemin en çarpıcı tiyatro oyunlarından birisi.
İkinci dünya savaşı sonrasında yaşanan küresel yıkımlarla birlikte insanların bu dünyaya dair umutları ölmüştür. Daha önce hümanistlerin sözünü ettiği gibi herkesin herkesi seveceği bir dünyanın gerçek olmayacağı, en acı ve trajik şekilde insanlar tarafından tecrübe edilmiştir. Milyonlarca insan ölmüş belki bir o kadarı da kayıp. Şimdi böyle bir dünyada, tiyatro ne anlatabilir ki ?
İnsanın kendisi bu dünyaya ters. Bizim neredeyse yaptığımız her şey irrasyonel ve mantıksız. Yani insanın bu dünyadaki yeri hatalı. Beckett, daha önce descartes'ın varoluş düşüncelerinden etkilenip, insanın varolmadaki mantıksızlığını anlatmak istemiştir.
Dünya savaşları olmuş, bitmiş. İnsanların tek bir umudu kalmamış. Yaşama dair, geleceğe dair hayali kurulan her şey öldü.
Yine tekrar edelim, böyle bir dünyada tiyatro ne anlatacak ? Şüphesiz ki insanın bu dünyadaki uyumsuzluğunu, bir formül ve matemati içerisinde uyummuş gibi anlatacak. Absürd tiyatro, uyumsuzluğun tiyatrosudur. İnsanın bu dünyadaki uyumsuzluğunu anlatır. Biz her ne kadar uyumsuz olsak da insan olarak kendimizi bir yerlere ait hissederiz. Gerçeği görmek istemeyiz. Happy days oyunu da, bu gerçekleri görmezden gelmenin getirdiği çarpıcı sonuçları bize anlatıyor...
Oyunda Willie ve Winnie adında karı koca oyun kişilerimiz var. Winnie, ilk perdede beline kadar toprağa batmış şekilde görülüyor. Willie ise ona tamamen sırtını dönmüş ve sessiz... Aynı zamanda cehennem gibi bir sıcak var, yer neredeyse kavruluyor.
Winnnie beline kadar toprağa gömülü olduğu halde, bir sabah uyanıyor, dişlerini fırçalıyor, makyajını tazeliyor, aynasını kontrol ediyor... bir yandan da hiçbir anlam ifade etmeyen monologlar kullanıyor. İçinde olduğu durumu sürekli olarak öteleyip, beline kadar boka batmış olması gerçeğini konuşarak ve günlük rutinlerini tekrar ederek görmezden geliyor. Bazen sessiz ve hareketsiz duran kocasına, yani willie'ye sesleniyor. Kocası söylediklerine hiçbir cevap vermese de sadece onun orada olduğunu bilmek, içinde bulunduğu durumu görmezden gelmesi için yetiyor...
Günler geçiyor, aynı rutin devam ediyor. Winnie gittikçe daha fazla toprağa batıyor. Ancak bir türlü bu gerçeği kendisine söyleyemiyor. Tekrar sabah oluyor, tekrar aynasını kullanıyor, makyajını tazeliyor ve tekrar "happy days" diyerek ölü tanrıya duasını yaparak gününe başlıyor.
Winnie her güne başlayışında el çantasından aynasını, diş fırçasını arama eylemini yapıyor. Buradaki detay ise çantasındaki kozmetik eşyaların yanında bir de tabanca bulunması. Oyunun sonuna kadar bu tabanca her güne başlayışında eline geldiği halde, toprağın içine gömülmüş olduğu gerçeğini reddeettiği gibi o tabancayı kullanma cesaretini de bulamıyor.
İlk perde bu şekilde devam ediyor ve oyunun ikinci perdesinde winnie artık boğazına kadar toprağa gömülmüş durumdadır. Buna rağmen elinden geldiği kadar hayatının boktanlığını ve umutsuzluğunu görmezden gelmeye devam eder. Yine "happy days" der, yine ölü tanrıya duasını eder. Oyun, willie'nin eşine ulaşmak için hareketlenmesiyle son buluyor.
Oyunun konusu genel olarak böyle. Gel gelelim bu oyun aslında ne anlatıyor ?
Toprağa gömülü olmak elbetteki insanın tekrardan toprağa dönecek olmasını ima ediyor. İnsanın kaçınılmaz yazgısı olan bu toprağa gömülü olmak metaforu, aynı zamanda insanın bir umutsuzluk dünyasında olduğunu da gösteriyor. Oyun boyunca winnie nerdeyse hiç susmuyor. Fakat kocasının söylediklerine karşı tek bir cevabı yok. Buna rağmen winnie, onunla konuşmaktan asla vazgeçmiyor. Bunun sebebi, insanın kaçınılmaz sonuna olan korkusu. Winnie konuşuyor, en sonunda sadece senin orada olduğunu bilmem yeterli. Konuşmasan da olur diyor.
Bu çok önemli. İnsansız kalma korkusu...
Amaçsız ve umutları yıkılmış bir dünya. Ona rağmen dişlerini fırçalayarak, ayna karşısında makyaj yaparak bir şekilde kendine bir düzende yer arayan insan... oyunun özeti bu.
İkinci dünya savaşı sonrasında yaşanan küresel yıkımlarla birlikte insanların bu dünyaya dair umutları ölmüştür. Daha önce hümanistlerin sözünü ettiği gibi herkesin herkesi seveceği bir dünyanın gerçek olmayacağı, en acı ve trajik şekilde insanlar tarafından tecrübe edilmiştir. Milyonlarca insan ölmüş belki bir o kadarı da kayıp. Şimdi böyle bir dünyada, tiyatro ne anlatabilir ki ?
İnsanın kendisi bu dünyaya ters. Bizim neredeyse yaptığımız her şey irrasyonel ve mantıksız. Yani insanın bu dünyadaki yeri hatalı. Beckett, daha önce descartes'ın varoluş düşüncelerinden etkilenip, insanın varolmadaki mantıksızlığını anlatmak istemiştir.
Dünya savaşları olmuş, bitmiş. İnsanların tek bir umudu kalmamış. Yaşama dair, geleceğe dair hayali kurulan her şey öldü.
Yine tekrar edelim, böyle bir dünyada tiyatro ne anlatacak ? Şüphesiz ki insanın bu dünyadaki uyumsuzluğunu, bir formül ve matemati içerisinde uyummuş gibi anlatacak. Absürd tiyatro, uyumsuzluğun tiyatrosudur. İnsanın bu dünyadaki uyumsuzluğunu anlatır. Biz her ne kadar uyumsuz olsak da insan olarak kendimizi bir yerlere ait hissederiz. Gerçeği görmek istemeyiz. Happy days oyunu da, bu gerçekleri görmezden gelmenin getirdiği çarpıcı sonuçları bize anlatıyor...
Oyunda Willie ve Winnie adında karı koca oyun kişilerimiz var. Winnie, ilk perdede beline kadar toprağa batmış şekilde görülüyor. Willie ise ona tamamen sırtını dönmüş ve sessiz... Aynı zamanda cehennem gibi bir sıcak var, yer neredeyse kavruluyor.
Winnnie beline kadar toprağa gömülü olduğu halde, bir sabah uyanıyor, dişlerini fırçalıyor, makyajını tazeliyor, aynasını kontrol ediyor... bir yandan da hiçbir anlam ifade etmeyen monologlar kullanıyor. İçinde olduğu durumu sürekli olarak öteleyip, beline kadar boka batmış olması gerçeğini konuşarak ve günlük rutinlerini tekrar ederek görmezden geliyor. Bazen sessiz ve hareketsiz duran kocasına, yani willie'ye sesleniyor. Kocası söylediklerine hiçbir cevap vermese de sadece onun orada olduğunu bilmek, içinde bulunduğu durumu görmezden gelmesi için yetiyor...
Günler geçiyor, aynı rutin devam ediyor. Winnie gittikçe daha fazla toprağa batıyor. Ancak bir türlü bu gerçeği kendisine söyleyemiyor. Tekrar sabah oluyor, tekrar aynasını kullanıyor, makyajını tazeliyor ve tekrar "happy days" diyerek ölü tanrıya duasını yaparak gününe başlıyor.
Winnie her güne başlayışında el çantasından aynasını, diş fırçasını arama eylemini yapıyor. Buradaki detay ise çantasındaki kozmetik eşyaların yanında bir de tabanca bulunması. Oyunun sonuna kadar bu tabanca her güne başlayışında eline geldiği halde, toprağın içine gömülmüş olduğu gerçeğini reddeettiği gibi o tabancayı kullanma cesaretini de bulamıyor.
İlk perde bu şekilde devam ediyor ve oyunun ikinci perdesinde winnie artık boğazına kadar toprağa gömülmüş durumdadır. Buna rağmen elinden geldiği kadar hayatının boktanlığını ve umutsuzluğunu görmezden gelmeye devam eder. Yine "happy days" der, yine ölü tanrıya duasını eder. Oyun, willie'nin eşine ulaşmak için hareketlenmesiyle son buluyor.
Oyunun konusu genel olarak böyle. Gel gelelim bu oyun aslında ne anlatıyor ?
Toprağa gömülü olmak elbetteki insanın tekrardan toprağa dönecek olmasını ima ediyor. İnsanın kaçınılmaz yazgısı olan bu toprağa gömülü olmak metaforu, aynı zamanda insanın bir umutsuzluk dünyasında olduğunu da gösteriyor. Oyun boyunca winnie nerdeyse hiç susmuyor. Fakat kocasının söylediklerine karşı tek bir cevabı yok. Buna rağmen winnie, onunla konuşmaktan asla vazgeçmiyor. Bunun sebebi, insanın kaçınılmaz sonuna olan korkusu. Winnie konuşuyor, en sonunda sadece senin orada olduğunu bilmem yeterli. Konuşmasan da olur diyor.
Bu çok önemli. İnsansız kalma korkusu...
Amaçsız ve umutları yıkılmış bir dünya. Ona rağmen dişlerini fırçalayarak, ayna karşısında makyaj yaparak bir şekilde kendine bir düzende yer arayan insan... oyunun özeti bu.
Üçüncü bölümü epeyce olay olmuş. Klasikleşen bir puan verme bombardımanını bile yapmışlar. Ne kadar etkilenmemek istesem de tabiki etraftan gördüğünüz, duyduğunuz bilgiler insanı soğutabiliyor veya merak da ettirebiliyıor. Ben beklentiye girmedim ama bu bölümde iki erkek arkadaşımızın (oyunda böyle sahneler olmadığı halde) birbirilerini okşayıp birazcık daha ileri gitmesi, ister istemez beni biraz soğuttu. İllaki izleyecektim ama biraz mesafe oluştu. Oyunda zaten Bill ve Frank karakterlerinin sevgili olduğunu biliyorduk fakat oyunda Frank sadece isim olarak vardı. Dizide ise tahmin edeceğiniz üzere Frank karakteri karşımızda ve Bill ile ilişkisini görüyoruz...
Şimdi ben şunu baştan belirteyim, ben gay ilişkilere falan karşı değilim. Normal şeyler bunlar. İnsanlar kabul etse de etmese de insanlık olarak tarihin her döneminde cinsel seçilimleri farklı olan insanlar oldu, olmaya da devam edecek. Ancak benim karşı olduğum tek şey, dizilerde veya filmlerde sırf koymuş olmak için koyulan sex sahneleri. Öylesine nefret ediyorum ki anlatamam. En bariz örneleri Game of Thrones ve Spartacüs sanırım. Netflix yapımlarını zaten söylemiyorum bile...
Sex sahnesi koymak istiyorsan, buna bir alt metin koyarsın, içinde bir estetik olur. Senaryoya hizmet eden, akışın içinde gerçekten olması gereken bir materyal olmalı. Kısacası bu tarz sahnelerin çok detaylı ve ince işlenmesi lazım. Yoksa benden direkt red alıyorlar...
Sonunda gelelim bölümün kendisine.
Dizi, büyük oranda oyunla paralel gidiyor ama ufak tefek dokunuşlar oluyor. Bu bölümde dokunuşların derecesi artmasına rağmen, muazzam iş çıkartmışlar. Yani oyundan uzaklaşırsa, kötüye gider mi diye düşünüyordum ama Bill ve Frank ilişkisini en başından beri, bu kadar kısa sürede izleyiciye verip, böylesine tüm taşları yerine oturtmak cidden önemli bir başarıdır. İkilinin tanışma anından, bölümün sonuna kadar aralarında geçen diyaloglar ve insan ilişkileri mükemmel derece gerçekçi ve oluşturdukları evrene uyumluydu. Bakın burada aşk ilişkisi demedim, insan ilişkisi dedim. Bölümü sırf lgbtq tayfasına yaranmak için normalden daha fazla erotil yapmamışlar. Medeniyetin tamamen ortada kalktığı, nerdeyse beş senedir tek bir tane insan görmeyen birinin, yeni bir insan görmesi ve buna güvenmesi... Bu durum, insan psikolojisi için aşırı derece sarsıcı ve alışması zor.
Hepimiz bir pandemi süreci yaşadık ve insansız kaldık. Herkes yalnızlığın insana ne kadar korkutucu geldiğini az çok biliyor. Bill gibi dünya yansa sikinde olmayacak adam bile bu duruma beş sene sabredebiliyor.
Biz sosyal varlıklarız ve iletişime ihtiyaç duyuyoruz. Bu bölümdeki Bill ve Frank ilişkisi, yok olmuş bir dünyada insanın yine insana muhtaç olduğunu harika şekilde anlatıyor.
Diziyi izlemeyen çok şey kaybeder. Ben oyunun her şeyini bilmeme rağmen, dizi yine hayranlıkla takip ediyorum. Bu bölüm bence ikinci bölümden iyi değil ama ilk bölümden daha iyi.
İkinci bölümün iyi olmasının sebebi, gerilimi ve tak tak tak akan işleyişi. Kimine göre üçüncü bölüm daha iyi de olabilir. İtiraz etmem.
1.bölüm: 9/10
2.bölüm: 10/10
3.bölüm: 9.5/10
Şimdi ben şunu baştan belirteyim, ben gay ilişkilere falan karşı değilim. Normal şeyler bunlar. İnsanlar kabul etse de etmese de insanlık olarak tarihin her döneminde cinsel seçilimleri farklı olan insanlar oldu, olmaya da devam edecek. Ancak benim karşı olduğum tek şey, dizilerde veya filmlerde sırf koymuş olmak için koyulan sex sahneleri. Öylesine nefret ediyorum ki anlatamam. En bariz örneleri Game of Thrones ve Spartacüs sanırım. Netflix yapımlarını zaten söylemiyorum bile...
Sex sahnesi koymak istiyorsan, buna bir alt metin koyarsın, içinde bir estetik olur. Senaryoya hizmet eden, akışın içinde gerçekten olması gereken bir materyal olmalı. Kısacası bu tarz sahnelerin çok detaylı ve ince işlenmesi lazım. Yoksa benden direkt red alıyorlar...
Sonunda gelelim bölümün kendisine.
Dizi, büyük oranda oyunla paralel gidiyor ama ufak tefek dokunuşlar oluyor. Bu bölümde dokunuşların derecesi artmasına rağmen, muazzam iş çıkartmışlar. Yani oyundan uzaklaşırsa, kötüye gider mi diye düşünüyordum ama Bill ve Frank ilişkisini en başından beri, bu kadar kısa sürede izleyiciye verip, böylesine tüm taşları yerine oturtmak cidden önemli bir başarıdır. İkilinin tanışma anından, bölümün sonuna kadar aralarında geçen diyaloglar ve insan ilişkileri mükemmel derece gerçekçi ve oluşturdukları evrene uyumluydu. Bakın burada aşk ilişkisi demedim, insan ilişkisi dedim. Bölümü sırf lgbtq tayfasına yaranmak için normalden daha fazla erotil yapmamışlar. Medeniyetin tamamen ortada kalktığı, nerdeyse beş senedir tek bir tane insan görmeyen birinin, yeni bir insan görmesi ve buna güvenmesi... Bu durum, insan psikolojisi için aşırı derece sarsıcı ve alışması zor.
Hepimiz bir pandemi süreci yaşadık ve insansız kaldık. Herkes yalnızlığın insana ne kadar korkutucu geldiğini az çok biliyor. Bill gibi dünya yansa sikinde olmayacak adam bile bu duruma beş sene sabredebiliyor.
Biz sosyal varlıklarız ve iletişime ihtiyaç duyuyoruz. Bu bölümdeki Bill ve Frank ilişkisi, yok olmuş bir dünyada insanın yine insana muhtaç olduğunu harika şekilde anlatıyor.
Diziyi izlemeyen çok şey kaybeder. Ben oyunun her şeyini bilmeme rağmen, dizi yine hayranlıkla takip ediyorum. Bu bölüm bence ikinci bölümden iyi değil ama ilk bölümden daha iyi.
İkinci bölümün iyi olmasının sebebi, gerilimi ve tak tak tak akan işleyişi. Kimine göre üçüncü bölüm daha iyi de olabilir. İtiraz etmem.
1.bölüm: 9/10
2.bölüm: 10/10
3.bölüm: 9.5/10
ilk bölümü izledim. aldığı puanları hak ediyor denilebilir. oyundan farklı, bazı minimal değişiklikler de güzel katkı sağlamış. özünden sapmadan ancak bu kadar sadık şekilde yapılabilirdi. valla helal olsun adamlara. başlarda çok ön yargılı kalmıştım fakat üstesinden gelmişler.
benim için ayrıca özel olan bir taraf da oldu. dizide, oyunun multiplayer kısmına da ufak bir gönderme var. çok hoşuma gitti.
blu tv üzerinden izledim ama buradan izlenmesini tavsiye etmiyorum. malum sitelerden indirdiğim haliyle, blu tv sürümünü kıyaslayınca arada dağlar kadar fark var. blu tv resmen içinde geçmiş. hem ses kalitesinin hem de görüntünün.
benim için ayrıca özel olan bir taraf da oldu. dizide, oyunun multiplayer kısmına da ufak bir gönderme var. çok hoşuma gitti.
blu tv üzerinden izledim ama buradan izlenmesini tavsiye etmiyorum. malum sitelerden indirdiğim haliyle, blu tv sürümünü kıyaslayınca arada dağlar kadar fark var. blu tv resmen içinde geçmiş. hem ses kalitesinin hem de görüntünün.
Hbo max ülkemizde hâlâ olmadığı için dizinin yayın haklarını blu tv almıştır. İlk bölüm de sanırım amerika saatiyle eş zamanlı olarak yayınlanacak. Türkiye saatiyle bu sabah 06.30'da ilk bölüm blu tv üzerinden türkçe dublaj ve alt yazı seçeneğiyle yayınlanacak.
Bugün öğlene doğru da malum ortamlarda 1080p hali bulunabilir. Seçim sizindir.
Öte yandan the last of ua part 1 daha önce ps3 ve ps4 için çıkıp, geçen sene de grafiklerinin tamamen baştan tasarlandığı, yani remake yapıldığı bir sürümü de playstation 5 için çıkmıştı. Sony bununla da yetinmedi, oyunu 3 mart 2023 tarihinde pc için de çıkartıyor. Geç kalınmış bilgi ama yine de yazmış olalım...
Artık diziyi bekleme vakti....
Bugün öğlene doğru da malum ortamlarda 1080p hali bulunabilir. Seçim sizindir.
Öte yandan the last of ua part 1 daha önce ps3 ve ps4 için çıkıp, geçen sene de grafiklerinin tamamen baştan tasarlandığı, yani remake yapıldığı bir sürümü de playstation 5 için çıkmıştı. Sony bununla da yetinmedi, oyunu 3 mart 2023 tarihinde pc için de çıkartıyor. Geç kalınmış bilgi ama yine de yazmış olalım...
Artık diziyi bekleme vakti....
Bu ülkenin en büyük problemi başarısız hükümet değil, başarısız muhalefettir.
Artık bundan kesinlikle eminim.
Artık bundan kesinlikle eminim.
2017 yapımı gerilim filmi. İçinde jeremy renner ve elizabeth olsenbarındırıyor. Başrollleri paylaşıyorlar da diyebiliriz.
Film, amerika'nın en soğuk eyaletlerinden biri olan wyoming'de işlenen bir cinayeti araştırmaya gelen fbı ajanının başından geçenleri anlatıyor. Sonunda da filmin farklı mesajı var ama ona takılmıyorum.
Genel olarak filmin kendisinden memnun kaldım ama ucu ucuna oldu. Yani sonlara doğru toparlamasa, ağır akan temposu yüzünden hayal kırıklığı yaşatacaktı fakat tatmin edici şekilde bitiyor. Zaten filmin "tak tak tak" diye giden bir tempoha sahip olacağını düşünmüyordum. Beklediğim gibi de oldu fakat biraz daha olaylar hızlı gelişebilirdi. Fazla oyalanmalar oluyor.
Bu tabiki filmin kendi seçtiği bir anlatım dili. Soğuk manzaralar ve atmosfer, soğuk karakterlerle birleşince yavaşça ilerleyen senaryo olması gayet doğal. Ama herkes de beğenmeyebilir. Orası da bir gerçek. Ben memnun kaldım diyorum ama tam kendimden emin şekilde de diyemiyorum.
Filmin son çeyreği dışında hoşuma giden ekstra yönü, gerçeğe biraz da olsa yaklaşmışlar. Wyoming gibi kar ve soğuktan başka bir şeyi olmayan yerlerde işlenen suçların sonuçları, takibi ve orada yaşayan insanlar için yaşanan psikolojik travması güzel işlenmiş.
Netflix'te izledim ve film 31 ocak 2023 tarihinde netflix'ten ayrılıyor. Kesin izlenmesi gereken bir film değil ama oyuncu kadrosu, gerilim/gizem türünde bir şeyler arıyorsanız bakılabilir.
Film, amerika'nın en soğuk eyaletlerinden biri olan wyoming'de işlenen bir cinayeti araştırmaya gelen fbı ajanının başından geçenleri anlatıyor. Sonunda da filmin farklı mesajı var ama ona takılmıyorum.
Genel olarak filmin kendisinden memnun kaldım ama ucu ucuna oldu. Yani sonlara doğru toparlamasa, ağır akan temposu yüzünden hayal kırıklığı yaşatacaktı fakat tatmin edici şekilde bitiyor. Zaten filmin "tak tak tak" diye giden bir tempoha sahip olacağını düşünmüyordum. Beklediğim gibi de oldu fakat biraz daha olaylar hızlı gelişebilirdi. Fazla oyalanmalar oluyor.
Bu tabiki filmin kendi seçtiği bir anlatım dili. Soğuk manzaralar ve atmosfer, soğuk karakterlerle birleşince yavaşça ilerleyen senaryo olması gayet doğal. Ama herkes de beğenmeyebilir. Orası da bir gerçek. Ben memnun kaldım diyorum ama tam kendimden emin şekilde de diyemiyorum.
Filmin son çeyreği dışında hoşuma giden ekstra yönü, gerçeğe biraz da olsa yaklaşmışlar. Wyoming gibi kar ve soğuktan başka bir şeyi olmayan yerlerde işlenen suçların sonuçları, takibi ve orada yaşayan insanlar için yaşanan psikolojik travması güzel işlenmiş.
Netflix'te izledim ve film 31 ocak 2023 tarihinde netflix'ten ayrılıyor. Kesin izlenmesi gereken bir film değil ama oyuncu kadrosu, gerilim/gizem türünde bir şeyler arıyorsanız bakılabilir.
Dizisi için yeni bir başlık gerekir mi diye düşünüyordum, tam o sırada dizinin ambargosu kalktı ve ilk incelemeler geldi. şimdiye kadarki en iyi videoyunu uyarlaması deniliyor. Rotten tomatoes sitesinde %97'lik bir inceleme ortalaması oluşmuş.
İncelemeler gerçekten inanılmaz. Oyunun her noktasını ezbere bilen, defalarca bitirmiş biri olarak, dizinin cast kadrosundan dolayı beklentim dibe vurmuştu ama bu puanları gördükten sonra gerçekten de en iyi oyun uyarlamasını yaptılar gibi duruyor. Şunun şurasında 15 ocak tarihine hiçbir şey kalmadı. Sabredelim bakalım.
İncelemeler gerçekten inanılmaz. Oyunun her noktasını ezbere bilen, defalarca bitirmiş biri olarak, dizinin cast kadrosundan dolayı beklentim dibe vurmuştu ama bu puanları gördükten sonra gerçekten de en iyi oyun uyarlamasını yaptılar gibi duruyor. Şunun şurasında 15 ocak tarihine hiçbir şey kalmadı. Sabredelim bakalım.
2022 yapımı netflix filmi. Fakat netflix dediğim için kaçmayın, bu defa kötü olmamış. Sanırım netflix sadece dağıtımını üstlendiği için filmin kalitesi düşmemiş.
Film, daha önce de yazıldığı üzere kitaba dayanıyor. Alman askerlerin 1.dünya savaşında nasıl boş vaatlerle ve bir hiç uğruna ölmesine tanıklık ediyoruz. Savaşta 10 milyon küsür kişi hayatını kaybetti, sırf yüz metrelik bir sınırı savunabilmek için. Sonucunda ise hiçbir şey değişmedi. Ölenler öldüğüyle kaldı. Yani batı cephesinde gerçekten de yeni bir şey yok.
Şimdi filmim kendisi bölümlere ayrıldığında harika bir kaliteye sahip. Ancak bunları toplayıp bir araya getirdiğinizde, film sanki toplu tek bir parçaymış gibi duramıyor. Sanki kesit kesit kaliteli sahneleri birleştirip, bu filmi çıkartmışlar. Sahnelerin birbiriyle bağlantısı biraz hızlı mı oluyor desem, yoksa geçişleri tam olarak mantıklı, anlaşılır şekilde bağlayamamışlar mı desem bilmiyorum. Ortada bir sorun var, orası kesin. Film bittikten sonra da ulan bunda bir şey eksik ama ne eksik diyenler illaki olacaktır.
Bu sahne geçişlerinin oluşturduğu problemi daba iyi anlatabilmek için mesela 1917 filmini örnek verelim.
Film, açılış sahnesinden bitişine kadar sahne tek çekim gibi ilerliyor. Temponun düştüğü sahne sayısı bile o kadar az ki en düşük yerinde bile filmin bir bütün olduğunu unutmuyorsunuz. İzleyenler bilecektir, 1917 bu konuda çok ama çok başarılı. Baştan sona tek nefes akan bir film. Hem de süresi 2 saat olmasına rağmen. Sahne geçişleri mükemmel, sıradaki olaylar çok iyi ince işlenmiş ve doğru bağlanmış.
Türkçe çevirisiyle " batı cephesinde yeni bir şey yok " filmimizdeki eksiklik de budur. Film parça parça çok iyi, hatta bazı sahnelerinin 1917 filminden bile iyi olduğu söylenebilir ama genele bakınca aynı şeyi söylemek zor...
Benim görüşüm böyle ama film elbette kötü değil. Yine en kötü 8/10 veririm.
Film, daha önce de yazıldığı üzere kitaba dayanıyor. Alman askerlerin 1.dünya savaşında nasıl boş vaatlerle ve bir hiç uğruna ölmesine tanıklık ediyoruz. Savaşta 10 milyon küsür kişi hayatını kaybetti, sırf yüz metrelik bir sınırı savunabilmek için. Sonucunda ise hiçbir şey değişmedi. Ölenler öldüğüyle kaldı. Yani batı cephesinde gerçekten de yeni bir şey yok.
Şimdi filmim kendisi bölümlere ayrıldığında harika bir kaliteye sahip. Ancak bunları toplayıp bir araya getirdiğinizde, film sanki toplu tek bir parçaymış gibi duramıyor. Sanki kesit kesit kaliteli sahneleri birleştirip, bu filmi çıkartmışlar. Sahnelerin birbiriyle bağlantısı biraz hızlı mı oluyor desem, yoksa geçişleri tam olarak mantıklı, anlaşılır şekilde bağlayamamışlar mı desem bilmiyorum. Ortada bir sorun var, orası kesin. Film bittikten sonra da ulan bunda bir şey eksik ama ne eksik diyenler illaki olacaktır.
Bu sahne geçişlerinin oluşturduğu problemi daba iyi anlatabilmek için mesela 1917 filmini örnek verelim.
Film, açılış sahnesinden bitişine kadar sahne tek çekim gibi ilerliyor. Temponun düştüğü sahne sayısı bile o kadar az ki en düşük yerinde bile filmin bir bütün olduğunu unutmuyorsunuz. İzleyenler bilecektir, 1917 bu konuda çok ama çok başarılı. Baştan sona tek nefes akan bir film. Hem de süresi 2 saat olmasına rağmen. Sahne geçişleri mükemmel, sıradaki olaylar çok iyi ince işlenmiş ve doğru bağlanmış.
Türkçe çevirisiyle " batı cephesinde yeni bir şey yok " filmimizdeki eksiklik de budur. Film parça parça çok iyi, hatta bazı sahnelerinin 1917 filminden bile iyi olduğu söylenebilir ama genele bakınca aynı şeyi söylemek zor...
Benim görüşüm böyle ama film elbette kötü değil. Yine en kötü 8/10 veririm.
Merkez üssü gölyaka ilçesi. Şiddeti 5.9 ama hissedilen çok daha fazlaydı.
Düzce'de merkeze bağlı bir köyde yaşıyorum. Gece 4 gibi gözlerimi açtığımda önümden ufak dolapların yürüdüğünü hatırlıyorum. Yatak da hareket halideydi ama şu an depremden aklımda kalan tek şey o masa ve dolapların hareket etmesi. Aynı zamanda çıkan *zangır zangır* bir ses. Uykulu halimle ne yapacağımı şaşırdım. Hemen pencereye yöneldim. Bizim evin ikinci katına dışarıdan merdiven çıkıyor, o merdiven de benim penceremin altında olduğundan hasarsız indim. Ardından tekrar içeri girip ablamı aradım. Çığlık atıyordu ama karanlıkta nerede olduğunu bulmakta zorlandım. Ben onu bulana kadar zaten deprem bitti.
Anlık can haliyle mi desem uyku sersemliği mi desem, pencereden inme fikri nasıl aklıma geldi hala anlayamıyorum. Hiçbir şey de hatırlamıyorum. Ben ayağa kalktığımda sağa sola çarpmadım. Çünkü odam ufak ve çoğunlukla yatakta kaldım sonlara doğrı çıktım.
Öyle bir deprem geldi geçti. Bunun biraz daha fazlası eminim etrafı cehenneme çevirirdi. Annemler 99 depremiyle bunu kıyasladığında, bu depremi daha ürkitücü buluyor. Sebebi yatay biçimde bir sallantı olması galiba. Çok sağa sola gittik. Tabaklar falan her şey kırıldı gitti.
Neyse ki kimsede bir şey yok. ŞUNu da son son belirteyim, öyle bir deprem ki can kaybı yaşatacak kadar uzun sürmedi ama insanları tabiri caizse altına ettirdi. Hani bir tık daha fazla olsa yıkılmalar olurdu ama o seviyeye gelmeyip, ancak bu kadar şoka sokullabilirdi.
Düzce'de merkeze bağlı bir köyde yaşıyorum. Gece 4 gibi gözlerimi açtığımda önümden ufak dolapların yürüdüğünü hatırlıyorum. Yatak da hareket halideydi ama şu an depremden aklımda kalan tek şey o masa ve dolapların hareket etmesi. Aynı zamanda çıkan *zangır zangır* bir ses. Uykulu halimle ne yapacağımı şaşırdım. Hemen pencereye yöneldim. Bizim evin ikinci katına dışarıdan merdiven çıkıyor, o merdiven de benim penceremin altında olduğundan hasarsız indim. Ardından tekrar içeri girip ablamı aradım. Çığlık atıyordu ama karanlıkta nerede olduğunu bulmakta zorlandım. Ben onu bulana kadar zaten deprem bitti.
Anlık can haliyle mi desem uyku sersemliği mi desem, pencereden inme fikri nasıl aklıma geldi hala anlayamıyorum. Hiçbir şey de hatırlamıyorum. Ben ayağa kalktığımda sağa sola çarpmadım. Çünkü odam ufak ve çoğunlukla yatakta kaldım sonlara doğrı çıktım.
Öyle bir deprem geldi geçti. Bunun biraz daha fazlası eminim etrafı cehenneme çevirirdi. Annemler 99 depremiyle bunu kıyasladığında, bu depremi daha ürkitücü buluyor. Sebebi yatay biçimde bir sallantı olması galiba. Çok sağa sola gittik. Tabaklar falan her şey kırıldı gitti.
Neyse ki kimsede bir şey yok. ŞUNu da son son belirteyim, öyle bir deprem ki can kaybı yaşatacak kadar uzun sürmedi ama insanları tabiri caizse altına ettirdi. Hani bir tık daha fazla olsa yıkılmalar olurdu ama o seviyeye gelmeyip, ancak bu kadar şoka sokullabilirdi.
3.sezon 3.bölümünü beğendim. Bir kokariç ve sokak röportajı kadar olamasa da oldukça iddialı bir bölümdü. Bazı kısımlar zorlama gibiydi, onun dışında baya kahkaha attığım yerler oldu.
Ayrıca Şu an exxen 1 haftalık deneme üyeliği 1tl. Bu kampanyayı kullanarak izlemek en mantıklısı.
Ayrıca Şu an exxen 1 haftalık deneme üyeliği 1tl. Bu kampanyayı kullanarak izlemek en mantıklısı.
Beckett, godot kimdir sorusuna "bilsem yazardım" tarzında bir cevap vermekte.
Konu hakkında sonsuz yorumda bulunulabilir. Kimine göre tanrı, kimine göre azrail...
Bence godot, ölümün ta kendisidir. Her zaman aklımızın bir köşesinde ama en ufak boşluğumuzda aklımızdan çıkmayı başarır. Fakat her gün ölümün yakamızda olduğunu, bir gün geleceğini biliriz. Bunu bilerek yaşarız, istemeden veya isteyerek ölümü bekleriz. En fakirinden en zenginine kadar tüm insanlığın içinde bulunduğu ve beklemekten usanmadığı tek şey, ölümdür.
Oyunda godot'un sürekli olarak yarın geleceği konuşulur. Tabi o yarın hiç gelmez ama önemli olan, karakterlerin bir döngüsellik içinde günlerini bekleyerek geçirmesi. Bu bekleyiş devam ederken yaşananlar ise insanların günlük hayatından kesitler olmuştur.
Godot hiç gelmez fakat umutları da tükenmez. En sonunda bir gün geleceklerini bilirler. O da ölümdür ve bir gün beklenmedik anda gelecektir.
Konu hakkında sonsuz yorumda bulunulabilir. Kimine göre tanrı, kimine göre azrail...
Bence godot, ölümün ta kendisidir. Her zaman aklımızın bir köşesinde ama en ufak boşluğumuzda aklımızdan çıkmayı başarır. Fakat her gün ölümün yakamızda olduğunu, bir gün geleceğini biliriz. Bunu bilerek yaşarız, istemeden veya isteyerek ölümü bekleriz. En fakirinden en zenginine kadar tüm insanlığın içinde bulunduğu ve beklemekten usanmadığı tek şey, ölümdür.
Oyunda godot'un sürekli olarak yarın geleceği konuşulur. Tabi o yarın hiç gelmez ama önemli olan, karakterlerin bir döngüsellik içinde günlerini bekleyerek geçirmesi. Bu bekleyiş devam ederken yaşananlar ise insanların günlük hayatından kesitler olmuştur.
Godot hiç gelmez fakat umutları da tükenmez. En sonunda bir gün geleceklerini bilirler. O da ölümdür ve bir gün beklenmedik anda gelecektir.
vay be, sözlükte ilk açtığım başlık. işin komik tarafı ise bahsi geçen oyunun hala çıkmamış olması.
dile kolay 10 yıllık bir çalkantılı geliştirme sürecinden sonra oyun, 3 şubat 2023 tarihinde çıkıyor. inanması güç ama bu sefer gerçekten çıkıyor. en azından söylenen öyle.
ben ilk dead ısland ve dead ısland riptide oyunlarını bayıla bayıla suyunu çıkartana kadar oynamıştım. kuzenlerle falan co op olarak da baya oynamıştık. şimdi böyle baktığınız zaman, benim bu oyunu baya bekliyor olmam lazım ama değil, geçen onca sene beklentilerimi de düşürdü. zaten oyunun fragmanı da garip.
bir de yakın zamanda dying light 2 başladım. yüksek ihtimalle dl2'nin üzerine de çıkamayacaklar. yine de bekleyip göreceğiz.
dile kolay 10 yıllık bir çalkantılı geliştirme sürecinden sonra oyun, 3 şubat 2023 tarihinde çıkıyor. inanması güç ama bu sefer gerçekten çıkıyor. en azından söylenen öyle.
ben ilk dead ısland ve dead ısland riptide oyunlarını bayıla bayıla suyunu çıkartana kadar oynamıştım. kuzenlerle falan co op olarak da baya oynamıştık. şimdi böyle baktığınız zaman, benim bu oyunu baya bekliyor olmam lazım ama değil, geçen onca sene beklentilerimi de düşürdü. zaten oyunun fragmanı da garip.
bir de yakın zamanda dying light 2 başladım. yüksek ihtimalle dl2'nin üzerine de çıkamayacaklar. yine de bekleyip göreceğiz.
oyun çıkalı neredeyse 1 sene oldu ve ben en sonunda ps4 sürümünü edinebildim. ilk birkaç saat beni çok sarmadı, ilk oyunu ve bu tarz açık dünya zombi konseptindeki oyunları da aşırı seviyor olmama rağmen yine de alışamadım oyuna.
ancak biraz daha oynadıktan sonra fikirlerim değişmeye başladı. oyunun ana hikayesi ilerledikçe seçimlere göre şekillendiği için ilk olarak buradan yakaladı beni. ana hikaye de öyle çok kötü değil. akıcılığı ve merak uyandırıcı yanı var. ardından oyundaki farklı direniş gruplarıyla da tanışınca, o zaman oyuna tam ısındım. iki farklı grubun, iki farklı dünya görüşü var. ikisinin de otoritesi farklı. güzel olan ise oyun bunu gerçekçi şekilde yansıtmış. hani gerçekten zombi salgını olsa, oluşacak gruplar buna benzeyebilir. tabi virüsten 20-30 yıl sonrası olurdu.
neyse, oyuna ısındım sonuç olarak. sanırım 15 saat falan oynadım. daha birçok yapılacak iş var. ana hikaye de beklediğim gibi kısa değil, hatta ana hikayede daha başlarda bile olabilirim. son 3-4 saatimde baya yan görevlere ve şehirdeki soru işaretli bölgelerle takıldım. karakterimi güçlendirdim, loot yaptım falan...
beklediğimden güzel gidiyor. muhtemelen bitirmem aşağı yukarı 150 saat falan olacak. ancak oyunu kenara atacağımı hiç düşünmüyorum, oyunun yapısı da sürekli karakterini geliştirebileceğin sisteme müsait. yüksek ihtimalle bitirdikten sonra new game+ yaparak devam ederim.
yapımcı ekip oyuna en az 5 yıl destek verecekmiş. kim bilir daha neler neler gelecek oyuna. güncel olarak oynanmaya da yatkın bir oyun. o nedenle hep yapacak bir şeyler olacak.
ilk hikaye eklentisi olan bloody ties sanırım 10 gün sonra çıkıyor. ana hikayeyi bitirir bitmez onu da hemen satın alacağım.
ancak biraz daha oynadıktan sonra fikirlerim değişmeye başladı. oyunun ana hikayesi ilerledikçe seçimlere göre şekillendiği için ilk olarak buradan yakaladı beni. ana hikaye de öyle çok kötü değil. akıcılığı ve merak uyandırıcı yanı var. ardından oyundaki farklı direniş gruplarıyla da tanışınca, o zaman oyuna tam ısındım. iki farklı grubun, iki farklı dünya görüşü var. ikisinin de otoritesi farklı. güzel olan ise oyun bunu gerçekçi şekilde yansıtmış. hani gerçekten zombi salgını olsa, oluşacak gruplar buna benzeyebilir. tabi virüsten 20-30 yıl sonrası olurdu.
neyse, oyuna ısındım sonuç olarak. sanırım 15 saat falan oynadım. daha birçok yapılacak iş var. ana hikaye de beklediğim gibi kısa değil, hatta ana hikayede daha başlarda bile olabilirim. son 3-4 saatimde baya yan görevlere ve şehirdeki soru işaretli bölgelerle takıldım. karakterimi güçlendirdim, loot yaptım falan...
beklediğimden güzel gidiyor. muhtemelen bitirmem aşağı yukarı 150 saat falan olacak. ancak oyunu kenara atacağımı hiç düşünmüyorum, oyunun yapısı da sürekli karakterini geliştirebileceğin sisteme müsait. yüksek ihtimalle bitirdikten sonra new game+ yaparak devam ederim.
yapımcı ekip oyuna en az 5 yıl destek verecekmiş. kim bilir daha neler neler gelecek oyuna. güncel olarak oynanmaya da yatkın bir oyun. o nedenle hep yapacak bir şeyler olacak.
ilk hikaye eklentisi olan bloody ties sanırım 10 gün sonra çıkıyor. ana hikayeyi bitirir bitmez onu da hemen satın alacağım.
2015 yapımı gerilim/korku filmi.
öncesinde belirtmemde fayda var çünkü izlemeden önce çok ciddi bir sahnenin spoilerını yiyerek filmi izlemeye başladım. haliyle filmdeki gizem havasını daha baştan bozmuş oldum. benim salaklığım, yapacak bir şey yok.
bunu kenara koyalım. kısa yorumuma geçecek olursak, filmden memnun ayrılmadığımı söylemek istiyorum. olaylar aşırı yavaş ilerliyor, karakterlerin biraz fazla boş diyalogu var.
böyle olduğu zaman izleyici nasıl bir beklentiye girer biliyor musunuz ? madem bu kadar bol diyalog koydun, madem olay akışın böylesine yavaş; o halde bana göstereceğin gerilim sahneleri harbiden de aşırı kaliteli... ben böyle düşünürdüm ve düşündüm de...
ancak neredeyse hiçbir sahne düşündüğüm kadar kaliteli değildi. tabi bunda yediğim spoiler etkisi de muhakkak var. buna itirazım yok, lakin film beni başından ortasına kadar içine alamadı. hal böyle olunca zaten filmin sonlarından zerre etkilenmedim.
bence bu filmin problemi zayıf gerilim sahneleri bundan hiç şüphe yok, bunun yanında bir sorunu daha var.
film esasında korku mu, yoksa gerilim odaklı bir tarzda mı, buna karar verememiş. korku öğeleri var ama korkutmaya yetecek materyali yok. gerilim öğeleri de var ama izleyicinin nefesini tutturacak kadar da kaliteli değil. ortada kalmışlar. ikisinden birini seçip sadece ona yoğunlaşsalar belki daha iyi iş çıkabilirmiş.
el kamerası kullanımı ve spoiler yediğim sahnenin ters köşesi fena değildi. spoiler yememiş olsam muhtemelen daha da çok hoşuma giderdi ama çok az.
uzun lafın kısası, bu film bence izlenmesi gereken 100 gerilim filmine dahil olabilir ama ilk 70 içinde olamaz. verdiğim puanı buradan hesap edin.
öncesinde belirtmemde fayda var çünkü izlemeden önce çok ciddi bir sahnenin spoilerını yiyerek filmi izlemeye başladım. haliyle filmdeki gizem havasını daha baştan bozmuş oldum. benim salaklığım, yapacak bir şey yok.
bunu kenara koyalım. kısa yorumuma geçecek olursak, filmden memnun ayrılmadığımı söylemek istiyorum. olaylar aşırı yavaş ilerliyor, karakterlerin biraz fazla boş diyalogu var.
böyle olduğu zaman izleyici nasıl bir beklentiye girer biliyor musunuz ? madem bu kadar bol diyalog koydun, madem olay akışın böylesine yavaş; o halde bana göstereceğin gerilim sahneleri harbiden de aşırı kaliteli... ben böyle düşünürdüm ve düşündüm de...
ancak neredeyse hiçbir sahne düşündüğüm kadar kaliteli değildi. tabi bunda yediğim spoiler etkisi de muhakkak var. buna itirazım yok, lakin film beni başından ortasına kadar içine alamadı. hal böyle olunca zaten filmin sonlarından zerre etkilenmedim.
bence bu filmin problemi zayıf gerilim sahneleri bundan hiç şüphe yok, bunun yanında bir sorunu daha var.
film esasında korku mu, yoksa gerilim odaklı bir tarzda mı, buna karar verememiş. korku öğeleri var ama korkutmaya yetecek materyali yok. gerilim öğeleri de var ama izleyicinin nefesini tutturacak kadar da kaliteli değil. ortada kalmışlar. ikisinden birini seçip sadece ona yoğunlaşsalar belki daha iyi iş çıkabilirmiş.
el kamerası kullanımı ve spoiler yediğim sahnenin ters köşesi fena değildi. spoiler yememiş olsam muhtemelen daha da çok hoşuma giderdi ama çok az.
uzun lafın kısası, bu film bence izlenmesi gereken 100 gerilim filmine dahil olabilir ama ilk 70 içinde olamaz. verdiğim puanı buradan hesap edin.
3.bölümden sonra ivmesi doğruca aşağı doğru kaymıştı. hatta baya kötüydü. ancak son çıkan 8.bölümle benim gözümde yine zirveye çıktı. her saniyesi önemli, akıcı ve anlamlıydı. biraz hüzün vardı, biraz gerginlik.
dizinin sezon finalini de tahmin edilebilir olmaktan çıkartmış oldular. yoksa normal seyrinde devam etseydi olacaklar aşağı yukarı belliydi. sanki bu bölümde başka birilerinin kalemi değmiş. öyle hissettim.
dizinin sezon finalini de tahmin edilebilir olmaktan çıkartmış oldular. yoksa normal seyrinde devam etseydi olacaklar aşağı yukarı belliydi. sanki bu bölümde başka birilerinin kalemi değmiş. öyle hissettim.
Fifa 22'nin biraz daha yavaşlatılmış hali. Başka da bir değişikliği yok. Yine berbat, futbolla alakası olmayan, tuşa zamanında basma oyunu haline gelmiş.
Her sene nerede o eski fifalar diye hayıflanıyoruz, değişek hiçbir şey yok.
Edit: 30 eylül 2022 tarihinde ps4, ps5, nintendo switch, stadia, xbox one, xbox series x ve pc platformlarına çıkıyor.
Her sene nerede o eski fifalar diye hayıflanıyoruz, değişek hiçbir şey yok.
Edit: 30 eylül 2022 tarihinde ps4, ps5, nintendo switch, stadia, xbox one, xbox series x ve pc platformlarına çıkıyor.
Chp'nin, yine yeniden hükümetin ekmeğine yağ sürdüğü bir başka manidar olaydır.
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?