nevrotik sayıklamalar

6 /
onununkoru
pencere önünde ölü bir serçe
hepimiz gibi kendi suretiyle savaşının malubu
ama biliyorum ki hiç düşmedi dik bakışları giderken
bir tek göz kapaklarının kanadı vardı...

lenore
çok ani ve acı öleceğini söyledi. benim düşündüğüm de buydu kendim için, ama o bilmiyordu. bilmiyordu ki sonsuza dek uyumaya gitmek isteyen bendim, tüm yaşanmayan sevinçlerim, bitip tükenmeyen umutsuzluklarımla. bilmiyordu bu dipsiz kuyudan yukarı çıkmamın tek yolunun, ruhumu bedenimden ayırmaktan geçtiğini ve bilmiyordu ki ruhum göğe yükseldiğinde üstünü ıslatacak olan yağmur damlacıklarının aslında çaresiz gözyaşlarım olduğunu. bilmiyordu pişmanlığın tükenmişliğini, tükenmişliğin umutsuzluğunu, umutsuzluğun büyüklüğünü. bilmiyordu tatlı bekleyişlerin acı sonlara dönüşmekteki kararlılığını ve beni yaşarken öldürmeye çalışmasını. tabii ki ilaçların ruh ağrısıyla ilgilenmediğini de bilmiyordu ve bilmediği bir ruhun bende extasy etkisi yarattığını... bilmiyordu güçlü olmadığımı, güçlü görünmenin yalandan bir maske olduğunu ve benim maske takmaktaki başarımı. ben kaçmaya çalıştıkça, katlanarak üzerime gelen insanların beni boğuşunu da bilmiyordu, içimdeki yalnızlığın çırpınışını da. bilmiyordu kalbimdeki bıçak yaralarının her nefes alışta tattırdığı acıyı.

yaşamaya çalışmanın verdiği sıkıntıyı, yarattığı mide bulantısını, krampları sessizliği, boşluğu, anlamsızlığı, katlanma zorunluluğunu bilmiyordu. yaşamaya çalışmanın verdiği ’hiçbir şey’liğin ne demek olduğunu bilmiyordu.

sadece çok ani ve acı öleceğiymiş bildiği...
lenore
elimden böyle hiçbişey gelmemesi
böylece oturup kalmak...
o mucize yavaş yavaş silinirken
peşinden koşamamak...
çok canım yanıyo,hem de çok...
ve yapabiliceğim hiçbişey yok
üzülmeye,ağlamaya bile hakkım yok
çünkü hislerimi belli edersem
başkalarını üzücem,sinirlendiricem
tepkilerini içine saklamak
hayata bağıra bağıra küfretmek isterken
ne zor.
ama ben söylediklerinle deli gibi mutlu olmuş olsam da
heyecansız,kupkuru bi sesle konuştum seninle.
doğru düzgün hiçbişey söyleyemeden.
çünkü elimden gelen hiçbişi yok.
orda olmayı çok fazla istiyorum.
bi işe sahip olmak için değilçünkü benim hayatta tek beklentim
yaptığım şeylerden keyif almak
ve lanet olsun ki ben bu 2. şansı bile
elimin tersiyle itmek zorundayım.
üçüncü bi şansım olur mu olmaz mı bilmiyorum
artık herşey olması gerektiği için oluyo diye
düşünmekten bıktım.
niye böyle olması gerekiyo?
hazır olduğumda başka fırsatlar olucak mı?
onlar da bu kadar mutlu edebilicek mi beni?
kendime ait bi yaşam istiyorum
tek istediğim bu.
"isteyen istediğini yapsın,istediği yere gitsin"
diye bağırıyo.
istediğimi yapabilseydim zaten bu aptal yere
hiç geri dönmezdim
ama ne yazık ki herşey bu kadar basit değil.
bazen..bazen sadece biraz cesaretim olmasını istiyorum
kaybedicek hiçbişeyim olmasa...kaçıp gitsem...
nereye olursa...sadece ortadan kaybolmak.
ama olmam gerekenden başkası olamam
ve yapmam gerekenden başkasını yapamam.
çamurlu patikada yürüsem sessizce
dans etsem yerlilerle birlikte...
rintruz
kıvılcımlarıyla ağırlanan kent gibi yorgun gözlerim. bakmak beyin kuyusuna ikircikli vuslatlığımda,kanamalı kronik bir zaman bu.dişlerimin arasında çürüyor nefesi karanlığın.
bir baksa oysa aynaya..gözlerimi yummadan baksam yüzüne..ne kadar da baksam eskiyemeyeceksin idimde..en ince bakışısın sen sözlerimin.
lenore

güneş kadıköy’de batıyordu ve doğu ve batının arasında , üçüncü tekil şahıslar tarafından kemirilmenin, üçlü bir ilişkide bir tarafın suistimalini andıran belediye yapımı arnavut kaldırımlı sokakları yavaş yavaş karanlık esir alıyordu. kadıköy’ün tüm sokakları birbirine benzer ama hep aynı yere çıkar, mc.donaldsdan adını alan havuza. semti iyi bilmeyenler sinirlenerek kan ter içinde kaybolup yine
aynı yere geldiği, semti iyi bilenlerin ise ilk biralarını yudumlamaya başladığı zamanlardı. vitrin canavarları çoktan evlerine gitmiş ve kaybolan değerlerin vitrinini zoomlayan yönetmenlerin dizilerindeki rollerin, oynayan aktörlerden daha fazla ciddiye alarak, dedikodularını yapmaya başlamışlardı. o sırada adı geçen aktörse, kendini kurtaramayarak bir süre sonra teslim olduğu sado mazolu tutku tutkusunun kırbaçlarıyla bol çığırtılı ve şiddetli bir orgazma ulaşıyordu. koalisyon güçleri sigaralık paketlerinin parasını tamamlamak için etrafa iş olup, ona buna sinyal çakıyorlardı. kadıköy’ün sakallı delisi meraklı bir bakış aldığı herhangi birinin peşine takılıp dini nutuklar çekiyordu. liseli sevgililer sarhoş sallanarak minibüslerine doğru ilerliyor, konsomatrisler yenilmiş türk islam sentezli bıyıklı adamların arasından meyhanelere doğru işe çıkıyorlardı. seyhan müzik satabileceği müzikleri prime time saatlerde çaldıktan sonra kapanmaya yakın saatlerde grup yorum’un son kasedini çalmaya başlıyordu. moda’nın kibar insanları istanbul’un kalabalıklaşmasından şikayet ederek kibarlıklarının daralan metrekarelerini ekşimiş bir suratla düşünerek evlerine ilerliyorlardı.
pideciler pidelerini bitirip müşterilerinden kurtuldukları zamanlarda kürdistan’ı kurarcasına bir ışıltıyla dinledikleri ahmet kaya eşliğinde temizlik yapıyorlardı. müziklerin yüksek dinlendiği evlerdeki öğrenciler kadıköy’deki ,umutsuz hatun, avlarına çıkıyorlardı. bu saatler gece ve gündüz insanlarının bir arada olduğu belki de tek saatlerdi, yazıcıoğlu’nun sokağındaki tezgahlarda aile boyu film
filmler indirilip, kaygısızca pornolar diziliyordu, zaman ise kimseden habersiz kendini kovalayanların en hızlılarına verip, kan ter içinde bırakıp orospulaşarak ilerliyordu, kadıköy’de, gündüzün insanları yerini gecenin karanlık çocuklarına bırakıyordu. kadıköy’de yine, yeni bir akşam oluyordu.
rintruz
kardiyak krizinde bir tebessüm dağılacak göğümde..sardığım tüm yaralar ağır kanarken,gözüm büyütmekte serzenişleri.ağır ağır öreceğim kelimeleri yalnızlığımda.toparlayamayacağım topal cümlelerde yarınlar kanar hala,yaşanmadan.
seni düşünmeden alınan nefes gibi.
rintruz
avuçlarım damlıyor sayfalara
görmüyor musun nabzım yerde atıyor
nöronlarımda tarifsiz bir sancı
kelimeleyemiyorum yaraları
durduğum yer,bakamadığın yerdir
düşüşlerimde çoğalacaksın
çoğaldığın yerlerde yavaş yavaş öleceksin
yalan değil
sevda sadece damarlarda yüktür,dibe çeker...
rintruz
tüm çağların yangınları aynı adı ezberletir.bir yudum sudur,telaşla gözlere bakıldığı an akması beklenen yüreğe.şaşkınlığın en güzel resmine bakınca,dillenen tüm çığlıkların yarım kalışıdır.
_biliyorum,sen sızlayan sol yanımsın_
kanmalar...kanamalar...kanıksamalar...nihayetinde kandırılan kaldırımlar.
rintruz
savaşa tok barışa aç çığlıkların yükselişinde vurulur tümcelerim,yaralı kent sularında kaybolur benliğim.sesimden ezberledin en güzel türküleri,en cesur şiirleri...aşkın en tütsülü halini...gözlerimden anladın yaşamın kıyısındayken vazgeçilebileceğini ölümden..kendini bende tanıdın ve bende sevdin en nefret edilesi halini.
şimdi sayfalarını çevirdiğin o kitapta bir tebessümüm sadece.
rintruz
seni benle tanırlar şimdi.eskiyen yanınla,yenilenen sevdanla..tükettiğin sokaklara tüneyen bir nefesim belki..bilinmezlik yaş arası,tuhaf kaide..verdiğim savaş bir kaside arası duyulmayan..
sesimi böl şimdi,kavur kendini düştüğün ateş çukurunda..varlığımda büyüyen bir yokluktun.
artık anlıyorsun.
rintruz
konumlanan zaman aralığından baktım sana.üzerine devrilen her düşün irisi benden gelendir.sağma boşuna yapma sağlamasını acılarının..köpüklenecek bir denizin kıyısında değil iklim..yaş bakma ardımdan,nafile çabalarının ışığında gömüyorum karanlığa ötekilerimi.
rintruz
bir eleji çığlığı yayılır odama,kanatlansalar,ruhuna yetişebilecek fragmanları ömrümün..ayaklanan nefesim siner hücrelerine..duyuyorum oysa seni.yanlışa boyanan hayalleri çaldım senden.hala korkmakta sızılı yanların.birleştirdiğin noktada ayrılır senden ötekilerim.
rintruz
eksilen her söz,birikir yamacımda...
ellerim,ellerini aramıyor...gözlerimde, gözlerini...sesim,sesini arıyor yitik bir ülkede...kendi dilimde söylediğim türkülerde..sesim ağır bir türkü...gönlümün türküsü...sesim ulaşmaz sana...sesim ulaşsaydı,kan dolardı yüreğin..gece bitsin umurumda değil...şimşekler çakarda yer gök girerse birbirine,gözlerimden akar yılların yağmuru...
lenore
kayip ruhlara hiç sempatimiz yok
rezilliğin yolunu seçtik
bu hayati çocuklarimiza veriyoruz
ve bu yerden nefret etmeyi öğretiyoruz.
rintruz
aykırı duran kelimeleri çıkardım göbeğimden..esmer gelir susuşlar sandıklara,emanet edemeyeceğim örümcek ağlarına...sana dair ne varsa o sandıkta..
yokuş aşağı iterken katilleri,bir sen biliyordun oysa nasıl diri tuttuğunu gözlerimin aşkını.seyircisi olduğum her olayda tek tanık olmak...kıyımlara..illegal savruluşlarda yorgun düşerken bedenimiz.bir sen biliyordun,
_sen benim tek yasal acımdın_...
hepimizhiciz
nefes...
buyruğu taşlanan kum saati...
ruhun çevresini saran güneş tohumları...
kör sezişi aralayan rüzgar...
duvarları yakılan kanser tutmuş ev...
kanatlanan el...
sesi büzüp bezemek için çoğalan bahar...
kağıdın ucu düşle yakılmış, içine avucun cevheri saklanmış....

sonra özetlenir gece...
bahtını topraktan kulelere dökenler bir yana......
kendini rüzgara serenler öte yana...
arada bir ırmak... kanı gül kokan...
hepimizhiciz
ben sana şiiri nefesimden çektim... cinayet süsü verilmiş neşeli bir intihar alayı sözlerin... ok gibi geçerken kalbimden ve yaslı yıldızların sönmüş bağırlarında saklanan puslu gözlerin, delik delik yerleşirken ruhuma, ağzımdan köpüren simsiyah güneş... eflatun bir kan... hayat, kulaklarımızdan içeri sancısı dinmez bir korun hırçınlığıyla dalıyor... yokum bugün de... sen devam et kirlenmişliğinle yaşamaya... ben arınıyorum tüm yosma aşklarından hayatın... tüm kokuşmuş seni seviyorumları terk ediyorum.... gidiyorum...
6 /

neden bekliyorsun?


bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?

üye ol