nevrotik sayıklamalar

10 /
durum
sevmek seni,
sanki hiç bir şeyin önemi yokmuş gibi
sevmek ve
dünün köşelerinde aramak seni
zaman gelip geçmiyormuş gibi
perişan saatlerde,
yürüdüğüm caddelerde özlemek seni
beraberce adımlamış gibi
buruk gölgeler arasında
hergün beklemek, beklemek seni
sanki varmışsın, gelecekmişsin gibi
ve umutsuzluk içinde bile umut gizlemek
tam vazgeçtiğimde bulacakmış gibi.
hepimizhiciz
çat diye bir kırılma sesi.. ancak bu kadar iyi tanımlanabilirdi yıkılmak bir kapının eşiğinde .. ama belirsiz, nereden nereye... öyle derin dal ki vurgun sen de şuursuzlaşsın.. sen vurgun ol kendi sözünün nasır tutmaz göğsü için... bu ancak uykuyu yürüyenler için doğal...
dünyaya akmak mümkünmüş gibi floresan ışıklarının altında, o acıtıcı deneysel hayatlardan kopar ve yolunun geçmediği bir iç yola çıkarsın...
duraklar sana yetişir..yolculuk yarım kalır...
hepimizhiciz
hiç bilemediğim biri karşımdaki...
göz altları torbalanmış, morarmış....
alnında derin çizgiler, yaşamın izleri mi bunlar...
acıların yansıması mısın bana...
yoksa bir yanılsama mı...
yoksa bu taraftaki mi maskeler ardında saklanmaya çalışıp kendini yanıltan....
gerçeğim misin benim hiç görmek istemediğim...
ya da yüzleşmekten korktuğum...
bu ince çizgiler mi hayatımın iplerinden tuttuğum...
yoksa sen misin halatlarla başımı sardığın...

yeter maskemi takmalıyım....


hepimizhiciz
sayıyorum buğday tanelerini gözümden bile sakınıp teker teker....
bir tomurcuğa binlerce şiir okuyorum bileklerimdeki kanı bulaştırarak....
"son" diyorum işte böyle olmalı.... bu olmalı...
giderken tüm güzümü de bırakıyorum arkamda...
günebakanların peşinden bahara dönüyorum.....
rintruz
kızıla boyadım gözlerimin rengini...
bana bir türkü söyle...kıvranayım sancılarda...
geceleri bölünen her uykumu sana yar ediyorum...
yarılama yaşam süreni...yaralama kalbini...gördüm hala yüreğinden kan damlıyor...
bildiğim bir yer var...gözün kesiyor mu?
rintruz
şimşeklere yakalanan haylaz bir çocuk gibi çıktığım ağaçtan seni koparıyorum...
bir uğultu...ormanlarına yaslan yalnızlığının...
belki yüreğindeki acıyı koparamadım ama hep
aşina değil midir gönül buhranlarına gözlerin...
kaçır kendini bir akşam üstü...
sen bakarsan bana buzdan bir heykelim yansımalarına...kaçır kendini konukluğumdan..
hepimizhiciz
hüzzam makamında iniltilerle boğuşurken içinin boğulmuş kuyusunda, ayasında sabrı, kader çizgisi yapmış teni toz rengi katliamlar oturur alnın en ortada yerlerine.... hani zamanla geçermiş ya her birşey... zaman başını alıp dört nala gittikçe, kader denilen alındaki çizgi de eşdeğer bir hızda yarıklarını açıveriyorlar mekanlara... zamanın bir kendine yok dermanı, bir de teneşire gelme gününe... yaşamak kargaşasından yadigar damlacıklar usul usul sıyrılır sonraları, o alındaki patikalar arasından yüzüne... ve sen çizgileri santim santim ölçmeye başlarsın... her yeni gün kısalan ve korku salan alnından dökülür kanlar mavi, mor, kırmızı... aklına yeni düşler doğar böylesi kanla karışık yağarken.....

oyunsa bu oynanan.... bir sahne ise hayat denilen köprü.....? ve bembeyaz bir tebeşir tozuysa umutlarımız....?
avuçlarımda sımsıkı tutarım yakaladığım süt beyazını,
ölürsem kirlenir avuçlarımın arası...

ondandır iliklerime kadar yaşamam....
kapıyı kapattığında hayat....
küçük bir göz kırpışımda saklanmalı koskoca bir ömür....
ömrümüz....
onununkoru
sana sürekli notlar yazıyorum, buruşturup buruşturup odamın bir köşesine atıyorum. sensizlikten yorgun düşünce gidip o köşeye uzanıyorum, seni anlatan kelimelere sarılıyorum. bana sarıldığın gibi sıcacık sarılıyorlar ama onlar şiirler fısıldayamıyor yarı öle halime. kalkıp bir sigara yakıyorum, sonra kendime saçma sapan bir sebep bulup ağlıyorum. sahi neden gittin?
hepimizhiciz
salamuraya yatırılmış bir ruh... beklemede kaynatılıp eriyeceği günü... boyun eğmiş her şeye... kanayan her şiire... yaralı, her gün zor geldi yarına dair nefes almak....
her günün bir öncekinden farksız olması sıktı yürekleri...
kısırlaşmak ve o yerde dönmek...
girmek bir labirente ve çıkamamak...
düşmek bir kuyuya ve yüzememek...
uyumak ve uyanmamak...
kabusların pençesinden kurtulamamak...
med cezir hayatlar...
rintruz
düşüyorum ezberlediğim yaşamlardan.tırnaklarımla çiziyorum yüzümü,hiçbir ifade tanımlamıyor beni.korkular belimi incitiyor..
yorgunluğum,diz kapaklarımı lanetliyor.bir dizeye sırlanmak,avuçlarımı yakıyor.su ateşe akar.aktığı yer kaybolur.
onununkoru
tanrılar efkarlı
tütün sarıp içiyorlar
şehir duman altı
el yordamıyla aralanan sisler ardında
göğüs uçlarını öpen kömür saçlarıyla kadın
karnında bir cenin gölgesi
ve g noktasında tek bir çizik
içinden mırıldandığı şarkıyla
notalar geçiyor göbek bağından
yokluk senfonisi yankılanıyor
ilmek atılmış tüm cümlelerin çözümü
parmak uçlarındaki halkalar
ve tüm yuvarlak hatların keskinliği;
tuzlu ter tanecikleri…
tüm suretler beyaza kesti
tanrılar çok kızgın
karanlık örtüyor günahları
gece inadına ışıklarını yakmış
dikiş atılırken tüm sevişgen seslere
çırılçıplak kömür saçlarıyla
bol küfürlü bir doğum yaklaşıyor……
onununkoru
günler gecelere inmez benim diyarımda zaten iç içedir.renklerim karışır bibirine, omuzlarımdan istediğim zaman indiririm kime hangi rengi yakıştırıyorsam. bu aralar maviler taşıyor gönlümden. bil ki o zaman buzullardaki gibi en görkemi içlerde saklı.
buğusuyla yansıtıp, seyrettiğim yerden gör kendi rengini.
durum
ne aşklar yaşadık biz hep gizli, sessiz, kendi kendimize...adını bile bilmeden, ne hayaller kurduk günlerce, gökyüzünkeki samanyoluna bakarak, sevip sevmediğini bilmeden...elini bile tutmadan kalplerimizde fırtına yaşadık ama, hep gizli, gizli...
rintruz
ucuz alkışlardan vazgeç.kendini kapattığın o odadan çık.terk et o kenti.sana bakan yüzlerden bıkmadın mı?
duymuyorum artık bir iklimin çıkardığı sesleri.bilinmezlik neyi çağrıştırırsa,onu kutsadım tenhalığında kelimelerin.
usulsüz bir vazgeçişe şahittir surlar.hiç istemedim oysa o karanlıkta aydın görünmeyi.
muque
geceye selam eder kalemim,
“ben geldim” der.
anı şerefli kılmak istercesine fısıldar kağıda..
yenik düşürür ellerimi.

kıpkırmızı bir küfür gibi yakışıksız,
öylesine yazmak var şimdi bu vakit.
ne gelirse kabulüm deyip, yüreğe vermek kendini..
tek nefeste harcamak tüm bildiklerini..

“benden öte köy yok” derdim.
alnıma düşen perçeme değdiğinde anladım, varmış.

bazı geceler bitmez hani,
gündüzlerin sabıkaları geçer göz önünden,
göze gelmiş mutluluklar,
göz göze aşklar,
göz göz acılar,
gözler…

o anların meyvesi olmuş dağarcık teslim eder kendini kaleme,
“yaz” der hani..
hani öylesine,

hani kırmızı bir hevesle,

başka rengin, başka sözün, başka köyün olmadığı yerlere gider ya akıl,
kalmaz yerinde.

“anlat” der,

kalmasın zerre içinde,
kifayet aramaktan yorgun düşer kalem.

tasvirini yapamaz ne gecenin, ne rengin.

hep nokta koyacakmış kadar keskin,
inadına virgüle dadanacak kadar gidişsiz hamlelerle süsler zemini.

öyle geldin bana,
tüm gitmişliğime rağmen geldin.
aradın, buldun beni.. kaçarken yakaladın..
saklanırken sobeledin.
içerimdekilerle hani, taa içerimdekilerle
buldun beni.

“yaşa” der ya hani bazen…
susmaz ya kalem.
öyle geldim sana,
tüm susmuşluğuma rağmen geldim.

“bitmez” der ya bazı,
bilir ya kalem…
öyle gittim o’na..
tüm küskünlüğüme rağmen gittim.

kırmızı bir gecenin, kafiyesiz “sonsöz”üdür bu;

yazmaksa bunca eylem,
ihtilal zamanıdır!


durum
mısralar çekiyorum dudağından
sıcak
bir köprü kadar yalnız ellerim
dokunsan yıkılacak
yıkılacak tüm devrik cümlelerimin
ümitsiz ünlemleri
bakışlarına
10 /

neden bekliyorsun?


bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?

üye ol