siir kitaplari:
-yangin yillari (1979)
-huznun isyan olur (1979)
-dovusen anlatsin (1980)
-sakli kalan (1982)
-su curudu (1983)
-belki yine gelirim (1984)
-cocuksun sen (1994)
-kalbim unut bu siiri (1994)
devrildi kil cadirlar seher vakti
usulca uyandirildi cocuklar
ve kadinlar bohcasi cozulmemis
bir keder gibi dustuler yola...
ahmet telli
yaşayan en büyük efsanedir kendisi.
şiirlerini yüreğe nakşeder hiç çıkmamacasına.
duruşu, hayata bakışı, şiirlerinde başka bir "ben"imizi bulduğumuz yürek şairidir.
şiirlerini yüreğe nakşeder hiç çıkmamacasına.
duruşu, hayata bakışı, şiirlerinde başka bir "ben"imizi bulduğumuz yürek şairidir.
kim olduğumuz konusunda yanıtını içinde barındıran birçok dizeye sahip, hemen hemen tüm şiirlerini ezbere bilmekle kendimi çok şanslı hissettiğim; asla kaybedilmemesi gerekenler listesinin başını çeken yüce şair, düş tadında güzel insan.
su çürüdü
1
yetmiş iki gündür bir dolapta kilitliyim. yalnızca anahtar
deliğinden hava giriyor ve ölü bir ışık sızıyor içeri. yalnızlık
hiç de tanrısal değil, görkemli değil. o yalnızca geçmişle
gelecek, ölümle yaşam arasında kocaman bir karanlık nokta.
geçmişi ve geleceği olmayan, ölümle yaşam arasında irinli bir
leke yalnızlık denilen. şimdi ne varsa, anahtar deliğinden sızan
havayla ışıkta... (farkına varsalar, kapatırlar mıydı onu da?)
bütün belleğimdekileri yokettim. elektrikli bir aygıtla yaktım,
jiletle kazıdım. çığlıkların aralığından uçurdum hepsini, kül
edip savurdum.
adımdan gayrısını bilmiyorum.
2
zamanı yiyip bitirdi karanlık. gece yoktu. güneş çoktan
kömürleşmiş ve yeryüzü yapışkan bir karanlıkla örtülmüştü.
yabanıl sesler geliyordu derinlerden ve karanlığı ince bir bıçak gibi
yırtıyordu. saklayan kırbaç gibi... acı duvarını aşan bu
sesler, madeni bir gürültüye dönüyor ve yerkabuğunu
zorluyordu artık. sesim yoktu. karanlığın karnında yitirdim
sesimi. kör bir kuyuda unutulan yusuftum belki. ama
durmadan soruyorlardı. tanrılar bilmiyordu sordukları şeyleri,
peygamberler büsbütün hain çıkmıştı. ama yine de soruyorlar,
soruyorlar, soruyorlar...
adımdan gayrısını bilmiyorum.
3
iki şeyi bilmek istiyorum. (belki aynı şeyi iki kere bilmek
istiyordum.) duvarların rengi neydi? derimin rengi neydi?
dokunuyorum duvarlara; parmak uçlarımla, avuçlarımla,
dilimle dokunuyorum. duvarların bir rengi olmalı. ama hiçbir
duvarcının, hiçbir ressamın bu rengi bildiğini sanmam. adı
yoktu bu rengin, kimyası yoktu. belki renksizliğin rengiydi bu.
çürüyen bir bedenin kokusuydu duvarların rengi...
adımdan gayrısını bilmiyorum.
4
bir böcek gibi antenlerimi gezdiriyorum bedenimde. anahtar
deliğinden sızan ölü ışıkta ellerime bakıyorum. ellerim... sanki
bir kadının memelerini hiç okşamamış, sicaklığını duymamış.
ellerim... her dizesi çığlık olan şiirleri hiç yaratmamış sanki. ne
beyaz tenliyim artık, ne esmer, ne de kara... cüzzamlının,
vebalının bir rengi vardır. irinin bir rengi... ölünün bile bir
rengi vardır ama derimin rengi yoktu. belki çürüyen bir kentin
rengiydi bu. çürüyen bir dünyanın...
adımdan gayrısını bilmiyorum.
5
killi, ayakları üzerinde duramayan bir yaratıktım artık.
soyumun neye benzediğini unuttum. insana benziyorlardı
diye duymuştum bir vakitler. demek ki şimdi maymun
halkasında insanlık...
adımdan gayrısını bilmiyorum.
6
ağzımı anahtar deliğine dayayıp havayı emiyorum. böcek
sokması gibi bir yanma duyuyorum boğazımda. oysa kuru bir
yaprağı bile dalından düşürecek gibi değil bu esinti. belki
çöle dönmüş toprağa tek yağmur damlasının düşüşü yalnızca.
çamur gibi bir yağmur damlası... ama toprak, bu damlayla
çatlatacak bağrındaki tohumu. çöl, bütün vahalarını bu
damlayla yeşertecek... genzim yanıyor. ince bir kan şeridi
sızıyor dudaklarımdan. kirli, sıcak ve simsiyah...
adımdan gayrısını bilmiyorum.
7
suyum, bir litrelik karton süt kutusu içinde. yetmiş iki gündür
sakındığım ve hergün ancak bir kere dudaklarımı
değdirdiğim... dilimi bir köpek gibi değdirdiğim. (dilin suya
dokunuşu... bir süngerin denizi yutuşu yani. bir çölün seraba
kesilmesi bir an için.) her gün ancak bir kere değdiriyorum
dudaklarımı suya. dilimi kaçırıyorum artık. sünger, bütün
vantuzlarını birden uzatmasın diye... bataklıktaki suyun da bir
su yanı vardır. çürüyen bir bedenin bile dayanılabilir
kokusuna. kutuda kalan son bir yudum su, bu bile değildi
artık. küstü, öldürdü kendini su...
su çürüdü...
adımdan gayrısını bilmiyorum
1
yetmiş iki gündür bir dolapta kilitliyim. yalnızca anahtar
deliğinden hava giriyor ve ölü bir ışık sızıyor içeri. yalnızlık
hiç de tanrısal değil, görkemli değil. o yalnızca geçmişle
gelecek, ölümle yaşam arasında kocaman bir karanlık nokta.
geçmişi ve geleceği olmayan, ölümle yaşam arasında irinli bir
leke yalnızlık denilen. şimdi ne varsa, anahtar deliğinden sızan
havayla ışıkta... (farkına varsalar, kapatırlar mıydı onu da?)
bütün belleğimdekileri yokettim. elektrikli bir aygıtla yaktım,
jiletle kazıdım. çığlıkların aralığından uçurdum hepsini, kül
edip savurdum.
adımdan gayrısını bilmiyorum.
2
zamanı yiyip bitirdi karanlık. gece yoktu. güneş çoktan
kömürleşmiş ve yeryüzü yapışkan bir karanlıkla örtülmüştü.
yabanıl sesler geliyordu derinlerden ve karanlığı ince bir bıçak gibi
yırtıyordu. saklayan kırbaç gibi... acı duvarını aşan bu
sesler, madeni bir gürültüye dönüyor ve yerkabuğunu
zorluyordu artık. sesim yoktu. karanlığın karnında yitirdim
sesimi. kör bir kuyuda unutulan yusuftum belki. ama
durmadan soruyorlardı. tanrılar bilmiyordu sordukları şeyleri,
peygamberler büsbütün hain çıkmıştı. ama yine de soruyorlar,
soruyorlar, soruyorlar...
adımdan gayrısını bilmiyorum.
3
iki şeyi bilmek istiyorum. (belki aynı şeyi iki kere bilmek
istiyordum.) duvarların rengi neydi? derimin rengi neydi?
dokunuyorum duvarlara; parmak uçlarımla, avuçlarımla,
dilimle dokunuyorum. duvarların bir rengi olmalı. ama hiçbir
duvarcının, hiçbir ressamın bu rengi bildiğini sanmam. adı
yoktu bu rengin, kimyası yoktu. belki renksizliğin rengiydi bu.
çürüyen bir bedenin kokusuydu duvarların rengi...
adımdan gayrısını bilmiyorum.
4
bir böcek gibi antenlerimi gezdiriyorum bedenimde. anahtar
deliğinden sızan ölü ışıkta ellerime bakıyorum. ellerim... sanki
bir kadının memelerini hiç okşamamış, sicaklığını duymamış.
ellerim... her dizesi çığlık olan şiirleri hiç yaratmamış sanki. ne
beyaz tenliyim artık, ne esmer, ne de kara... cüzzamlının,
vebalının bir rengi vardır. irinin bir rengi... ölünün bile bir
rengi vardır ama derimin rengi yoktu. belki çürüyen bir kentin
rengiydi bu. çürüyen bir dünyanın...
adımdan gayrısını bilmiyorum.
5
killi, ayakları üzerinde duramayan bir yaratıktım artık.
soyumun neye benzediğini unuttum. insana benziyorlardı
diye duymuştum bir vakitler. demek ki şimdi maymun
halkasında insanlık...
adımdan gayrısını bilmiyorum.
6
ağzımı anahtar deliğine dayayıp havayı emiyorum. böcek
sokması gibi bir yanma duyuyorum boğazımda. oysa kuru bir
yaprağı bile dalından düşürecek gibi değil bu esinti. belki
çöle dönmüş toprağa tek yağmur damlasının düşüşü yalnızca.
çamur gibi bir yağmur damlası... ama toprak, bu damlayla
çatlatacak bağrındaki tohumu. çöl, bütün vahalarını bu
damlayla yeşertecek... genzim yanıyor. ince bir kan şeridi
sızıyor dudaklarımdan. kirli, sıcak ve simsiyah...
adımdan gayrısını bilmiyorum.
7
suyum, bir litrelik karton süt kutusu içinde. yetmiş iki gündür
sakındığım ve hergün ancak bir kere dudaklarımı
değdirdiğim... dilimi bir köpek gibi değdirdiğim. (dilin suya
dokunuşu... bir süngerin denizi yutuşu yani. bir çölün seraba
kesilmesi bir an için.) her gün ancak bir kere değdiriyorum
dudaklarımı suya. dilimi kaçırıyorum artık. sünger, bütün
vantuzlarını birden uzatmasın diye... bataklıktaki suyun da bir
su yanı vardır. çürüyen bir bedenin bile dayanılabilir
kokusuna. kutuda kalan son bir yudum su, bu bile değildi
artık. küstü, öldürdü kendini su...
su çürüdü...
adımdan gayrısını bilmiyorum
imlasiz
ayağı kayan bir çocuk
kadar şaşkınım, bilemedim
düz yolda yürümenin imlâsını
kanayan dizlerime bakıp da
ağlamayı öğrenemediğim gibi
sevgilisi değildim kadınlarımın
bir papağan tüneğiydim belki
ama birkaç sözcük öğrendiysem
kadınlardan öğrendim, yine de
bilemedim sevgilim diyebilmeyi
büyülendim ama büyüyemedim
aklım ermedi aynalara ve suya
yüzümü gösterip kalbimi neden
sakladıklarını öğrenemedim
şaşkınım, cahilim ben bu dünyada
ayağı kayan bir çocuk
kadar şaşkınım, bilemedim
düz yolda yürümenin imlâsını
kanayan dizlerime bakıp da
ağlamayı öğrenemediğim gibi
sevgilisi değildim kadınlarımın
bir papağan tüneğiydim belki
ama birkaç sözcük öğrendiysem
kadınlardan öğrendim, yine de
bilemedim sevgilim diyebilmeyi
büyülendim ama büyüyemedim
aklım ermedi aynalara ve suya
yüzümü gösterip kalbimi neden
sakladıklarını öğrenemedim
şaşkınım, cahilim ben bu dünyada
"yüreğim diyorum, kekeme alıngan, serseri yüreğim. sen nerden bilebilirsin bir şiirin nasıl yazıldığını..."
"sığındığım her yer adınla anılır ben girerim, sokağı devriyeler basar bir de gülüşün eklenir kimliğime."
(bkz: ağulu bir hüzün)
"anısı biz olalım bu sokakların
öpüşmediğimiz tek saçak altı
hiçbir otobüs durağı kalmasın
biz yürüyelim kent güzelleşsin
gürültüsüz sözcükler bulalım
yeni sevinçlere benzeyen.." dizelerinin sahibi.
öpüşmediğimiz tek saçak altı
hiçbir otobüs durağı kalmasın
biz yürüyelim kent güzelleşsin
gürültüsüz sözcükler bulalım
yeni sevinçlere benzeyen.." dizelerinin sahibi.
"aynı soruyu sormaktan, minör
ağrılardan yoruldum, gitmeliyim buralardan
içimde buharlaşan cıvayı soluyorum artık
yoruldum yoruldum yoruldum
gereklilik kipinde yaşamaktan.."
(bkz: asmin)
ağrılardan yoruldum, gitmeliyim buralardan
içimde buharlaşan cıvayı soluyorum artık
yoruldum yoruldum yoruldum
gereklilik kipinde yaşamaktan.."
(bkz: asmin)
şimdi beni uçurumdan atsan, düşene kadar aklımdaki tek şey; sırtıma değen ellerin olurdu. demiş ya, o çok fena işte..
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?