confessions
  1. toplam entry 3003
  2. takipçi 1
  3. puan 77949

linc hukuku

ya basta viva zapatista
21 mayıs 2006 tarihinde radikal iki’de yayınlanan ufuk uras’ın yazısıdır.yazının tamamı aşağıdadır.

aydın engin ve hrant dink’in şişli’deki davasına erkenden gidince bu sefer davanın görüldüğü salona girebildim. koridorda bankta otururken, yanıma gelen şehit anneleri dernekleri yöneticisi hanım, yanındakilere "vatan hainlerini görelim bakalım" diyordu.

sonra bana dönüp "siyaseti bıraktınız mı?" vs. üstüne kısa bir sohbette bulundu. dava üstünde durup, faşist grupların onları kullanmalarına meydan vermemelerini önereceğim ama o sırada yolda gördüğünüzde yönünüzü değiştireceğiniz, "ruhu yüzüne yansımış" diyebileceğimiz tipte insanlar doluşunca, duruşma salonuna girmeyi yeğledim. yanımda da sodev yöneticisi erol kızılelma var. küçücük salonda ikimizin dışında herkes karşı taraftan gibi gözüküyor. bir de avukatlar var.
herkesi doğal olarak tanımıyorum ama kılık kıyafetlerinden, yüzlerine sinmiş nefretten, tahminde bulunmak zor degil. hrant dink’in geldigini dışarıdaki itiş kakış, gürültü ve ağır hakaretlerden anladık. koridor emniyet görevlilerinden geçilmediği halde durum böyle. salonda kafasına kalpak geçirmiş bir hanımdan, elinde cumhuriyet gazetesi, müdahil olacağım diye tutturan ve "veli küçük adını duyunca niye şaşırdınız?" diyen bir beye değin tablo tamamlanmış durumda. avukat cübbesi geçirmiş karşı tarafın konuşmalarını, düzeyini, mantık hatalarını izledikçe, "vay benim memleketimin hukukuna" diyorsunuz, ama ertesi gün başka bir avukatın elinde silah danıştay’a saldırısını okuyunca, yine de ucuz kurtulduğunuzu anlıyorsunuz.

"boğazini kesmeli"
aydın engin, hrant dink ve avukatları, değerli hukukçular çok güzel bir savunma yapıyorlar ve sayın savcı da karşı tarafın davaya taraf olmadığını hükme bağlıyor. avukat kisvesi altında salonda bulunanlar sanki hukukçu değil de, yaklaşan seçimlerde adaylıklarını ortaya koyan militanlar görünümünde. hrant ve aydın’ın konuşmalarına ikide bir salondan hakaretle müdahale edildiğinde, "savunmanın sözünün kesilmemesi" uyarısında bulunulduğunda, bu güruhtan birisinin "tabii sözünü kesmemeli, boğazını kesmeli" lafı, karşımızdaki insani düzeyi özetliyor.
kısaca sanıklar, yargıyı etkilemek gibi bir amaçları olmadığını, ama aslında sanıkların yargıyı etkilemelerinin de doğal hakları olduğu, hakimlerin de zaten bu kadar kolay etki altında kalan kırılgan varlıklar olmadığı şeklinde savunmada bulunurlarken, hrant dink sözlerinin içeriğini bir kere daha açıklıyor ve asla türkleri aşağılamak gibi aşağılık bulduğu bir ırkçı yaklaşımı benimsemediğinin altını çiziyor. ama hayır, asli ırkçılarımız, bir "öteki" düşman ya da linç konusu yaratmadan ayakta kalamayacakları için söylenenleri adeta duymayı reddediyorlar.
belki de dünü anlamak için, bugüne bakmak gerekiyor. bu zihniyetin tarihin her döneminde akla hayale gelmeyecek her şeyi yapabilecek tiynette olduğunu açıkça görüyorsunuz. memleketim adına konuşmayı kendinde hak olarak gören bu insanların cüreti, küstahlığı ve düzeysizliği nasıl bir politik ortamı soluduğumuzu gösteriyor.
epeyce bir süre içeride mahsur kaldıktan sonra, mahkemeye dönüştürülen iş hanından çıkıp cumhuriyet gazetesine ’geçmiş olsun’ ziyaretine yönelirken, faşistlerin le pen’den aşırdıkları "ya sev ya terk et" sloganını duyunca, bir kez daha inanıyorum ki bu ülkenin güzel insanları, "ne faşizmi sevecek, ne de bu ülkeyi uyuşturucu tacirlerine, imf milliyetçilerine, arsıza, uğursuza terk edecektir"...

nazım hikmet

ya basta viva zapatista
en beğenilen şiirlerindendir ustanın.

dünyanin en tuhaf mahluku


akrep gibisin kardeşim,
korkak bir karanlık içindesin akrep gibi.
serçe gibisin kardeşim,
serçenin telaşı içindesin.
midye gibisin kardeşim,
midye gibi kapalı, rahat.
ve sönmüş bir yanardağ ağzı gibi korkunçsun, kardeşim.
bir değil,
beş değil,
yüz milyonlarlasın maalesef.
koyun gibisin kardeşim,
gocuklu celep kaldırınca sopasını
sürüye katılıverirsin hemen
ve âdeta mağrur, koşarsın salhaneye.
dünyanın en tuhaf mahlukusun yani,
hani şu derya içre olup
deryayı bilmiyen balıktan da tuhaf.
ve bu dünyada, bu zulüm
senin sayende.
ve açsak, yorgunsak, alkan içindeysek eğer
ve hâlâ şarabımızı vermek için üzüm gibi eziliyorsak
kabahat senin,
— demeğe de dilim varmıyor ama —
kabahatın çoğu senin, canım kardeşim!


1947

146 /

neden bekliyorsun?


bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?

üye ol