68. bölümden spoilerimsi
mokoko - till morning
bir de benden müşteşar olur muydu acaba diye bir düşünmedim değil!
arka kapaktan:
" dünya gençler satranç şampiyonu olarak girdiğim istihbarat’ tan, iki yıl önce kıçıma tekmeyi vurarak kovmuşlardı beni...
istanbul’ a mis gibi kar yağıyordu.
bir kadın, bir yıldan beri pineklediğim barda beni bulmuş ve kayıp babasını aramam için iki yüz bin lira teklif etmişti...
işi kabul ettim, çünkü beş parasızdım ve kadın çok güzeldi...
üstelik her geçen gün daha da çürüyen içimdeki adamı da kurtarabilirdim belki...
yolumun, bir dönemin en azılı katiliyle kesişeceğini nereden bilirdim ki?
işte şu an ben kanlar içinde yerde yatarken katil tepemde dikiliyordu.
"bu işler satranç oynamaya benzemez" dedi.
üç el silah sesi daha duydum.
kafama sıkmış olmalıydı.
zamanı gelmişti: ruhum kanlar içindeki bedenimden ayrılmış gökyüzüne doğru havalanıyordu."
" dünya gençler satranç şampiyonu olarak girdiğim istihbarat’ tan, iki yıl önce kıçıma tekmeyi vurarak kovmuşlardı beni...
istanbul’ a mis gibi kar yağıyordu.
bir kadın, bir yıldan beri pineklediğim barda beni bulmuş ve kayıp babasını aramam için iki yüz bin lira teklif etmişti...
işi kabul ettim, çünkü beş parasızdım ve kadın çok güzeldi...
üstelik her geçen gün daha da çürüyen içimdeki adamı da kurtarabilirdim belki...
yolumun, bir dönemin en azılı katiliyle kesişeceğini nereden bilirdim ki?
işte şu an ben kanlar içinde yerde yatarken katil tepemde dikiliyordu.
"bu işler satranç oynamaya benzemez" dedi.
üç el silah sesi daha duydum.
kafama sıkmış olmalıydı.
zamanı gelmişti: ruhum kanlar içindeki bedenimden ayrılmış gökyüzüne doğru havalanıyordu."
bir iki tadımlık spoiler verelim.
-----------------------------spoiler----------------------------:
bir hiçliğin ortasında, altı milyar hiçten ikisi olarak karşı karşıya oturmuştuk. (sayfa44)
içimde bir okyanus olduğunu düşünürüm hep. öyle bir okyanus ki safi yaradan ibaret.(sayfa229)
-----------------------------spoiler----------------------------
-----------------------------spoiler----------------------------:
bir hiçliğin ortasında, altı milyar hiçten ikisi olarak karşı karşıya oturmuştuk. (sayfa44)
içimde bir okyanus olduğunu düşünürüm hep. öyle bir okyanus ki safi yaradan ibaret.(sayfa229)
-----------------------------spoiler----------------------------
bir derviş şentekin romanı.
276 sayfa, pek uzun sayılmaz. iki, üç günde yuttum ben şahsen. keyifle sürüklüyor okuyucuyu peşinden, gençler satranç şampiyonu kahramanımız. alper canıgüz, emrah serbes, murat menteş tayfasının işlerini seviyorsanız, keyifle okuyacağınızı düşünüyorum. içinde zaten emrah serbes ve behzat amirime de selam çakıyor bir yerde.
bedia güzelce nin bir twiti sayesinde tanıştık kendisi ile. alınıp, okunacaklar rafına konulmuş ve uzun zamandır sırasını bekliyordu. okumak için elime aldıktan sonra, ne ara okudum ben de pek anlayamadım. tadı damağımda kaldı diyebilirim. güzel de bir finali var. yazarın isim seçimlerini de beni kitaba bağlayan nedenler arasında sayabiliriz.
polisiye türü sevenler için tavsiye olunur.
kırmızı kedi yayınevinden çıkmış. kitapların fiyat etiketlerini yırtmak gibi bir adetim var ve hafıza konusunda da balıklarla yarıştığım için fiyatını buraya yazamıyorum.
okuyun işte, yeter bu kadar laf kalabalığı.
276 sayfa, pek uzun sayılmaz. iki, üç günde yuttum ben şahsen. keyifle sürüklüyor okuyucuyu peşinden, gençler satranç şampiyonu kahramanımız. alper canıgüz, emrah serbes, murat menteş tayfasının işlerini seviyorsanız, keyifle okuyacağınızı düşünüyorum. içinde zaten emrah serbes ve behzat amirime de selam çakıyor bir yerde.
bedia güzelce nin bir twiti sayesinde tanıştık kendisi ile. alınıp, okunacaklar rafına konulmuş ve uzun zamandır sırasını bekliyordu. okumak için elime aldıktan sonra, ne ara okudum ben de pek anlayamadım. tadı damağımda kaldı diyebilirim. güzel de bir finali var. yazarın isim seçimlerini de beni kitaba bağlayan nedenler arasında sayabiliriz.
polisiye türü sevenler için tavsiye olunur.
kırmızı kedi yayınevinden çıkmış. kitapların fiyat etiketlerini yırtmak gibi bir adetim var ve hafıza konusunda da balıklarla yarıştığım için fiyatını buraya yazamıyorum.
okuyun işte, yeter bu kadar laf kalabalığı.
artemis günebakanlı tarafından istiridye çocuğun hüzünlü ölümü adı ile türkçeleştirilen ve altıkırkbeş’ in masal evi serisinden yayınlanan kitabından, bir tim burton şiiri.
orijinal adı anchor baby.
güzel bir kız vardı
denizden çıkıp gelen
ve yalnızca tek bir yer
onun gönlünde yatan
bir grupta çalan
walker adlı adamla
terk edip okyanusu
çıkacaktı karaya
en çok istediği şey bu adamdı
onun ruhunu yakalamak için her şeyi yaptı
ama hayatları boyunca
hiçbir bağ kuramadılar
yalnız ve reddedilmiş
kıza göründü yollar
zavallı bazen mutlu
bazen trajik göründü
denedi astral seyahati
seks ve karabüyüyü
hiçbir şey birleştiremedi onları
belki tek bir şey dışında
sadece belki...
birbirine bağlamak için ruhlarını
kız doğurdu bebeğini
ama bu bebeği doğurmak için
bir vinç gerekti
göbek bağı ise
zincir şeklindeydi
çirkin ve kasvetliydi
sert, bir çaydanlık kadar
gri metalle kaplı
pembe deri ne arar
bu bebek, getirmek yerine onları bir araya
ikisini de örttü bir fırtınalı havayla
walker geri dönüp
grubuna katıldı
ve o güünden sonra
çoğunlukla karada kaldı
kız gri çapa bebeğiyle
artık bir başınaydı
bebk öyle ağırdı ki
onu da dibe batırdı
dileği gerçekleşmeden, dibe doğru çökerken
kalbi kırık
sadece o ve bebeği vardı
birkaç tane de balık.
orijinal adı anchor baby.
güzel bir kız vardı
denizden çıkıp gelen
ve yalnızca tek bir yer
onun gönlünde yatan
bir grupta çalan
walker adlı adamla
terk edip okyanusu
çıkacaktı karaya
en çok istediği şey bu adamdı
onun ruhunu yakalamak için her şeyi yaptı
ama hayatları boyunca
hiçbir bağ kuramadılar
yalnız ve reddedilmiş
kıza göründü yollar
zavallı bazen mutlu
bazen trajik göründü
denedi astral seyahati
seks ve karabüyüyü
hiçbir şey birleştiremedi onları
belki tek bir şey dışında
sadece belki...
birbirine bağlamak için ruhlarını
kız doğurdu bebeğini
ama bu bebeği doğurmak için
bir vinç gerekti
göbek bağı ise
zincir şeklindeydi
çirkin ve kasvetliydi
sert, bir çaydanlık kadar
gri metalle kaplı
pembe deri ne arar
bu bebek, getirmek yerine onları bir araya
ikisini de örttü bir fırtınalı havayla
walker geri dönüp
grubuna katıldı
ve o güünden sonra
çoğunlukla karada kaldı
kız gri çapa bebeğiyle
artık bir başınaydı
bebk öyle ağırdı ki
onu da dibe batırdı
dileği gerçekleşmeden, dibe doğru çökerken
kalbi kırık
sadece o ve bebeği vardı
birkaç tane de balık.
(bkz: çapa bebek)
litvanyalı pop grup skamp ın solisti, irlanda asıllı erica jennings in seslendirdiği nefis bir parça. ayrıca dumurun dibine vurmuş vaziyetteyim, nasıl olur da bu zamana kadar bu parçanın başlığını açmamış olurum?!...
its a lovely day,
all the clouds are grey,
its a lovely day for love.
its a perfect day,
dont be afraid,
its a lovely day for love.
and ive been searching, searching,
searching for love
its a lovely day,
a strange cascade,
its a lovely day for love.
its a perfect day,
dont be ashamed,
its a perfect day for love
and ive been searching, searching,
searching for love (for love)
its a lovely day,
nothïng else to say,
its a lovely day for love (for love)
http://tinyurl.com/bmrqtm5 dinleyin, izleyin.
its a lovely day,
all the clouds are grey,
its a lovely day for love.
its a perfect day,
dont be afraid,
its a lovely day for love.
and ive been searching, searching,
searching for love
its a lovely day,
a strange cascade,
its a lovely day for love.
its a perfect day,
dont be ashamed,
its a perfect day for love
and ive been searching, searching,
searching for love (for love)
its a lovely day,
nothïng else to say,
its a lovely day for love (for love)
http://tinyurl.com/bmrqtm5 dinleyin, izleyin.
insanlık tarihi denen olgunun, insanın tarihten günümüze süregelen “mazlumdan zalim yaratma” kabiliyetinin, dinlerle doku uyuşmasının bir örneğini sunuyor bizlere film.
sadece konu ettiği başroldeki inancın adının değiştirilmesi ile, güncele dair ipuçları bulabilirsiniz filmde.
kendi adıma üzücü bulduğum şey; hypatia’ nın içinde yaşadığı çevreye ait kimi yansımaların, çağdaşımız olan benzerlerinde de karşımıza çıkıyor oluşu. bu benzerlik gösterdiğini söyleyebileceğimiz çevrelerin, onca zamanın süzgecinden elenip, insanlık bilincine eklenen bilgiye rağmen, bilgiye/bilime o günlerde yaşamış bir pagan misali iman ediyor, inanç sistemleri ile yarıştırıyor, savaşma/savaştırma arzusu sergiliyor olması üzücü değil mi?
iman edilmesi gereken inançları sorgulamadığı için, sorgusuzca inanan yığınları beyhude bir çaba ile yargılamaktan ziyade, bilim insanlarının, insanı algılama-bir bütün olarak- çabasını sorgulamak daha anlamlı geliyor.
bilim iman etmek yerine sorgulamayı gereksiniyor. ama günümüz dünyasında, dinin yerini “gerçeğin”(sunulan, mevcut bilgilerle ulaşılabilen) almasını, insanların bu “gerçeğe” iman etmesini bekleyenlerle karşılaşıyorum. insanlardaki inanma, tapınma arzusunun nesnesini değiştirmeye çalışan, başarısız bir ilüzyon çabasından öteye gidemiyor bu hali ile bütün bu çabalar.
bir haksızlığa sebebiyet vermemek için, bu insanları, işini yapan bilim insanlarından ayrı değerlendirmek gerek. bu insanları daha çok, sahip oldukları bilgiyi kullanarak “çağdaşlığa tapınanlar” olarak adlandırıyorum. salt nesnesini ve ritüellerini değiştirip, tapınmaya devam ettikleri sürece, bir inancı, diğer bir inançla yargılamak, benim dinim(bilgim), senin dinini döver hatasına düşmenin ötesine geçemiyorlar; ve böylelikle bilginin ve gerçeğin yayılmasının önünde birer sete dönüşüyorlar.
gerçek diye adlandırılan, bilim yolu ile elde edilmiş olgular, iman terazisinde tartılmaz. oysa din ile bilimi “çağdaşlık” adına savaştırma arzusu, gerçeği bu terazinin kefesinde tartılmaya zorlamaktan öte bir işe yaramıyor.
gerçek, ona ulaşma arzusu ile sorgulama ve araştırma gereksiniyor. insanlarda araştırma ihtiyacını yaratarak, kendi kabul edeceği bir gerçeğe ulaşma arzusunu tetikleyecek yolları bulmalı.
haddimi aşan bu laf ebeliğinden sonra, filme dönelim. hypatia’ nın yörüngesinde iki adam görüyoruz filmde. biri hypatia’ nın kölesi davus, diğeri de iskenderiye’ nin varlıklı ve etkili bir ailesinden gelen, öğrencisi orestes. orestes, ailesinin yaşadığı topluluk içerisindeki konumunun ve aldığı eğitimin o’ na kattığı entellektüel birikimin rahatlığı içerisinde yaşarken; davus, yokluğun dibinden kendine inanacak bir tek hypatia’ yı(tutkulu bir aşkla) buluyor.
hypatia’ nın parçası olarak yaşadığı topluluğun kuralları açısından bakılınca, anlaşılabilir olan hoyrat tavırları ve yaşanan pagan-hristiyan çatışmasından etkilenen davus, inancının merkezindeki hypatia’ ya duyduğu tutkulu aşkın yerini din ile değiştirmeye kalkıyor. bundan sonrasında ise öfke ve yıkımlar belirliyor davus’ un yolunu. arada kalmanın cinnetini olduğu gibi yansıtıyor davus. olmayan bir şeyin, eksik bir şeyin, onu bulamadığı müddetçe kendini de bulamadığı bir şeyin, tamamlanamayan bir şeyin/kendisinin, kelimelere dökülemeyen, göze görünmeyen yıpratıcı, ulaşılmaz varlığını hissediyor.
orestes ise, zaman içinde yetiştirilme amacına uygun olarak toplum içerisindeki yönetici konumunu alıyor ve hypatia ile entellektüel bir yakınlık lüksünün son ana kadar keyfini sürüyor. hypatia’ yı orestes’ in yakınında tutan entellektüel sohbetlerin yanı sıra, çalışmaları için ihtiyaç duyduğu imkanları hypatia’ ya sunabilecek güce sahip olması.
hypatia’ nın karakterini belirleyen, öğrenmeye, bilgiye duyduğu sonsuz açlık. tek aşkı dünya, güneş ve çevreleyen gezegenlerin hareketlerindeki gizemin çözümü. düşünününce, her türlü tapınmadan uzak, aklı merkeze alan yaşamı; o’ nu aşkın bile tuzaklarından koruyup, özgür kılıyor. evet, filmdeki hypatia karakterini anlatacak en anlamlı cümle: özgür bir kadın/insan, olabilir.
hypatia’ ya bakınca, tamamlanmış, bütün bir insan görebiliyorum. özgür, akıllı, güzel, arzu dolu. ama yörüngesindeki iki erkeğin toplamından bile, bir tam insan elde edilemiyor. kendi başlarına zaten eksikler; ancak toplamları bile bir bütüne denk gelmiyor.
iman edecek mertebede tutkulu bir aşkı, tüm yıkıcı unsurları ile davus’ ta; eğitimi ve ailesinden gelen mirasın o’ nu toplumda getirdiği konumla gücü orestes’ te buluyoruz. ama ne davus’ un tutkulu aşkı, ne orestes’ in gücü ve aklı tamamlanmış bir bütün olmalarına yetmiyor; ve tabii arzularının ortak nesnesini korumaya da.
doğurganlıklarının kendilerine verdiği yaratıcı gücün, kadınları her daim tanrıya, biz erkeklerden bir adım daha yakın kıldığını düşünüyorum. eğer tanrı insanı yaratırken kendinden bir şey koyduysa bunu kesinlikle kadında aramak gerektiğine inanıyorum. eğer tanrıyı arıyorsak, kadının bereketli doğurganlığına bakmalıyız; erkeğin değersiz tohumları yerine.
filme dönersek son olarak, görünen o ki; bilmem kaç yüzyıldır değişen bir şey yok! hala sahip olduğumuzu düşündüğümüz gücü, kadınların ele geçirmesinden it gibi korkuyoruz. anlamadığım ve bilemediğim: neden?
sadece konu ettiği başroldeki inancın adının değiştirilmesi ile, güncele dair ipuçları bulabilirsiniz filmde.
kendi adıma üzücü bulduğum şey; hypatia’ nın içinde yaşadığı çevreye ait kimi yansımaların, çağdaşımız olan benzerlerinde de karşımıza çıkıyor oluşu. bu benzerlik gösterdiğini söyleyebileceğimiz çevrelerin, onca zamanın süzgecinden elenip, insanlık bilincine eklenen bilgiye rağmen, bilgiye/bilime o günlerde yaşamış bir pagan misali iman ediyor, inanç sistemleri ile yarıştırıyor, savaşma/savaştırma arzusu sergiliyor olması üzücü değil mi?
iman edilmesi gereken inançları sorgulamadığı için, sorgusuzca inanan yığınları beyhude bir çaba ile yargılamaktan ziyade, bilim insanlarının, insanı algılama-bir bütün olarak- çabasını sorgulamak daha anlamlı geliyor.
bilim iman etmek yerine sorgulamayı gereksiniyor. ama günümüz dünyasında, dinin yerini “gerçeğin”(sunulan, mevcut bilgilerle ulaşılabilen) almasını, insanların bu “gerçeğe” iman etmesini bekleyenlerle karşılaşıyorum. insanlardaki inanma, tapınma arzusunun nesnesini değiştirmeye çalışan, başarısız bir ilüzyon çabasından öteye gidemiyor bu hali ile bütün bu çabalar.
bir haksızlığa sebebiyet vermemek için, bu insanları, işini yapan bilim insanlarından ayrı değerlendirmek gerek. bu insanları daha çok, sahip oldukları bilgiyi kullanarak “çağdaşlığa tapınanlar” olarak adlandırıyorum. salt nesnesini ve ritüellerini değiştirip, tapınmaya devam ettikleri sürece, bir inancı, diğer bir inançla yargılamak, benim dinim(bilgim), senin dinini döver hatasına düşmenin ötesine geçemiyorlar; ve böylelikle bilginin ve gerçeğin yayılmasının önünde birer sete dönüşüyorlar.
gerçek diye adlandırılan, bilim yolu ile elde edilmiş olgular, iman terazisinde tartılmaz. oysa din ile bilimi “çağdaşlık” adına savaştırma arzusu, gerçeği bu terazinin kefesinde tartılmaya zorlamaktan öte bir işe yaramıyor.
gerçek, ona ulaşma arzusu ile sorgulama ve araştırma gereksiniyor. insanlarda araştırma ihtiyacını yaratarak, kendi kabul edeceği bir gerçeğe ulaşma arzusunu tetikleyecek yolları bulmalı.
haddimi aşan bu laf ebeliğinden sonra, filme dönelim. hypatia’ nın yörüngesinde iki adam görüyoruz filmde. biri hypatia’ nın kölesi davus, diğeri de iskenderiye’ nin varlıklı ve etkili bir ailesinden gelen, öğrencisi orestes. orestes, ailesinin yaşadığı topluluk içerisindeki konumunun ve aldığı eğitimin o’ na kattığı entellektüel birikimin rahatlığı içerisinde yaşarken; davus, yokluğun dibinden kendine inanacak bir tek hypatia’ yı(tutkulu bir aşkla) buluyor.
hypatia’ nın parçası olarak yaşadığı topluluğun kuralları açısından bakılınca, anlaşılabilir olan hoyrat tavırları ve yaşanan pagan-hristiyan çatışmasından etkilenen davus, inancının merkezindeki hypatia’ ya duyduğu tutkulu aşkın yerini din ile değiştirmeye kalkıyor. bundan sonrasında ise öfke ve yıkımlar belirliyor davus’ un yolunu. arada kalmanın cinnetini olduğu gibi yansıtıyor davus. olmayan bir şeyin, eksik bir şeyin, onu bulamadığı müddetçe kendini de bulamadığı bir şeyin, tamamlanamayan bir şeyin/kendisinin, kelimelere dökülemeyen, göze görünmeyen yıpratıcı, ulaşılmaz varlığını hissediyor.
orestes ise, zaman içinde yetiştirilme amacına uygun olarak toplum içerisindeki yönetici konumunu alıyor ve hypatia ile entellektüel bir yakınlık lüksünün son ana kadar keyfini sürüyor. hypatia’ yı orestes’ in yakınında tutan entellektüel sohbetlerin yanı sıra, çalışmaları için ihtiyaç duyduğu imkanları hypatia’ ya sunabilecek güce sahip olması.
hypatia’ nın karakterini belirleyen, öğrenmeye, bilgiye duyduğu sonsuz açlık. tek aşkı dünya, güneş ve çevreleyen gezegenlerin hareketlerindeki gizemin çözümü. düşünününce, her türlü tapınmadan uzak, aklı merkeze alan yaşamı; o’ nu aşkın bile tuzaklarından koruyup, özgür kılıyor. evet, filmdeki hypatia karakterini anlatacak en anlamlı cümle: özgür bir kadın/insan, olabilir.
hypatia’ ya bakınca, tamamlanmış, bütün bir insan görebiliyorum. özgür, akıllı, güzel, arzu dolu. ama yörüngesindeki iki erkeğin toplamından bile, bir tam insan elde edilemiyor. kendi başlarına zaten eksikler; ancak toplamları bile bir bütüne denk gelmiyor.
iman edecek mertebede tutkulu bir aşkı, tüm yıkıcı unsurları ile davus’ ta; eğitimi ve ailesinden gelen mirasın o’ nu toplumda getirdiği konumla gücü orestes’ te buluyoruz. ama ne davus’ un tutkulu aşkı, ne orestes’ in gücü ve aklı tamamlanmış bir bütün olmalarına yetmiyor; ve tabii arzularının ortak nesnesini korumaya da.
doğurganlıklarının kendilerine verdiği yaratıcı gücün, kadınları her daim tanrıya, biz erkeklerden bir adım daha yakın kıldığını düşünüyorum. eğer tanrı insanı yaratırken kendinden bir şey koyduysa bunu kesinlikle kadında aramak gerektiğine inanıyorum. eğer tanrıyı arıyorsak, kadının bereketli doğurganlığına bakmalıyız; erkeğin değersiz tohumları yerine.
filme dönersek son olarak, görünen o ki; bilmem kaç yüzyıldır değişen bir şey yok! hala sahip olduğumuzu düşündüğümüz gücü, kadınların ele geçirmesinden it gibi korkuyoruz. anlamadığım ve bilemediğim: neden?
çiçekli şişesi ile bende uyandırdığı hissiyat: bildiğin kız birası.
-----------------------------spoiler----------------------------:
biz ölü doğmuş kişileriz, zaten çoktandır canlı olmayan babaların soyundan ürüyoruz ve bu durumu gittikçe daha çok beğeniyor, bundan zevk almaya başlıyoruz. neredeyse bir kolayını bulup bizleri doğrudan doğruya düşüncelerin doğurmasını sağlayacağız.
-----------------------------spoiler----------------------------
küçük bir tavsiye, henüz okumadıysanız ama okumaya niyetlendiyseniz; önsözü, okumanın sonuna bırakın. kendi yorumunuzu etkileyebilir.
biz ölü doğmuş kişileriz, zaten çoktandır canlı olmayan babaların soyundan ürüyoruz ve bu durumu gittikçe daha çok beğeniyor, bundan zevk almaya başlıyoruz. neredeyse bir kolayını bulup bizleri doğrudan doğruya düşüncelerin doğurmasını sağlayacağız.
-----------------------------spoiler----------------------------
küçük bir tavsiye, henüz okumadıysanız ama okumaya niyetlendiyseniz; önsözü, okumanın sonuna bırakın. kendi yorumunuzu etkileyebilir.
ayten alpman dan dinlenesidir. nefis seslendirmiştir kendisi. tam şaraplıktır.
http://tinyurl.com/cn7lnf9
http://tinyurl.com/cn7lnf9
nefis bir mirkelam parçasıdır. bu sıralar power love arada çıkartıyor karşıma, güzel oluyor. şimdi yine çalıyor, ben de başlığına bir şeyler yazayım dedim.
bu adamın nefis parçaları vardı. farklı özgün bir tarzı vardı. özlüyorum ben şahsen. bir erenköy vardır mesela, çok can yakar dinlerken. güzel bir adamdı. keşke yine kendi başına bir şeyler yapsa. eskisi kadar güzel, yeni bir şeyler yapsa. biz de paraya kıyıp alsak. güzel olurdu hani.
http://tinyurl.com/blwxmrt adresinden hatıralar a sizler de kulak verebilirsiniz.
bu adamın nefis parçaları vardı. farklı özgün bir tarzı vardı. özlüyorum ben şahsen. bir erenköy vardır mesela, çok can yakar dinlerken. güzel bir adamdı. keşke yine kendi başına bir şeyler yapsa. eskisi kadar güzel, yeni bir şeyler yapsa. biz de paraya kıyıp alsak. güzel olurdu hani.
http://tinyurl.com/blwxmrt adresinden hatıralar a sizler de kulak verebilirsiniz.
(bkz: senden sonra)
furuğ ferruhzad ın yedi yaş öncesi çocukluğuna yaktığı ağıt tadında bir şiiri.
yaralarım aşktandır da yer alır.
ey yedi yaş
ey yola çıkmanın şaşılası anı
senden sonra ne varsa
çılgınlıklar, bilgisizlikler yığınında geçip geçti
senden sonra
bizimle kuş arasında
bizimle meltem arasından
korkunç diri ve aydın bağlantı olan pencere
.......................kırıldı
.............................kırıldı
.................................kırıldı
senden sonra topraktan yapılı o bebek
su
su
sudan başka hiçbir şy söylemeyen bebek,
suda boğuldu.
senden sonra biz ağustos böceklerinin sesini öldürdük
ve abece sözcüklerinden yükselen zil sesine
ve silah fabrikalarından yükselen siren sesine
gönül verdik
senden sonra masaların altından
oyun yerimiz olan masaların altından,
masaların arkasına
masaların arkasından
masaların üstüne ulaştık
ve masaların üstünde oynadık
ve yitirdik, senin rengini yitirdik, ey yedi yaş
senden sonra biz birbirimize ihanet ettik
senden sonra tüm andaçları sildik
kurşun parçalarıyla, ve patlamış kan damlalarıyla
sokak duvarlarının alçılanmış şakaklarından
senden sonra alanlara gittik
ve haykırdık
"yaşasın"
"kahrolsun"
ve alanın gürültüsünde
kurnazca kentin görüşüne gelmiş olan
şarkıcının bozuk paraları için alkış tuttuk.
birbirimizin katili olan bizler, senden sonra
aşkı yargıladık
ve yüreklerimiz ceplerimizde
meraklıyken, biz
aşkın payını yargıladık.
senden sonra mezarlıklara yüz koyduk
ve ölüm, büyükannenin çarşafı altında soluyordu
ve ölüm, o ulu ağaç,
başlangıcın bu yanındaki dirilerin
üzgün dallarına andak bağladıkları
ve bitimin öte yanındaki ölülerin
fosforlu köklerini tırmaladıkları
ve ölüm, o kutsal türbenin üzerinde oturmuştu
dört köşesinde aniden dört mavi lale
aydınlandı
rüzgarın sesi geliyor
rüzgarın sesi geliyor, ey yedi yaş
kalktım ve su içtim
ve ansızın anımsadım
nasıl senin genç ekin tarlaların
çekirge saldırısından korktulardı
ne kadar daha ödemeli?
ne kadar daha
bu beton küpün büyümesine ödemeli
biz yitmiş olması gereken,
her şeyi yitirmişiz
biz yola koyulmuşuz ışıksız
ve ay, ay, sevecen dişi hep oradaydı
kagir bir damın çocuksu anılarında
ve çekirge saldırısından korkan genç ekin tarlalarının üzerinde
ne kadar daha ödemeli?....
yaralarım aşktandır da yer alır.
ey yedi yaş
ey yola çıkmanın şaşılası anı
senden sonra ne varsa
çılgınlıklar, bilgisizlikler yığınında geçip geçti
senden sonra
bizimle kuş arasında
bizimle meltem arasından
korkunç diri ve aydın bağlantı olan pencere
.......................kırıldı
.............................kırıldı
.................................kırıldı
senden sonra topraktan yapılı o bebek
su
su
sudan başka hiçbir şy söylemeyen bebek,
suda boğuldu.
senden sonra biz ağustos böceklerinin sesini öldürdük
ve abece sözcüklerinden yükselen zil sesine
ve silah fabrikalarından yükselen siren sesine
gönül verdik
senden sonra masaların altından
oyun yerimiz olan masaların altından,
masaların arkasına
masaların arkasından
masaların üstüne ulaştık
ve masaların üstünde oynadık
ve yitirdik, senin rengini yitirdik, ey yedi yaş
senden sonra biz birbirimize ihanet ettik
senden sonra tüm andaçları sildik
kurşun parçalarıyla, ve patlamış kan damlalarıyla
sokak duvarlarının alçılanmış şakaklarından
senden sonra alanlara gittik
ve haykırdık
"yaşasın"
"kahrolsun"
ve alanın gürültüsünde
kurnazca kentin görüşüne gelmiş olan
şarkıcının bozuk paraları için alkış tuttuk.
birbirimizin katili olan bizler, senden sonra
aşkı yargıladık
ve yüreklerimiz ceplerimizde
meraklıyken, biz
aşkın payını yargıladık.
senden sonra mezarlıklara yüz koyduk
ve ölüm, büyükannenin çarşafı altında soluyordu
ve ölüm, o ulu ağaç,
başlangıcın bu yanındaki dirilerin
üzgün dallarına andak bağladıkları
ve bitimin öte yanındaki ölülerin
fosforlu köklerini tırmaladıkları
ve ölüm, o kutsal türbenin üzerinde oturmuştu
dört köşesinde aniden dört mavi lale
aydınlandı
rüzgarın sesi geliyor
rüzgarın sesi geliyor, ey yedi yaş
kalktım ve su içtim
ve ansızın anımsadım
nasıl senin genç ekin tarlaların
çekirge saldırısından korktulardı
ne kadar daha ödemeli?
ne kadar daha
bu beton küpün büyümesine ödemeli
biz yitmiş olması gereken,
her şeyi yitirmişiz
biz yola koyulmuşuz ışıksız
ve ay, ay, sevecen dişi hep oradaydı
kagir bir damın çocuksu anılarında
ve çekirge saldırısından korkan genç ekin tarlalarının üzerinde
ne kadar daha ödemeli?....
spoilersız kitap başlığı olur mu?
tabii ki olmaz!
öyleyse buradan buyrun biraz.
-----------------------------spoiler----------------------------:
çünkü düşlerde kimse kimseye rehberlik edemez de ondan, dedi vahap. (sayfa48)
bu darmadağın akan suya bakıp sordum:
- nedir bu?
- bu yeni su, dedi rehberim. henüz yatağını açamadı. zamanla yatağını açacak; bir çay, bakarsın bir ırmak oluşacak. hep böyle olur. sonra o da kurur. (sayfa63)
bizim eski kitaplarımız şöyle der:
insan yurdunu bırakıp gider mi?
bu dağlar senin yurdundur.
kurt sürüye daldı diye insan sürüyü bırakıp gider mi?
kuzular, toklular, koçlar, koyunlar tümü senindir.
insan ağlar oldu diye dizlerini döver mi?
söyle, döver mi? akılsız kafasını taşa vurur mu?
oturup düşünmez mi?
el ele vermez mi?
yaralıyım, yaralısın, yaralı, demez mi?
hiç mi bi’ şey demez, hiç mi konuşmaz, hiç mi hiç mi hiç mi... (sayfa68)
-----------------------------spoiler----------------------------
tabii ki olmaz!
öyleyse buradan buyrun biraz.
-----------------------------spoiler----------------------------:
çünkü düşlerde kimse kimseye rehberlik edemez de ondan, dedi vahap. (sayfa48)
bu darmadağın akan suya bakıp sordum:
- nedir bu?
- bu yeni su, dedi rehberim. henüz yatağını açamadı. zamanla yatağını açacak; bir çay, bakarsın bir ırmak oluşacak. hep böyle olur. sonra o da kurur. (sayfa63)
bizim eski kitaplarımız şöyle der:
insan yurdunu bırakıp gider mi?
bu dağlar senin yurdundur.
kurt sürüye daldı diye insan sürüyü bırakıp gider mi?
kuzular, toklular, koçlar, koyunlar tümü senindir.
insan ağlar oldu diye dizlerini döver mi?
söyle, döver mi? akılsız kafasını taşa vurur mu?
oturup düşünmez mi?
el ele vermez mi?
yaralıyım, yaralısın, yaralı, demez mi?
hiç mi bi’ şey demez, hiç mi konuşmaz, hiç mi hiç mi hiç mi... (sayfa68)
-----------------------------spoiler----------------------------
yaralı zaman isimli, ferit edgü’ ye ait anlatı kitabının alt başlığı.
ferit edgü nün bir doğu yolculuğundan notlar altbaşlığına sahip, şiirsel bir dille, bir hakkari yolculuğunu anlattığı kitabı.
arka kapağından:
ferit edgü, ilk kez 1977 de yayınlanan o [hakkari de bir mevsim] adlı romanında, türkiye nin doğu suna, sarp dağlarına, umarsız insanlarına bir ağıt yakmıştı. melih cevdet anday ın "gerçeğin inanılmaz bir düşe dönüştüğü, şaşırtıcı bir öykü" diye nitelediği odan tam otuz yıl sonra, edgü yaralı zaman la yeniden doğu ya dönüyor. bu kez, hiç de düşsel olmayan hakkaride bir yolculuğa çıkıyor.
arka kapağından:
ferit edgü, ilk kez 1977 de yayınlanan o [hakkari de bir mevsim] adlı romanında, türkiye nin doğu suna, sarp dağlarına, umarsız insanlarına bir ağıt yakmıştı. melih cevdet anday ın "gerçeğin inanılmaz bir düşe dönüştüğü, şaşırtıcı bir öykü" diye nitelediği odan tam otuz yıl sonra, edgü yaralı zaman la yeniden doğu ya dönüyor. bu kez, hiç de düşsel olmayan hakkaride bir yolculuğa çıkıyor.
you will never know ile tanıdığım, 1979 fransız comoros adaları doğumlu, asıl adı nadia mladjao olan ses sanatçısı. swahili dilinde imany adı inanç anlamı taşıyormuş.
gençliğinde yüksek atlamada başarılı bir atletmiş. sonrasında modellik yapmış. şarkıcı kariyerine başlamadan önce altı sene amerika da yaşamış ve ardından fransa ya dönmüş. şimdi de amerika ile fransa arasında mekik dokuyormuş.
sağolsun wikipedia.
gençliğinde yüksek atlamada başarılı bir atletmiş. sonrasında modellik yapmış. şarkıcı kariyerine başlamadan önce altı sene amerika da yaşamış ve ardından fransa ya dönmüş. şimdi de amerika ile fransa arasında mekik dokuyormuş.
sağolsun wikipedia.
son bir kaç gündür radyoda kulağıma çalınan bir imany parçası.
it breaks my heart ‘cause i know you’re the one for me
don’t you feel sad there never was a story
obviously itll never be
you will never know
i will never show
what i feel
what i need from you no
you will never know
i will never show
what i feel
what i need from you
with every smile comes my reality irony
you won’t find out what has been killing me
can’t you see me, can’t you see?
you will never know
i will never show
what i feel
what i need from you no
you will never know
i will never show
what i feel
what i need from you
no no no no you will never know
i will never show
what i feel
what i need from you no
no no no no youll never know
no no no no youll never know
no no no no
love me love me love me love me no
you will never know
i will never show no no no
what i feel
what i need from you no no no
you will never know
i will never show no no no
what i feel
what i feel
what i feel
what i need
what i need from you no
http://tinyurl.com/boru3d2 adresinden akustik yorumuna kulak verebilirsiniz.
it breaks my heart ‘cause i know you’re the one for me
don’t you feel sad there never was a story
obviously itll never be
you will never know
i will never show
what i feel
what i need from you no
you will never know
i will never show
what i feel
what i need from you
with every smile comes my reality irony
you won’t find out what has been killing me
can’t you see me, can’t you see?
you will never know
i will never show
what i feel
what i need from you no
you will never know
i will never show
what i feel
what i need from you
no no no no you will never know
i will never show
what i feel
what i need from you no
no no no no youll never know
no no no no youll never know
no no no no
love me love me love me love me no
you will never know
i will never show no no no
what i feel
what i need from you no no no
you will never know
i will never show no no no
what i feel
what i feel
what i feel
what i need
what i need from you no
http://tinyurl.com/boru3d2 adresinden akustik yorumuna kulak verebilirsiniz.
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?