confessions

sercovi

- Yazar -

  1. toplam entry 154
  2. takipçi 2
  3. puan 8902

istanbullu olmak

sercovi
boğazın iki yakasının aşkına tanık olmaktır. arada kalan denizin vapurunda sigara içmektir, martılarla sohbettir simit tadında. küçük demli bir çayın buharıdır dakikalar. hızlı akan ışıkların büyüsüdür bünyede.
tekrar tekrar aşık olmaktır bir şehre.
tehlikeyle huzurun sevişmesidir sokakları. yokuşların sonunda denizi görme ihtimalidir soluk alışverişi. kimsesizlerin kimi olmaktır geceleri. olmaz dostlukların olurlarıdır şarabi sohbetleri. sıcak evlerdir kışları, soğuk sokaklardır. el üşümesidir yaz vakti korkuları, iğrenç sıcaklardır. bazen bir tablodur sureti, bazen bir tıbbi atık. ama her şeye ramen pis bir aşktır yedi tepesi birden. kışkırtıcı bir kıskançlıktır belki klavyeden çıkan tanımlar ama sokaklardır en nihayetinde yaşam ve istanbullu sokaklardadır ekseriyetle.
tanışınız..

muque

sercovi
bu kadarı fazla.
bu kadar mutluluk fazla mı diye düşünmeden edemiyorum artık. geçen her saniyenin birlikte olmakla alakadar olduğunu hissetmek garip gelmiyor artık. halbuki ne kadar farklı ve gırgıra açık bir şey değil mi? “hehe pis aşık” demek mümkün bize. ama aşık da ne ola ki?
aşk ne ki?
yeni tanımların gölgesinde geçen bir gece daha.. 19.00 oldu miladım. günler bu saatte başlamıyor muydu? hani kadıköy boğa’nın oradaki merdivenler değil miydi gözlerimizi açtığımız yer? akşam karanlığını aydınlatan ışıklar değil miydi ilk göz kamaşıklığımız? peki ya sigara? sigara içmez ki bebekler. ama ben bebek değilim. sadece heyecanım mı bu harf oyunları? bunlar oyun mu?
uff!
çok soru.
sıra cevaplarda..
mutlulukla mutlu olabilen birilerinin yanımızda olduğunu bilmek çok güzel. ya da mutluluğumuzun birilerini mutlu etmesi. ne çok kullandım bu kelimeyi, eskimez değil mi?
mutluluk..
eskirse eskisin be! bize kelime, bize cümle mi yok?! “kibrit” neden “mutluluk” kelimesinin yerini almasın ki?
“ultraslan baran”ı hatırla..
diyorum ya, birilerini varlığımızla, “biz”le mutlu edebilmişiz, daha ne yapabiliriz ki?
merdivenleri tırmanıyoruz yine, rüyalardaki merdivenlerden bunlar; itfaiyeciler anlamaz. ne telaş var basamaklarımızda ne de bir son. uzadıkça uzuyor uyku, tırmandıkça tırmanıyoruz yine. sana eskisi kadar aşık değilim elbette. kim bilir daha ne kadar geçecek önümüzden kediler, ne kadar dudu olamayacak her biri ve biz ne kadar daha içeceğiz esrarengiz sokaklarda.. seni sevmek umutlu bile değil; her umut son barındırır içinde. bir yere varmanın umudunu taşır insanlar, bir yere varamamanın bile bir sonu olmalı; bizim sonumuz olmasın..
başkalarını mutlu etmek için değil fakat, sadece sen-ben-biz olalım deyu, sadece yaşamak için yani. sincap gibi demiş ya usta, sincabın heyecanına katalım aşkı; yeni tanımlarda büyüsün bebeğimiz. adını baran koymayalım ama, övgüye değer bir isim olsun mesela.. “bu onların meyvesi” dedirtecek cinsten hani..
boğaz köprüsünü hızla geçerken otobüs kırmızıydı yine ışıklar. sınanma duygusunu derinden hissettim nekropsi eşliğinde; en az erciyes kadar şoktaydım ben de. çatı katı dairelerde yanıyordu loş ışıklar, tavan bildiğin çatı..
spot ışıklar, az eşya, muhtemelen iki beşer, ışıl ışıl karanlığıyla bir boğaz, birer kadeh şarap en kırmızısından.. çatı katı olsun evimiz, dudu rahat etsin mart aylarında, kızımız rahat etsin; sen benimle ol, biz boğazla. inadına köpek öldürsün şarabımız. sıkılmayız ya biz, olur da dışarı çıkmak istersek yine kadıköy’e gelelim olur mu? karanlık sokaklarında minnetler yağdıralım büyülü deniz kenarı semtimize. deniz bize vursun, dalgalardan alalım balıkların haberlerini. lüfer mevsimi geçmeden birer tek atalım sofrada. çatı katı balkonu da pek güzel olur sonbaharda.. sen, ben, rakı, balık; şişede bir garip orhan veli..
çok özledim yine seni..

muque

sercovi
iki noktalı bir şeyler yazmak istiyorum sana ama biliyorum ki fazla dikkat edeceksin okuyacaklarına. bir sonraki kelimeyi meraktan kıvranarak takip edeceksin ve bu kovalamaca iki noktanın sonunda bitecek; tıpkı başladığı gibi.
dur.
sakinleş..
her zamanki heyecanımdayım merak etme.
üşümeye alıştık nasıl olsa..
zamanlardan gece; bir varız bir yok..
gül cemalinle yıkamışım yüzümü uyanmamak ne mümkün! alice harikalar diyarında gezedursun, biz senle burayı yaşayalım yine. sokaklar senin olsun, ben vapurların olayım. iki kıyı arasındaki denize okuduğum sinkaf kız kulesinden işitilsin yine. kıyına yanaşırken alayım kokunu; buram buram hayat kok yine, al beni..
kime ne söylerim de kim ne anlar bilinmez,
sadece bir şey yazabilirim sana velhasıl-ı kelamımda
eylül cumartesileri başka olacak artık..

nevrotik sayıklamalar

sercovi
hüznünle yoğrulmuş bir gecenin mavi karanlığında basiretimi lanetliyorum yine. sabır taşı inkar ederken yanıbaşımda kendini elimden gelecek tek şeyin başımı sinirle kavramaktan öte olması gerektiğini düşünüyorum. yapamıyorum.
bir duman daha alıyorum küllerimden..
sinir harbinde vuruluyorum alnımdan. kan akıyor vücudumun her yerine. sıcak. kan gibi sıcak. içimden fışkırıyor kanım, siyaha dönmüş rengi yüzüyle al al oluyor yine. sureti yansıyor bedenimdeki kana. kıpkırmızı kesiyorum gözlerinde. etraf sessiz, çareler tükenmiş, ufak bir tebessüm sadece ihtiyacımız olan. ufak, gamzeli bir gülücük..
hissetmek hafif kaçıyor iletişimin adına. kopuk bir bütünlüğün getirdiği tırmanış her günü cumartesiye çıkarıyordu yine. ellerim üşüyor. anemi olmaktan hiç bu kadar haz etmemiştim şu on beş gün öncesine kadar. hani şu malum 15 koca gün..
patatesleri bitirmediğim için oluyormuş hep bu kötü şeyler. arkamdan ağlamakla kalmıyor nimet, kovalıyor da sürekli. git diyorum, gitmiyor. üşüyorum yine. ellerim ayaklarım buz kesiyor düşündükçe.
"bir şey söyle be adam! susma bu kötü zamanda! bir şeyler söyle, buna ihtiyacı var!" diyorum sinir kat sayımı artırarak. ünlem koyuyorum her cümlemin sonuna. iki noktaları özlüyor diyorum, ne ünlemi! bak yine!
hep o patatesler yüzünden, biliyorum..

serbest çağrışım

sercovi
sözlük sınırları içersinde zart diye yapılmaması gerektiğine inandığım hede.
başlık sahibinin niyetine, kelamına istinaden sinir hoplatıcı ya da kırıcı olabilen hareket.
koklayınız efenim biraz, harfler anlatır derdi..

düğmeburun

sercovi
küçücük bir çocuk avuçlarda. el falınıza baktırırsanız kıyıda bir yerde göreceksiniz onu. derin bir yarık ama kıyıda. yoğunluk hamuruna işlemiş gibi, bir yanıyla da tutuk. kim anlar ki seni değil mi düğmecik? anlatsan neye yarar ki? dünya dönüyor sadece işte dersin belki ya da dünya da neymiş peh!
ben olmuşum bir dünya..
kapıları kapama, cereyanında hasta ol mutluluğun, dünya her zaman acı vermez sana. yükseklerde bir yerde ise "iyi", uçmayı hayal etmeli mesela. tek bir söze kanabilmeli bazen, tepetaklak olmak iyidir; sen de iyisin hani. gözler kızarır, bir iki damla sonra tamam.. bakakalma giden geminin ardından şair gibi, yüzmeyi dene artık biraz da; ne bileyim işte yakalama heyecanını tat isterim sadece. uçmayı dene. kanatların olsun. yüksek yüksek hisset basıncı. mavi mavi bak yine ama parıltıyı hisset. yanağında gerilsin dudakların, kocaman kahkahalara bürü kendini.
yapamazsın değil mi?
hayır hayır sadece yapmazsın.
almasını bilirsen/istersen mutluluğu alçak basınçtasın hala,
ve unutma,
yüksek basınçtan eser rüzgar alçak basınca..

muque

sercovi
midem pek zayıf yine. yanımda bir küçük süs şişesi şarap en kırmızısından biraz da tütün adıyamandan.
gel de yazma!
derin bir dumanın yanında kırmızı bir yudum da fena olmazdı ya hani, melankoli şekle sığmaz; şarap da kırmızı da baktıkça güzelleşir. yıllanmak zamanın neresinde ki zaten?
kim demiş zaman akar diye?!
galilei olmamak mümkün değil dostlar.
inkarın inkarı da olmaz hani. ortaçgil zamanında "hey you" demenin keyfi varsa bünyede ve ne dediğimi anlayabiliyorsan en önemlisi, zaman dediğin şeyin vapur seferinden ibaret olduğunu da anlaman gerekir.
itiraf mı dersin edebiyat mı bilemem.
o sana kalmış.
ben sadece tarifsizliğimi yazmaya çalışıyorum.
mesela;
kalıp cümlelerle dalga geçmeyi bırakıyorum, "eskiler" diyorum sık sık, iyi bilmişler.
dalgamı şans üzerine kuruyorum.
nazım ustaya sesleniyorum harflerimin içinden; duy diyorum ihtiyar, yine haklı çıktın: "doğmamış çocuğundan gerisin".
sen değilmişsin be üstat en şanslısı..
ağır laflar yani a dost anlatabildim mi?
çaresizim.
çare aramıyorum.
sadece yaşıyorum, nefes almanın keyfine varıyorum. ne oksijen yakıyorum ne kendimden geçiyorum.
sadece yaşıyorum.
nutkum tutuluyor yine, bir tütün daha sarmalı sanki.
gece uzun, ben ayaktayım.
ayaklarım yere basmıyor a dost
sadece yaşıyorum..

bize her gün cumartesi

sercovi
29 eylül 2007 cumartesi..
pek çok insan için pek çok farklı anlama gelebilir bu tarih. nedir mesela? sıradan ya da farklı bir haftasonu. sevgiliyle geçen herhangi başka bir gün belki, belki de yeni umutlar peşinde koşmanın eski heyecanı. tatil olması bir yana dursun 29 eylül 2007 cumartesi günü 2007 yılının eylül ayındaki cumartesilerden biriydi sadece.
"peki nedir bu başlığı açtıran şey birader?!" demeyiniz lütfen, size hiç yakıştıramadım, hele o elini bir indir, soluklan; elbette ki bir sebebim var
sabret.
başlıyorum.
dünyanın en şanslı adamı olduğumu iddia etmem boşa değil. cumartesi gününün bununla ilişkisi de pek yakından(dur dur heyecanlanma, sadece bu değil sebebim; anlatacaklarım var). kahve dünyasının tarafımdan üçüncü ziyareti daha önce olmadığı kadar ilgi çekici olmuştur. lost roomdaki gibi bir oda idi sadece o mekan. bir daha geri dönülemeyecek, dönülse bile aynı şeylerin yaşanılamayacağı bir yer.
ne gibi mesela?
zaman gibi mesela sevgili dost.
zaman algısının cumartesiyle sınırlı kalışı sadece bir eylül akşamı cumartesisinde, sadece o iki insanın iletişiminde ve sadece o ortaçgil şarkısında mümkün olabilirdi.
oldu da sevgili dost.
kadıköye varan vapurların kıç tarafında yere çömelmiş tütününü saran genç iki şey düşünür ekseriyetle:
1- kaç dakika kaldı?
2- kaç saatimiz var birlikte?
bir duman daha boğaza.
zaman akla gelir işte orada, saat inatla ilerler ama o genç soğuğun umursamazlığıyla hiro nakamura olmaya çalışır.
zaman durmaz.
genç bir duman daha alır tütününden. çevredekilerin şüpheli ve öfkeli ramazan bakışları sadece tebessüme sebebiyet verir üşümüş yanağında..
dur dur dur..!!
cumartesi diyorduk..
evet cumartesi..
yıllar geçti mi üzerinden cidden?

terzi fikri

sercovi
(bkz: fikri sönmez)
1979 yılında fatsa’da belediye başkanlığı yapmış kişi; belediyecilik ve demokrasi üzerine gerçekleştirdiği "deney" ile hafızalara kazınmalıdır. ><gbkz:unutturulan tarihimizin en önemli olaylarından biri olan ’79 fatsa deneyi yut dışında pek çok üniversitede örnek bir belediyecilik anlayışı olarak öğretilmetedir.
katılımcı demokrasinin vücut bulup demokrasi kavramının tdk’nın iddiasını doğrular biçimiyle yaşandığı bu tecrübenin mimarlarından , dönemin tercüman gazetesi tarafından ağır ithamlara maruz bırakılmış, açık hedef gösterilmiştir.
"terzi fikri" ise adı geçen gazetenin yazarlarından nazlı ılıcak tarafından fikri sönmez’i küçümsemek üzre kullanılmış bir ibaredir.
terzi fikri cevapta gecikmez:
"...açiklamak isterim ki, ben otuz yila yakin geçimimi terzilik meslegimle saglamaktayim. bana terzi olarak hitap edilmesi beni küçültmez, aksine yüceltir. ben adi geçen(tercüman) gazetenin yöneticileri gibi ülkemde amerikan emperyalizminin borazanligini yapip da onlara kiralanmadim. bu gazetenin terzilik meslegini ve terzileri küçük görmesi, şahsimda ülkemide tüm sanatkarlara, alinteri ve göznuru döken milyonlarca emekçiye bir hakarettir..."

saygılar...

neden bekliyorsun?


bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?

üye ol