second rhythm albümü illa ki dinlenmelidir.
1909 doğumlu swingin en önemli isimlerinden besteci ve orkestra şefi.sing sing sing şarkısını bilmeyeniniz yoktur aslında.
benny goodman fakir bir yahudi ailesinin ogullarindan biridir. chicago dogumludur fakir bir hayat suren ailenin kurtulusunu ailenin babasi, cocuklarini muzige yonlendirmekte bulmustur. benny nin payina kardesleri arasinda klarnet dusmustur. daha kucuk yasta yorumuyla usta cazcilarin dikkatini cekmeyi basarmistir. ilk kaydini ben pollackla yapmistir. swingin krali olarak da anilir. amerikanin en unlu konser salonlarindan biri olan carnegie hallda, zenci muzisyenlerle konser vermistir. zenci muzisyenlerin bu salonda ilk konseri olmustur.
benny goodman fakir bir yahudi ailesinin ogullarindan biridir. chicago dogumludur fakir bir hayat suren ailenin kurtulusunu ailenin babasi, cocuklarini muzige yonlendirmekte bulmustur. benny nin payina kardesleri arasinda klarnet dusmustur. daha kucuk yasta yorumuyla usta cazcilarin dikkatini cekmeyi basarmistir. ilk kaydini ben pollackla yapmistir. swingin krali olarak da anilir. amerikanin en unlu konser salonlarindan biri olan carnegie hallda, zenci muzisyenlerle konser vermistir. zenci muzisyenlerin bu salonda ilk konseri olmustur.
(bkz: space dye vest)
artık schalke 04 için muz ortalar yapacak oyuncudur.
hayırlısı olsun.
hayırlısı olsun.
doğum tarihi - 6 mart 1926 / suwalki
1946 ve 1950 yılları arasında cracow güzel sanatlar akademisi’nde resim okudu. 1954’te lodz film okulu’nu bitirdi. wajda, kuşatılmış polonyayı, yaptığı filmlerle en iyi şekilde anlatmaya çalışmıştır. ilk filmi olan generetaion 1954de yapıldı ve nazi işgali altında yaşayan bir grup genç insanın yazgısı konu edildi .bunu 1957de yaptığı, 1944lü yıllarda kızılordu birliklerinin varşovaya sığınmasını ve bunu kullanarak ağır vergilere zorlanan gaddar yönetimi eleştirdiği canal izledi. onun en iyi filmi olarak bilinen 1958de yaptığı ashes and diamonds (küller ve elmaslar) da, ikinci dünya savaşındaki anikomünist halk birlikleri üyeleri ile komünist partinin etkisi altında olan hükümetin özel birlikleri arasındaki 1945-46 lı yıllardaki saklı tutulmuş sivil savaşı ve uzlaşması işlenmiştir. jerzy andrzejeswkiden uyarlanan bu film idealizmin renklendirdiği toplumsal çöküşü ve mücadelenin her iki yüzünü tarafsızca ve zeki bir biçimde eleştirir. 1965 de çekilen napoleon in ashes da sert ve haşin bir görüntü altında polonyanın acı ve elemli tarihi ile özdeşleştirilen bir süvari konu edilir. 1970de the birch- wood , 1972de the wedding ve 1979da the young girls of wilkoyu yaptı. lodz şehrini bir film sanayisi şekline sokan 1975de yaptığı land of promise , 1970li yılların sonundaki sosyal kargaşa ve ayaklanmanın gerçek bir göstergesidir. 1977de man of marble ve 1979da without anesthesia da, polonyada aydınların ve işçilerin yaşadığı baskı ve zulmü resmetmiştir.
1946 ve 1950 yılları arasında cracow güzel sanatlar akademisi’nde resim okudu. 1954’te lodz film okulu’nu bitirdi. wajda, kuşatılmış polonyayı, yaptığı filmlerle en iyi şekilde anlatmaya çalışmıştır. ilk filmi olan generetaion 1954de yapıldı ve nazi işgali altında yaşayan bir grup genç insanın yazgısı konu edildi .bunu 1957de yaptığı, 1944lü yıllarda kızılordu birliklerinin varşovaya sığınmasını ve bunu kullanarak ağır vergilere zorlanan gaddar yönetimi eleştirdiği canal izledi. onun en iyi filmi olarak bilinen 1958de yaptığı ashes and diamonds (küller ve elmaslar) da, ikinci dünya savaşındaki anikomünist halk birlikleri üyeleri ile komünist partinin etkisi altında olan hükümetin özel birlikleri arasındaki 1945-46 lı yıllardaki saklı tutulmuş sivil savaşı ve uzlaşması işlenmiştir. jerzy andrzejeswkiden uyarlanan bu film idealizmin renklendirdiği toplumsal çöküşü ve mücadelenin her iki yüzünü tarafsızca ve zeki bir biçimde eleştirir. 1965 de çekilen napoleon in ashes da sert ve haşin bir görüntü altında polonyanın acı ve elemli tarihi ile özdeşleştirilen bir süvari konu edilir. 1970de the birch- wood , 1972de the wedding ve 1979da the young girls of wilkoyu yaptı. lodz şehrini bir film sanayisi şekline sokan 1975de yaptığı land of promise , 1970li yılların sonundaki sosyal kargaşa ve ayaklanmanın gerçek bir göstergesidir. 1977de man of marble ve 1979da without anesthesia da, polonyada aydınların ve işçilerin yaşadığı baskı ve zulmü resmetmiştir.
türk sinema tarihimizdeki ilk yasak aşik veysele gelmiştir. 1952 de başrolde oynadiği tek filmde görünen buğdaylar sari diye, tarimimiz kötülenior diyerekten film yasaklanmiş
akım kapasitörünün mucidi , çılgın adam.
moğolistan’dan tuna boylarına kadar çok geniş bir coğrafi alana yayılmış bulunan türkler, islamiyet’i benimsemeden önce büyük ölçüde şamanizm ve kimi kültlerin etkisi altında bulunuyorlardı. türkler’in savaşlar ve göçler yoluyla yer değiştirmeleri, bu yayılma ve göç yolları üzerindeki birçok farklı kültür ve inançlara sahip halklarla ilişki kurmalarına ve etkilenmelerine yol açmaktaydı. konunun uzmanlarının verdikleri bilgilere dayanarak diyebiliriz ki, islamiyet’in türkler’in yaşadıkları bölgelere ulaşması öncesi, geniş bir coğrafi alana yayılmış bulunan türk kitleleri, şamanizm’in yanısıra, budizm, maniheizm, hıristiyanlık ve musevilik gibi inançlarla da ilişki kurmuş ve etkilenmiş bulunmaktaydılar. zamanın türk devletlerinden, hazarlar’ın museviliği, uygurlar’ın maniheizm’i, tabgaçlar’ın budizm’i ve oğurlar’ın ortodoks hıristiyanlığı kabul etmeleri bu ilişki ve etkilenmenin doğal bir sonucu olarak görülebilir. büyük ölçüde ekonomik sıkıntılar ve nüfus yoğunluğu sonucu gerçekleşen türkler’in anayurtlarından göç etmeleri olgusu, esas olarak güneye ve batıya olmak üzere iki doğrultuda gerçekleşti. batı’ya doğru gerçekleşen türk göçleri iran’da hüküm süren sasani imparatorluğu engeli ile karşılaştılar ve bir bölümü hindistan’a doğru yönelirken, diğer bir bölümü ise iran’a yakın bölgelerde bulunmayı sürdürdüler. türkler’in islam dünyası ile ilişkiye geçebilmeleri ancak sasani imparatorluğu engelinin ortadan kalkmasıyla mümkün görünüyordu. ancak türkler, sasani imparatorluğu’nu yıpratmalarına karşın çökertememişlerdir. bu, aşağıda görüleceği üzere arap ordularınca gerçekleştirilecektir.
arap orduları yeni dinin verdiği heyecanla ilerleyişlerini sürdürmekteydiler ve 634’te yermuk savaşı ile bizans’ı suriye’den çıkardılar. ardından 635’te kadisiye ve 641’de nihavend savaşları ile sasani imparatorluğu’nu ortadan kaldırarak, iran’ı ele geçirdiler. bu şekilde sasani imparatorluğu’nun yıkılması, türkler’in islam dini ile ilişki kurabilmesinin yolunu da açmış oluyordu ki, bu bakımdan önemli bir gelişmedir. müslüman arap ordularının sasani engelini aşması sonrası başlayan türk-arap ilişkileri uzun süre karşılıklı mücadele içinde geçti. emeviler dönemi’nde (661-750) araplar, kısa zamanda maveraünnehir’e hakim oldukları gibi, akınlarını talas’a kadar ilerlettiler ki, bölgede hüküm süren türk hakanlıklarının birbiriyle olan mücadeleleri de bu durumu kolaylaştırıyordu. böylece orta asya hakimiyeti için mücadele eden türkler’in müslüman arap ordularınca tasfiye edilmeleri üzerine, bölgede çinliler ve araplar karşı karşıya geldiler. abbasiler’in iktidara geçmesinden hemen sonra gerçekleşen talas savaşı’nda (751), araplar türklerle birlikte çinlilere karşı savaştılar. bu önemli savaş sonrası çin, orta asya’dan çekildi ve araplar bölgeye hakim oldular.
emeviler’in müslümanlığı seçen arap olmayan uluslara karşı baskıcı ve hor görücü tutumuna karşın, abbasiler, halkı arap olmayan bölgeleri de, araplarla eşit gören daha ılımlı bir yönetim anlayışını benimsemişlerdi. araplar’ın yenilgiye uğrattıkları halklar giderek islamlaşmaya başladıklarından, daha önce başka inançlara mensup din adamları ve tüccarların geldikleri yollardan bu kez müslüman din adamları ve tüccarlar türklerin yaşadıkları bölgelere gelmeye başlamışlardır. ayrıca abbasiler’in yanısıra samaniler devletinin de özellikle ordu yönetiminde türkler’den yararlanmasının, islam’ın bu kitleler arasında yayılmasına yardım ettiği söylenebilir. yalnız türkler’in islamlaşmasında gözden kaçırılmaması gereken önemli nokta, türkler’in bu yeni dinin birçok unsurunu araplar’dan değil iranlılardan almaları konusudur. türklerin islam’ın bölgeye arap orduları aracılığıyla gelmesinden önce de ilişkide bulundukları ve birçok bakımdan ortak noktalara sahip bulundukları acemleri (iranlıları) kendilerine araplardan daha yakın görmeleri doğaldı. böylece iranlılar, türkler’in islam uygarlığını benimsemeleri konusunda bir köprü vazifesi görmüşler, onlara yol göstermişler, onları etkilemişlerdi. bu etkileri daha sonraki yüzyıllarda, türk edebiyatı, sanatı, idare sistemi gibi birçok alanda görmek mümkündür.
buraya kadar özetlemeye çalıştığım, vii.-x. yüzyıllar arasındaki gelişmelere bakılarak türkler’in büyük bir bölümünün müslüman olduğu sanılmamalıdır. sözü edilen dönemde, islam dini daha çok batıdaki şehirlerde ve gelişmiş yerlerde yayılmıştı, doğuda daha çok bozkırlarda göçebe ve yarıgöçebe durumda bulunan türklerin çoğunluğu hala eski inançlarına bağlı idiler. ancak x.yüzyılla birlikte, türklerin yaşadığı bölgelerde halâ sürmekte olan arap egemenliği sonucu, neredeyse iki yüzyılı aşan bu zaman sürecinde gelişen, siyasal, ekonomik ve kültürel ilişkiler, türkler arasında islam’ın yayılmasına da hız kazandırmıştı. artık, maveraünnehir’in buhara, semerkant, fergana ve curcan gibi büyük türk şehirleri, islam kültür ve uygarlığının önemli merkezi haline gelmeye başladılar. o zamana kadar askerlik sanatındaki üstünlükleriyle tanınmış türkler, artık yeni dinlerine, başka bir deyişle islam uygarlığına da katkı sağlayabilecek duruma gelmişlerdi. öyle ki, arapların egemenliğinde sık sık ayaklanan, halifeleri bile değiştirme gücüne sahip türkler artık kendi devletlerini kurma aşamasına gelmiş durumdaydılar. bu şekilde, ix. yüzyıldan başlamak üzere, çok geniş bir coğrafi alanda kurulan müslüman-türk devletleri arasında, tuluniler (875-905), karahanlılar (840-1212), gazneliler (969-1187), selçuklular (1040-1308) ve harezmşahlar (1077-1231) gibi devletler sayılabilir. türklerin islam dinini benimseme nedenleri konusunda, uzmanlarca çeşitli tartışmalar yapılmış ve farklı görüşler ileri sürülmüştür. burada kısaca bu konuya da değinmek sanırım yararlı olacaktır.
türklerin islam’ı benimseme nedenlerinden en fazla savunulanları şu şekilde sıralanabilir:
eski türk inançları ile islamiyet arasındaki benzerlikler,
araplar ile türkler arasında yoğun ekonomik ilişkilerin varlığı,
islam uygarlığının her alanda çağın en üst uygarlığı olması,
müslüman şeyh ve dervişlerin yoğun dinsel propagandaları,
araplarla uzun süren savaşlar sonucu uygulanan baskılar ve yok etme politikaları.
türklerin, uzun bir zaman sürecine yapılan, islam’ı benimseme olgusunu, yukarıda sayılan nedenlerden birine veya birkaçına bağlama eğilimi birçok eserde görmek mümkündür. oysa, o dönemi ele alan araştırmalar incelendiğinde açıkça görülecektir ki, türklerin islam’ı benimsemelerinde, tek bir neden rol oynamamış, yukarıda sıralanan ekonomik, siyasal ve toplumsal nedenlerin tümü birden farklı düzeylerde etkili olmuşlardır.
anahatlarıyla sunmaya çalıştığım türklerin islam dinini benimsemeleri süreci çok dinamik ve karmaşık bir olgudur ve bu islamlaşma orta asya’dan anadolu’ya göçler sırasında ve sonrasında da yaklaşık xiv. yüzyıla kadar sürmüştür. bu konuda iki önemli noktayı daha belirtmek gerekmektedir ki bunlar:
1- türkler’e sunulan islam’ın niteliği ve
2- türkler’in islam’ı nasıl algıladıkları konularıdır.
türkler’e sunulan islam’ın niteliği konusunda şunları söyleyebiliriz:
din’lerin, yayılmaları sırasında farklı coğrafyalarda, farklı insan topluluklarınca benimsenirken, özleri itibariyle olmasa da, biçimsel anlamda farklı bir çehreye bürünebilecekleri bilinen bir olgudur. hiçbir yeni din, eskiden farklı inançlara ve kültürlere sahip topluluklarca bütünüyle benimsenmemiştir. dinlerini, kültürlerini çeşitli nedenlerden dolayı terkeden insanlar, bu sırada kimi eski inançlarını bırakırken kimilerini de yeni dinlerine uygun hale getirerek yaşatmayı sürdürmüşlerdir. hele türkler, kürtler ve iranlılar gibi uzun bir geçmişi olan inanç ve kültüre sahip uluslarda, benimsenen yeni dinde, eski inançların korunması oranının daha fazla olduğu, anadolu insanında etkilerini bugün dahi gördüğümüz sosyolojik bir realitedir.
bu kısa değerlendirmeden de anlaşılacağı üzere, arap yarımadası’ndan doğan islam dini, türkler’in yaşadığı bölgelere ulaşıncaya kadar çeşitli dinsel ve kültürel etkilere maruz kalmış ve dolayısıyle doğduğu coğrafyadan uzaklaştıkça, karşılaştığı değişik kültürel ve dinsel unsurları bünyesine almak zorunda kalmıştır. daha önce ele aldığımız tasavvuf akımının oynadığı rolde de gördüğümüz gibi, islam’ın türkler’in yaşadığı bölgelere ulaştığındaki bu esnek niteliği, türkler’in islamlaşmasında oldukça etkili olmuştur.
daha öncede söz edildiği üzere, türkler islam’ı doğrudan araplar’dan değil, iran kültürünün merkezi horasan yoluyla almışlardı. zaten iran uygarlığı, daha türkler’i etkilemeden önce, islam dini üzerinde de önemli etkilerde bulunmuştu. kaldı ki, islam, yayılması sırasında iran’dan başka uygarlıklar ve dinlerle de karşılaşmış ve bunlardan etkilenmişti. yine islam’ın yayılması sonrası çeşitli mezhepler ortaya çıkmış, dinsel kavram ve kuralları farklı yorumlamaları nedeniyle olduğu kadar, siyasal nedenlerle de kıyasıya bir mücadele içine girmiş bulunmaktaydılar. aslında bütün ortaçağ boyunca, esas nedenleri siyasal ve ekonomik olsa bile çekişmelerin gerekçeleri dinsel olarak sunulmaktaydı. sözü edilen dönem de bu tür mücadelelere sahne olmaktaydı. işte türkler, özetlemeğe çalıştığım bu koşullar altında, yüzyıllarca süren bir zaman sürecinde, birçok din ve kültürün etkisinde kalarak, sosyal, kültürel ve dinsel gereksinmelerine cevap verebilen esnek/hoşgörülü ve prof. cahen’in “özel bir müslümanlık” diye nitelediği bu dini benimsediler. daha sonra da değineceğim gibi, anadolu’ya göçler sırasında ve sonrasında da süren türklerin islamlaşması süreci, xiv. yüzyıla hatta daha sonralara kadar sürmüştür.
türkler islam’ı nasıl benimsediler, konusuna da kısaca değindikten sonra, anadolu’ya göçler konusuna geçeceğiz. daha önce gördüğümüz üzere islam türkler’e özel bir biçimde ulaşmıştı. şehirlerin aksine köylerde ve göçebe boylarda islamlaşma daha yavaş olmaktaydı. şehirlerde daha çok sünni derviş ve şeyhlerin faaliyetlerine karşın, köylerde ve göçebe boylarda daha çok alevi eğilimli dervişler ve babalar propaganda faaliyetleri yürütmekteydiler. prof. köprülü’nün de belirttiği gibi: “daha ilk zamanlardan itibaren batıni akımların hüküm sürdüğü horasan ve maveraünnehir sahalarında yaşayan ve siyasi-dini akımlara fiilen karışarak batıni inançlarıyla yakınlık kuran oğuz aşiretleri, islamlığı yavaş yavaş kabul ettiler; fakat bu görünürde olan islamlık cilası altında, eski ulusal geleneklerinin ve önceki dinlerinin etkisi altında bulunuyorlardı. islam fıkıhçılarının kendilerine çok karışık ve sıkıntılı gelen telkinlerinden ziyade, kendi kam (=ozan)larının nüfuzuna bağlı idiler. maveraünnehir ve horasan’a gelmezden önce ve geldikten sonra hıristiyanlık, hinduizm, mazdeizm, maniheizm gibi çeşitli dini sistemlerle az çok ilişki kuran bu türkmenler üzerinde, islamiyet de dahil olmak üzere bu harici (dışsal) ve kapalı (zor anlaşılan) inanç sistemlerinin hiçbiri eski dinsel geleneklerini tamamen unutturamazdı..."
bildiğimiz gibi kam-ozanların yerini artık ata veya baba ünvanlı dervişler almaktaydı. islam öncesi dönemden kalma türkler arasında yaygın bulunan menkıbelere bile islami bir şekil kazandırılarak, bu ata veya baba ünvanlı dervişler tarafından halk arasında yayılıyordu.
sonuç olarak diyebiliriz ki, türk kitleler islam dinini benimserken, büyük ölçüde eski inançlarını ve geleneklerini de muhafaza etmekteydiler. yine bu türk kitlelerin çoğunluğu, karmaşık ve sıkıcı din kurallarını yayan din adamlarına, şeyhlere itibar etmemekte, onlar daha çok eski şamanları ve kamları hatırlatan ve eski inançlarla yeni din arasında paralellikler kurdukları daha yüzeysel, dinsel bilgileri yayan atalara/babalara bağlanmakta ve onların nüfuzları altında bulunmaktaydılar. bu kitlelerin müslümanlığı, dinsel yükümlülükleri yerine getirmekten uzak, eski inanç ve geleneklerin ön planda olduğu bir halk müslümanlığıydı.
alıntı
arap orduları yeni dinin verdiği heyecanla ilerleyişlerini sürdürmekteydiler ve 634’te yermuk savaşı ile bizans’ı suriye’den çıkardılar. ardından 635’te kadisiye ve 641’de nihavend savaşları ile sasani imparatorluğu’nu ortadan kaldırarak, iran’ı ele geçirdiler. bu şekilde sasani imparatorluğu’nun yıkılması, türkler’in islam dini ile ilişki kurabilmesinin yolunu da açmış oluyordu ki, bu bakımdan önemli bir gelişmedir. müslüman arap ordularının sasani engelini aşması sonrası başlayan türk-arap ilişkileri uzun süre karşılıklı mücadele içinde geçti. emeviler dönemi’nde (661-750) araplar, kısa zamanda maveraünnehir’e hakim oldukları gibi, akınlarını talas’a kadar ilerlettiler ki, bölgede hüküm süren türk hakanlıklarının birbiriyle olan mücadeleleri de bu durumu kolaylaştırıyordu. böylece orta asya hakimiyeti için mücadele eden türkler’in müslüman arap ordularınca tasfiye edilmeleri üzerine, bölgede çinliler ve araplar karşı karşıya geldiler. abbasiler’in iktidara geçmesinden hemen sonra gerçekleşen talas savaşı’nda (751), araplar türklerle birlikte çinlilere karşı savaştılar. bu önemli savaş sonrası çin, orta asya’dan çekildi ve araplar bölgeye hakim oldular.
emeviler’in müslümanlığı seçen arap olmayan uluslara karşı baskıcı ve hor görücü tutumuna karşın, abbasiler, halkı arap olmayan bölgeleri de, araplarla eşit gören daha ılımlı bir yönetim anlayışını benimsemişlerdi. araplar’ın yenilgiye uğrattıkları halklar giderek islamlaşmaya başladıklarından, daha önce başka inançlara mensup din adamları ve tüccarların geldikleri yollardan bu kez müslüman din adamları ve tüccarlar türklerin yaşadıkları bölgelere gelmeye başlamışlardır. ayrıca abbasiler’in yanısıra samaniler devletinin de özellikle ordu yönetiminde türkler’den yararlanmasının, islam’ın bu kitleler arasında yayılmasına yardım ettiği söylenebilir. yalnız türkler’in islamlaşmasında gözden kaçırılmaması gereken önemli nokta, türkler’in bu yeni dinin birçok unsurunu araplar’dan değil iranlılardan almaları konusudur. türklerin islam’ın bölgeye arap orduları aracılığıyla gelmesinden önce de ilişkide bulundukları ve birçok bakımdan ortak noktalara sahip bulundukları acemleri (iranlıları) kendilerine araplardan daha yakın görmeleri doğaldı. böylece iranlılar, türkler’in islam uygarlığını benimsemeleri konusunda bir köprü vazifesi görmüşler, onlara yol göstermişler, onları etkilemişlerdi. bu etkileri daha sonraki yüzyıllarda, türk edebiyatı, sanatı, idare sistemi gibi birçok alanda görmek mümkündür.
buraya kadar özetlemeye çalıştığım, vii.-x. yüzyıllar arasındaki gelişmelere bakılarak türkler’in büyük bir bölümünün müslüman olduğu sanılmamalıdır. sözü edilen dönemde, islam dini daha çok batıdaki şehirlerde ve gelişmiş yerlerde yayılmıştı, doğuda daha çok bozkırlarda göçebe ve yarıgöçebe durumda bulunan türklerin çoğunluğu hala eski inançlarına bağlı idiler. ancak x.yüzyılla birlikte, türklerin yaşadığı bölgelerde halâ sürmekte olan arap egemenliği sonucu, neredeyse iki yüzyılı aşan bu zaman sürecinde gelişen, siyasal, ekonomik ve kültürel ilişkiler, türkler arasında islam’ın yayılmasına da hız kazandırmıştı. artık, maveraünnehir’in buhara, semerkant, fergana ve curcan gibi büyük türk şehirleri, islam kültür ve uygarlığının önemli merkezi haline gelmeye başladılar. o zamana kadar askerlik sanatındaki üstünlükleriyle tanınmış türkler, artık yeni dinlerine, başka bir deyişle islam uygarlığına da katkı sağlayabilecek duruma gelmişlerdi. öyle ki, arapların egemenliğinde sık sık ayaklanan, halifeleri bile değiştirme gücüne sahip türkler artık kendi devletlerini kurma aşamasına gelmiş durumdaydılar. bu şekilde, ix. yüzyıldan başlamak üzere, çok geniş bir coğrafi alanda kurulan müslüman-türk devletleri arasında, tuluniler (875-905), karahanlılar (840-1212), gazneliler (969-1187), selçuklular (1040-1308) ve harezmşahlar (1077-1231) gibi devletler sayılabilir. türklerin islam dinini benimseme nedenleri konusunda, uzmanlarca çeşitli tartışmalar yapılmış ve farklı görüşler ileri sürülmüştür. burada kısaca bu konuya da değinmek sanırım yararlı olacaktır.
türklerin islam’ı benimseme nedenlerinden en fazla savunulanları şu şekilde sıralanabilir:
eski türk inançları ile islamiyet arasındaki benzerlikler,
araplar ile türkler arasında yoğun ekonomik ilişkilerin varlığı,
islam uygarlığının her alanda çağın en üst uygarlığı olması,
müslüman şeyh ve dervişlerin yoğun dinsel propagandaları,
araplarla uzun süren savaşlar sonucu uygulanan baskılar ve yok etme politikaları.
türklerin, uzun bir zaman sürecine yapılan, islam’ı benimseme olgusunu, yukarıda sayılan nedenlerden birine veya birkaçına bağlama eğilimi birçok eserde görmek mümkündür. oysa, o dönemi ele alan araştırmalar incelendiğinde açıkça görülecektir ki, türklerin islam’ı benimsemelerinde, tek bir neden rol oynamamış, yukarıda sıralanan ekonomik, siyasal ve toplumsal nedenlerin tümü birden farklı düzeylerde etkili olmuşlardır.
anahatlarıyla sunmaya çalıştığım türklerin islam dinini benimsemeleri süreci çok dinamik ve karmaşık bir olgudur ve bu islamlaşma orta asya’dan anadolu’ya göçler sırasında ve sonrasında da yaklaşık xiv. yüzyıla kadar sürmüştür. bu konuda iki önemli noktayı daha belirtmek gerekmektedir ki bunlar:
1- türkler’e sunulan islam’ın niteliği ve
2- türkler’in islam’ı nasıl algıladıkları konularıdır.
türkler’e sunulan islam’ın niteliği konusunda şunları söyleyebiliriz:
din’lerin, yayılmaları sırasında farklı coğrafyalarda, farklı insan topluluklarınca benimsenirken, özleri itibariyle olmasa da, biçimsel anlamda farklı bir çehreye bürünebilecekleri bilinen bir olgudur. hiçbir yeni din, eskiden farklı inançlara ve kültürlere sahip topluluklarca bütünüyle benimsenmemiştir. dinlerini, kültürlerini çeşitli nedenlerden dolayı terkeden insanlar, bu sırada kimi eski inançlarını bırakırken kimilerini de yeni dinlerine uygun hale getirerek yaşatmayı sürdürmüşlerdir. hele türkler, kürtler ve iranlılar gibi uzun bir geçmişi olan inanç ve kültüre sahip uluslarda, benimsenen yeni dinde, eski inançların korunması oranının daha fazla olduğu, anadolu insanında etkilerini bugün dahi gördüğümüz sosyolojik bir realitedir.
bu kısa değerlendirmeden de anlaşılacağı üzere, arap yarımadası’ndan doğan islam dini, türkler’in yaşadığı bölgelere ulaşıncaya kadar çeşitli dinsel ve kültürel etkilere maruz kalmış ve dolayısıyle doğduğu coğrafyadan uzaklaştıkça, karşılaştığı değişik kültürel ve dinsel unsurları bünyesine almak zorunda kalmıştır. daha önce ele aldığımız tasavvuf akımının oynadığı rolde de gördüğümüz gibi, islam’ın türkler’in yaşadığı bölgelere ulaştığındaki bu esnek niteliği, türkler’in islamlaşmasında oldukça etkili olmuştur.
daha öncede söz edildiği üzere, türkler islam’ı doğrudan araplar’dan değil, iran kültürünün merkezi horasan yoluyla almışlardı. zaten iran uygarlığı, daha türkler’i etkilemeden önce, islam dini üzerinde de önemli etkilerde bulunmuştu. kaldı ki, islam, yayılması sırasında iran’dan başka uygarlıklar ve dinlerle de karşılaşmış ve bunlardan etkilenmişti. yine islam’ın yayılması sonrası çeşitli mezhepler ortaya çıkmış, dinsel kavram ve kuralları farklı yorumlamaları nedeniyle olduğu kadar, siyasal nedenlerle de kıyasıya bir mücadele içine girmiş bulunmaktaydılar. aslında bütün ortaçağ boyunca, esas nedenleri siyasal ve ekonomik olsa bile çekişmelerin gerekçeleri dinsel olarak sunulmaktaydı. sözü edilen dönem de bu tür mücadelelere sahne olmaktaydı. işte türkler, özetlemeğe çalıştığım bu koşullar altında, yüzyıllarca süren bir zaman sürecinde, birçok din ve kültürün etkisinde kalarak, sosyal, kültürel ve dinsel gereksinmelerine cevap verebilen esnek/hoşgörülü ve prof. cahen’in “özel bir müslümanlık” diye nitelediği bu dini benimsediler. daha sonra da değineceğim gibi, anadolu’ya göçler sırasında ve sonrasında da süren türklerin islamlaşması süreci, xiv. yüzyıla hatta daha sonralara kadar sürmüştür.
türkler islam’ı nasıl benimsediler, konusuna da kısaca değindikten sonra, anadolu’ya göçler konusuna geçeceğiz. daha önce gördüğümüz üzere islam türkler’e özel bir biçimde ulaşmıştı. şehirlerin aksine köylerde ve göçebe boylarda islamlaşma daha yavaş olmaktaydı. şehirlerde daha çok sünni derviş ve şeyhlerin faaliyetlerine karşın, köylerde ve göçebe boylarda daha çok alevi eğilimli dervişler ve babalar propaganda faaliyetleri yürütmekteydiler. prof. köprülü’nün de belirttiği gibi: “daha ilk zamanlardan itibaren batıni akımların hüküm sürdüğü horasan ve maveraünnehir sahalarında yaşayan ve siyasi-dini akımlara fiilen karışarak batıni inançlarıyla yakınlık kuran oğuz aşiretleri, islamlığı yavaş yavaş kabul ettiler; fakat bu görünürde olan islamlık cilası altında, eski ulusal geleneklerinin ve önceki dinlerinin etkisi altında bulunuyorlardı. islam fıkıhçılarının kendilerine çok karışık ve sıkıntılı gelen telkinlerinden ziyade, kendi kam (=ozan)larının nüfuzuna bağlı idiler. maveraünnehir ve horasan’a gelmezden önce ve geldikten sonra hıristiyanlık, hinduizm, mazdeizm, maniheizm gibi çeşitli dini sistemlerle az çok ilişki kuran bu türkmenler üzerinde, islamiyet de dahil olmak üzere bu harici (dışsal) ve kapalı (zor anlaşılan) inanç sistemlerinin hiçbiri eski dinsel geleneklerini tamamen unutturamazdı..."
bildiğimiz gibi kam-ozanların yerini artık ata veya baba ünvanlı dervişler almaktaydı. islam öncesi dönemden kalma türkler arasında yaygın bulunan menkıbelere bile islami bir şekil kazandırılarak, bu ata veya baba ünvanlı dervişler tarafından halk arasında yayılıyordu.
sonuç olarak diyebiliriz ki, türk kitleler islam dinini benimserken, büyük ölçüde eski inançlarını ve geleneklerini de muhafaza etmekteydiler. yine bu türk kitlelerin çoğunluğu, karmaşık ve sıkıcı din kurallarını yayan din adamlarına, şeyhlere itibar etmemekte, onlar daha çok eski şamanları ve kamları hatırlatan ve eski inançlarla yeni din arasında paralellikler kurdukları daha yüzeysel, dinsel bilgileri yayan atalara/babalara bağlanmakta ve onların nüfuzları altında bulunmaktaydılar. bu kitlelerin müslümanlığı, dinsel yükümlülükleri yerine getirmekten uzak, eski inanç ve geleneklerin ön planda olduğu bir halk müslümanlığıydı.
alıntı
büyük göktürk devleti yıkılmış,türkler dağıtılmış, kalanlar tamamen çinin esaretine girmiştiler.büyük oyunlarla,büyük hilelerle koca türkistan çin esaretine girmişti.çinliler yavaş yavaş himayesi altındaki türklere çin adetleri aşılıyor, çin elbiseleri giydiriyo,çimce konuşturuyor ve onlara türklüklerini unutturmaya çalışıyorlardı...
hakaniyet ailesinden kalan tek kişi göktürk prensi de çin de esir durumundaydı...
tang imparatorluğunun baş muhafızı olan kürşad ve onun 40 korkusuz dostları çinde esir tutulan göktürk prensini alarak türk birliğini yeniden kurmak için harekete geçtiler.önce çin kralı esir edilecek daha sonra takas ile göktürk prensi alınacaktı.
çin kralı bazı geceler şehri dolaşmaya çıkardı.ancak o gün yoğun fırtına yüzünden çıkmamıştı.ama kürşadın da kaybedeceği zaman yoktu...çünkü en ufak bir anlaşmazlıkta çinliler bu ihtilalin haberini duyacak ve bunu binlerce türk öldürerek geçiştirecekti.
mecburen kürşad ve 40 türk, çin sarayını bastılar. amaçları çin hükümdarını alarak kaçmak idi. ancak, saraydaki nöbetçi ve korumaların hepsi önlerine yığıldı. yerden adeta mantar gibi türeyen çin çerileri arasında kalmıştı 41 yiğit.
çin hükümdarına bu etten duvarı geçerek ulaşlımayacağını anlayan kürşat, askerlerini sarayın ahırına doğru yöneltti. seyisleri öldürerek 41 at alıp, uzaklaştılar. ancak, dillere destan büyük çin ordusu, bu 41 çerinin ardına takılmış,geliyordu. kürşat, gidebildikleri son yerde durup, ordusunu kovalayan çin ordusuna döndürdü. vey irmağı kıyısındalardı ve 41 kişiye bir ordu çıkıyordu...
kürşat, bunun artık bir ölüm-kalım savaşı olduğunu anladı ve 41 çeriyi, çin ordusuna saldı. gecenin körü idi savaş başladığında. bu 41 türk önderi, üstün savaş yöntemleriyle çinliler üzerinde büyük bir nüfuz kurdular...
...
gün atıyordu... ve kürşat, etrafı oklarla dolmuş zırhını sıyırarak etrafına baktı. 40 çerisinin 40ı da ölmüş, gerisinde ezik bir çin ordusu bırakmıştı... kürşat da savaşmaktan, oklardan, kılıç darbelerinden yorgun düşen bedenini bir arkadaşının koynuna yasladı ve 41 çerisiyle birlikte bu türk asilzadesi uçmağa vardı...
elbette amaca ulaşılamamıştı ve bu hareketten bir sonuç çıkmamıştı.ancak bu 40 türk yiğidinin bu cesareti dilden dile ,ilden ile yayıldı..herkes türkün isterse neler yapabileceğini bir kez dahaanladı ve tüm türk illerinde ayaklanmalar başladı...
bu ayaklanmalar ise sonuç verdi ve sonunda 2.göktürk (kutluk) devleti kuruldu.bu devlet asya da en büyük sınırlara ulaşan devlet ünvanıyla tarihe adını altınlarla yazdırdı..
hakaniyet ailesinden kalan tek kişi göktürk prensi de çin de esir durumundaydı...
tang imparatorluğunun baş muhafızı olan kürşad ve onun 40 korkusuz dostları çinde esir tutulan göktürk prensini alarak türk birliğini yeniden kurmak için harekete geçtiler.önce çin kralı esir edilecek daha sonra takas ile göktürk prensi alınacaktı.
çin kralı bazı geceler şehri dolaşmaya çıkardı.ancak o gün yoğun fırtına yüzünden çıkmamıştı.ama kürşadın da kaybedeceği zaman yoktu...çünkü en ufak bir anlaşmazlıkta çinliler bu ihtilalin haberini duyacak ve bunu binlerce türk öldürerek geçiştirecekti.
mecburen kürşad ve 40 türk, çin sarayını bastılar. amaçları çin hükümdarını alarak kaçmak idi. ancak, saraydaki nöbetçi ve korumaların hepsi önlerine yığıldı. yerden adeta mantar gibi türeyen çin çerileri arasında kalmıştı 41 yiğit.
çin hükümdarına bu etten duvarı geçerek ulaşlımayacağını anlayan kürşat, askerlerini sarayın ahırına doğru yöneltti. seyisleri öldürerek 41 at alıp, uzaklaştılar. ancak, dillere destan büyük çin ordusu, bu 41 çerinin ardına takılmış,geliyordu. kürşat, gidebildikleri son yerde durup, ordusunu kovalayan çin ordusuna döndürdü. vey irmağı kıyısındalardı ve 41 kişiye bir ordu çıkıyordu...
kürşat, bunun artık bir ölüm-kalım savaşı olduğunu anladı ve 41 çeriyi, çin ordusuna saldı. gecenin körü idi savaş başladığında. bu 41 türk önderi, üstün savaş yöntemleriyle çinliler üzerinde büyük bir nüfuz kurdular...
...
gün atıyordu... ve kürşat, etrafı oklarla dolmuş zırhını sıyırarak etrafına baktı. 40 çerisinin 40ı da ölmüş, gerisinde ezik bir çin ordusu bırakmıştı... kürşat da savaşmaktan, oklardan, kılıç darbelerinden yorgun düşen bedenini bir arkadaşının koynuna yasladı ve 41 çerisiyle birlikte bu türk asilzadesi uçmağa vardı...
elbette amaca ulaşılamamıştı ve bu hareketten bir sonuç çıkmamıştı.ancak bu 40 türk yiğidinin bu cesareti dilden dile ,ilden ile yayıldı..herkes türkün isterse neler yapabileceğini bir kez dahaanladı ve tüm türk illerinde ayaklanmalar başladı...
bu ayaklanmalar ise sonuç verdi ve sonunda 2.göktürk (kutluk) devleti kuruldu.bu devlet asya da en büyük sınırlara ulaşan devlet ünvanıyla tarihe adını altınlarla yazdırdı..
2. dünya savaşı durdurulamayan almanları durdurmanın yolu olarak müttefikler haince bir yol düşündü..
öldürebildikleri kadar sivil öldürerek almanların moralini yerle bir etmeyi..
bu yöntem ilkkez 1943 te hamburgta denendi ve şehir yakılarak birkerede 50bin sivil öldürüldü. bu yöntem çok tutuldu ve müttefikler 1945 şubat ayında sevgililer günü hediyesi olarak almanlara ölümü bıraktı.
o gün binlerce uçak başka şehirlerden kaçan ve dresden kentini dolduran halka ölüm kustu. okadar çok masum sivil öldürüldüki alman makamlar cesetleri sayamadı..bir iddaya göre o gün 260bin sivil öldü..
aynı yöntem japonları yıldırmak içinde kullanıldı aynı dönemlerde ve bombalanan 58 japon şehrinde 100 binden çok sivil birkerede öldürüldü. hiroşima ve nagazakiye atılan atom bombaları ilede 200 bin sivilin öldürülmesiyle japonlar teslim oldu..
savaş boyunca müttefikler 635 bin kadar almanı bu yöntemle öldürdü, almanlar ise aynı yöntemle 30bin hollandalı ve 20 bin ingiliz öldürdü.
daha sonra abd kore ve vietnam savaşlarında 6 milyon sivilin ölmesine neden oldu..
irakta ise iddalara göre 100 bin sivil öldürüldü bir okadar sivilde sakat bırakıldıktan sonra organları alındı ve ölüme terkedildi..
öldürebildikleri kadar sivil öldürerek almanların moralini yerle bir etmeyi..
bu yöntem ilkkez 1943 te hamburgta denendi ve şehir yakılarak birkerede 50bin sivil öldürüldü. bu yöntem çok tutuldu ve müttefikler 1945 şubat ayında sevgililer günü hediyesi olarak almanlara ölümü bıraktı.
o gün binlerce uçak başka şehirlerden kaçan ve dresden kentini dolduran halka ölüm kustu. okadar çok masum sivil öldürüldüki alman makamlar cesetleri sayamadı..bir iddaya göre o gün 260bin sivil öldü..
aynı yöntem japonları yıldırmak içinde kullanıldı aynı dönemlerde ve bombalanan 58 japon şehrinde 100 binden çok sivil birkerede öldürüldü. hiroşima ve nagazakiye atılan atom bombaları ilede 200 bin sivilin öldürülmesiyle japonlar teslim oldu..
savaş boyunca müttefikler 635 bin kadar almanı bu yöntemle öldürdü, almanlar ise aynı yöntemle 30bin hollandalı ve 20 bin ingiliz öldürdü.
daha sonra abd kore ve vietnam savaşlarında 6 milyon sivilin ölmesine neden oldu..
irakta ise iddalara göre 100 bin sivil öldürüldü bir okadar sivilde sakat bırakıldıktan sonra organları alındı ve ölüme terkedildi..
12 mayıs 1957 norveç doğumlu iskandinav futbol efsanesi.victory filminde oynamışlığı da vardır.
1981 yapımı victory isimli pele,bobby moore ve sylvester stallonenin oynadığı filmde de bu hareketi tüm dünyaya öğretmiştir.
ivan cordoba 11 ağustos 1976da doğdu. kolombiyalı futbolcu ülkesinde iki sezon, 72 maçta nacional formasını giyip bir gol attı. 1997- 2000 arası arjantinin san lorenzo ekibinde 57 maçta 7 gol kaydeden oyuncu, 60 kez kolombiya milli takımında görev yapıp beş gol attı. altı buçuk sezondur interde görev yapan ivan cordoba 179 maçta 9 gol kaydetti.
1,73 cm lik boyuna rağmen hızı ile dikkat çeken defans oyuncusu kolombiya milli takımında kaptan olarak görev yapmaktadır.
ilerleyen yaşına rağmen hala deli danalar gibi koşmaktadır.
1,73 cm lik boyuna rağmen hızı ile dikkat çeken defans oyuncusu kolombiya milli takımında kaptan olarak görev yapmaktadır.
ilerleyen yaşına rağmen hala deli danalar gibi koşmaktadır.
uzun süre ajax forması giydikten sonra romaya transfer olan romen futbolunun son zamanlarda yetiştirdiği en iyi defans oyuncusu.
romada walter samuel ile birlikte müthiş bir ikili olmuştur.uzaktan şutları çok etkili olmakla beraber takımının mağlup olduğu maçlarda sürekli ileri çıkarak gol aramaktadır.
manager 2001-2002 oyununun olmazsa olmazıdır.
romada walter samuel ile birlikte müthiş bir ikili olmuştur.uzaktan şutları çok etkili olmakla beraber takımının mağlup olduğu maçlarda sürekli ileri çıkarak gol aramaktadır.
manager 2001-2002 oyununun olmazsa olmazıdır.
fabricio coloccini,22 ocak 1982de arjantinin cordoba şehrinde dünyaya geldi.futbola arjentinos juniorsta başladı.daha sonra boca juniors transferleri oldu.daha sonra transferleri hızla çoğaldı.milan transferi onun en çok istediği şeydi.ama ilk san lorenzo,dha sonrada alavese kiralandı.daha sonra atletico madride transfer oldu.2003 yılında villareale satıldı ve oradada iyi işler çıkardı.2004de deportivo la corunayatransfer oldu.2003den beri arjantin milli futbol takımı formasını giyiyor.şu ana kadar 25 maça çıktı.
çok sert bir oyuncu olmakla beraber rakip forvet için tam bir yıldırıcıdır.
saçları da şampuan reklamlarından fırlama olan bu oyuncu yakın zaman arjantin milli takım kaptanı olacakmış.
çok sert bir oyuncu olmakla beraber rakip forvet için tam bir yıldırıcıdır.
saçları da şampuan reklamlarından fırlama olan bu oyuncu yakın zaman arjantin milli takım kaptanı olacakmış.
independiente , manchester united takımlarında oynamış , şu anda villarealde oynayan golcü oyuncu.
manchester unitedda çok başarılı olmasa da her an skoru değiştirebilecek olan ve özellikle ceza sahası dışından yaptığı ani vuruşlarla birçok takımı ağlatan golcü.
manchester unitedda çok başarılı olmasa da her an skoru değiştirebilecek olan ve özellikle ceza sahası dışından yaptığı ani vuruşlarla birçok takımı ağlatan golcü.
elle gol atarak rakip takım futbolcularının emeğini çalan ve artık uzaydan gelip hat-trick yapsa dahi asla izlemeyeceğim bücür.
ahlaklı bir forvet için samuel etoo
ahlaklı bir forvet için samuel etoo
basının beşiktaşın her konuda anlaştığını iddia ettiği defans oyuncusu.
1975 yılında ispanyanın santander kentinde doğan ivan helguera, futbola manchego takımında başladı. bir sezon albacetede görev yapan ve yeniden manchegoya dönen savunmacı, daha sonra italyan roma takımına gitti. burada 8 maç oynadıktan sonra espanyola geçti ve müthiş performansıyla 1999-20 sezonunda real madride transfer oldu.
1975 yılında ispanyanın santander kentinde doğan ivan helguera, futbola manchego takımında başladı. bir sezon albacetede görev yapan ve yeniden manchegoya dönen savunmacı, daha sonra italyan roma takımına gitti. burada 8 maç oynadıktan sonra espanyola geçti ve müthiş performansıyla 1999-20 sezonunda real madride transfer oldu.
dünyanın en çirkin bacaklı hatunu.
lionel hampton sayesinde camiaya girmiş ve kısa bir süre içerisinde inanılmaz yeteneğiyle tüm zamanların en büyük caz müzisyenlerinden birisi olmuştur.
hayatının büyük bir bölümünü avrupada geçirmiş ve avrupa cazının köklerine ilk suyu verenlerden birisi olmuştur.
hiçbir zaman yaşının adamı olmamış , genç delikanlılar gibi olan sahne performanslarında bir yandan enstrümanını konuştururken diğer yandan seyirciyle şakalaşmıştır.
caz tarihini en önemli fotoğraflarından birisine poz veren gordon için bir çok otorite 20.yyın en büyük tenor saksafoncusu der.
iyi bir oyuncuda olan gordon round midnight filmindeki rolü ile oscara da aday gösterilmiştir.
hayatının büyük bir bölümünü avrupada geçirmiş ve avrupa cazının köklerine ilk suyu verenlerden birisi olmuştur.
hiçbir zaman yaşının adamı olmamış , genç delikanlılar gibi olan sahne performanslarında bir yandan enstrümanını konuştururken diğer yandan seyirciyle şakalaşmıştır.
caz tarihini en önemli fotoğraflarından birisine poz veren gordon için bir çok otorite 20.yyın en büyük tenor saksafoncusu der.
iyi bir oyuncuda olan gordon round midnight filmindeki rolü ile oscara da aday gösterilmiştir.
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?