burnumun dibindeki okuldur. bahçelievler lisesindeki gargamel kılıklı müdirenin rüşvet alırken yakalanmasından sonra gönderildiği yerdir. pazartesi sabahları cırtlak sesi ve bozuk şivesiyle uyandırma servisi görevi görmektedir.evet burdan da atılmıştır. ve bu okul her sene sonu mutlaka mezuniyet etkinliği düzenler beynimizi ziker.
salça kafalı ekmek üstüne sürülüp yenilesi sempatik hatun kişi. tanıştık kaynaştık. sesine hayran kaldım. yine olsa yine dinlerim.
(bkz: boşal da semerini ye)
"canım kardeşim arkayı dörtleyelim" "sen kay abi biraz, abla sen şu amcanın bi dizine bacım sen de diğer dizine oturuver" şeklinde de varyasyonları olan minibüsçü repliklerinden biridir.
(bkz: döncem ben sana)
gitmek isteyip de gidemediğim imza günüdür. ama ruhum sizleydi.
edit: #678467 gitmişim lan hatırlamıyorum.
edit: #678467 gitmişim lan hatırlamıyorum.
telefonlar deli gibi çalar ama siz bilgisayarın başında harıl harıl yardır yardır entry girersiniz şefiniz de sizi çalışıyor sanır.
düşünceler beyninizi kemirirken inceden inceden, tüm düşüncelerinizin birbirine çarpan kuyruk sesinden çılgına dönmüşken ve içinizle cedelleşirken yorgun düşüp unihayet uyuabilnmek ve artık herşey süt liman olmuşken rüyalardan rüyalara atlarken dinginliği tadını çıkarıp gözlerinizi birbirinden ayıramamak. uykuların diyarında gezgin olmak.
kahraman tazeoğlu nun sesiyle anlam kazanan yazılarından biri.
ömrümün virgülü
“ömrümün virgülü” dedin. ben hep ters dönüp havada asılı kaldım ve ancak bir kesme işaretinden sonraki aitlik eki kadar yakın olabildim ömrünün kıyılarına.
bir pencere önünde, buğular ardında rüzgarın ayak izleri ve yağmurun fısıltısı içimi parsellerken sana çıkan yolların ne kadarı bana kaldı?
sende ne kadar çoğalabiliyorum içimdeki saldırmanın ucu façalarken ruhumu?
hangi baba yiğitin narası bastırabilir taş duvarlardan sekip gönlüme saplanan çığlımı?
bir adımım önde ve bir diğeri geride. sana gelebilmem için hep ardımda bana ait bir adım bırakmak zorundayım. altında soru işaretlerim ve merakım… çimenlendirilmiş arpanın, bir imbikten geçip, dilinden içimin bardağına dökümü ve sayfalarda durduğu gibi durmayan kelimelerinle sarhoş oluşum; soru işaretlerimin ayılmasına sebep ve daha kimbilir bilmediğim ne çok şey var damıtıp da kendine sakladığın…
hatırlamayışların kabullenmek istemeyişinden mi?
vasi sesten, vasi sesi anlatan yabancı kelimeler asılıyor boynuma. bana yabancı olan bir duygu mu hissettiğim bilmiyorum ama boğazımı düğümlemeye yetiyor. koca bir ilmek; tökezlesem ölüme dokunacağım… ben savaşırken sana çıkan yolların çağrılarıyla sen hangi zaferin sevincini yaşıyorsun benden kaç durak ötede kestiremiyorum.
bir fırça darbesiyle silip atamıyorum ki içimdeki duyguların renk cümbüşünü… sürrealist bir tablo çıkıyor ortaya ve dali’nin beklemek anlayışına sığınıyorum.
sığıntı kalıyorum akreple yelkovan arasında.
belki gelirsin diye satır aralarını boş bırakıyorum.hani benim sığınmayı en sevdiğim yer. hatırlar da gelirsin belki.… boş sayfalar hazırlıyorum seni anlatmak için. kalemim tuzla buz olunca özlemden, hayallere sığınıyorum, geçen zamana, gelecek zamana…. ama “an”a tutunamıyorum.....
çünkü yoksun……
kurup, senle paylaştığım her hayale serzeniş dedin önce , sabırsız bir ufaklık sanıp göğsüne bastın ama ben biliyorum ki hayallerin ne beklemekle ne de sabırla alakası var. hep o yüzden beklenmedik zamanlarda düşüverdim kırıkların diyarına. bekleseydim eğer hayal olmaktan çıkıp hırslı bir ideale dönüşürdün içimde.
ne mutlu bana ki hala hayalperest bi ufaklığı saklayabiliyorum gözlerinde aradığım bende.
hala hayal kuruyorum. boş sayfalar kucağımda, küçük çocukların yaptığı gibi takıp takıştırdım kelimeleri parmaklarıma, seni bekliyorum o masum heyecanımla. beni kucaklayıp göğsüne basasın diye… yanına yatırıp rüyana alasın, küçük dokunuşlarınla ninniler söyleyesin diye.
ruhumu teslimiyet zamanı ruhuna, ben rüyalar diyarına gidiyorum küçüğünü uyutmaya geleceksin değil mi?
ömrümün virgülü
“ömrümün virgülü” dedin. ben hep ters dönüp havada asılı kaldım ve ancak bir kesme işaretinden sonraki aitlik eki kadar yakın olabildim ömrünün kıyılarına.
bir pencere önünde, buğular ardında rüzgarın ayak izleri ve yağmurun fısıltısı içimi parsellerken sana çıkan yolların ne kadarı bana kaldı?
sende ne kadar çoğalabiliyorum içimdeki saldırmanın ucu façalarken ruhumu?
hangi baba yiğitin narası bastırabilir taş duvarlardan sekip gönlüme saplanan çığlımı?
bir adımım önde ve bir diğeri geride. sana gelebilmem için hep ardımda bana ait bir adım bırakmak zorundayım. altında soru işaretlerim ve merakım… çimenlendirilmiş arpanın, bir imbikten geçip, dilinden içimin bardağına dökümü ve sayfalarda durduğu gibi durmayan kelimelerinle sarhoş oluşum; soru işaretlerimin ayılmasına sebep ve daha kimbilir bilmediğim ne çok şey var damıtıp da kendine sakladığın…
hatırlamayışların kabullenmek istemeyişinden mi?
vasi sesten, vasi sesi anlatan yabancı kelimeler asılıyor boynuma. bana yabancı olan bir duygu mu hissettiğim bilmiyorum ama boğazımı düğümlemeye yetiyor. koca bir ilmek; tökezlesem ölüme dokunacağım… ben savaşırken sana çıkan yolların çağrılarıyla sen hangi zaferin sevincini yaşıyorsun benden kaç durak ötede kestiremiyorum.
bir fırça darbesiyle silip atamıyorum ki içimdeki duyguların renk cümbüşünü… sürrealist bir tablo çıkıyor ortaya ve dali’nin beklemek anlayışına sığınıyorum.
sığıntı kalıyorum akreple yelkovan arasında.
belki gelirsin diye satır aralarını boş bırakıyorum.hani benim sığınmayı en sevdiğim yer. hatırlar da gelirsin belki.… boş sayfalar hazırlıyorum seni anlatmak için. kalemim tuzla buz olunca özlemden, hayallere sığınıyorum, geçen zamana, gelecek zamana…. ama “an”a tutunamıyorum.....
çünkü yoksun……
kurup, senle paylaştığım her hayale serzeniş dedin önce , sabırsız bir ufaklık sanıp göğsüne bastın ama ben biliyorum ki hayallerin ne beklemekle ne de sabırla alakası var. hep o yüzden beklenmedik zamanlarda düşüverdim kırıkların diyarına. bekleseydim eğer hayal olmaktan çıkıp hırslı bir ideale dönüşürdün içimde.
ne mutlu bana ki hala hayalperest bi ufaklığı saklayabiliyorum gözlerinde aradığım bende.
hala hayal kuruyorum. boş sayfalar kucağımda, küçük çocukların yaptığı gibi takıp takıştırdım kelimeleri parmaklarıma, seni bekliyorum o masum heyecanımla. beni kucaklayıp göğsüne basasın diye… yanına yatırıp rüyana alasın, küçük dokunuşlarınla ninniler söyleyesin diye.
ruhumu teslimiyet zamanı ruhuna, ben rüyalar diyarına gidiyorum küçüğünü uyutmaya geleceksin değil mi?
nihat sırdar ın bir aralar fena sardığı türkü.
hikayesi:
elazığın koca mustafa paşa mahallesinde oturan bekir hocanın genç ve güzel bir karısı vardır. bekir hoca harputta namusu ve iyiliğiyle tanınan yumuşak başlı temiz bir insandır. karısı ise gençliğin verdiği tecrubesizlikle evli olduğu halde komşularından, soylu bir aileden olan genç, yakışıklı mamoş (memet) ile ilişki kuracak kadar toydur daha.
mamoşla bekir hocanın karısı arasındaki sevgi gittikçe alevlenir.etraf da bunu sezmeye başlamıştır. fakat sevdalılar buna rağmen her şeyden habersizdirler.fırsat buldukça buluşur, konuşur, sevişirler. bekir hoca bunun neye varacağını hesaplamaktadır.
bir gün karısına harputa gideceğini ve akşam dönmeyeceğini söyler. bu fırsattan yararlanan genç kadın mamoşu eve davet eder, yerler, içerler, eğlenirler. bekir hoca ise harputa gitmeyecektir.karanlık bastırınca eve gelir, sessizce kendi anahtarıyla kapıyı açar, sevdalıların bulundukları odaya gelir.içerden onların eğlenceli çığlıklarını duyar, tabancasını çekerek odaya girer. girer girmez tabancasını ateşler, mamoşu kalbinden, karısını da ağızından vurarak öldürür.bu olaydan sonra bekir hoca zabıtaya teslim olur. adil bir heyetin eve gelip olayı yerinde incelemelerinden sonra, duruşma sonunda bekir hoca beraat eder.
elazığın koca mustafa paşa mahallesinde oturan bekir hocanın genç ve güzel bir karısı vardır. bekir hoca harputta namusu ve iyiliğiyle tanınan yumuşak başlı temiz bir insandır. karısı ise gençliğin verdiği tecrubesizlikle evli olduğu halde komşularından, soylu bir aileden olan genç, yakışıklı mamoş (memet) ile ilişki kuracak kadar toydur daha.
mamoşla bekir hocanın karısı arasındaki sevgi gittikçe alevlenir.etraf da bunu sezmeye başlamıştır. fakat sevdalılar buna rağmen her şeyden habersizdirler.fırsat buldukça buluşur, konuşur, sevişirler. bekir hoca bunun neye varacağını hesaplamaktadır.
bir gün karısına harputa gideceğini ve akşam dönmeyeceğini söyler. bu fırsattan yararlanan genç kadın mamoşu eve davet eder, yerler, içerler, eğlenirler. bekir hoca ise harputa gitmeyecektir.karanlık bastırınca eve gelir, sessizce kendi anahtarıyla kapıyı açar, sevdalıların bulundukları odaya gelir.içerden onların eğlenceli çığlıklarını duyar, tabancasını çekerek odaya girer. girer girmez tabancasını ateşler, mamoşu kalbinden, karısını da ağızından vurarak öldürür.bu olaydan sonra bekir hoca zabıtaya teslim olur. adil bir heyetin eve gelip olayı yerinde incelemelerinden sonra, duruşma sonunda bekir hoca beraat eder.
siz farkında bile olmadan içinize sızan virüsün, önce kendinizi süper hissetttirip ayaklarınızı yerden kesmesidir. bağışıklık yapmasıyla tüm vucudunuzu,aklınızı, ruhunuzu kemiren bir hastalık hali almasıdır. sevmenin yetmediği, mantığın uğramadığı, kendinizle çeliştiğiniz ama yine de aşktan inatla vazgeçmediğiniz yüzüdür. ve inatla o yüze gülümsersiniz.
ithalat ve ihracatta malın kime ait olduğunu gösteren belgedir. o olmadan ithalat ve ihracat yapılmaz.
pencere önünde ölü bir serçe
hepimiz gibi kendi suretiyle savaşının malubu
ama biliyorum ki hiç düşmedi dik bakışları giderken
bir tek göz kapaklarının kanadı vardı...
hepimiz gibi kendi suretiyle savaşının malubu
ama biliyorum ki hiç düşmedi dik bakışları giderken
bir tek göz kapaklarının kanadı vardı...
sevgilisinin kıçına çip takan adamın da kendine bir alıcı anten takması lazım. bunu yapan adamın götüne de pek bir yakışır.
bu sadece kadına indirgenmemeli bu korkuyu hemen hemen herkes yaşar. her insan kendisi için iyisini hakeder ve kimse dört dörtlük değildir. doğal olarak birlikte olduğun insanın senden daha iyi bir insan bulma olasılığı hayli fazladır. herkesin kıyaslama lüksü vardır. bunu aldatarak yapmak dah kolay gelir. karşı tarafı da zaten bu kaypaklık ve saman altından su yürütme taktiği tedirgin eder.
bu tip kızların sevgileri gözpınarlarından taşar sel olur. ciyak ciyak bağırınca farkedilebileceklerini sanırlar ama onlar gibi yüzlercesi de aynı anda bağrınıp yırtındıkları için farkedilmezler ortaya imza gününden çok cenaze var izlenimi yaratan bir görüntü çıkar.
incubus-love hurts
nakantakolamika (kahraman tazeoğlu) , 27.09.2007 perşembe günü saat 15:00 de öykü kitabı mavi evi imzalamak için kalemiyle ve gülen yüzüyle taksim uçan ev cafede olacak. uygun fiyatları ve lezzetli menüsü ile iftarımızı da sohbet eşliğinde yapabiliriz. bizimle olmak isteyen arkadaşlara duyrulur buyrun bekleriz.
adres: istiklal caddesi. büyükparmakkapı sok. no:7/2-3-4-5
benetton binasının karşısındaki sokakta sol kolda.
adres: istiklal caddesi. büyükparmakkapı sok. no:7/2-3-4-5
benetton binasının karşısındaki sokakta sol kolda.
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?