şarkı söylüyorum, sanatçıyım diye geçiniyorum, orada burada çıkıyorum, polemiklere dalıyorum, bol bol ekranlarda gözükmeye devam ediyorum, iki gram selülit gösteriyorum, abazan kültürüne kırmızı nokta malzemesi oluyorum, salak insanların beni izlemesi ve de abuk şarkılarıma şaplak atmaları sonucunda, çöplüğümde yaşamaya devam ediyorum adlı lerzanizm felsefi akımın kurucusu, bugünlerde her daim araştırmalarıyla (!) ön planda olan, büyük (!) şahsiyet...
(bkz: ironi )
zamanında, uludag sozluk ve zamane sozluk de açmış olduğum, ve de zamanında acıların en büyüklerinden sadece birisine sevk eylemiş, kötü durum;
insanın içini burkmaktan daha da ötede hislere sevk eden, insanın yerle bir solmasına sebebiyet veren, fakat öyle ya da böyle doğal bir sonuç olarak, her şeyin allahtan olduğu gibi, anne ya da babanın ölmesi yanında, belki de pek bir yakıcı etki yapmayacak durum.. lakin öyle bir durumlar vardır ki; ölen kişi kardeşten daha yakındır, güzel günleriniz, kötü günleriniz olmuştur, kafalarınız bozulduğunda beraber iki tek atmış, sigara dumanı, bira kokusu altında dertleriniz size eşlik etmiştir; kız konusu beraberinde borçlara, oradan da ailevi sorunlara bağlanmıştır, belki aynı kızı sevmişsinizdir, belki de parasız kalmışsınızdır, ya da o çok sıkışmıştır, ya da askerde parasız kalmıştır, sizin için en iyisi ona günlükten bi 5 kağıt ayırıp, askerde boşta kalmasın diye para göndermektir; hani ailesine de yük olmasındır, onun dışında da kimi zaman kavga edersiniz, kimi zaman kol kola giderken yumruk yumruğa girecek tartışmalarda bulabilirsiniz kendinizi, sonra da, aradan iki gün geçer, ya telefonunuz çalar ya da iki defa kısa şekilde mesaj geldiğini belirten ses çalar, yine barışırsınız, yıllar böyle akıp gider, hala tanıştığınız merhaba birader ben de faidelibilgi, memnun oldum dediğiniz gün dün gibidir; yine gün gelir, ya siz evlenirsiniz, ya da cebinizde para olmasa dahi, bir çeyrek altın takabilmek için bir paket sigaranızdan, bir haftalık yol paranızdan, ya da sevgilinizin ya da nişanlınızın bir akşamlık yemek parasından feragat edersiniz, o altını onun önüne serilmiş bilimum, tllerin arasına iğnelemek sizi yüceltir, sonra sıra çocuk ziyaretine gelir, ee nasıl olsa yeğeniniz doğmuştur, onun için de kendinizi sıkmışsınızdır, nasıl olsa o da sizin kızınıza nazarlığı hemen doğduğu gece takmıştır, böyle sıcak koyu muhabbetlerle beraber leyla olunan akşamların, mahçup biçimde rus a gidilen, aga hadi halı sahaya gidiyoruz al çantanı da gel lerin sonunda, geç yattığınız gecenin bir yarısında acı acı telefon kulağınızda çınlar, bir bakarsınız en yakın arkadaşınızın karısı çaldırmaktadır telefonu; gecenin ve uykunun vermiş olduğu mahmurluk ile endişe arasındaki bir düşüncenin içerisindeyken, içinizi ateş gibi yakan, tüylerininizi kaskatı kesen, başınızdan aşağı kaynar sular dökülmesine neden o berbat haberi iliklerinizde hissdersiniz..
ne de acıdır, gidip de o evde bulunmak, en yakın arkadaşınızın yanında gözyaşı döküp, eski günleri yad etmek, evlat acısını yaşayan o annenin, ya da babanın yerine kendini koymak, ve son yolculuğundan önce, tekbirler arasında önce hakkını helal et ip, sonra da, mezarına yağmur suyuna karışmış solucanlı iki kürek toprak atmak...
insanın içini burkmaktan daha da ötede hislere sevk eden, insanın yerle bir solmasına sebebiyet veren, fakat öyle ya da böyle doğal bir sonuç olarak, her şeyin allahtan olduğu gibi, anne ya da babanın ölmesi yanında, belki de pek bir yakıcı etki yapmayacak durum.. lakin öyle bir durumlar vardır ki; ölen kişi kardeşten daha yakındır, güzel günleriniz, kötü günleriniz olmuştur, kafalarınız bozulduğunda beraber iki tek atmış, sigara dumanı, bira kokusu altında dertleriniz size eşlik etmiştir; kız konusu beraberinde borçlara, oradan da ailevi sorunlara bağlanmıştır, belki aynı kızı sevmişsinizdir, belki de parasız kalmışsınızdır, ya da o çok sıkışmıştır, ya da askerde parasız kalmıştır, sizin için en iyisi ona günlükten bi 5 kağıt ayırıp, askerde boşta kalmasın diye para göndermektir; hani ailesine de yük olmasındır, onun dışında da kimi zaman kavga edersiniz, kimi zaman kol kola giderken yumruk yumruğa girecek tartışmalarda bulabilirsiniz kendinizi, sonra da, aradan iki gün geçer, ya telefonunuz çalar ya da iki defa kısa şekilde mesaj geldiğini belirten ses çalar, yine barışırsınız, yıllar böyle akıp gider, hala tanıştığınız merhaba birader ben de faidelibilgi, memnun oldum dediğiniz gün dün gibidir; yine gün gelir, ya siz evlenirsiniz, ya da cebinizde para olmasa dahi, bir çeyrek altın takabilmek için bir paket sigaranızdan, bir haftalık yol paranızdan, ya da sevgilinizin ya da nişanlınızın bir akşamlık yemek parasından feragat edersiniz, o altını onun önüne serilmiş bilimum, tllerin arasına iğnelemek sizi yüceltir, sonra sıra çocuk ziyaretine gelir, ee nasıl olsa yeğeniniz doğmuştur, onun için de kendinizi sıkmışsınızdır, nasıl olsa o da sizin kızınıza nazarlığı hemen doğduğu gece takmıştır, böyle sıcak koyu muhabbetlerle beraber leyla olunan akşamların, mahçup biçimde rus a gidilen, aga hadi halı sahaya gidiyoruz al çantanı da gel lerin sonunda, geç yattığınız gecenin bir yarısında acı acı telefon kulağınızda çınlar, bir bakarsınız en yakın arkadaşınızın karısı çaldırmaktadır telefonu; gecenin ve uykunun vermiş olduğu mahmurluk ile endişe arasındaki bir düşüncenin içerisindeyken, içinizi ateş gibi yakan, tüylerininizi kaskatı kesen, başınızdan aşağı kaynar sular dökülmesine neden o berbat haberi iliklerinizde hissdersiniz..
ne de acıdır, gidip de o evde bulunmak, en yakın arkadaşınızın yanında gözyaşı döküp, eski günleri yad etmek, evlat acısını yaşayan o annenin, ya da babanın yerine kendini koymak, ve son yolculuğundan önce, tekbirler arasında önce hakkını helal et ip, sonra da, mezarına yağmur suyuna karışmış solucanlı iki kürek toprak atmak...
özelikle annenin belirgin bir biçimde baskın olması durumunda da, çocuğun öyle ya da böyle ped almaya gitmesiyle sonuçlanan ve de çocuğun eciş bücüş olmasına sebebiyet veren dramdır. zira, çocuk annesinden bir bir talimatları aldıktan sonra, nasıl yedirdim la gururuma, nası taşırım ben onu şinci gibilerinden düşüncelerin arasında, mahalle bakkalı kasabı, ve de muhtarı akabinde de, kahvesinin önünden geçerken, kıvrım kıvrım olur. gerçi, bu dramın sahibi çocukluktan çıkmış, geceleri arkadaş tayfası ile kahveye pişpirik atmaya giden, o el senin, bu el benim diye takılan bıçkın 18-20 arası delikanlıdır, fakat yine de, annesinin git oğlum ped al, git oğlum yoğurt al, git yarın günüm var zırt al pırt al isteklerini geri çeviremeyen kişidir...
$aka lan $aka. günümüzde, erkeğin de, kadının da eşit olduğu ön görülürse, toplumda bir iki tane dangalak, aaa, bak denyoya ped almış, eve gidince g.tüne de takar la bu şinci diyecek diye, ped almamak yanlıştır efendim. yeri geldiğinde, hatun tayfası da, ben markete, eczaneye gidiyorum derken, sizin karıcım, giderken bi kutu klasik okey al, gelince bi güzel zikicem isteklerinize karşılık verebilmelidir. (biraz dandirik bir örnek oldu, ama idare edin işte.)
$aka lan $aka. günümüzde, erkeğin de, kadının da eşit olduğu ön görülürse, toplumda bir iki tane dangalak, aaa, bak denyoya ped almış, eve gidince g.tüne de takar la bu şinci diyecek diye, ped almamak yanlıştır efendim. yeri geldiğinde, hatun tayfası da, ben markete, eczaneye gidiyorum derken, sizin karıcım, giderken bi kutu klasik okey al, gelince bi güzel zikicem isteklerinize karşılık verebilmelidir. (biraz dandirik bir örnek oldu, ama idare edin işte.)
rıdvan dilmen grubundan olan insanımsı. robot mudur nedir acaba dedirtmektedir kendisi, zira yıllardır bir insan hep aynı mı kalır, kaşı gözü hep aynıdır, değişmemekte diretmektedir efenim kendileri...
sağlam roketiyle beyazımsı amcaların da arrap malları yanında kategoride kalmasını sağlamış, filmlerinde karıyı bitap eden kendiliğinden motorlu insan üstü şahsiyet... kimi zaman, zikişe ayarlı robot organizmasına sahip olduğuna inandırır kendisi.
özellikle ismail soyberkin çalmış olduğu muhteşem bas ve turhan yükselerin mükemmel düzenlemesi ile, dinlenebilitesi daha da katlanan, sertab erenerin en iyi albümü değil, türk pop tarihinin en iyi albümlerinden birisi olarak rahatlıkla gösterilebilecek lal albümünün, sevdam ağlıyor, lal, rüya, gel barışalım artık ve büyü de gel ile birlikte en iyi parçası.
yaprak özdemiroğlu nun babası, ve de zamanında yaşadığı büyük mujde ar aşkıyla hatırlanan, buna rağmen çaldığı çalabileceği bir sürü enstrüman da olan, bir sürü filmin de müziklerine hayat vermiş, türkiyenin görüp görebileceği en büyük müzisyenlerden birisi..
müziklerine hayat verdiği filmler aşağıdaki gibidir:
kalbin zamanı 2004
gönderilmemiş mektuplar 2002
ağır roman 1997
akrebin yolculuğu 1997
manisa tarzanı 1994
gölge oyunu 1992
safiyedir kızın adı 1991
aşk filmlerinin unutulmaz yönetmeni 1990
arabesk 1988
afife jale 1987
kaçamak 1987
anayurt oteli 1987
muhsin bey 1987
gece yolculuğu 1987
asılacak kadın 1986
teyzem 1986
kupa kızı 1986
dul bir kadın 1985
kurbağalar 1985
züğürt ağa 1985
adı vasfiye 1985
fahriye abla 1984
şalvar davası 1983
göl 1982
seninle son defa 1978
delisin 1975
izin 1975
haşhaş 1975
arkadaş 1974
endişe 1974
zavallılar
kısa biyografisi ise;
attila ozdemiroglu 5 ocak 1943 tarihinde ankarada dogdu. genc yasta muzige ilgi duymaya basladi. cesitli muzik aletlerini cocuk yastayken calmayi ogrendi ve okulda muzik etkinliklerine katildi. 1966 yilinda durul gence 5 orkestrasina girdi ve bundan sonra cesitli orkestralarda gorev aldi. besteci ve aranjor olarak cesitli eserlere imza atti. ajda pekkan, nilüfer, kayahan, sezen aksu gibi isimlerle calisti. filmlere muzikte yapan sanatci 6 adet altın portakal ödülünun sahibidir..
müziklerine hayat verdiği filmler aşağıdaki gibidir:
kalbin zamanı 2004
gönderilmemiş mektuplar 2002
ağır roman 1997
akrebin yolculuğu 1997
manisa tarzanı 1994
gölge oyunu 1992
safiyedir kızın adı 1991
aşk filmlerinin unutulmaz yönetmeni 1990
arabesk 1988
afife jale 1987
kaçamak 1987
anayurt oteli 1987
muhsin bey 1987
gece yolculuğu 1987
asılacak kadın 1986
teyzem 1986
kupa kızı 1986
dul bir kadın 1985
kurbağalar 1985
züğürt ağa 1985
adı vasfiye 1985
fahriye abla 1984
şalvar davası 1983
göl 1982
seninle son defa 1978
delisin 1975
izin 1975
haşhaş 1975
arkadaş 1974
endişe 1974
zavallılar
kısa biyografisi ise;
attila ozdemiroglu 5 ocak 1943 tarihinde ankarada dogdu. genc yasta muzige ilgi duymaya basladi. cesitli muzik aletlerini cocuk yastayken calmayi ogrendi ve okulda muzik etkinliklerine katildi. 1966 yilinda durul gence 5 orkestrasina girdi ve bundan sonra cesitli orkestralarda gorev aldi. besteci ve aranjor olarak cesitli eserlere imza atti. ajda pekkan, nilüfer, kayahan, sezen aksu gibi isimlerle calisti. filmlere muzikte yapan sanatci 6 adet altın portakal ödülünun sahibidir..
80ler dönemindeki insanlara, daha doğrusu müzik sever kişilere pek bir hizmet etmiş, sythesizer, drum ve de gitarlar eşliğinde icra edilen, punk ve de funk ezgileri de taşıyabilen, elektro müzik türü..
en önemli icracıları arasında da, günümüzde en çok bilineni olarak depeche mode; buna mukabil, camouflage, spandau ballet, level 42, kimi zaman duran duran gibi gruplar bulunur..
en önemli icracıları arasında da, günümüzde en çok bilineni olarak depeche mode; buna mukabil, camouflage, spandau ballet, level 42, kimi zaman duran duran gibi gruplar bulunur..
çocukluk hatıralarından birisidir işte bu da. mahallede özellikle ilkbahar ve de yaz aylarında, toplu biçimde oyun oynayan çocukların içerisinde illaki anlaşamayanları da çıkacaktır. işte bu tarz anlaşamamazlıkların sonucunda da, anlaşamamaya mahal veren çocuğun annesi de, hemen olaya müdahele de bulunsun diye çağrılır,bağrılır.
mesela, ismail ile hasan, mahallede maç yaparken, olur ya çocuk bunnar evladım! kavga ederler, bakarsın ismail bir de, hasan ı bir güzel pataklamış, sen şimdi görürsün diye de tehditler alıyor. bir bakmış, ki hasan, ismail in annesiee, ismaaieellin annneessiea diye anırıyor.
+ ismaiieeelin aanneessiieaa..!!!
- efendim yavrum?
+ ya teyze, hasan beni dövdü, bişi desene.
- tamam yavrum, eve gidince ben kulaklarını çekerim onun...
bir de, daha da büyüyen, dayağı yiyince, x in annesine değil, kendi annesine giden bünyeler de yok değildir. bir de, akşama olaya babalar da karıştı mı, ufacık veledin dediklerine bakan bünyelerin, bir de benim babam senin babanı döver olayına da girmesi işten bile değildir.
mesela, ismail ile hasan, mahallede maç yaparken, olur ya çocuk bunnar evladım! kavga ederler, bakarsın ismail bir de, hasan ı bir güzel pataklamış, sen şimdi görürsün diye de tehditler alıyor. bir bakmış, ki hasan, ismail in annesiee, ismaaieellin annneessiea diye anırıyor.
+ ismaiieeelin aanneessiieaa..!!!
- efendim yavrum?
+ ya teyze, hasan beni dövdü, bişi desene.
- tamam yavrum, eve gidince ben kulaklarını çekerim onun...
bir de, daha da büyüyen, dayağı yiyince, x in annesine değil, kendi annesine giden bünyeler de yok değildir. bir de, akşama olaya babalar da karıştı mı, ufacık veledin dediklerine bakan bünyelerin, bir de benim babam senin babanı döver olayına da girmesi işten bile değildir.
under pressure şarkısındaki bas girişleri en iyi 50 bas girişi arasında birinci kabul edilmiş, her ne kadar roger taylor tarafından pek ilgi görmese de beste anında, sonradan fırtınalar koparan another one bites the dust gibi bir şarkıya da imza atmış, queen adlı efsanevi grubun basçısı, işini arada derede kalmış gibi görünse de, en temiz şekilde yapanlardan. tam ismi, john richard deacon olup, 19 ağustos 1951 doğumludur.
en zor ütü olaylarından birisine imza atan aktivite. hele bir de, ütü yapan kişi gömleği ekürisi ile birlikte yani pantolonla ütülüyorsa, yok kol iziydi, yok manşetleriydi, yok yakasıydı derken, ütünün buharına gerek kalmaz, zira kişi sinirden, gömleği yırtma raddesine gelir.
(bkz: gömlek)
(bkz: pantolon)
(bkz: ütü yapmak)
(bkz: gömlek)
(bkz: pantolon)
(bkz: ütü yapmak)
hayatın anlamını perdelerin arkasına gizleyip, ölümün herkesi bekleyen durağında aşkın ta kendisini beklemek; elden ayaktan kesilen, içinden yazmanın gelmediği dünya ile ilişkinizi kestiğiniz anda hayatla tek bağlantı noktanızın, sevginizin, aşkınızın olması..
böyle bir durumda, her türlü ilişkileriniz tıkanma noktasına gelir, hayatınızı beraber geçirdiğiniz insanlara bile kelime etmekten aciz olmanız bir yana, gulumsemeyi son kullanma tarihi geçmiş , kurtlu baklagillerin olduğu raflara atıverirsiniz..
kalbinizin beyninizden ayrı dünyalarda çalıması sağlayan duygunun aşk mı, önlenemez sevgi mi olduğunu da kestiremezsiniz.. hayatınız gecenin belirli saatlerinden sonra akmaya başlar. geceleri, ayaklarınızın sorgusuz sualsiz, amaçsız, bilinçsiz götürdüğü yerlere takriben 25-30 cm.lik adımlarla ayak basarsınız, bilmem kaç gün önce cemaline aşık olduğunuz kızın ayak bastığı yerleri bilmeden; kestiremeden..
yürürken hiçbir hissiyat kaplamaz içinizi. kanser gibi beyninizi kemiren düşünceler çaresizliğin kılavuzluğunda, sadece sevdiğiniz kızın beyninizdeki küçük masum gülümsemeleri ya da suretiyle yol gösterir size. belki de böyle bir olaydır asik olmak..
attığınız başlığın anlamı bile sizin anlamsızlığınıza çare olamıyor, göbek adınızın oldum olası lanetlenmiş biçimde platonik olarak kesildiği yeryüzünde hiçbir ışık yüzünüze parıldamıyorsa, hayat sizi eninde sonunda pası üzerinde, ince kesilmiş sakal artıkları bulunan dandirik bakkal jiletine, ya da iyi olasınız diye yuvarladığınız bir kutu hapa doğru yönlendirir. asik olmak, belki de anlamı ve de tarifi imkansız bir biçimde teselli olarak yolu, bu küçük ama günahı sonsuz yoldaşlardan geçer..
suratınızı yerden kaldırmadan, anlamsızca bilmediğiniz yerlere, bilmediğiniz asfaltlara ayaklarınızı bastıkça, hayatın berbatlığı, iğrençliği, insanların çirkefliği, gençlerin ya da daha yeni tüyü bitmiş delikanlıların sorumsuz aşk oyunları, gözünüzün önünden içerisinde bütün paradoksları bulunduran bir queen klibi gibi geçer gözlerinizin önünden. her ne kadar asik olmak yer geldi mi, hayatın tüm bağlantılarının kopması olup da, buna mukabil freddie mercury the show must go on dese de, acınızın tavan yaptığı saatlerde, beyninizin tarifsiz aşkınızdan dolayı salakları oynadığı gecenin karanlığında karanlık bir silüet gibi sokak lambaları sizi takip eder. belki de asik olmak olayının vermiş olduğu yılgınlık ile aşık olunan kişinin takip etmesinin isteği sizi böyle durumlara sevk eder..
belirli olmayan gününüzü uykusuz, susuz, lokmasız, kifayetsiz, insan sıfatından yoksun, lütufsuz, suratsız geçirdiğiniz yaşantınız, evinizin içinde muhtelif bir bakırköyün, ya da gugukkuşunun fırlama koğuşlarından farksızdır..
buna rağmen, bütün gün sabırla iftar vaktini bekleyen kişi, her nasıl bir yudum suya, bir kuru ekmeğe, ya da bir kaşık çorbaya dahi muhtaçsa; yazın insanı deli eden, insan kafasında çiğ yumurtayı pişirecek kıvamdaki sıcağın altında filizlenmeye çalışan tohum nasıl bir damla yağmura muhtaçsa, sizin karşılıksız sevginiz de, hayatın sizi boğduğu, üzerinize size hesap sormadan yürüdüğü dönemde, aşık olduğunuz kıza o kadar da muhtaçtır.. işte böyle bir olaydır aşık olmak; içerisinde paradokslar barındıran, edi ile büdüyü, iyi ile kötüyü, remus ile romulus gibidir, birbirine ihtiyacı olan; ya da ötekisi olmadan yarım olabilen...
her ne kadar yeri ve zamanı geldiğinde, cebinde beş kuruş parası olmayan, tipsiz, sıfatsız, insan ruhunun inceliğinden bihaber olan gönlünüz, her ne zaman sevdiğiniz kızla konuşmayı bırakın, göz göze gelmeye dahi bir gram gücünüzün olmadığını bilse de, konuşmaya geldiniz mi, cümlelerin sonu gelir. ağzınız alnınıza kaçarken, kolunuzla bacaklarınız yer değiştirir, evrim geçirirsiniz. suratınız domatesin en açık halinden en koyu haline doğru yol alır...
birkaç aylık kendinizi hırpalamanız sonucunda, biyerlerinizi parçalamaya gümrük izni vermediyse; halsizliğiniz, bulantılarınız, icine kapaniklığınız ve de bir iki kelime dahi edememenizin meyvesini, gribim diye gittiğiniz doktordan muhtelif bilmemne kanseri olarak kendinizi paklamak suretiyle bu haberi öğrenerekten ayrılırsınız...
efenim sonuç itibariyle her başa dert olabilen, ama kimi zaman ölümle kimi zaman da amansız, tarifi acı ve de sonu yine ölümle bitebilen hastalıklara gebe bir olaydır bu asik olmak... hele bir de, aşık olan kişi, öyle böyle değil, gerçekten de içine kapanık bir insansa, telekom denen belanın vermiş olduğu hizmetsizlikten kaynaklanıp hala internete bağlanmayı bekleyen bilgisayar gibi, tek taraflı düşüncelerinizle öteki tarafı ziyaret ediverirsiniz...
böyle bir durumda, her türlü ilişkileriniz tıkanma noktasına gelir, hayatınızı beraber geçirdiğiniz insanlara bile kelime etmekten aciz olmanız bir yana, gulumsemeyi son kullanma tarihi geçmiş , kurtlu baklagillerin olduğu raflara atıverirsiniz..
kalbinizin beyninizden ayrı dünyalarda çalıması sağlayan duygunun aşk mı, önlenemez sevgi mi olduğunu da kestiremezsiniz.. hayatınız gecenin belirli saatlerinden sonra akmaya başlar. geceleri, ayaklarınızın sorgusuz sualsiz, amaçsız, bilinçsiz götürdüğü yerlere takriben 25-30 cm.lik adımlarla ayak basarsınız, bilmem kaç gün önce cemaline aşık olduğunuz kızın ayak bastığı yerleri bilmeden; kestiremeden..
yürürken hiçbir hissiyat kaplamaz içinizi. kanser gibi beyninizi kemiren düşünceler çaresizliğin kılavuzluğunda, sadece sevdiğiniz kızın beyninizdeki küçük masum gülümsemeleri ya da suretiyle yol gösterir size. belki de böyle bir olaydır asik olmak..
attığınız başlığın anlamı bile sizin anlamsızlığınıza çare olamıyor, göbek adınızın oldum olası lanetlenmiş biçimde platonik olarak kesildiği yeryüzünde hiçbir ışık yüzünüze parıldamıyorsa, hayat sizi eninde sonunda pası üzerinde, ince kesilmiş sakal artıkları bulunan dandirik bakkal jiletine, ya da iyi olasınız diye yuvarladığınız bir kutu hapa doğru yönlendirir. asik olmak, belki de anlamı ve de tarifi imkansız bir biçimde teselli olarak yolu, bu küçük ama günahı sonsuz yoldaşlardan geçer..
suratınızı yerden kaldırmadan, anlamsızca bilmediğiniz yerlere, bilmediğiniz asfaltlara ayaklarınızı bastıkça, hayatın berbatlığı, iğrençliği, insanların çirkefliği, gençlerin ya da daha yeni tüyü bitmiş delikanlıların sorumsuz aşk oyunları, gözünüzün önünden içerisinde bütün paradoksları bulunduran bir queen klibi gibi geçer gözlerinizin önünden. her ne kadar asik olmak yer geldi mi, hayatın tüm bağlantılarının kopması olup da, buna mukabil freddie mercury the show must go on dese de, acınızın tavan yaptığı saatlerde, beyninizin tarifsiz aşkınızdan dolayı salakları oynadığı gecenin karanlığında karanlık bir silüet gibi sokak lambaları sizi takip eder. belki de asik olmak olayının vermiş olduğu yılgınlık ile aşık olunan kişinin takip etmesinin isteği sizi böyle durumlara sevk eder..
belirli olmayan gününüzü uykusuz, susuz, lokmasız, kifayetsiz, insan sıfatından yoksun, lütufsuz, suratsız geçirdiğiniz yaşantınız, evinizin içinde muhtelif bir bakırköyün, ya da gugukkuşunun fırlama koğuşlarından farksızdır..
buna rağmen, bütün gün sabırla iftar vaktini bekleyen kişi, her nasıl bir yudum suya, bir kuru ekmeğe, ya da bir kaşık çorbaya dahi muhtaçsa; yazın insanı deli eden, insan kafasında çiğ yumurtayı pişirecek kıvamdaki sıcağın altında filizlenmeye çalışan tohum nasıl bir damla yağmura muhtaçsa, sizin karşılıksız sevginiz de, hayatın sizi boğduğu, üzerinize size hesap sormadan yürüdüğü dönemde, aşık olduğunuz kıza o kadar da muhtaçtır.. işte böyle bir olaydır aşık olmak; içerisinde paradokslar barındıran, edi ile büdüyü, iyi ile kötüyü, remus ile romulus gibidir, birbirine ihtiyacı olan; ya da ötekisi olmadan yarım olabilen...
her ne kadar yeri ve zamanı geldiğinde, cebinde beş kuruş parası olmayan, tipsiz, sıfatsız, insan ruhunun inceliğinden bihaber olan gönlünüz, her ne zaman sevdiğiniz kızla konuşmayı bırakın, göz göze gelmeye dahi bir gram gücünüzün olmadığını bilse de, konuşmaya geldiniz mi, cümlelerin sonu gelir. ağzınız alnınıza kaçarken, kolunuzla bacaklarınız yer değiştirir, evrim geçirirsiniz. suratınız domatesin en açık halinden en koyu haline doğru yol alır...
birkaç aylık kendinizi hırpalamanız sonucunda, biyerlerinizi parçalamaya gümrük izni vermediyse; halsizliğiniz, bulantılarınız, icine kapaniklığınız ve de bir iki kelime dahi edememenizin meyvesini, gribim diye gittiğiniz doktordan muhtelif bilmemne kanseri olarak kendinizi paklamak suretiyle bu haberi öğrenerekten ayrılırsınız...
efenim sonuç itibariyle her başa dert olabilen, ama kimi zaman ölümle kimi zaman da amansız, tarifi acı ve de sonu yine ölümle bitebilen hastalıklara gebe bir olaydır bu asik olmak... hele bir de, aşık olan kişi, öyle böyle değil, gerçekten de içine kapanık bir insansa, telekom denen belanın vermiş olduğu hizmetsizlikten kaynaklanıp hala internete bağlanmayı bekleyen bilgisayar gibi, tek taraflı düşüncelerinizle öteki tarafı ziyaret ediverirsiniz...
olması gayet muhtemel, ekmeğin bol tüketilmesi durumunda, 3 değil 5 kişinin de doyabileceği durum.
1970 adana doğumlu, divane adlı albümü ile ünlenmiş, marmara üniversitesi mezunu, gitarı da hakkını vererek çalan, tür popunda son 10 seneye imzasını atmış, nadir kişilerden, geldiği yeri fazlasıyla hak eden, flamenko tarzı bir albüm yapsa, sevenleri tarafından peynir ekmek gibi satması muhtemel olan; sağlam içici olduğu bilinse de, o şarkılar yapsın biz kör bıçak olalım, kesmeyelim, bilenmeyelim; bilenemeyelim dedirten sanatçı.
dünyanın en ünlü bas gitaristlerinden birisi olan, aynı zamanda gittiği bir barda, hayranı tarafından öldürülmüş, gürol ağırbaş gibi üstadın da, örnek olarak aldığı, 1951 - 1987 yılları arasında yaşamış, gerçek ve tam ismi john francis anthony "jaco" pastorius iii olan, rahmetli basçı şahsiyet.
yalan aşktır, zira eğer bir kişiye, melankolik düşüncelerin sonucunda aşık olunduysa, ama platonik ama karşılıklı, kişi yeni bir aşkı düşünemez, ya da aşıklık durumunda olay mantık dışına da çıktığı için, böyle bir olayın da mantıklı görülmesi pek bir doğru değildir.
zira, bir aşk bitmeden diğer bir aşk başlamaz diye düşünmüşümdür hep.
zira, bir aşk bitmeden diğer bir aşk başlamaz diye düşünmüşümdür hep.
geceleri tek başınıza sadece gözyaşlarınızın arkadaşlık ettiği saatte dinlenildiğinde, kan akışını en aza indirgeyen, kendinizi iyice kaptırıp da moda girdiniz mi, intihara ramak bırakan, gökhan kırdar ın hangi kafayla yaptığına bir türlü anlam veremeyip, akıl sır erdiremediğim mükemmel serseri mayın albümünden 94 çıkışlı, klibi de bir o kadar iç vurucu olan enfes parça..
pop tarihinin en iyi slowlarından birisi olduğu şüphesiz bir gerçektir; ki gökhan kırdar dendiği zaman kafada ışıldayan ampül gibidir..
pop tarihinin en iyi slowlarından birisi olduğu şüphesiz bir gerçektir; ki gökhan kırdar dendiği zaman kafada ışıldayan ampül gibidir..
80lerin ortalarında doğmuş bünyelerin çocukluk zamanlarından kalma bir reklam motosu olmasına rağmen, halen kimi zaman dillere pelesenk olabilme özelliğini muhafaza edebilen, tokai mottosu.
klibini ufakken izlediğim de, sanki sezen aksu bize şarkısını mars ın bir yerlerinden söylüyormuş hissiyatı veren, yaş kemale erdikçe, sözleri ile birleşen müziği altında ise ezildğim, göz yaşlarına boğulduğum, 1991 senesinde çıkan ve de türk popunun temel taşlarından birisi olan gülümse albümünün gülümse albümü olarak her zaman isminin anılmasının sebeplerinden sadece birisi olan sezen aksu şarkısı.
evlenen kişilerin baş harflerinin yardımcısı olan, plaka yazıları olarak da adlandırılabilecek yazılar.
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?