confessions
  1. toplam entry 5694
  2. takipçi 2
  3. puan 99798

şapka devrimi

nickten yana sansim yok
mustafa kemal şapka devrimini neden kastamonu’da başlattığını dönemin bakanlarından saffet arıkan’a şöyle anlatıyor;

"niçin kastamonu’yu seçtiğimi bilmezsin. dur, anlatayım. bütün vilayetler beni tanırlar. ya üniforma ile yahut fesli, kalpaklı sivil elbise ile görmüşlerdir. yalnız kastamonu’ya gidemedim. ilk önce nasıl görürlerse öyle alışırlar, yadırgamazlar. üstelik bu vilayet halkının hemen hepsi asker ocağından geçmişlerdir. itaatlidirler, munistirler. adları mutaassıp çıkmışsa da anlayışlıdırlar. bunun için şapkayı orada giyeceğim."

ayrıca;

"şapkayı önce bahriyelilere giydiririz, onlar halka seyrek göründüklerinden göze batmazlar, sonra ordu giyer, bu askerlik işi olduğu için kimse karışamaz. onları göre göre diğerleri alışmaya başlar,derken..." demiştir mustafa kemal.

içine kapaniklik

nickten yana sansim yok
derdini başkalarına anlatmak istememek ve yalnız kalmak istemekten kaynaklanan durumdur. insanları buna iten çeşitli sebepler vardır. bunlardan en önemlisi zannımca kişinin çocukluk dönemindeki psikolojik sorunlarıdır.

kişi sorunlarını kendi kendine çözmeye çalıştığı için bir zamandan sonra kendisi, kendine yetmeyecektir. bir yerde tıkanacaktır. bu da ciddi pskolojik rahatsızlıkları doğuracaktır, anlık cinnet veya şizofreni gibi...

hz muhammed i eleştirmek

nickten yana sansim yok
islam’ın yeni yeni duyulmaya başladığı zamanlar...müşrikler hz. muhammed’i kötülemek için ellerinden geleni yapıyorlardı fakat yaptıkları her şey etkisiz kalıyordu. bu sebeple yeni iftiralar bulup efendimizin üzerine atmaya çalışıyorlardı. 5 dakikanızı ayırıp şu olayı okumanızı rica ediyorum..

...günden güne gelişen, gönüllere saâdet bahşeden îmân, islâm davası ve onun temsilcisi olan resûl-i kibriyâ efendimiz hakkında konuşmaya başladılar.
fikir babalarından biri olan velid bin muğire, etrafında toplanmış, yüzlerine şirkin çirkinliği aksetmiş bulunan arkadaşlarına,
"ey kureyşliler," dedi, "işte hac mevsimi de gelip çattı. arap kabileleri yurdumuza akın edeceklerdir. muhakkak onlar, şu adamımız muhammed’in meselesini de duymuşlardır. size bir takım sorular soracaklardır. bu sebeple onun hakkında bir fikir etrafında birleşmemiz gereklidir. tâ ki, aramızda ihtilâfa düşmeyelim."
bu, kurnazca bir teklifti. ayrı ayrı fikir beyan etmeleri elbette onları inanılmaz ve sözlerine güvenilmez bir duruma sokacaktı. dolayısıyla gelen halk üzerinde de pek tesirli olamayacaklardı.
kureyşliler, bu kurnaz teklifin sahibini tedbir hususunda da dinlemek istediler.
"sen," dediler, "bize bu husustaki görüşünü, kanaatini ve tedbirlerini de söyle. biz de aynısını söyleyelim ve aynı şekilde hareket edelim."
fakat, velid, önce onların kanâat ve görüşlerini öğrenmek istiyordu. kureyş müşrikleri fikirlerini beyân ettiler.
"kâhindir deriz."
velid bu fikirlerine katılmadı.
"hayır," dedi, "vallahi o, bir kâhin değildir. biz kâhinleri görmüşüzdür. onun okuduğu şeyler, öyle kâhin mırıldanışları ve düzmeleri cinsinden değildir. kâhin doğru da söyler, yalan da. amma, biz muhammed in hiçbir yalanını görmedik ki!"
müşrikler,
"o halde "mecnûn (deli)" diyelim" dediler.
velid, bu görüşe de itiraz etti:
"hayır," dedi. "o mecnûn da değildir. delileri görmüşüz. deliliğin ne olduğunu biliriz. onun hali bir delininkine asla benzemiyor."
topluluktan üçüncü teklif geldi:
"öyle ise ’şair’dir deriz."
velid bu görüşü de doğru bulmadı.
"hayır, o şâir de değildir, biz şiirin her çeşidini biliriz. onun okuduğu bunların hiçbirine benzemez."
müşrikler,
"o halde ’sihirbaz (büyücü)’ deriz."
bu fikirler de velid’ce makbul sayılmadı.
"hayır, hayır! o sihirbaz da değildir. biz hem sihirbazları, hem de yaptıkları sihirlerini görmüşüzdür. onun okudukları, ne sihirbazların okuyup üfledikleridir, ne de düğümleyip bağladıkları," diye konuştu.
bütün tekliflerinin reddedildiğini gören müşrikler, işi velid’e havâle ettiler:
"o halde ey abdüşşems’in babası, ne diyeceğimizi sen söyle" dediler.
velid’in konuşması şaşırtıcı oldu:
"vallahi," dedi, "onun sözlerinde apayrı, bambaşka bir tatlılık vardır. onun okuduğu sözden tatlı söz olamaz. o bir nurdur. onun öyle bir tatlılığı vardır ki, sanki kökü çok verimli toprakta, suyu bol bahçelerde yükselen, dalları ise etrafa uzanan gür meyveli bir hurma ağacıdır, o."
müşrikler, bu ifadelerden telâşa kapıldılar. yoksa akıl danıştıkları ve fikir babalarından biri saydıkları velid de mi müslüman olmuştu? hele kendilerini terk edip, evine dönmesi telaş ve endişelerini bütün bütün artırdı. öyle ki,
"velid, dininden döndü" diye söylenmeye bile başladılar.
ancak, velid’in dininden döndüğü filan yoktu. hangi itham ve iftiranın daha uygun olacağını düşünmek için evine çekilmişti. kararını verdikten sonra, geri dönüp kureyşlilere şöyle dedi:
"sizin, asılsız ve yalan olduğu kısa zamanda anlaşılacak olan bu dedikleriniz içinde yine akla en yakın olanı ona sihirbaz demenizdir. çünkü, o öyle büyüleyici bir sözle gelmiştir ki, o söz evladla babanın, kardeşle kardeşin, karı ile kocanın, kavim ve kabilesiyle şahsın arasını açıyor."
bu görüş etrafında birleştiler. artık, peygamber efendimize (hâşâ) sihirbaz diyecekler, bu itham ve iftira ile halkı kendisinden uzak tutmaya çalışacaklardı!
cenâb-ı hak indirdiği âyet-i kerimelerde, velid bin muğire’nin bu kurnazca tedbir ve plânından,
"kahrolası, nasıl da ölçüp biçti" buyurarak bahsediyor ve âkibetini de şöyle ilân ediyordu:
"düşündü, taşındı, ölçtü, biçti. kahrolası, nasıl da ölçüp biçti! yine kahrolası, nasıl da ölçüp biçti! sonra baktı. sonra kaşını çattı, suratını astı. sonra sırt çevirip kibirlendi. ’bu olsa olsa eskiden kalma bir sihirdir’ dedi. ’bu ancak beşer sözüdür’ dedi.
ben onu sakara sokacağım. sakarın ne olduğunu bilir misin? o yakmadık birşey bırakmaz; azâbı tekrarlamaktan da vazgeçmez." müddessir suresi
kâinatın efendisi müşriklerin iddiâ ettiği gibi bir kâhin değildi. çünkü, kâhinin sözleri karışık ve tahminîdir. halbuki, onun söyledikleri hak ve hakikattı. her selim aklın tasdik ettiği gerçeklerdi. karışıklıktan, tahminden uzak, kesinlik ifâde eden sözlerdi.
o, iddia edildiği gibi mecnûn da değildi. çünkü yalnız dostları değil, en azılı düşmanları bile yeri geldikçe aklının mükemmeliyetine şehâdet ediyorlardı.
server-i kâinat, iddiâ ettikleri gibi bir şâir de değildi. çünkü, onun bahsettiği parlak, nûrlu hakikatlar şiirin hayallerinden berî ve süslemelerine muhtaç olmaktan uzak idi.
cenâb-ı hak, müşriklerin bütün bu iftira, isnad ve tertiplerinden sonra indirdiği vahiy ile resûlüne şöyle hitap etti:
"o halde ey resûlüm, sen öğüt vermeye devam et. rabbinin sana verdiği peygamberlik nimeti hakkı için, sen ne bir kâhinsin, ne de bir mecnun."



müşriklerin en azılısı olan velid bin muğire bile böyle derken onu nasıl eleştirebiliriz, daha doğrusu neyini eleştirebiliriz ki...
246 /

neden bekliyorsun?


bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?

üye ol